Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Engelli-engelsiz ilişkilerindeki asıl sorun [Tartışma]

şehribanu sana hak veriyorum ama bazen hiç ummadıgın anda karşına öyle birisi çıkıyorki seni herşeye inandırıyor herşeyin üstesinden gelebilecegine ve sevdigin insanla güzel bir hayat yaşayabilecegine inandırıyor ne kadar karamsar olursak olalım...bende daha önce hayal krıklıgı yaşadım sevdigim insan için ki onunda beni sevdigine inanıyordum ama ilk başta arkadaşlarım bana senin evlilgin sadece birkaç yıl sürer dediler çevremden çok şey duydum zamanı gelir seni yanına yaklaıştırmaz dediler açıkça hiç çekinmeden ve incindigimi düşünmeden...bir şekilde ayrıldık...ve aradan 4 sene geçti şimdi hayatımda öyle bir insan varki belkide başıma gelelbilicek en iyi şey o...onu çok seviyorum ve onunda beni çok sevdigini biliyorum... ben çocuk felciyim...ameliyat oldum yürüyebiliyorum aksamam olsadabirazcık... sevdigim insan engelsiz ve beni tekrar hayata baglayan o oldu onun sayesinde tekrar ameliyat oldum...ilk başlarda güvenemiyordum tekrar hayal kırıklıgı yaşam istemiyordum ama o beni ianandırdı ailemle tanıştı beni ailesiyle tanıştırdı...bana hiç kimsenin olmadıgı kadar destek oldu...şimdi onunla nişanlıyım ve ailesi ve bütün çevresi olmak üzere hepsi bize destek oluyor...hepimiz hayall kırıklıgı yaşıyoruz hayatımızda bazen insanlar yarın kendilerinin başına ne geliceni düşünemden yaşıyorlar eger birini seviyorsanız ve sevilidiginize inanıyorsanız hiç kimseden çekinmeyin hayat bizim zorluguylada kolaylıgıylada...insanların ne diyecegine bakıp hayatımızı zehir etmeyelim herşeye ragmen hayat çok güzel sevince ve sevilince...hepinize bol sevgili günler canım arkadaşlarım
 
“az bulur az yersin çok bulur çok yersin yiyecek birşeyleri mutlaka bir şekilde bulursun ama "ruhunu" doyuracak "sevgi" gıdasını bu devirde cimrilik etmeden bol keseden "beklentisiz"sana veren olmaz...”
Demiş sevgili serapserap_vuu.
Ben bunu; az bulur az yersin çok bulur çok yersin yiyecek birşeyleri mutlaka bir şekilde bulursun ama ruhu ruhuna beyni beynine değen insanı 40 yıllık yaşamında bile kolay kolay bulamazsın olarak naçizane kendi dünya görüşüme göre değiştireyim. Ruhu ruhumuza, beyni beynimize değen bir insanı hiçbir maddi bedel karşılığında kolay kolay bulamayız (tabii aradığınız buysa:rolleyes:)

“Peki, birlikte olmak için barınma, yemek-içmek, eğlenmek, sosyalleşmek, sağlık, ulaşım vb. ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayacağız?
Bu dayatmalar için bir çözüm var mı? Bir sakat için bunlarla debelenmek kolay mı? Hele ki bir de aile ve toplumsal baskılar söz konusu olursa... “
Demiş OturanBoğa.
Bu söylediğiniz gerçekler engelsiz- engelsiz birlikteğinde de geçerli sayın OturanBoğa. Sanırım Asıl sorun doğru insanı bulmakta, beyinle, ruhla düşünmekte ve yaşamakta.
Eee tabii her iki taraf için de iyi gelişmiş, iyi kullanılan bir beyin (bu tür bir beyin doğal olarak her iki tarafın para problemini de çözüyor) sanırım eğitim ve kişinin kendisine verdiği emekten geçiyor.
 
Vay be inanamıyorum konu nereye gelmiş yazıların hepsini okudum engelli engelsiz arasında ki sorun paraya gelmiş kabüllenemiyorum para araçtır herzamn başlı başına sorun olamaz Bnim milyarlarım olcak mutlu olcam öylemi engelsiz bana aşık olcak öylemi kendimizi kandırmayalım para için birlliktelik oluyosa bile yalnızlıktır yine ama toplum karşsında kendi egomuzu tatmin ederiz mutluluk oyunu oynarız olay bu deil tamam para kolaylaştırır hayatımızı ama sevgiyi aşkı da satın almaz gücü yetmez
 
Ben bu konuda ilk sorunun 3. sahıslar olduğunu düşünüyorum engelli-engelsiz insanların birlikteliği konusundan nedense hep ön yardı olduğundan 3.sahısların vıdı vıdı ve dırdırları psikolojik bir baskı oluşuturdluğunan kişiler üstünde çok önemli bir rol oynuyor...
2.konu kişilerin birbirleri hakkındaki KARARLILIKLARI....Birbirlerinden emin olma birbirlerine olan saygı sevgileri??biz neyiz kavramını iyice oturtmaları....
3.GÜVEN...iyi günde kötü günde hastalıkla ve sağlıklar hep seninle...cümlesine bağlılıkları güvenin temellerini sağlamlaştırır...bir insana sevi seviyorum derken ilerisinide düşünüp evet ben yapabilirim bu adamı veya kadını seviyorum hayatımın anlamını onunla buldum deyip herşeye rağmen deyip adımlarını ona göre atmaları birbirleri için çok ama çok önemlidir....
şu yukarıdaki 3 madde çok önemli ilk aşamayı geçtikten sonra yani 3.sahıslara iki inan kulaklarını tıkayıp sadece kendilerine adapte olduğu halde gelen zorluk ve sıkıntılara birlikte göğüs gerebilirler....
ayrıca engelli-engelsiz ilişkilerinde değil normal ilişkilerde bile bunlar olabilir her ilişkide illaki sorunlar lacaktır sorunsuz evlilik mi var herşeyin dört dörtlük olmasını beklemek biraz bencilce olur...insanlar bir terazi gibi birbirlerini dengelemeli....tamamlamalı...yarım elma misali birbirlerini....ruh ikizi olmaktır esas mesele.....
para konusu işin içine girdiğinde işte bu içler acısı bir durum...
para=MANTIK EVLİLİĞİ...
günümüzde maddiyata duyulan değer yüzünden birlikteliklerin ne yazıkki kalitesi ve aşka cesaretini kaybettiriyor ve aşka sevgiye değer yavaş yavaş kayboluyor...ve gerçek aşklar mazi oluyor tarihi birer...
bir erkek evini geçindiriyormu evet...!!!eşini ve çocuklarını kimseye muhtaç bırakıyormu???hayır....gerisi teferrüattır....
kimse açta açıkça yaşamıcağına göre....herkeste birliktelikleri sırasında az biraz birbirleri hakkında birşeyler öğrendiğine bu ilişkiler bilerek yaşanıyor...o yüzden sonradan yan çizilmesi çok mantıksız ve abes....ayrıca yazık....madem öle eğer kabullenemeyeceksen bir ilişkide bazı durumları başlama o zaman....durum belli hal belli insan kaldıramacağı bir işin günahına girmemeli...
bu zamanda ev düzmek oldukça zor bir olay iş oldukça zor günümüzde kriz denen şey varken....hanımefendiler ve beyefendiler armudun sapı üzümün çöpü derse sevgiye sırt dönüp mantık evliliklerine yüz çevirirse bu ilişkilerin sonu adliyede biter...olan kimlere olur sevenlere olur...bir taraf hep sever mutlaka ki...
hem unutmayalım ki maddi gücü yerinde olan bir insanda dıfır olma ihtimali yüksektir yoktan var eden allah vardanda yok eder...hazıra dağ dayanmadığında maddiyat için evlenenlerin sonu sudan çıkmış balık misali....
para karın doyurur evet ama gönül doldurmaz....
gönlüm fakir olcana gönlüme zenginlik aksın...
mutluluğum olsun kimle mutluysam onla olmayı tercih ederim....
bugün ne zenginler sefalette...herşey para değil....
sorun insanlarda bana göre....3.sahıslar,kararlılık,güven tüm mesele
 
[FONT=Verdana]Şirinecim, erkeğin evini geçindirip eşini ve çocuklarını kimseye muhtaç bırakmama fikri çok eskilerde kalmadı mı? [/FONT]
[FONT=Verdana]Bir kadının kulağına çok hoş geliyor ama öylesini bulursan sakın kaçırma. Şimdilerde hemen hemen tersine döndü işler. [/FONT]
[FONT=Verdana]Paylaşma fikrine razı olsan iyi edersin bence ;)[/FONT]
 
Bu yazılanlardan sonra bizim buralarda bir söz vardır o geldi aklıma:,"Ayının boynuna parayı takınca ağa olur," diye...Ağa olsak da sakat olmaya devam edeceğiz,bu gerçeği para bile değiştiremeyecek. Paramız olmasına rağmen engelli olmaktan bir türlü kurtulamıyoruz,engelimizi düzeltmeye yetmiyor para...Parayla sakatlıktan kurtulan var mı acaba?Ben çocuk felcini düzelttiremedim parayla birtürlü...Para sadece hayatımı kolaylaştırdı,kendim çoğu şeyimi yaparken özgürüm.Örneğin,arabama atlayıp istediğim yere gidebiliyorum,hatta çoğu engelsizden daha şanslıyım,ama yine de sakatım,özgürlüğüm bedenimle değil parayla sağlanıyor...Parayla yaşamı kolaylaştırıyoruz ama ne sakatlığımızı ne de sevgimizi satın alabiliyoruz...
Konu sevgi ilişkisinden, paranın değerli olup olmamasına kaydı:)
 
Eski türk filmlerinde en çok tekrarlanan sözlerden ikisidir.. Hatırlarsın Oturanboğa sen; -Beni param içinmi seviyorsun Nalan? -Benden nefret et, ama acıma.. Bu iki kelime ile sevginin sınırlarını belirlemiştir Türk toplumu.. Belki ilerki zamanlarda, nesiller değişince olur dediklerin..
Yaf ne bakıyon sen Türk filmlerine Hasanım, ;)
“Parayla saadet olmaz” da derler orada.. Hatta şarkısı bile vardı.. (Filmi de var mıydı?.. Unuttum..)
Gerçi doğrudur.. Sinema filmleri, reelden yola çıkıp reele yön vermeyi “iş” edinmişti bir zamanlar.. Ama yine de “SANAL”dır! Hem de kocaman! :)

Yaa. Sanki çok çok mükemmel toplumda yaşıyormuşuz da tek kusurlu “engellilermiş” gibi; ya da tam tersi engelliler mükemmel de “ah şu ‘toplum’ yok mu ah, o olmasa her şey güllük gülistanlık” gibi yorumlar beni hem güldürüyor, hem düşündürüyor.. Objektif olmayı bir türlü beceremiyoruz!:(
Az çok eğitimini almış birisi olarak “istatistik” olayına hiiç güvenmem ama, onsuz da olmuyor pek günümüzde..:) Nüfus sayımından tut enflasyon hesabına kadar her yerde var bu meret.. Yani suç parada değil, parayı elinde bulunduranda/kullananda! ‘Para’ paylaşım aracı! Ama onu gerektiği gibi dağıtmayıp yanlış biçimde kullandırttığında işin rengi değişiyor işte.. ;)
Sorun kedilerin aşkında değil, sorun bu b.ktan düzende yaşamak için başka şeylerin de bize dayatılıyor olması!
Çok doğru! .. Bu ‘dayatma’ işini yapana da kısaca ‘toplum’ dediğimizde suçluyu buluyoruz hemen..:p
Lâkin, yukarıda dediğim gibi; objektif olarak baktığımızda, engellisinde de, engelsizinde de, birey “birey” değil ki toplum “toplum” olsun!!:(
“Birey”den anladığımı, 2,5 yıl kadar önce Tepki’de adını koymadan anlatmaya çalışmıştım. Oradaki tepkili/bilinçli/donanımlı/örgütlü çağdaş insandır: Birey! Şimdi bütün bu özellikleri alın, toplumun engelli ve engelsiz insanlarında bir şablon olarak test edin.. Sonuç ne olacak? Bakalım, hangi toplumu, hangi insanları yargılıyoruz? “İdeal birey” olmadan “ideal toplum” olabilir mi? Soru/n budur bence..
 
İdeal bireyi ideal toplum yaratır...Bir birey,yetiştiği toplumun ürünüdür.İstisnalar da yok değil,ama "Ne ekersen onu biçersin." İdeal bir kültürümüz varsa,ideal bireyler de mevcut olacaktır.İdeal bir toplum varsa ideal bireyler de yetişecektir...
Önce toplumun ideal olması gerekiyor,toplum tek tek bireylerden oluşur ama toplumu belirleyen tek başına birey değildir...Örnek olarak küçük bir topluluk olarak aileyi ele alalım,aile kavgacı,sorunlarını tartışarak çözerse çocukları da aynı yöntemi uyguluyor.Eğer aile sevgi ve hoşgörüye dayalı,çocuklarına değer verip onu birey olarak önemserse,çocuk da insanlara saygılı olur...Sonra gelenekler,görenekler,kültür bireyi çepe çevre sarar ve kendi başına karar vermesini ya da düşünmesine izin vermez,tabi bunun da istisnaları vardır...İdeal toplum,Thomas More'nin Ütopya'sında mümkün...:)
 
şarkı sölemem geldiii:D
parra parra parra
varlığı bir dert
yokluğu yarraaa
 
Şehribanu demiş ki:

"Engellilerin ,engelli ve engelsiz kişilerle ilişkilerinde sorun yaşamazken ,hatta hayatlarını kolaylaştırıp mutlu olurken;asıl sorun, engelsiz kişilerin,engellilerle olan ilişkilerinde ilişkinin sürüp sürmeyeceği konusunda aileye,arkadaşlara,çevreye,topluma karşı engelli partneri taşıyamamaktan kaynaklanmaktadır… "

Bir ilişkinin sağlıklı yürümesi için her iki bireyinde aynı şekilde sorumluluğu yokmu dur? Engelli biri, engelsiz biriyle aşk yaşadığında engelsiz olanı ne oranda taşıyabilmektedir?

Aşk iki kişilik olduğuna göre, o sorumluluk da ikisine ait değil midir?

Engelsiz bireyin engelli olanla ilişkisini sağlıklı biçimde yürütememesinin kökeninde engellilere karşı yönelik olarak geliştirilen önyargı ve tutumlar vardır. Bireyin davranışı toplumla diyalektik biçimde vardır. Yani, bireyin davranışlarını belirleyen toplumdur. Bir etki tepki vardır.

Burada biz yalnızca, bireyi tek başına ele alıp incelersek, yanılırız. Öyleyse, bunun kökenine gitmek gerekir. Yani, ilk önce, engellilerle ilgili olumsuz bakış açıları yıkılmalıdır. Bunun da, yolu, yine biz engellilerden geçmektedir.

Aslında bu konu çok girifttir. Engelli ya da engelsiz olanın aşkının dışında önce şunu sorgulamak gerekir. Aşk ya da sevgi nedir? Biz birisini niye seviyoruz? Niye aşık oluyoruz? O kişiyi neye göre değerlendiriyoruz? Yani, biz birini severken yalnızca, saçının ya da gözlerinin rengine mi bakıyoruz? Yakışıklı/güzel olmasına mı? Yoksa, o kişiyi diğerlerinden ayıran niteliklerine göre mi? Bizim aşka ya da sevgiye yüklediğimiz anlam ne? Ya da, hoşlamayı aşk mı sanıyoruz? Aşk gerçekten de iki kişilik midir?

Aşk bana göre, iki kişilik değildir. Aşk toplumsaldır. Aşk, içini vermektir. Aşk, gizi, sırrı kabul etmez. Aşk, çıkar gözetmeden sevmektir. Aşk, zaaf değildir. Aşk, hem kayıtsız şartsız sevmeyi, hem de başkaldırıyı içinde barındırır. Aşk, bilinçli bir seçimdir. Bana göre, aşkın tanımı buna benzer şeyler... Eğer, ben birine aşık olacaksam, önce aşık olduğum insanla kavramlarda anlaşmam gerekir. Eğer ikimizinde aşk ya da sevgi kavramı birbirine uyuyorsa, onu severim. Çünkü, aşk en başta dost olmaktır.

Sonrası mı? Bana göre aşk, iki kişinin özel durumlarıyla sınırlanacak birşey değildir. Aşk, mücadeledir. Aşk, başkaldırıdır. Aşk, eylemdir. Aşk, güçtür. Neyin gücü peki? Motivasyonun gücü... Zor olanın gücü... Beklentilere teslim olmayanın gücü...

Yani... Kokuşmaya... çürümeye... yozlaşmaya... karşı bir direniş... İnsanca yaşamak için...

Evet. İnsan, aşka kendini yoğurmalıdır. Ama kendi değerlerimizi kendimiz yaratarak.

Eğer, beni seven engelli olduğumdan dolayı, ailesinin, çevresinin, toplumun baskılarına karşı direnemiyorsa, zaten ben böyle bir insanı sevemem. Çünkü, ne istediğimi biliyorum. Çünkü, aşka yüklediğim anlamı biliyorum.

Öyleyse, önce ben engelli birey olarak kimim? Neyim? Kavramların anlamını biliyor muyum? Önce kendimi değiştirmekten işe başlamalıyım diye düşünüyorum.
 
Bu başlıkta tartışılan konuyu diğer öne sürülen şeylerden ayrıştırmaya çalışıyorum.. Bana göre mesele, toplumun bireye uyguladığı baskıdır.. Toplumun bireyi yola getirme, cezalandırma, ödüllendirme hatta aforoz etme meselesidir.. Birey kendi başına toplumda
var olan beğeni, sevme tabularına karşı durabilir.. Ortalamanın dışına çıkabilir.. Radikal çıkışları olabilir.. Ancak toplum onu rahat bırakmaz.. Onunla uğraşır..

Bazı sosyolojik olayları incelemek için laboratuar ortamı gereklidir.. Laboratuar ortamı demek olayları diğerlerin ayrıştırıp, büyüteç altında , projektörleri olayın üstüne tutmaktır.. Hiçbir sosyolojik olay sadece salt engelliler için değildir.. Sadece o olay bazı yerlerde daha yoğun hissedilir, gözlemlenir.. Çünkü o kesimi daha güçlü bir şekilde vurur.. Bu olayı her zaman şöyle özetlerim; Sağlam hapşırırsa, engelli zatürre olur soğuktan..

Birey toplum ilişkilerinde karşılıklı etkileşim olacaktır.. Toplum bireyi elbette belirlemeye çalışır.. Fakat her zaman belirleyemez.. Merak etmeyin o kadar karamsar değilim ben.. Toplumlar her zaman bireyi belirlemeye çalışmıştır, ancak hiçbir zaman başaramamıştır.. Zaman içinde bir çok bireyde, içinde bulundukları toplumları etkilemiştir.. Ancak bu tür
bireylerin dayanma gücü ve ödeyecek bir bedelleri olmalıdır.. Bedel ödemeyi kabul etmelidirler..

Bu bakış açısı ile olaylara bakarsak; Zaten toplumda ilişkileri didiklemek, belirlemek, karışmak üzerine kurulu bir feodal kültür vardır.. Sadece engelli ilişkilerine karışmak değil bu kültürel yapı.. Karışmayacağı, kendini tutabileceği, belirlemeye çalışmayacağı hiçbir sınır yoktur.. Doğan çocuğun cinsiyetinden, eğitimine, mesleğine, evliliğine, nerede ve nasıl yaşayacağına hatta emekliliğinde nasıl yaşaması gerektiğine, hatta nerede gömüleceğine bile karar vermeye çalışır bu toplumsal mekanizma.. Üstelik sevgi adına..

Burada engelli ile ilişki yaşayan sağlam bireye baskı kurmak onun için FARZ gibi bi şey oluyor.. Üstelik yolu ve yöntemi gayet basittir.. Birey üzerinde baskı kurma şansı yüzde doksan dokuz bilmem kaç nokta dokuzdur.. Bireyin direnme gücüde sıfıra çok yakındır..

Genede enseyi karartmayın derim..
-Bütün romanlara, şarkılara bakın, hepsinde buram buram toplumsal belirlemeye karşı çıkış vardır.. Sadece engellilere özgü bir sorun değil bu.. Her kesim nasibini almaktadır.. Kurtuluş
zaman içinde toplu olacaktır..
-Birde şöyle düşünün; Sağlam olsun çamurdan olsun mantığı bizlerin değerlerimizi gözden geçirmemize neden olmaktadır.. Bence insan olsun çamurdan olsun demek daha doğru galiba.
 
egyayli,şükret ki düğüne çağırmamış, nikah şahidi de olabilirdin,daha acılı olabilirdi,beterin beteri var Allah korusun:)

Şirine adlı üyeden alıntı:
şarkı sölemem geldiii:D
parra parra parra
varlığı bir dert
yokluğu yarraaa

Şirineceğim Napolyonda o dertten gitmişti zaten...:)
 
:D:D:D
koskoca imparatoru yakmış yemiş bitirmiş para:D
enngelliyimi yakmasın???
 
Bugün elime Prometheus’u aldım. Koltuğa uzandım. Bağıra bağıra okudum. Okudukça arındım. Okudukça yenilendim.

Bu tragedyadan ne öğrendim. Kendi kendime bunu sorguladım. Aslında birçok şeyi sorguladım Asiklos’un eserlerini okurken…

Konumuzla bağlantısına gelince…

İnsan, başkaldıran yaratıktır. İnsan, düzene karşı ayaklandığı zaman insan olmuştur. İnsanlığını da ancak baş kaldırarak sürdürebilir.

Ne güzel değil mi?
İşte Prometheus’u okurken tüm bunları yeniden anımsadım.
Ne kadar devrimci bir yaklaşım… Tüylerim diken diken oldu.
Tüm engellilere giydirilen rolleri yıkıp atmak… Tüm kadınlara giydirilen rollere hayır demek… Ve… Bir sürü şeye….
Ne pahasına karşı… Ne olursa olsun… Hayır diyebilmek… İnsanlığını gerçekleştirmek… İnsanın bir ülküsünü gerçekleştirmek… İnsan olmak da bu değil mi?
İşte Prometheus tüm bunları bana yeniden anımsattı. Onu zincirlesinler… Onu kımıldayamaz duruma getirsinler… Ona eziyet etseler de… O insanlığa hizmet etmekten vazgeçmedi. Bence herkes okumalı…

Şimdi konumuza yeniden dönelim.
Kuyucak!
Her ne kadar karamsar değilim deseniz de satırlarınızda yenilmişliğin, hüznün izleri okunuyor. Umudu öldürmek, insanlaşma önünde bir adım atmamaktır. Siz Kafkacı mısınız? Yoksa Camus’tan mı etkilendiniz? Kimden? Kafka’da sizin gibi konuşuyordu. Toplum her şeydir!!!
Tabii ki, bireyin davranışlarını kimileyin toplum belirler. Bunu dışlanmamak adına yaparız. Sevilmek isteriz insanlarca. Bu da ister istemez bizim bireyselleşmemizi engeller.
Hani Çetin Altan hep yazıyor ya! Biz köylü ve feodal bir toplumuz diye.
Ne yazık ki, modern olmak bizlere biçimsel olarak öğretildi. Giyim, kuşam, eğlenme biçimi gibi. Ama modern olmak, ne çıplaklıktır. Ne de tango yapmaktır. Modern olmak, ilk önce aileden kopmaktır. Yani, birey olmaktır.
Biz henüz aydınlanamamış bir toplumuz. Biz henüz yerlere tükürülmeyeceğini bilmiyoruz. Biz hala balkondan halı çırpıyoruz. Köydeki gelenek ve göreneklerimizi kente taşıyoruz. Tabii ki, eğitim düzeyi ilkokul üçüncü sınıf düzeyindeki bir toplumdan ne beklenir demeyeceğim!
Siz de bilirsiniz. Aydın insan, topluma dışardan bakan insandır. O aydınlatıcıdır. O yol göstericidir.
Bence, ilk önce engellilerle ilgili önyargılara karşı çıkmak gerekiyor. Bu önyargılar, her yerde karşımıza çıkıyor. Evde… işte… yolda… her yerde… Sonunda da evliliklerde ya da birlikteliklerde…

Birgün işyerinde anket yapmıştım. Çalıştığım bölümde 100 kişi filan vardı. Bundan yıllar önceydi. O ankette şöyle bir soru vardı. Engelli biriyle evlenir misiniz? Ne yazık ki, 100 kişinin 100’üde hayır demişti. Sonra da bir erkek arkadaşa sordum. Neden kabul etmezsin diye… Çünkü, ben engelli bir kadının evlilikle ilgili sorumlulukları yerine getireceğini sanmıyorum demişti.
Demek ki, toplumda engelli kadınla evlenilemeyeceğine ilişkin inanç var. Anne ya da baba olmak, akrabalık ilişkilerinde cinsiyete göre rollere bürünmek, toplumsal sistemlerin var ettiği ideolojilerden kaynaklanmaktadır. Engellilerin “iyi bir eş”, olamayacağı, onlara yüklenen beklentileri yerine getiremeyeceği anlayışı yaygın.
Öyleyse, önce bu rollere hayır diyeceğiz. İnsan, başkaldırdığı oranda çevresini değiştirebilir. Tarih, bunun kanıtıdır.
 
İdeal bireyi ideal toplum yaratır...Bir birey,yetiştiği toplumun ürünüdür.
Şöyle söylersek daha doğru olur gibime geliyor: İnsanoğlu hem "çevre yaratığı" hem de "çevre yaratıcı"dır. (Bu sözün orijinali bana ait değil ama sevdiğim için zaman zaman kullanırım. :) )

Çünkü öbür türlüsünde "ideal toplum uzaydan mı gelicek?:p", "birey, 'birey' olduktan sonra armut mu toplar?:p" gibi abuk sorularla karşılaşmak olası!

Elbette, ideal toplum ancak kitaplarda, filmlerde falan olur.. O yüzen değiştiriyorum sorumu.. "İdeal"in yerine "gelişmiş"i koyuyorum.. Hani "az gelişmiş-çok gelişmiş" toplumlar var ya.. İşte o toplumlarda "gelişmiş"lik nasıl olmuş? :confused:

Yani sıralamaya koymak, birine öncelik vermek hem yanlış, hem anlamsız! İkisi de birbiri ile aynı zamanda olmak durumunda! Zamane dilinde "etkileşimli" diyorlar buna galiba.. :confused:



monalisa'nın dediği gibi:
Aşk, iki kişilik değildir. Aşk toplumsaldır.
Hiç kimse aşkını (sevgilisini/yârini/eşini) ağaç kovuğunda bulmuyor! İki kişilik bir dünyada yaşanmıyor! Her iki tarafın da kendine ait çevresi, arkadaşları, ailesi var! Ol sebepten, konuyu toplumsal tabanda tartışmak, toplumun kullandığı enstrümanları (para, vb.) tartışmaya dahil etmek kimseye garip gelmemeli.
 
Monalisa,tartışmaya keyifli bir hava kattığın için öncelikle teşekkür ederim... İş yerinde yapmış olduğun şu anket...Sonucu beni hiç şaşırtmadı...Hatta aksi olsaydı "hadi ordan" derdim...İnsan tanımadığı şeylerin ya budalası olur ya da düşmanı.Ankete katılan arkadaşların bir engelliyi ne kadar yakından tanıdıkları konusunda da bir şerh düşseydin sonucu daha objektif bulacağıma inanıyorum.
Çok yakınımızda bir engelli varsa ve onunla yaşıyorsak tercihlerimiz netleşiyor.Hoş bu durum benim aleyhime sonuçlansa da yine de inancım bu yönde.Beraberliğimizin ilk aylarında arkadaşım,23 yaşındaki kardeşinin bakıma muhtaç bir yaşantı sürdüğünden bahsetti.Aklıma nedense ona bakan ve her türlü ihtiyacını karşılayan annenin hastalanması ya da (Allah göstermesin) vefatı durumunda ne yapacağım konusunda küçücük bir soru gelmedi...Olumsuz bir durum karşısında elbet ona bakmak bizim görevimiz olurdu.Hatta ben bundan onur duyardım çünkü sevdiğim insanın kandeşiydi o...Maddi imkanlarımı onun için seferber edebilir kendim bakamasam bile bir bakıcı yardımıyla onun hayatını da kendi hayatımızı da düzenleyebilirim diye düşündüm.Ben böyle düşünürken, bizim Beyzade "ailedeki engelli kontenjanını" düşündüğü için olsa gerek ,defalarca özür dileyerek,ağlayarak,kendini içkiye vererek ilişkimizi bitirdi...Aile baskısı bir yandan, gözde evlat olması bir yandan...bir evin bir oğlu ya, anlış şanlı gelin gelecek illa onlara...Oysa ne ailesinin ne de arkadaşlarının normlarına uyuyordum. Kendine gelmesini,karar vermesini beklerken, "beni istemeyeni ben hiç istemem" deyip kendime bir yol açtım.Düşe kalka gidiyoruz bakalım...Nereye kadar dersen? Gittiği yere kadar...

Sorunların çözülmesi çok uzun zaman alacak.Bir engelliyi anlamak için bazen kısa süreliğine engelli olmak bile yetmiyor.Bazen engelli yakını olmak bile yetmiyor...Arkadaşlıklarım bazen sevda rengine döndüğünde şu yargıya vardığım doğrudur."Bu adam mükemmelliyetçi değil miyd?Beni nasıl evlilik için uygun görür?" Sanırım bu, onların benim durumuma alışmasıyla alakalı...Fakat madalyonun bir de tersi var.Kendimi bu insanlar yüzünden çok ezmişim...Kendimi tercih edilemez bir varlık haline getirmişim...Kimin yüzünden?Toplumun normları yüzünden.Dayatması yüzünden...Kahretsin ki herkese hesap verme,şirin görünme çabası,başkaları ne der anlayışı bu toplumun olmazsa olmaz endişeleri...
Toplum, açtığımız istan bayrağını göremeyecek kadar kör,çığlığımızı duyamayacak kadar sağır...(Aman ha arkadaşlar bu sözle de polemik oluşturmayalım) :) Günah keçisini bulduk.Toplum...Peki ne yapılabilir?
 
[FONT=Verdana][FONT=Verdana][FONT=Verdana][FONT=Verdana]Monalisa adlı üyeden alıntı:[/FONT]
[FONT=Verdana]Bir ilişkinin sağlıklı yürümesi için her iki bireyinde aynı şekilde sorumluluğu yokmu dur? Engelli biri, engelsiz biriyle aşk yaşadığında engelsiz olanı ne oranda taşıyabilmektedir? [/FONT]

[FONT=Verdana]Aşk iki kişilik olduğuna göre, o sorumluluk da ikisine ait değil midir?[/FONT]

[/FONT]
[/FONT]
[/FONT]
[FONT=Verdana]

[FONT=Verdana]Monalisa, aşk iki kişilik olması gerekir,ama bizim gibi kültürlerde iki kişinin aşkına karışmayan kalmaz…[/FONT]
[FONT=Verdana]Sevgi iki kişinin çabası sonucunda devam eder,ama terazinin kefelerinden biri olmazsa bir şey tartabilir misin? Engelli sevdiği tarafından terk edilince taşıyacak bir şey kalmıyor demek istediğim…Birlikte yürünen yolda diğeri bırakıp giderse yürünecek yol kalmaz…Burada ötekileştirilen kişi engelli ve engelinden dolayı ilişkinin bitmesi taraftarı olan da engelsiz ailesi…Engelli çocuğu olan aileler,engelsiz bir gelin ya da damat adayı olduğunda sorun çıkıyor mu acaba,şimdi bunu merak ettim?Böyle bir durumla karşılaşmış olan var mı?[/FONT]

monalisa adlı üyeden alıntı:
Demek ki, toplumda engelli kadınla evlenilemeyeceğine ilişkin inanç var. Anne ya da baba olmak, akrabalık ilişkilerinde cinsiyete göre rollere bürünmek, toplumsal sistemlerin var ettiği ideolojilerden kaynaklanmaktadır. Engellilerin “iyi bir eş”, olamayacağı, onlara yüklenen beklentileri yerine getiremeyeceği anlayışı yaygın.
Öyleyse, önce bu rollere hayır diyeceğiz. İnsan, başkaldırdığı oranda çevresini değiştirebilir. Tarih, bunun kanıtıdır.

Biz mücadele ediyoruz,hayatın içindeyiz,her zaman da mücadele etmeye devam edeceğim...Ama sizin de yaptığınız anketteki sonucu gördünüz ki,engelsiz insanlar engelli insanları eş olarak kabul edemiyorlar...Geçmişte,yaklaşık 18 yıl önce,benim tanımadığım tesedüfen gittiğim bir yerde,hem de eğitim seviyesi yüksek insanların sohbetine tanık oldum...Bu sohbet sırasında ,benim de aynı mekanda olmamdan hiç sakınma gereği duymadan konuştular,bu insan da engelli üzülür,kırılır düşüncesi bile geçmedi sanırım kafalarından...Arkadaşları engelli biriyle evlenmiş onun hakkında konuşuyorlardı."Engelli biriyle aynı yatağa girilebilir mi?" sorusunu sordu bir tanesi...Bu soru çok korkunç bir soruydu,bana tiksindirici geldi...Önyargıların bu kadar korkunç boyutta olması beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu,o günden beridir de engelsiz biriyle bir beraberlik düşünmedim...Biz mücadele etmeye devam edeceğiz,biz engelliyiz,insanız,engelsizlerin yapabileceği bir çok şeyi yapabiliyoruz diyeceğiz...Baştan da dediğim gibi sosyal alanda bir sıkıntımız yok,işimizi en iyi şekilde yapınca taktir topluyoruz,saygı görüyoruz,engelsiz dostlarımız bize değer veriyor v.s ama iş duygusal boyuta gelince işin rengi değişiyor ve bu alanda bizim tek başımıza mücadele etmemiz yetersiz kalıyor..."Tek başına kurtuluş yok,ya hep beraber ya da hiç" diye bir solagan vardı benim gençliğimde...:)Bizim kurtuluşumuz da toplum olarak önyargılardan kurtulmaktan geçiyor...Onun için de uzunca bir süre daha mücadele etmemiz gerekiyor sanırım...
[/FONT]
 
[FONT=Verdana][FONT=Verdana]Pasaman adlı üyeden alıntı.[/FONT]
[FONT=Verdana]“Toplum dayatması sonucu bu şekilde oldu” cümlesi, bireyin fikirsel korkaklığını meşrulaştırması çabasından öte değil gibime geliyor, bence tabi ki…[/FONT]
[/FONT]

[FONT=Verdana]Korkaklıktan ziyade,toplum hakkında deneyimler diyelim daha şık olur…Anarşizimle,önyargılardan kurtulabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?[/FONT]
 
Burda konu başlığı engelli-engelsiz ilişkilerindeki asıl sorun nedir diye açılmış ama konu dönmüş dolaşmış paraya olmadık şeylere gelmiş.Bizim engelsizlerle gerçekten bir sorunumuzmu var ? Hayır benim kimseyle herhangi bir sorunum yok.Eğer kendimizi yeterince ifade etmesini becerebilirsek,insanlarla yanyanayken sürekli engelimize dikkat çekecek tavırlar takınmazsak,,komplekslere girmezsek elbette insanlar bizi olduğumuzdan farklı algılamaz.olumsuz anlamda önyargılara kapılmasına izin verecek davranışlarda bulunmamamız gerekli.herkes gibi sıradan insanlar gibi davranmalıyız.insanlarla beraberken engelimizi ön plana çıkartacak tavırlar takınıp gereksiz koplerkslere girmemeliyiz.ben kendimi bildim bileli hep böyle davrandım.ve diğer insanlardan hep taktir almışımdır bu yüzden.çünkü diğer insanlar ben yanlarındayken benide kendilerinden biri olarak algılıyorlar.çünkü ben engelimi ön plana çıkarıp insanları olumlu olumsuz tedirgin edecek davranışlarda bulunmuyorum.elbette çok para bizim hayatımızı ciddi anlamda kolaylaştıracaktır ama direkt olarak insanlarla aramıza mesafe koyan şeyin para olduğunu kesinlikle düşünmüyorum ben.asncak ve ancak kendimizi zavallı güçsüz zayıf olarak gösterirsek insanlarla aramıza mesafe koyarız.aşk konusunda aynı düşüncem geçerli.para varsa aşk var-yoksa yok gibi bir düşünce kesinlikle çok yanlış.aşk paha biçilemez bir olgudur arkadaşlar.PARAYLA AŞK SATIN ALINAMAZ. DAHA FAZLA KENDİNE GÜVEN GEREKLİ...
 
Monalisa'' Umudu öldürmek, insanlaşma önünde bir adım atmamaktır. Siz Kafkacı mısınız? Yoksa Camus’tan mı etkilendiniz? Kimden? Kafka’da sizin gibi konuşuyordu. Toplum her şeydir!!!'' diyorsun..
Bu saydıklarının yanı sıra bu kulvarda koşan başka aydınlardan/romantiklerden de etkilendim ben.. Nietzche, sartre, camus.. Ne bilem insanı tanıma anlamında freud, Erich From vs vs.. Kafkacılık diye bir akım yok ki ben ondan olayım.. Kafka karamsar gibi görünsede yaşama yön verebilmiş, toplumu geriletebilmiş insanlardan birisidir.. Onunla adımın anılması anlatılmaz bir mutluluk verir bana.. O toplum herşey derdi ancak yaşamı onla kavga etmekle geçti .. Onun verdiği kavgalar sonucu toplum baskısı, batı kültüründe epey gerilemiştir..
Tek başına değil ama onunda çorbada tuzu çoktur.. Umarım ona benzer yiğit insanlar doğu toplumlarında toplumsal baskıyı geriletirler.
Ben anarşist miyim bilmiyorum.. Nihilizmin ne olduğunu bilirim.. Epeyce hak verdiğim yönleri vardır.. UMUT kelimesinden oldum olası nefret ederim.. Dünyadaki en dayanılmazı dayanılır yapan, en büyük uyuşturucudur.. İnsanlaşma önünde adım atmaya gelince, aklımın erdiği ve yattığı her şeyde, en önde olmak için epey bedel ödedim ben.. uMUT ölsün o yüzden..
Pasaman yıkacağın bir şeyin yerine ne gelecek diye düşünürsen, anarşist olamazsın.. Bırak onları toplum mühendisleri düşünsün..
Bundan kötüsü ne olabilir ki, farklı olanlar için? Binlerce yıllık düşünsel tabulara saldırmak zaten Don Kişotluk denir ya..
Anarşist olalım da havamız olsun..
 
pasaman adlı üyeden alıntı:Ama bireyin kabullenme ve “zor” karşısındaki geri çekilmesinin, estetik ifadesi bence o cümle… “Toplum dayatması sonucu bu şekilde oldu”

Sevgili pasaman,kişi geri çekildiyse ve bu da toplum tarafından olduysa,bunun adına ne dememiz gerekiyor?"
Tamam pes eden kişi gitti,bize düşen görev mücadeleye devam etmek olacak,bırakıp giden biz değiliz nasıl olsa deyip yola devam ettik.Önyargıları yıkana kadar devam edelim diyorsun.Devam edip görelim,sonuç ne olacak,kartopu olup büyüyecek miyiz,yoksa çığın altında mı kalacağız?
 
Sevgili pasaman,Nazım Usta o şiiri yaklaşık 80 yıl önce yazmış ama ne hikmetse karanlıklardan aydınlığa çıkamadık bir türlü:):) Yeterince yanamadık sanırım...:(
 
Sevgili Şehribanu, Nazım Usta "Yanalım" demiş ama nasıl yanılacağını tarif etmemiş.. ;) O yüzden herkes kafasına göre yorumlamış.. Kimisi saman alevi gibi yanmış, kimisi meşe odunu gibi yanmış, kimisi havai fişek gibi show yapmak için patlamış, kimisi Olimpos'un sönmeyen ateşi gibi yanmış. Oradaki yanmayı "güneşte yanmak" zannedenler bile olmuş..

Günah keçisini bulduk.Toplum...Peki ne yapılabilir?
İşte bunu hiç sormayacaktın, Mezocum.. ;)
Çünkü bunun cevabını verebilmek için; bin yıllardır nice düşünürler, filozoflar, bilim adamları kütüphaneler dolusu kitap yazmışlar, deyim yerindeyse kafalarını yemişler:p , nice koçyiğitler ne savaşlar vermişler bir bilsen…
Çünkü işin içinde "toplum" olduğunda öyle basit bir aşk-meşk hikayesi olarak kalmıyor.. Yukarıda arkadaşlar değinmişler; yananları, yakanları, sönenleri, söndürenleri ile "32 kısım tekmili birden tiyatro" oynanıyor.. Bunun adına da kısaca HAYAT deniyor..;)
Önceki mesajımda " İki kişilik bir dünyada yaşanmıyor! demiştim. 6,5 milyar inanla paylaşıyoruz bu dünyayı.. Aileler var, tanıdığımız/tanımadığımız insanlar var, ayrı ayrı ırklar, dinler, uluslar var.. Bunların eskileri/yenileri, az gelişmişleri/çok gelişmişleri var.. Var da var yani.:p Çeşit çeşit insan..
İnsanoğlunun kırılamayan bi özelliği "önyargılar"sa diğeri de "emsal gösterme" huyudur mutlaka! En ufak bir şeyde "Benim başım kel mi.. Ona var da bana niye yok?" deriz. Yukarıda Sehribanu da yapmış: " aşk iki kişilik olması gerekir,ama bizim gibi kültürlerde iki kişinin aşkına karışmayan kalmaz demiş.. -yanlış anlaşılmasın.. Eleştirmek için söylemiyorum. Yanlış da değil!:) Ben de yaparım zaman zaman.. ;)- Ama tarihçelerini ve nedenlerini karşılaştırmalı olarak özetlemediğimizde havada kalır bu tür çıkarımlar.. 'Bizim gibi' olmayan kültürler o aşamaya gelebilmek için neleri, nasıl yapmıştır?' da 'Bizim gibi' kültürler niye yap(a)mamıştır?' sorulacak ve cevaplanması gereken iki önemli sorudur!!
 
Sevgili Baben abi,bizim için yanmak karanlıkları aydınlatmaktır,cehalete,haksızlığa karşı gelmek,ötekileştirilmeye karşı gelmek,bilgiyi ve bilimi ilke edinmektir.Biz yanmaya alışkınız her devirde,gerekirse yine yanarız aydınlık için...:)

Baben adlı üyeden alıntı:Ama tarihçelerini ve nedenlerini karşılaştırmalı olarak özetlemediğimizde havada kalır bu tür çıkarımlar.. 'Bizim gibi' olmayan kültürler o aşamaya gelebilmek için neleri, nasıl yapmıştır?' da 'Bizim gibi' kültürler niye yap(a)mamıştır?' sorulacak ve cevaplanması gereken iki önemli sorudur!!

Sevgili Baben abi, güzel vurgu yapmışsın...Biz feodal ve ataerkil bir toplumuz.Bizim gibi kültürler toplumsal düşünür.Bireyin duygu ve düşünceleri önemli değildir...Sadece toplumun kriterlerinine uyup uymaması önemlidir.Burada önemli olan toplumsal mutluluktur,bireysel mutluluklar önemli değildir...Aileler genellikle "çevre ne der" ve "çevreye karşı bizi rezil etmeyin" gibi sözler kullanırlar...Oğulllar daha çok da kızlar,toplum kurallarını çiğnediği zaman aile bunu onur meselesi yapar ve boynu bükük gezer...Anadoluda görücü usulü evlilikleri bilirsiniz.Bu tür evliliklerde kızın ya da erkeğin duyguları değil aileye uygun olup olmaması ön plandadır.Sonuç,sonu hüsran evliliklerdir.Evlenen kişiler mutlu değildir,ama toplum mutludur.
Bizim gibi olmayan toplumlar bireysel düşünür...İnsanların bire bir mutluluğu önemlidir.Bireylerin kendi duygu ve düşüncelerine önem verir ve aşkına saygı gösterir..."Bana uygun gelmedi ama sen mutlu olacaksan ben saygı gösteririm" gibi sözler kullanılır...
Bizde, "ben seni ne zorluklarla büyüttüm","beni çiğneyip gececek misin?","hakkımı helal etmem" gibi söylemlerle kişinin iradesine hakimiyet vardır...
Bireysel kültürler bu aşamaya gelmek için çok acı çekmiştir mutlaka,bedeller ödenmiştir...Bizim de o bedelleri ödememiz gerekiyor...
Bizim de bireysel kültürlerde olduğu gibi çevresel faktörleri dikkate almadan yaşayabilmemiz gerekir ama bu çoğu zaman mümkün olmuyor..O zinciri kırmak için,her şeyi göze alıp yalnız kalmak,gerekirse cezalara yasaklara boyun eğmek,hayatımızda kazandığımız her şeyi feda etmemiz,gerekirse hayatımız bedel olarak koymamız gerekiyor...Yüreği büyük insanlar vardır mutlaka...Onları meydanlara bekliyoruz...:)
 
Ancak bugün forumlara girmeye zamanım oldu. Onun için yazdıklarınızı biraz gecikmeli yanıtlayacağım.

Sevgili Mezopotamyalı!

İletinizi dikkatle okudum. Sizin yazdıklarınızı okurken o kadar çok şey aklımdan geçti ki… Hepimizin yaşadıkları benzer şeyler… Gençlik yıllarımda yaşadıklarıma üzülürdüm. Hüzün kaplardı içimi. Ama köprülerin altından çağlayanlar aktı, geçti. O zamanlar, beni dış görünümünden dolayı red edenleri, bugün düşündüğümde, hiç de önemsemiyorum. Hatta üzüldüğüm için salakmışım diyorum. Çünkü, bugün ne istediğimi biliyorum. O zamanlar çok toydum. Her neyse…

Aşkla ilgili düşüncelerimi yazmıştım. Evet, haklısın. Seni istemeyeni sen de istemeyeceksin. Daha şimdiden toplumun baskısına karşı koyamıyorsa, evliliğiniz bir alışkanlığa dönüştüğünde ne yapacaksınız? Çünkü, bana göre, bir süre sonra birliktelikler alışkanlığa dönüşüyor. Neden peki? Çünkü, iki kişinin ilişkisinin sağlıklı sürmesi için entelektüel anlamda birbirlerini beslemeleri, geliştirmeleri gerekiyor. Yoksa, o birliktelik güdükleşiyor.

Sevgili Mezopotamyalı!

Yalnızca, toplumun baskısını engelliler duyumsamıyor. Tüm bireyler olarak kimileyin toplumun kurallarına boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Ben, sizi, beni ya da bu satırları okuyanları, sorgulayan insan kategorisine koyuyorum. Sorgulayan kişi, akıl yürüten, olayları nedenleriyle ele alan kişidir. O, sonuca bakıp karar vermez. İnsanları, tarihi, dünyayı bir bütün olarak görür. Gördüğü yanlışların düzeltilmesi için mücadele eder. Oysa pek çok kişi, sorgulamadan topluma uyum sağlar. Sorgulamayan kişiler, kolaylıkla toplumun yanlışlarıyla uzlaşır. Çünkü, böyle davrandığında toplumla çatışma yaşamayacaktır.

Demek ki, sorun, toplumun normlarına göre yaşayıp yaşamama sorunudur. Eğer, içinde yaşadığınız toplumun normları size yanlış geliyorsa, kendi doğrunuzu yaşama geçirmeye çalışacaksınız. Ama bu, bilinçli bir seçim olmalıdır. Sonunda bedel ödemeye razı olunmalıdır. Tüm bunları, genel anlamda söylüyorum.

Engellilere gelince… Evet, haklısın. Ben de senin geçtiğin aşamalardan geçtim. Toplumun normlarına göre bir değer biçiyordum önceleri kendime. Kendimi değersiz biri olarak görüyordum ergenlik döneminde. Hatta kendime acıyordum. O yıllarda kendi kendime eziyet etmişim diye düşünüyorum şimdi.

Bence, asıl sorun, önce yine kendimizden başlamaktadır. Kendimizi sorgulayacağız önce. Ben kimim diye yola çıkacağız. Kendi değerlerimizi belirleyeceğiz. Peki bunu nasıl yapacağız? Bilgiyle… bilgiyle… bilgiyle…

Bilgi neyle başlar peki? Bilgi kavramlarla başlar. Her kavramın, içlemini, kaplamını bilmeliyiz. Çünkü, bir önermenin yanlışlığı ya da doğruluğu kavramların anlamını bilmeden belirleyemeyiz. Örneğin, “seven insan sevdiğine bile isteye zarar vermez “ dendiğinde bunu nasıl düşüncede kanıtlarsınız ya da çürütürsünüz?

Ya da bir insan seni çok seviyorum dediğinde ona inanacak mıyız hemen?

Ben inandım. Sonra kafam duvara tosladı. Bütün dünyam allak bullak oldu. Sonra da kendi kendime ne kadar saf olduğumu söyledim durdum. Sahi niye sormamıştım? Sevgi kavramı neydi ? Sahi niye sormamıştım ? İnsan nedir diye… Sevgi niceliksel olabilir miydi? Niye sormamıştım. Herkesi kendim gibi zannetmiştim. Galiba bu yüzden hep yaşamı ıskaladım. Acılar çektim. Ama acılar çok şey öğretiyor insana… Neyse…

Demek ki, engelliye gelmeden önce insanı sorgulamak gerekiyor. İnsan nedir? İnsanın özü nedir? Öz töz müdür? Töz nedir? Töz değişir mi? Kişilik nedir? Kimlik nedir peki? İşte tüm bunun gibi sorular, bizi yaşamı sorgulamaya götürüyor.

Bana göre, çok kısaca, bireyi birey yapan onu diğerlerinden ayıran kurucu ayrımlardır. Yani, kendi kişiliğini oluşturan değerlerdir. Ben bir insanı severken, saçının rengi ya da bilmem neresi güzel diye sevmiyorum. Onu diğerlerinden ayıran niteliklerine bakıyorum. Örneğin, yolda nasıl yürüyor? Neye gülüyor? Neye üzülüyor? Dünyada olup bitenlerle ilgileniyor mu? Sözleri eylemleriyle birbirini tutuyor mu? v.s. v.s.

İnsan kendi doğrularını belirledikten sonra, karşısına aradığı nitelikle biri çıkarsa, bir birliktelik yaşar. Çıkmazsa da, yalnızlığı yaşar. Bu, bireyin seçimi.

Toplum sizin dediğiniz kadar da, kör ve sağır değil. Her birimizin birey olarak bu konuda yapacak şeyleri var. Örneğin, ben engellilerle ilgili yazılar yazıyorum. O yazılardan sonra, engelsiz bir insanın kulağıma eğilip engellilerle ilgili bir öykü yazdım. Çok güzel oldu. Sana göndereceğim demesi insanı öyle mutlu ediyor ki…

Tabii ki, engellilerle ilgili önyargı ve tutumların ortadan kalkması için, hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Bunun çeşitli yolları var. Ama en önemlisi, engellilerin örgütlenmesidir.

Şehribanu demiş ki:

Monalisa, aşk iki kişilik olması gerekir,ama bizim gibi kültürlerde iki kişinin aşkına karışmayan kalmaz…”

Demek ki, aşk kişilik değil, toplumsaldır.

Hem engellilere yönelik önyargılardan söz ediyoruz. Hem de kendimiz engellilere önyargılı davranıyoruz.

Örneğin, Şehribanu’nun dediği gibi;

Önyargıların bu kadar korkunç boyutta olması beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu,o günden beridir de engelsiz biriyle bir beraberlik düşünmedim...”

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!

Ben engellilerin illa da, partnerim engelsiz biri olsun anlayışını da anlayamıyorum. Çevremde, engelsiz biriyle evlenip sonradan terk edilen o kadar çok engelli kadın var ki… Hepsinin yaşamı da trajik!

Kuyucak’a geldikte…

Niçe ve Satır’dan etkilendiğiniz çok açık seçik görülüyor zaten. Kafkacı mısınız derken karamsarlıktan ve toplumun önünde bireyin hiç olması anlayışını mı benimsiyorsunuz demek istemiştim. Yoksa, ben de böyle bir akımın olmadığını biliyorum. O kadar cahil değilim. :):)

Kuyucak demiş ki:

UMUT kelimesinden oldum olası nefret ederim.. Dünyadaki en dayanılmazı dayanılır yapan, en büyük uyuşturucudur.. İnsanlaşma önünde adım atmaya gelince, aklımın erdiği ve yattığı her şeyde, en önde olmak için epey bedel ödedim ben.. uMUT ölsün o yüzden..

Dayanılmaz nedir? Uyuşturucu nedir? Valla! Ahret sorusu sormayın bana demeyin. Ben de soru sormadığım için çok bedel ödedim.:):):)

Siz öznel olarak yenilmiş olabilirsiniz. Baksanıza daha ne olduğunuza karar verememişsiniz. Siz de modaya uysaydınız. Liberal olsaydınız… Onlar, herşeyden kolayca kendini sıyırıveriyor. Ama anarşirstlerden de bir şey olmaz. Kafanıza takmayın bence. Değmez. :):):)

Hani Yunanistan’daki gençlere ne oldu?

Ama bir gerçek var ki:

İnsanlar ölse de, kavramlar ölmez. Tıpkı umut gibi…
 
monalisa adlı üyeden alıntı:
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Hem engellilere yönelik önyargılardan söz ediyoruz. Hem de kendimiz engellilere önyargılı davranıyoruz. [/FONT][/SIZE]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Örneğin, Şehribanu’nun dediği gibi;[/FONT][/SIZE]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Alıntı:[/FONT][/SIZE]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Önyargıların bu kadar korkunç boyutta olması beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu,o günden beridir de engelsiz biriyle bir beraberlik düşünmedim...” [/FONT][/SIZE]
[SIZE=3][FONT=Times New Roman]Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! [/FONT][/SIZE]

Ben engellilere karşı önyargılı davranmıyorum,benim ki çevresel koşullara karşı tedbir...:)Olsa olsa engelsizlere karşı önyargı olur :)Sanırım engelsiz yazacakken karıştırdınız.Sadece kendim için engelsiz biriyle bir birliktelik düşünmedim,ama ben hiç kimseye engelli ya da engelsiz biriyle evlenme diye bir telkinde bulunmadım,sen engellisin yapamazsın demedim.Mutlu olacaksan,evlen dedim...Hiç bir evlilik mükemmel değil,engellinin kuracağı evlilikler de mükemmel olmayacak,ama insanlar evliliklerini güzelleştirmek ve mutlu olmak için elinden geleni yaparak güzel bir evlilik hayatı yaşayabilir...
 
O günden beri "engelsiz " biriyle bir beraberlik düşünmedim cümlesindeki "engelsiz" sözcüğünü "engelli " olarak okumuşum. Biraz yorgunum ondan sanırım. Kusura bakma Şehribanu. Özür dilerim.

Evlilik konusunda Emma Goldman ( Buradaki anarşistler bilir) " Evlilik insan doğasına aykırıdır. Esas olarak kadınları baskı altında tutmaya yarar" diyordu.

Bir de bu sitedeki anarşistlere soralım. Evlilik kadın/erkeği köleleştirir mi?
 
Sevgili Monalisa anladım boş ve boşlukta değilsin..
Fakat çok acele etmeyelim istersen.. Sindire sindire yazalım.. Bizlere anlatacakların var.. Bizlerinde sana naçizane anlatacaklarımız var..
Sartre ve Nietzche ‘den etkilenmeyen yok bu dünyada merak etmeyin..
Anarşistliğe gelince.. Bizimki teoride kaldı.. Keşkeler de kaldı..


Umut fakirin ekmeği ye memet ye… Bizimki o hesap işte.. Size başarılar..

Dağıtalım konuyu ama hep birlikte..
 
Ben kendimi anarşist olarak görmesem de toplum dediğimiz etrafımdaki azınlık beni anarşist olarak tanımlıyor sevgili Monalisa.
Evlilik kadın/erkeği köleleştirir mi? diye sormuşsun.
Şimdiki aklım olsaydı …. Diye başlayan onlarca cümle kuruyorum. Medeni kanun hükümlerine bağlanmış evlilik sözleşmelerinden nefret ediyorum. Güya kadını korumak için düzenlenmiş bu kanunlar, bazı durumlarda insana tam bir cehennem azabı çektiriyor.
Evliliğe karşı değilim. Hatta etraf beni her ne kadar anarşist olarak bellese de meşruiyetten yanayım. Evliliğin ne kadını, ne de erkeği köleleştirmeyeceği beraberlikler de olabileceğini ümit etmişken, birbirimizi asla tahakküm ve baskı altına almamaya söz vermişken kaybettim sevdiğimi.
Benim hala ümidim var…. (kendi adıma değil, toplum adına).
 
Üst Alt