Dün izlenimci ressamların slayt gösterisi vardı. Monet, Degas, Sisley, Cezanne ve diğerleri… Hepsi de sanata farklı bir bakış açısı getirmişler. Klasik geleneklere karşı çıkıyorlar. Ne yapıyorlar? Mitolojik, dinsel ya da ünlü kişilerin portrelerini yapmayı reddediyorlar. Doğaya yönelirler. Önemli olan anı yakalamak ve bilincinde kalanı resmetmektir.
Bunlar arasında Toulouse Lautrec ‘de vardır. Ben bu ressamın “sakat” olduğunu yeni öğrendim.
Paris’in çirkinliklerini çizmiş. Fahişeleri, genelevleri, ışıklı neonlar arasındaki gerçeklikleri… Yani arka sokakları.
Fakat bu gösteri sırasında anlatıcının bir söylemi beynime şimşek gibi çakıldı. O öldüğünde şöyle yorumlar yapılmış.
“ Bu adam sakat bir vücutta ancak sakat bir kafanın barınabileceğine en güzel örnektir .”
Afalladım. O anda beynimden aynı anda birçok soru geçti. Sakatlık yaratıcılığı etkiler mi? Etkilerse ne ölçüde verdiği ürüne yansır? Yaşamın çirkinlikleriyle insanları yüzleştirmenin kişinin bedeniyle direkt olarak ilişkisi var mıdır? Yoksa bu değerlendirme burjuva dili mi?
Ben bunları düşünürken dinleyicilerden birisi anlatıcıya sordu.
“Gerçekten kendisi çirkin olduğu için mi yaşamın çirkinliklerini çizmiş “ diye.
Anlatıcı yanıt verdi.
Çirkin insan yoktur…
Evet, bu yanıt çok hoşuma gitti. İnsan bir bütündür. İnsanın çirkin yanları da vardır güzel yanları da.
Sonra akşam eve geldiğimde Lautrec hakkında internetten bir araştırma yaptım.
Yukarıda söz ettiğim cümle o öldüğünde Paris gazetelerinde yayınlanmış. Bir sitede şöyle diyorlar onun için.
“Oysa ki çeyrek asır sonra dış görünüşü bakımından çirkin , biçimsiz bir cüce olan bu adam , resim dünyasının devleri arasına girecek , eserleri dünya müzelerini süsleyecekti ... “
Evet… İlk önce kavramlarla mücadele etmemiz gerekiyor. Cüce insan çirkindir v.s. v.s.
Federico Fellini onun hakkında şöyle demiş.
"Güzelim dünyadan nefret eden bu soylu kişi; en güzel, en değerli çiçeklerin dahi terk edilmiş topraklar üzerinde ve çöpler arasında yetiştiğine inanıyordu. Bütün insanları seviyordu ama; derinlemesine yaralanmışları daha çok seviyordu. Kötü eğilimler arasında onun nefret ettiği şeyler; sinsilik, ikiyüzlülük ve yapmacık davranışlardı. Sadeydi, gerçeği yansıtıyordu. Çirkinliğine karşın benzersizdi."
Peki cücelik bir eksiklik midir?
Bir ressamın sakat olması ile yaşamın çirkinlikleri!!! ( gerçekliklerini) çizmek arasında ne gibi bir bağ vardır?
Yoksa tüm bunlar sakat insanlara yüklenen roller midir?
Veyahut sağlam bedenlerin sakat kafalarında oluşturduğu paradigmalar mıdır?
Yorumlarınızı bekliyorum.
Son olarak bir not eklemek istiyorum.
Bu başlığı fotoğraf resim başlığına eklemek istedim. Ama o bölüme ayrıcalıklı olanlar konu başlığı açabiliyormuş.
Düşündüm. Düşündüm… Daha ne kadar çok uzun yolumuz var ışığa doğrulum için… Sahi ? Neden?
Bunlar arasında Toulouse Lautrec ‘de vardır. Ben bu ressamın “sakat” olduğunu yeni öğrendim.
Paris’in çirkinliklerini çizmiş. Fahişeleri, genelevleri, ışıklı neonlar arasındaki gerçeklikleri… Yani arka sokakları.
Fakat bu gösteri sırasında anlatıcının bir söylemi beynime şimşek gibi çakıldı. O öldüğünde şöyle yorumlar yapılmış.
“ Bu adam sakat bir vücutta ancak sakat bir kafanın barınabileceğine en güzel örnektir .”
Afalladım. O anda beynimden aynı anda birçok soru geçti. Sakatlık yaratıcılığı etkiler mi? Etkilerse ne ölçüde verdiği ürüne yansır? Yaşamın çirkinlikleriyle insanları yüzleştirmenin kişinin bedeniyle direkt olarak ilişkisi var mıdır? Yoksa bu değerlendirme burjuva dili mi?
Ben bunları düşünürken dinleyicilerden birisi anlatıcıya sordu.
“Gerçekten kendisi çirkin olduğu için mi yaşamın çirkinliklerini çizmiş “ diye.
Anlatıcı yanıt verdi.
Çirkin insan yoktur…
Evet, bu yanıt çok hoşuma gitti. İnsan bir bütündür. İnsanın çirkin yanları da vardır güzel yanları da.
Sonra akşam eve geldiğimde Lautrec hakkında internetten bir araştırma yaptım.
Yukarıda söz ettiğim cümle o öldüğünde Paris gazetelerinde yayınlanmış. Bir sitede şöyle diyorlar onun için.
“Oysa ki çeyrek asır sonra dış görünüşü bakımından çirkin , biçimsiz bir cüce olan bu adam , resim dünyasının devleri arasına girecek , eserleri dünya müzelerini süsleyecekti ... “
Evet… İlk önce kavramlarla mücadele etmemiz gerekiyor. Cüce insan çirkindir v.s. v.s.
Federico Fellini onun hakkında şöyle demiş.
"Güzelim dünyadan nefret eden bu soylu kişi; en güzel, en değerli çiçeklerin dahi terk edilmiş topraklar üzerinde ve çöpler arasında yetiştiğine inanıyordu. Bütün insanları seviyordu ama; derinlemesine yaralanmışları daha çok seviyordu. Kötü eğilimler arasında onun nefret ettiği şeyler; sinsilik, ikiyüzlülük ve yapmacık davranışlardı. Sadeydi, gerçeği yansıtıyordu. Çirkinliğine karşın benzersizdi."
Peki cücelik bir eksiklik midir?
Bir ressamın sakat olması ile yaşamın çirkinlikleri!!! ( gerçekliklerini) çizmek arasında ne gibi bir bağ vardır?
Yoksa tüm bunlar sakat insanlara yüklenen roller midir?
Veyahut sağlam bedenlerin sakat kafalarında oluşturduğu paradigmalar mıdır?
Yorumlarınızı bekliyorum.
Son olarak bir not eklemek istiyorum.
Bu başlığı fotoğraf resim başlığına eklemek istedim. Ama o bölüme ayrıcalıklı olanlar konu başlığı açabiliyormuş.
Düşündüm. Düşündüm… Daha ne kadar çok uzun yolumuz var ışığa doğrulum için… Sahi ? Neden?