Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Tartışma] Erzincanlı Sezai, 300 Spartalı ve sakat Efialtes.

Pegasus

Üye
Üyelik
23 Kas 2003
Konular
25
Mesajlar
648
Reaksiyonlar
1
[size=6]Erzincanlı Sezai, 300 Spartalı ve sakat Efialtes… [/size]

M:Ö 480 yılında Mora yarımadasını Balkanlara bağlayan ünlü Termopile dağ geçidi, ülkelerini işgal etmek isteyen 250 bin kişilik Pers ordusuna karşı direnen Kral Leonidas ve üçyüz krallık muhafızıyla yediyüz Tespialının efsanevi direnişine sahne olmuştu. Tarihçi Heredot un anlatılarıyla günümüze kadar gelen bu hikaye kahramanlığın, stratejik düşünmenin ve taktik manevranın zafer abidesi olarak anılmıştır. Bu muharebelerin Yunan tarihinde çok özel bir yeri vardır.

Evet, tahmin edileceği gibi bu tarihi olaydan esinlenerek hazırlanmış ‘300 Spartalı’ filmine gittim ve tarihi bir olayın özünden saptırılıp nasıl da ırkçı bir şova dönüşebileceğini gözlerimle gördüm. Gerek filmden edindiğim izlenimler gerekse filmin hemen ardından kendimce yapmak istediğim küçük bir anket çalışmasında filmde sunulan sakatlık anlayışının yansımalarını çok hızlı ve birinci elden müşahede edebildim.

Film hakkında düşüncelerime geçmeden önce geçtiğimiz günlerde kamuoyunu fazlasıyla meşgul eden ve RTÜK tarafından toplumu şiddete sevkettiği düşüncesiyle sansüre uğrayan Kurtlar Vadisi Terör dizisine yönelik tavrın bu dizinin toplumu şiddete sevkettiği düşüncesine değinmek istiyorum. Hürriyet gazetesinin yaptığı ve 700 bin kişinin katıldığı dev ankettin sonuçları Türk halkının %97 sinin RTÜK ve bu kurumu destekleyen bir kısım medyayla aynı kanıda olmadığını, bu dizinin yasaklanmasını istemediklerini ortaya koymasına rağmen dizi yayından kaldırılmıştı. Her fırsatta halkın düşüncelerini esas almanın demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu söyleyen "Demokratlarımızı" anlamak adına oldukça öğretici bir olaydı bu.

Kurtlar Vadisi Irak filmi hakkında Bahçeşehir üniversitesinde yapılan siyaset Meydanında canlı yayında çıkıp bu filmin son derece ucuz, basit bir anlayışı yansıttığını, toplumsal yapının temeline tarikat anlayışını uygun görerek kaba bir tarikat propagandası yaptığını, bu nedenle de yükselen ulusal duyarlılığı temsil edemeyeceğini söylemiştim. Film bana göre her şeyiyle Ulus düşüncesine karşı tohumlar içermekte ve Milliyetçi söylemi kullanarak bizzat Ulus düşüncesinin köklerini zehirlemekteydi. Tabi bunlar benim şahsi düşüncelerimdi ve burada bunları uzun uzun anlatma gereği duymuyorum. Bu diziye değinmemim sebebi, bu diziye yönelik tepkiler üzerinden vizyona giren bu sinema filmine yönelik bakışımızda ek bir pencere açmak nedeniyledir. İçerdiği şiddetin, ırkçılığın sözkonusu aydınlar tarafından nasıl değerlendirileceğini merkala bekliyorum. Düşüncelerim Kurtlar Vadisi dizisi hakkında olumsuz motifler taşısa bile, aslında bu dizinin yasaklanmasındaki garabetin, demokrasi anlayışının keyfiliğinin, işlerine geldiğinde "Halk çocuk değildir bunun bir film olduğunun farkındadır ve buradaki şiddetin "Katarsis" (boşalma) faydası vardır" derken, işlerine gelmediğinde buradaki şiddet görüntülerini "Öğrenme Kuramı" aracılığıyla temellendirerek toplumda şiddete yönelik eğilim oluşturabileceği düşüncesiyle mahkûm etmenin ikiyüzlülüğüyle ilgileniyorum.

Ülkemizde Amerikan kökenli insanların düşmanlarının yüzlercesini bir filmde birer keklik gibi öldürdüğü sayısız dizi var. İnsan öldürmenin Amerikalılar tarafından yapıldığında görsel bir şölen haline dönüştüğü Türk Rambo tarafından yapıldığında ise "Tehlikeli” kabul edildiği garip bir ülkedir burası. Öldürmek yok etmek Batılının tekelindeyse “normal” bir doğulu tarafından yapılırsa “Anormal” dir. Bu yüzden katliam bir doğulu tarafından yapılmışsa mahkum edilmeli ve eski pasif ‘kudretsiz’ konumuna geri itilmelidir. Bu bir film bile olsa böyledir. Ha ille de şarklı katliam yapıyor olarak gösterilmek zorundaysa bu durumda şarklının katliamı öyle bir resmedilmelidir ki bizzat bu öldürme edimi bir trajedi haline getirilip şarklı insanlığın yüz karası olarak gösterilmelidir...İşte bu yüzden şarklı olarak bizim “rambo”nun öldürme kudretinin elinden alınmasını sembolik olarak değerlendirmek gerek. Yani batılının elinde estetize edilen öldürme eylemi, bir “medeniyet zaferi” olarak lanse edilirken doğulunun elinde bir “barbarlık edimi” haline gelmektedir. Öldürme eyleminin kendisi kendine içkin trajedisiyle değerlendirilmemekte ancak tam tesine alakasız bir yönüyle sembolleştirilerek ele alınmakta ve uygulayıcısına atfedilen özelliklerle meşru ya da gayrimeşru kılınmaktadır. Yani Batılı öldürünce bu olumlu bazı anlamlar adına gerçekleştirildiği atfedişi nedeniyle meşru; ama doğulu Rambo(Polat) öldürünce bu sembolik olarak kabul edilemez bir dünya görüşünün galebe çalması olarak sembolize edilerek mahküm edilir. Öldürmenin trajedisi kimsenin umrunda değildir. Birer ağaç kütüğü gibi inlemeden yığılan bedenler normalleşmiştir. Ölenlerin çığlık atması sadece öldürülen bir canavarın çığlığına benzer. Buradaki ses efekti bile bir canavarlığa vurgu yapar. Öldürülen batılıysa bedeni son derece estetik bir şekilde durur. Öldürülmüş amerikan askerleri mesela kesinlikle paramparça; ölümün, yokoluşun, savaşın iğrençliğini yansıtmayacak şekilde sadece "kahramanca toprağa düşen insanüstü canlı" şeklinde betimlenir. İşte bu yüzdendir şu anda ABD de ölü ABD askerlerinin görüntülerinin TV lerde yayımlanma yasağının konulmasının. bu yüzden ölü bir düşman askeri tüm iğrençliği, tüm zaafi,yeti, yenilmişliğin tüm kahrediciliğiyle yansıtılırken bir ABD li için ölüm bile bir yücelme malzemesi olarak kullanılır. İşte Spartalı filminde de düşmanlar aynen bu şekilde ölmektedir; bir hayvan gibi. Ama bir de yunanlıların ölüşünü görün. gidip onlarla ölmek hissi belirir içinizde. Perslerin ölümleri ise bizlerin içgüdüsel olarak öldürmeye, yok etmeye eğilimli doğamızın harcı haline geldikçe içimizdeki öfke ve kin duvarları yükselmektedir oysa. İşte Bu 300 Spartalı filmine bakacağımız pencerelerden birisidir.

Film çok ilginç bir sahneyle başlıyor. Yaşlı bir adam elindeki yeni doğmuş çocuğu evirip çevirip sağına soluna bakıyor. Bir sakatlığı varsa eğer tutup uçurumdan aşağı atacak çünkü. Çünkü Sparta denen üstün mekanda!böyle zayıf çocuklara yer yoktur. Beden, sağlıklı ve öldürmeye tam yetkin halde değilse makbul değildir ve yok edilmelidir! (İnsanın aklına Platon’un ‘Devlet’ Adlı kitabı ve orada sakatlar hakkında söyledikleri geliyor.) İşte bu şekilde sağlam bedenlerle oluşturulan Sparta şehrinde savaşçılar yedi yaşına gelince özel bir eğitime alınır ve öldürmek yok etmek için yetiştirilir. Filmde Kral Leonidas ve korumalarının eski Yunan heykellerinde betimlenen fiziksel görünüşe yakın kişilerden seçildiğini görüyoruz. Kimbilir dünyanın hangi spor salonlarından toplanmış iri yarı, kas yığını, yakışıklı adamlarla Yunan milleti neredeyse Tanrısal bir görünüşe büründürülmüş. Zaten filmin içine serpiştirilen replikler bu anlayışı tavana vurduracak cinsten. Her beş on dakika da bir Yunan milletinin üstünlüğünü, eşsizliğini vurgulayan cümlelerden geçilmiyor. Yani bu film kelimenin tam anlamıyla bir IRKÇILIK abidesi. Bizim “garip Polat” adam öldürürken sadece vatanının bekası için öldürüyordu, böyle ırkçı bir mantıkla hareket etmiyordu. Burada ise kelimenin tam anlamıyla ırkçılık tavana vurmuş. Doğrusu çok şaşırdım çünkü günümüzde böylesi Irkçı bir filmin yapılabileceğini düşünmemiştim. Eğer bu filmdeki yer, kişi ve zaman ayrıntılarını değiştirebilsek rahatlıkla Hitler tarafından Alman Irkı için yapılmış bir çalışma olarak kabul edilebilirdi. (Galiba Hitler böyle bir Irkçı film de yaptırmıştı yanlış hatırlamıyorsam)

Kral Leonidas savaş esnasında insanları doğrarken bir yandan da elma yemektedir! O kan et parçaları arasında elma yiyebilmesininde sembolik bir anlamı var tabi. İnsanlıktan, duygudan böylesi çıkabilmenin, acıma duygusunu bir elbise gibi çıkarıp ruhundan atabilmenin bundan güzel bir anlatımı olamazdı sanırım. Ama aynı duygusuz Kral kendi eşi ve çocuğu sözkonusu olduğunda inanılmaz bir şekilde incelebiliyor ve hatta karısının söylediklerine “emredersin Kraliçem” diye yanıt verebiliyor. Filmin başında teslim olmaları için gelen Pers elçisinin yanında konuşunca Kraliçenin kadın olmasına vurgu yaparak bu durumu eleştiren elçiye Sparta da kadınların söz hakkı olduğu gibi bir şeyler söyleniyor. Oysa Yine Platon ‘un kitabından biliyoruz ki o dönemde Kadınların demokratik sistemde oy hakkı falan yoktu. Yani tıpkı Persleri barbar, hayvani, ruhsuz, alçak gösterdikleri kadar, bir yalanla kendilerine hiç sahip olmadıkları olumlu özellikler atfetmede de cüretkarlar. Film işte bu abukluklar içinde klasik bir ‘propaganda’ çalışmasından ibaret hale geliyor. Çünkü propaganda dediğimiz ikna metodolojisinin en önemli unsurlarını içeriyor. Karşı tarafta tek bir "iyi" nin olmaması, tek yönlü bakış, manipülasyon vb.

Filme seçilen 300 Spartalı ‘çıplak’ savaşıyor. Çünkü karın kaslarının, kaslı bacaklarının, etkileyici göğüs ve kol kaslarının görünmesini istemiş yönetmen. Bu şekilde savaşan zırhsız savaşçılar allameyi cihan olsa yakın çarpışmalarda çabucak devreden çıkacağı gerçeğine yüz dönmüş yönetmen. Çünkü orada "üstün" Yunan ergeğinin tanrısal vucüdu! sergilenmek zorundadır. Ağır çekim sahnelerde bu adamların bir yürüyüşü var ki gerçekten sağlıklı erkek bedeninin görselliği bir büyülü hale içinde sunuluyor izleyiciye. Bu beden öylesine simgeleştirilmiş ki güç ve onur sadece bu bedenlerle sınırlı gibidir. İşte bu yüzden Heredot'un anlatılarında geçen ve bu savaş esnasında hainlik yaparak Pers ordusuna Spartalıların arkasına geçecek gizli geçidi gösteren Efialtes adındaki kişilik bu filmde bir sakat olarak resmedilmiştir. İşte burası çok ilginç; çünkü onursuzluk, zayıflık burada tamamen engelli kimliğiyle özdeş haldedir. Hikayenin aslında bu kişinin sakat olup olmadığını bilimiyoruz ama filmde bu kişi devasa bir kamburu olan yaratık haline gelmiş biridir. Ayrıca sol kolunu kaldıramamakta olduğundan bizzat Kral Leonidas tarafından savaşçıların arasına alınmamıştır. Zaten Efialtes in hain olup Perslilerin safına geçmesi de işte bu reddediliş yüzündendir. Efialtes in tek hayali kendisine bir üniforma verilmesi ve kahramanca savaşmasına izin verilmesidir. Bu sayede Sparta dan kovulan ailesinin onurunu geri kazanabilecektir. Ama heyhat ki sakattır, çirkindir ve o tanrısal yakışıklı heriflerin içinde yeri yoktur. Leonidas onu reddetme sebebi olarak savaş hattında kalkanını kaldıramadığı için hattı zayıflatabileceğini gerekçe göstermiştir. Bu anlayışın sakatlara günümüz yaklaşımını özetleyen bir yanı olduğunu düşünüyorum. Yani bu sakat savaşta binlerce farklı şekillerde değerlendirilebilecekken sırf belli bir taktiğe uygun olmadığı için reddediliyor ve onurunu geri alması elinden alınıyor. (Valla filmde olabildiğince aşağılanan bu kişinin hain olmasını ben hiç yadırgamadım bu yüzden). Günümüzde de sakat bireylerin belli bir fiziksel edimden yoksun olmaları sanki diğer her türlü çabayı da yerine getiremeyecekleri şeklinde yorumlandığından nasıl üretim ilişkilerinden dışlanıyorsa bu film aynen bu anlayışı yansıtmaktadır. Tüm tutkularıyla bu savaşçıların arasına katılmak , onaylanmak, kabul görmek isteyen birine yönelik ısrarlı yoksayma ve bunun mevcut sakatlık gerekçe gösterilerek yapılması günümüz anlayışını ne güzel betimliyor. İşte bu sağlıklı beden ve onur özdeşiminin nasıl bir mekanizma haline getirildiğinin gözlemlenebilmesi için bu film biçilmiş kaftan.

Film sadece sakat bedeni onursuz, sorunlu bir kişilikle özdeş hale getirmekle kalmıyor rakip tarafı da çirkin göstermek için elinden geleni yapıyor. Yunanlılar insanüstü bir güzelliğe sahipken karşı taraf inanılmaz çirkin insanlardan oluşuyor. Oysa biz Farsi Irkın dillere destan güzelliğini biliriz. Hele Farslıları hiç sevmeyen ve okulumda yapılan Siyaset Okulu sertifika programında tanıştığım İranlı bir Türk ün söylediklerini anımsayınca..."Biz İranlı Türkler Farslıları sevmeyiz ama şurası bir gerçek ki Farslılar heykel gibi vucutları olan çok güzel insanlardır. Kadınları bizimkilerden güzel, erkekleri de hem yapılı hemde bizden daha yakışıklıdır" Bu arkadaş Farsçayı, Arapçayı, Türkçeyi ve İngilizceyi ana dili gibi konuşan oldukça eğitimli bir gençti ve Türk milliyetçiliğini Faşistlik derecesinde benimsemiş biriydi. Buna rağmen Fars Milletinin güzelliğinin hakkını vermeden geçemiyor. Ama bu filme baktığınızda bu kişinin yaptığını bile yapamayan, karşıdaki ulusu inanılmaz bir ilkellikle insandışılaştıran bir eğilim sözkonusu. Yani bu filme İran dan gelen tepkiler hiç te haksız değil. İranlılar doğal olarak Büyük İskenderin doğuya yaptığı tarihin en büyük seferlerinden birinde Yunanlıların patates gibi doğradığı insanları, elli bin Yunanlı askerin Persopolis de bırakılıp Persli kadınlardan çocuklar yapmak için görevlendirildiğini unutmamış olacaklar. Hep olduğu gibi "barbarlık sadece Yunanlı olmayanlar tarafından yapılırsa barbarlıktır" Bu durumda İranlılara ne demek gerekir; "bu kadar hassas olmayın bu sadece bir film" mi?

Peki yazımın başlığına eklediğim 'Erzincanlı Sezai' kim? Sezai benim G.Doğuda askerlik yaparken 3. Dağ Komando Tugayında tanıştığım bir arkadaşımdı. Sezai bu filmde gördüğüm o iri yarı kaslı karakterlerden birine inanılmaz şekilde benziyordu. Bu kişi ekranda belirince şok oldum. aradan geçen yılların ardından askerden sonra geçirdiği bir Trafik kazasında kaybettiğimiz Sezai süzülüp birden karşıma çıkıvermişti. Sezai nin tıpkı filmdeki o karakter gibi iki metrecivarında boyu vardı. İri yarı bedeni bir ayıyı bile boğabilecek izlenimi bırakırdı. Kolları benim bacaklarıma yakın kalınlıktaydı. Onu ilk gördüğümde bölüğün kabadayısı olarak bilinen şahsım bile "olm galiba ayvayı yedin" diye içinden geçirmemiş değildi hani . :) Sezai gibi adamlar normalde komando birliklerine gönderilmezlerdi oysa. Acemi birliğimi yaptığım Isparta Dağ Komando okulunda onun gibi iri yarı adamların hepsini elemiş ve piyade alayına göndermişlerdi. Ne o denli iri yarı ne de aşırı ufak tefek adamlar komando olamazlardı. Ancak bunun istisnası olduğunda da kesinlikle kısa boylu ama oldukça seri hareket edebilen kişilerden seçilirdi. Hiçbir zaman o denli iri yarı adamların Komando yapıldığını görmemiştik. Gerekçesi tahmin edileceği üzere bu denli iri yarı olanların hareket etmelerindeki güçlük, hedef olmaları, seri hareket edememeleriydi. Dar alanlardan çok hızlı geçemeyecek, hızlı hareket edemeyecek kimseler komando yapılamazlardı. İşte bu yüzden onu aramızda gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Ama nasıl olmuşsa gelmişti işte. İştima olduğumuzda aramızda bir kule gibi dururdu ve onunla dalga geçerdik. Bazılarımız adını kule koymuştu. Fakat bu arkadaş görünüşünün aksine inanılmaz alçakgönüllüydü. İnanılmaz kas gücüne rağmen başına gelecekleri sezmiş gibiydi. Kısa bir süre sonra diğerlerine nazaran kısa sayılabilecek üç günlük yürüyüş içeren bir operasyona çıktık. Sezai benim timimdeydi ve o devasa cüssesi nedeniyle kendisine bir makineli tüfek ve bol mermi şeridi verilmişti. Operasyonun ikinci günü elimdeki telsizden bir bağış geldi. Tim komutanım beni geriye çağırıyordu. Timin öncüsü olduğum için dur işareti verdim ve geriye döndüm. Gördüğüm manzara tam bir hayal kırıklığıydı. Sezai boyluboyunca uzanmış, arkadaşlar etrafına toplanmış onu ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Üzerindeki tüm mühimmat, silah vb alınmış olmasına rağmen o devasa cüssesini daha fazla taşıyamıyordu. Sezai o koca bedeniyle sıfırı tüketmişti. Olan timdeki diğer arkadaşlara oldu. Çünkü onun mühimatını da onlar taşımak zorunda kaldı. Sezai yüzünden çok vakit kaybettik. Daha sonra ikmal için gelen bir helikopterle geriye kışlaya gönderildi ve bir daha operasyona çıkmadı. Onu banyo sorumlusu yaptılar ve bir daha öyle iri yarı birini time sokmamaya yemin ettiler.

Sezai yi anlatmamım sebebi 300 Spartalı filminde kendisine tıpatıp benzeyen savaşçının inanılmaz seri hareket edebilmesinde bulduğum garipliktir. Yıllarca spor yaparak tabiî ki insan çevikleşebilir ve Sezai genelleme yapmak için doğru değildir belki. Ama komando tugaylarına bu şekilde iri yarı tiplerin alınmamasının mantıklı bir gerekçesi olduğu tecrübelerle sabittir. Demek istediğim filmde gösterilen o iri yarı heykelimsi tipler gerçek bir savaşa girmiş olsalardı muhtemelen en erken telef olacak kişiler olurlardı. Ama bu filmde bu kişilerin bedenlerinden beklenmeyecek denli kıvrak olduklarını görüyoruz. Yıllarını spora vermiş birisi olarak o kaslı bedenlerin body salonlarında yapıldığını, ve biz sporcuların ‘mekanik kas’ dediğimiz şekilde şişirilmiş olduklarını anlamak zor değil. Oysa her sporcunun bilebileceği üzere gerçek manevra yetisi “organik kas” ile mümkündür. Yani bir Body salonunda yaptığınız kas mekanik kastır ve sizi kesinlikle yavaşlatacaktır. Oysa mekikle şnavla, barfiksle, koşarak kısaca kendi vucüdunuzu kullanarak yaptığınız kas sizi hızlı kılacaktır. Fakat tam burada bir hataya düşmekten korkarım.

Bu insanların tamamen görselliğe hitap ettiklerini ve gerçekte savaş esnasında öldürme yetilerinin olmadığını dile getirirken sanki “yok aslında bu tür bedenler iyi öldüremez asıl iyi adam öldürecek bedenler daha kısa, seri ve kıvrak bedenlerdir” demek istemiyorum tabi. Bu heykelimsi bedenlerin sembolleştirilmesinin mantığına değinmek istiyorum. Çünkü işlevsel olarak atfedildikleri edimleri gerçekleştirme melekeleri son derece zayıf olmalarına rağmen sadece algılamadaki beden imgesine dair birer sembol haline getirildikleri için önemliler. Yani işlevsel yanları değil de sembolik yanları önemli. Buradaki tutarsızlığın vurgulanması işlevin kutsanması adına değil de aksine işlevin de ötesine geçen sembolik anlamla nasıl da sarmalandığımızı vurgulamak içindir.

Evet filmde anlatı böyle olunca ben de içimdeki araştırmacıya engel olamadım. Salondan çıkınca önüme gelen gençleri çevirip film hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim. İlginçtir bazıları benimle konuşmak istemediler. Hatta şaşıracaksınız belki ama benden korktular. Bana korku dolu gözlerle bakıp hızlı adımlarla uzaklaşanların sayısı sanırım sekizden fazlaydı.Güleyim mi şaşırayım mı şaşırdım kaldım. Sanırım filmdeki kambur karakterin etkisindeydiler hala. Evet ben o kadar çirkin değilim tabi ama sonuçta sakatım ne olur ne olmaz ! :D Gülüyorum ama bu kadar acı işte durum. Yine devam ettim çıkanlara film hakkındaki düşüncelerini sormaya. Bazısı “Abi bunlar resmen yunan propagandası yapmış hem de en ucuzundan yav” dedi. Kimisi “ yav bence çok güzel di. Görsellik mükemmel” diye ekledi. Bir genç “Abi bu yunanlar bu kadar kahraman da niye İzmir de Deniz sefası yapmak zorunda kaldılar?” Dedi. Yanındaki kızlar da bastı kahkahayı. Yine genç bir kız (Buna şaşırdım) “Başkomutanlık meydan savaşında bunların hatlarını dünyada hiçbir ordunun geçemeyeceğini iddia ettikleri safları bizim askerlerimiz iki saatte geçmişti. Gerçek Spartalı arıyorlarsa gelsinler biz gösterelim” dedi. Hemen yanındaki kız atıldı. “Yahu” dedi “bunlar duymamış mı Çanakkale Geçilmez” sözünü. Etrafım bir grup gençle çevrilmişti. Sanırım herkes bu konuda bir şeyler söylemek istiyordu. Baktım hava iyi “peki” dedim, “O bedenler hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani hepsi heykel gibiydi ve sakat olan ise kötü karakterdi”
Şaşkın şaşkın yüzüme baktılar. Kızlar kıkırdayarak gerçekten çok yakışıklı olduklarını
söyledi. Hiç kimsenin garibine gitmemişti bu durum. Bir tanesi “yunanlılar bu kadar yakışıklı değiller” dedi sadece. (Benim böyle bir şey duymak istediğimi sanmış olmalıydı.)
Bence bu filmde yenilen tek bir kişi vardı O da Pers kralı Zerhas’ın yanında Kral Leonidas a ölmeden önce teslim olmasını söyleyen sakat ve kambur karakter Efialtes di. Ve o esnada Kral Leonidas ın bu kişiye söylediği sözler bence filmin en önemli repliğiydi.

“Sen sonsuza kadar yaşayacaksın Efialtes”

Yani "senin gibi hainler her zaman olacaklar" denilmek istenerek ve bu hainlik de doğal olarak sakat bedenle özdeştirilerek filmin ırkçı retoriği tamamlanıyordu.
Evet Efialtes "her zaman olacak". İşte bizler tıpkı onun gibi dışlanan, sakatlıkları nedeniyle hayatın dışına atılan, sağlam bedenlere atfedilen tüm duygulardan; onurdan, şereften, aşktan, üretmekten ve başarıdan dışlanmaya devam ediyoruz. Kral Zerhas Efialtes i kandırmak için kadınlarla onu etkilemiş ve onun aşka olan susuzluğunu kullanmıştı.

Günümüz Efialtes leri hainlik yapmadan , aşksız, onursuz, başarısız, zafersiz yaşamaya devam ediyor...


Yazan;

Efialtes…
 
genelde kısa yazmam. ama bu yazıyı soluksuz okudum...ve hemen sevincimi iletmek istedim.
harika bir yazı...insan okurken uzun bir yolculuga çıkıyor. tarihin içinden günümüze doğru.
şimdilik bu kadar.
gönlüne yüregine saglık pegasus.
depderin okyanuslara dalmaya benzemiş bu yazı...ruhun ne çok gezmiş...ve neler görmüş...bu yazıda ruhun konuşmuş! ...ki "zaman"ı da aşmışsın...
tek kelimeyle harikaaa...
şimdi bu yazının etkisiyle ruhum dolaşır durur... kuş olur, çırpınır; lal olur...
 
Sevgili Pega,

Son gittiğim sinemayı hatırlayamayacak kadar zaman geçti, internet icat olalı TV dizi ve filmlerine tren niyetine bakıyorum. :twisted: Bu filmi de ancak TV'lerde gösterime girdiğinde ya da CD versiyonu piyasaya çıktığında izleyebilecek biri olarak, Kurtlar Vadisi dizisinin eski bölümlerini 10 saniye dahi izlememiş biri olarak, böyle bir konuda bana en son söz düşeceğini bile bile kafama takılan bir iki şeye dokunmadan geçemeyeceğim.

Hani sen iletişimcisin, daha iyisini bilirsin.. Halkın etkilenimi bakımından bir sinema filmi ile bir TV dizisini karşılaştırmak ne kadar doğru? "İkisi de görsel medya" diyebiliriz belki ana futbolla hentbolu karşılaştırmak gibi geliyor bana.. İkisi de takım sporu ama oynandığı yerler ayrı, seyircileri ayrı vb., vb..

Yani her ikisi de sinema filmi olur. İzleyen biletli seyirci sayısını karşılaştırırsın.. Ya da her ikisi de TV dizisi olur.. Rating oranlarını karşılaştırırsın.. Ama filmle diziyi karşılaştırmak, oradan aydınımsıların yorumları hakkında çıkarımlarda bulunmak biraz tuhaf olur, kanımca.. :p

O ankete oy verenler kadar seyircisi olursa o filmin, öpsünler de başlarına koysunlar..

***

Bundan 11 yıl önce yazdığım köşe yazılarımın birinde;

[size=4] OLAYLAR ve İNSANLAR

İlk ve Ortaokul tarih kitaplarından aklımda kalan bir konu vardır: İlkel kent devletlerinden birinde, her çocuk belli bir yaşa geldiğinde görevlilerce kentin yakınındaki ormanlık ya da dağlık bir bölgeye götürülür ve tek başına bırakılırmış. Bir kaç gün sonra aynı görevliler gelir, çocuk eğer hâlâ sağsa kente geri götürürlermiş.

İnsanların özürlü ya da sağlam olup olmadıklarını sınamak için ne vahşi bir yöntem değil mi? Kanı donuyor insanın. Aslında benzer yöntemler 20. yüzyılın ilk yarısında, Hitler Almanya’sında da uygulanıyordu. Belki hâlâ dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanıyor. Ancak, önemli olan olayın tarihi değil, olayı yaratan düşüncenin ilkelliği ya da çağdışılığıdır. [/size]
demişim..

İşte buradaki "İlkel kent devletlerinden biri" var ya; o "Sparta''nın ta kendisi!! :D

Böyle bir zihniyetten, nasıl olduysa sağ kalmış bir Efialtes, olsa olsa hain olur! :p

Günümüz Efialtesleri ise o filmdeki gibi (izlemediğim için sanırım) tek başına değil! Arada çok fark var aslında.. Kendi davaları var, kendi yaşama biçimleri var.. Düşünceleri, bilinçleri, donanımlı beyinleri var.. Bir de organize olup, birlikte hareket edebilmeyi başarabilseler.. İşte o zaman "tam süper olacak!!" :p
 
Ah be sevgili pegasusum...

Söylenecek çok şey var, ama belki de söylenecek bir şey yok...

Bazen " susmak" anlam katabiliyor, söylenecek şeyler zaten yaşamın içersinde;

Görmek isteyen göz, görüyor,

Duymak isteyen kulak, duyuyor.
 
Babür abi, evet filmde zaten Kral Leonidas henüz bir ergenken bir ormana bırakılıyor ve kendisini yemek isteyen kurdu öldürüp geri dönüyor ve kral olmaya hak kazanıyor. Yani senin verdiğin bilgiyi destekliyor.

Aslında bu anlatıların çoğu Tarihçi Heredot tarafından günümüze kalmıştır. Yani ne kadarı gerçek ve ne kadarı Bu yaşlı bunağın hayal gücünü yansıtıyor bilemiyoruz. Zira kendisinin hikayelerinde inanılmaz uydurmalar olduğu ve bunları farkında olarak yaptığı defalarca yazıldı çizildi. Ama tabi bir ihtiyaca karşılık geliyorsa bir anlatının efsane ya da gerçek olması neyi değiştirir ki? Günümüzde milyarlarca inananı olan dinlere baktığımızda denizleri ikiye ayırmak, bir atla göklerin yedi kat üzerine çıkmak ve daha nice mucizeler gerçek kabul edilebildiğine göre bunlar son derece masum atfedişler bence. Doğaldır ki insanların bir ihtiyaçlarına karşılık geldiğinden bu bilgiler yaşayacaktır.

Bu filmle dizilerden çok sinema filmi yapılan Kurtlar Vadisini karşılaştırmıştım. Ancak tıpkı filmler gibi televizyonlarımızda yayımlanan batı tandaslı dizilerde de aynı şeyler yaşanıyor. Mesela CNBC de yayımlanan bir dizide Amerikalı bir ajan her bölümde onlarca kişiyi keklik gibi doğrayıp Amerika yı kurtarıyor. Bunun onlarca örneği var. Bizim gariban Polat ın bence çok da başarılı olmayan filmine yönelik o kadar çok şey yazıldı çizildi ki bu karşılaştırma bence çok haklı. Hatta Kurtlar Vadisi Irak filminde oynayan oyuncular ABD de vatan haini olarak suçlandılar.

Aslında demek istediğim şey birilerini savunmak falan değil. Filmdeki oryantalizmin bizim aydınların değerlendirmelerinde de bariz görülebilmesidir vurguladığım. Yoksa mantık olarak birinin diğerinden pek farkı yok.

Dizi ya da sinema filminin mecra farkını çok fazla önemsemiyorum doğrusu. Çünkü bu filmler daha sonra TV lerde de gösteriliyorlar. Sonuçta hitap edilen kitleye yönelik uyandırdıkları etkilerdir esas olan. Tabi TV lerde yayımlananların çocukların maruz kalacağı bir ortamda olması da önemli.

Madem sordun söyleyeyim. Kitle iletişimde mesaj ve mesajın kaynak üzerindeki etkilerine yönelik çok çeşitli kuramlar üretilmiştir ve bunların hangisinin daha doğru olduğuna yönelik bugün hala bir konsensüs oluşmuş değildir. İlk kuramlardan 'Sihirli Mermi kuramı'ndan günümüzde en çok dillendirilen ' Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı'na kadar arada ona yakın farklı değerlendirme teorisi vardır. Yazımda dile getirdiğim gibi özellikle şiddetin öğrenilebilir olması ve bu nedenle TV lerde gösterilmemesi gerektiğine yönelik çok geniş kabul gören kuramlar var. Özellikle yüzyılın en önemli iletişimcilerinden Postman ın bu konuda ciddi araştırmaları vardır. Sosyal psikoloji de bu konuda özellikle çocuklar üzerinde ciddi etkilerin olduğundan bahseder. Çocukların gerçeklik ve kurgu arasındaki çizgiyi algılayamamaları nedeniyle şiddeti gündelik hayatın olağan bir eylemi olarak görebildikleri bir çok çalışmayla ortaya konulmuş durumda. Yetişkinlere gelince iş değişiyor. Her ne kadar bazı Amerikan askerleri Irak ta uyguladıkları işkenceleri Hollywood filmlerinden esinlendiklerini söyleseler de yetişkinlerin TVlerden gördükleri şiddeti gündelik hayata taşıyıp taşımadıkları hala muğlak olan bir alandır. Bu konuda ki tartışmalar hala sürüyor. Buna karşıt fikirler de öne sürülebiliyor. Tekrar olacak ama 'Katarsis' yani duygusal olarak izlediği şiddetten boşalma ve bir tür rahatlama içine giren bireyin şiddetten uzak durduğu ve dolayısıyla ekranlardaki şiddetin faydalı bir yönü olabildiği de iddialar arasında.

En son kuram olan Kullanımlar ve Doyumlar Teorisi ise günümüz insanının kendine gönderilen mesaj karşısında çaresiz bir kabul içinde olmadığını söyler. Zaten bizim aldığımız eğitim de genel olarak bu kuramdan hareketle şekilleniyor. Bizler, insanları verdiğimiz mesajı hemen kabul edecek "çaresiz canlılar" olarak görmeyiz. Çünkü alıcımız bizim mesajımızı denetleyeceği sayısız mecraya sahiptir. Herşeyden önce internet gibi devasa bilgi kaynaklarının olduğu, sosyal gruplar, tvler, gazeteler, dergiler gibi çok farklı bilgi kaynaklarından onaylanma filtrelerine takılabilen mesajı bireye sihirli mermi kuramında olduğu gibi olduğu gibi kabul ettirebilmek çok zordur.

İşte çağdaş iletişim sanatları bu nedenle hitap edilen birey ya da kitlelerin her türlü özelliklerini segmente etmek ve gerekirse bireye kadar inen özel mesaj kurgulama yoluna girmelidir. Birey veya özel kitlelerin sahip oldukları özellikleri tam olarak bilebilmek için araştırma şarttır ve günümüz iletişim sanatlarının en önemli unsuru bu nedenle 'araştırma metodları' olmuştur.

Uzatmadan ve dağıtmadan konuya geri dönecek olursak ben iletişimci yönümle bu filmin etkileri üzerinde ciddi bir araştırma yapmadan genelleme yapma hakkına sahip değilim. Ancak filmin vermek istediği mesajı 'İçerik Analizi' yoluyla irdeleyebilirim. Bu içerik analizi çok geniş bir konu ve ben bunun eğitimini henüz almadım. Bu nedenle tespitlerim son derece subjektif bir özellik arzediyor. Ama buna rağmen gerçeğe ucundan dokunabildiğimi düşünüyorum. Yani flmin etkileri değil de filmin etkilerine gitmeden bu etkiyi oluşturması istenen mesajla ilgileniyorum. Bunu şöyle açayım; İletişimde bir mesajın kaynaktan alıcıya ulaşmasına kadar farklı aşamalar vardır.

Kaynak--- Mesaj----Mecra-----Alıcı

Alıcı mesajı alınca kaynağa geridönüş yapar. (yapmayabilir de)

Burada önemli olan şudur. Kaynak alıcının mesajı istediği şekilde algılayabilmesi için mesajını kodlar. Bu kodlama çeşitli yollarla yapılır. Söylenen bir sözün içeriğinin belirlenmesi bu kodlama dahilinde gerçekleşir. Alıcı bu mesajı algılamadan önce bu kodu dekode eder yani çözümler. İşte bu çözümleme esnasında baştaki niyete uygun çözümleme yapması beklenir. Ama çoğu zaman böyle olmaz. Çünkü göndericinin niyetinden bağımsız olarak alıcının kişisel özellikleri mesajı dekode ederken mesajı kendi beklentilerine göre değiştirir. Yani mesajı kafasındaki şemalar doğrultusunda değiştirir, saptırır veya reddeder.

Bu filmde de verilmek istenen mesaj kesinlikle alıcının özellikleri doğrultusunda yön değiştirecektir mutlaka. Dolayısıyla senin etki konusundaki çekincelerini paylaşıyorum. Zaten bunun en iyi örneği de benim. Filmin mesajları benim algılama sürecimde bambaşka sonuçlara yol açtı mesela. Doğal olarak başkalarında da benzer sonuçlar doğurmuş olabilir.

Ama işte dediğim gibi bütün bu süreçler mesajın dekode edilmesiyle ilgili. Benim yazım ise mesajın kodlanmasıyla alakalıydı. İşte bu kodlama esnasında taşınmak istenen anlam ve bu anlamın olası çağrışımları konusundaki beklentiler benim meselem. Bu mesajın taşıdığı ırkçı, ötekileştirici, kategorileştirici, oryantalist anlamı anlatmak istiyorum. Ve nasıl olupta bu içeriğin batılılar tarafından hoşgörülebildiğiyle ilgileniyorum. Bu filme yönelik şu ana kadar Amerika dan büyük bir tepki geldiğini duymadım. Hatta okuduğum kadarıyla film gişe rekorları kırıyor. Sanırım ülkemizde de büyük bir izleyici sayısına ulaşacak. İşte bu noktada Amerikan üst düzey yöneticilerinin bile bizim siyasilerimize şikayet ettiği Kurtlar Vadisi filmi önem kazanıyor. Onca tepkiyi alan filmle Kurtlar Vadisi Irak filmiyle kıyaslanamayacak kadar bariz bir ırkçılıkla kaplı bu film büyük bir kabul görebiliyor. Ve işte bu kabulün bağrında yetişen ikiyüzlülük çiçeğine dikkatleri çekmek istiyorum. Çünkü bu çiçek çok iğrenç kokuyor ve devasa zehirli dikenleri var. Alıcılar olarak bizim cenahta ters tepki verse de Yunanistandaki etkileri tahmin etmek hiç zor olmasa gerek...
 
Bedene yüklenen anlamlar ve üstün ırk teması konusunda varolan tavır zaten malum... Bu, "oradan bakan" neredeyse bütün sinema ve romanlarda var. Türk romancılığında da var... Yani üzerinde konuşulabilir, konuşulmalı.
Ama burada konu edilen 300 Spartalı filmi, temelde tarihi bir savaşa (Termofil Savaşı - MÖ 480) dayansa da (Batman için 'The Dark Knight Returns' ve 'Batman: Year One'ın da yaratıcısı olan kişinin çizdiği/yarattığı) bir çizgi-romanın, içine bol-bol fantastik ögeler koyularak sinemalaştırılmış hali değil mi? Bu film de Yüzüklerin Efendisi statüsünde bir yapım değil mi?
Mitoloji olsun, efsane olsun, fantastik edebiyat olsun, bu tür bütün anlatımlar "olağanüstülükler"le süslüdür... Holywood MÖ 480'de yapılan bir savaşı anlatırken fanstastikleşmeyecek de ne zaman fantastikleşecek?
Bence pegasus'un haklı eleştirilerini gündeme taşıyacak film olarak bu film yanlış bir seçim... Aşağıdaki eleştiriye bakılırsa, filmle Yunanlı film eleştirmenleri bile alay etmiş :)

Ama evet, sinema ve televizyonda verilenleri anında alan(!) ve anlatılanları (tarihsel) gerçek sanan insanların ezici çoğunluğu oluşturduğu dünyada (gündemi Kurtlar Vadisi'Nden ve raconu da Polat Abi'den takip eden ülkemizde bu çok çok daha vahimdir!) bu fantastik filmin kötü duygular yayacağı da muhakkak.

Pegasus'un saptamalarını da doğrulayan güzel bir eleştiri: www.beyazperde.com/sinekritik/1357
 
Bülent filmin fantastik özelliği çok fazla önemli değil. Yunanistan daki eleştirmenlerin filmi eleştirmesi de çok önemli değil. Zira eleştirmenlerin algılamasıyla sıradan insanın içerik çözümlemesi tamamen alakasız şeylerdir. Bizler bir filmi değerlendirirken bir kısım eleştirmenin uzmanca değerlendirmelerini baz alamayız. İşte biliyorsun, Kurtlar Vadisi olayında biliyoruz ki memlekette olan olaylar bu diziyle aynen yansıtılıyormuş gibi bir hava estirildi. bu yüzden bu dizi yayımlandığında bazı bölgelerde sokakların boşaldığını biliyoruz. Ortalama Amerikalı ya da yunan izleyicisinin durumu bundan çok daha farklı değil. Özellikle Amerika örneğinde sıradan Amerikalının tarih bilgisinin bu filmin fantastikliğini kavrayabilecek düzeyde olmadığı aşikardır. Bu yüzden bırak böyle fantastik filmleri, iletişimciler için bir bilgisayar oyunu bile mesajın değerlendirilmesi gereken bir alan olarak öne çıkar. Amerika da oyunlardan etkilenip okullarda katliam yapan ergenleri hatırla. Bir oyunu bile gerçeklikle karıştıran devasa kitlelerin olduğu bir dünyada bu filmi hele de tarihi kökleri nedeniyle gerçekle karıştırabilecek yüzmilyonlarca insan var bu dünyada. Çünkü film ne tarihi gerçeklerin dışında ne de içinde. arada bir yerlerde konuşlanarak sahip olduğu safsataları daha etkin şekilde verebiliyor. Yoksa birebir tarih filmi olsa doğaldır ki bu denli martavalı sıralama şansları olamayacaktı. Dediğim gibi bu tür çalışmalara; film, tiyartro, bilgisayar oyunu, kitap, dergi vb adı ve türü ne olursa olsun belli bir alıcısı olduğu gerçeğinden hareketle yaklaşmamız gerekir. Yoksa ölçümüz eleştirmenler olmamalı...Zira Türkiye dede Polat efendi çok eleştirildi ama bu durum milyonların ondan etkilenmesi gerçeğini değiştirmedi. Hatta medyaya yansımıştı. Bir gurup 'Polat Alemdar çetesi' adında bir araya gelmiş ve organize suç örgütü oluşturmuştu.
 
Bu tür abartılı filmleri seyredipte azbucuk aklı olan herkes anlıyor ki senaryo tamamen bir propagandaya yönelik.
Bence akıllı bir senarist taraf toplamak için senaryosuna yenmek kadar yenilmeyi de işlemelidir. Kazanamaması için bütün şartlar mevcutiken, ama bir şekilde daima kazanan kahramanlara hep sinir olmuşumdur. Örneğin james bond, rambo v.b.
300 Spartalı.. filmi bir ilk değil. Sonda olmayacak. Bu tür filmler Batı medeniyetinin doğu halkına ne gözle baktıklarının birer işaretidir.
Seyrettiğim bir amerikan filminde müslüman araplar iğrenç ve değersiz insanlar olarak gösterilip yüzlercesini öldüren 2 metre boyundaki kaslı kahramanın burnu bile kanamıyordu.
Filmde bu kahramanın karısı ve çocuğu kahramanın yolunu beklerken, öldürülen arapların sanki karısı ve çocukları hiç yokmuşçasına, üstelik vahşi, kana susamış insanlık dışı, kimisi kör, kimisinin yüzü yaralı, çelimsiz tuhaf varlıklar olarak gösterilip hiç acımadan kahramanın kin ve nefret bakışları altında habire öldürülmeleri belkide Batının müslümanlar yada doğu insanı hakkında ki gerçek düşüncesini yansıtıyordu.
Oysa filmde olay müslümanların ülkesinde geçiyordu ve kuşatma altında olan yine müslümanlardı. Buna rağmen Amerika lı kahraman sürekli öldürüyor, öldürüyor ve yine öldürüyordu. Ama yinede o haklıydı. O kahramandı. O insanlığı temsil ediyordu.
Merhum Akif in "Tek dişi kalmış Canavar" dediği Medeniyet böyle bir şey olsa gerek.
 
Sevgili Pega,

Yaptığın açıklamalar için çok çok çok teşekkürler..

"Halkın etkilenimi" derken nicel karşılaştırmayı kast etmiştim. Yani sayısal olarak aynı kitleyi etkiliyor mu? Neyse.. Konunun bu tarafı beni biraz aşıyor .. Çok da önemli değil zaten..

Etkilenim ve çocuklar deyince.. Çocukluğumda "karate filmleri" furyası vardı.. Film bitip de sinema salonu boşalınca çocuk yaştaki seyircilerin tümü filmin kahramanı oluverir.. Ya "Bruce Lee"nin ya da "tek kollu kahraman"ın onlarca örneği sokağı doldururdu. Ben hariç :D Çünkü ol görüp o hareketleri yapmayı beceremezdim.. :p



Fuzulim' Alıntı:
... Kazanamaması için bütün şartlar mevcutiken, ama bir şekilde daima kazanan kahramanlara hep sinir olmuşumdur. …

E.. sinir ilacı yapan şirketler de onların. Ortak çalışıyorlar. :p

Şaka bir yana.. "Kültür Emperyalizmi" denilen şey böyle bir şey işte.. Birkaç tane değil, yüzlerce örneği var.. Çizgi filmlere bile dadanmışlar.. :evil:

Olaya sınıflar penceresinden (emperyalist-antiemperyalist) değil de, din penceresinden (Müslüman-Hıristiyan) bakıldığında çok zaman şaşı bakmak kaçınılmaz oluyor. :(

Bir reklâmı yüzünden Coca-Cola firmasını yerin dibine batırırken, bir reklâmı yüzünden Levis firmasını göklere çıkarmanın mümkün olduğu garip bir dünyada yaşıyoruz. Oysa, ikisi de emperyalist cenahın kelli felli üyeleri, ikisi de "köpeksiz köyde değneksiz gezen" elemanlardan, ikisi de aynı "sömürü pastası"nın benzer dilimlerini afiyetle midelerine indiriyorlar.. :evil:
 
Pegasus' Alıntı:
Gerçi edebiyat hep “ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız” düşüncesinin yansıması olagelmiştir.

Ama postmodern edebiyat deninle akla gelen anlattığınız konu değil hissedilen, yaşatılanlardır.

Edebiyatın konusu bir konuyu anlatmaktan çok anlatı yoluyla okuyucuyu hisler içine sokmak olunca, yapılması gereken şey ‘bir doğrunuzun olmamasıdır’.

Demekki postmodern anlatı ‘Doğru’ ile ilgilenmez. Hissettirir. Ne hissettiğinizle de ilgilenmez pek. O sizi bu sürece sokmakla alakalıdır.
Güler, sinirlenir, şehvetle çoşar, aşağılar, öykünür ama sonunda elinizde kalan garip bir yolculuk hissinden ibarettir.

Bir görsel sanat olan sinemayı aslında edebiyattan çok daha fazla söylediğin şekilde nitelendirebiliriz. :)
300 ü tam olarak postmodern sinema içine sokabilir miyiz bilmiyorum ama söylediğin eleştirilere bakılırsa modern akım içinde olmadığı ortada. :)

Artık neredeyse tamamen Amerikan kültürü ve ahlakını temsil eden Hollywood bu kültüre uygun ürünler veriyor diye şaşırmamak gerekir. :) Üstelik yabancı kökenli olan ve yer edinebilen - örneğin Shyamalan gibi - yönetmenler bile - Lady in the Water, The Village gibi - bu kültürü yücelten filmler yapıyor ve bu şekilde isim yapabiliyorlar.

Üstelik bu şekilde birçok kazanım da elde ediyorlar. Belirli kesimleri topluma yabancılaştırıyor hatta kötülüyorlar, istenilen kültürü yüceltiyorlar, ve gişe yapıyorlar, tüm dünyadan para kazanıyorlar. Hatta senden bile. :) Amaçlarına ulaşıyorlar yani. :)
 
Evet, fantastik bir film. Adamlar dev gibi... Abartılmış...
Çocukların sakat olup olmadığı test ediliyor... Bugün farklı ama... Bugün tıp gelişmiş... Ormana bırakmaya gerek yok:)) aptalca olur bu...
Bugün daha anne karnındayken, bebekler testten geçirilebilir, eğer sakatsa -aile isterse tabi- kürtaj edilebilir... Sebepleri sorgulamıyorum bile... Önemli olan anne karnında tarama yapılması ve sakatlığı anlaşılınca tıbbın bunu aileye bildirmesi...
Aile sakat olduğunu öğrenince ister aldırır ister aldırmaz...
Önemli olan kontrollerin yapılması:)
Ha bebek istemiyorsa aile sağlam da olsa “aldırırım” diyorsa sorun etmem hiç...
Ayrımsız “çocuk” istemiyor derim...
Şimdi o fantastik dönemlerde de insanlar sakatlığın zorluğunu anlamışlar... Bir kere ordunun ilerlemesini durdurur. Cephe kaybettirir... Onların seçenekleri bu olmuş... Askere gidemez...
Bugün de askere gidemez sakatlar... Hâlbuki bir sürü orduda yapılacak iş var... Sadece cephesi yok ki bu işlerin... Sakatların da yapabileceği işler olabilmeli...
Ama alınmıyorlar:))))
Abartılı film işte:)))
Efialtes’in kesinlikle kazara doğmuş “kontrolleri atlatmış bir çocuk olduğu belli... bence anlayamaışlardır kamburluğunu... Kolu da sonradan sakatlanmıştır kaza sonucu... Yaralanmadan, kazadan dolayı olabilir. Ya da savaşlarda yaralanıp da sakat kalanlardan olabilir...tuh ormanlara bırakmak, testler yetmemiş:) esas burda ihanet etmiş efialtes... sonuçta sakatlığı yüzünden burnundan fitil fitil getirilmiş...Ailesi kovulmuş...
Sanki bu dönemde aileler dışlanmıyor... Gitsin bakalım bir sakat erkek annesi, bir sağlam kız istesin oğluna... “Bu şartlarda nasıl istersin oğluna kızımı” diye aşağılarlar hemen...O yüzden iyi ki flört var.Allaha şükür bu da kızlara erkeklere kalmış... Aileleri atarsın olur biter:)))
Ama sakat ailesinin boynunun büküklüğü geçmez ayrı mesele...
Çünkü sakatlığı sorun ediyorlar/ettiriliyorlar... Çocukları hastadır...
Sakatlığa çirkinlik yakıştırılıyor. o filmde...
Bugünse güzellik sağlam bedenle sınırlandırılmış...
Ama o filmde bedenler dev gibi... Canım fantastik işte...
Ama o güzellerin hepsinin bedeni sağlam... Bu değişmiyor...
Farisiler başka ırktan olduğu için” kaka” ve “çirkinler”.
efaildes de sakat olduğu için çirkin ve onursuz...
O dönemlerde gücün simgesi sağlam beden... Bugün de öyle...
Ama canım işte bu, film yahu... Sadece film!
“Kedidir kedi” gibi:)))
Sistem de bunu zaten piyasaya film olarak sunuyor...
Sanatı iyi kullanıyor yani... Sanatı sanat için yapıyor. Baksanıza bu filmin tarzı fantastik. Ve abartı olması gerekir... Fantastik film böyle olur çünkü...
Bu yüzden gerçeklere bağlı kalıyor...
Gerçekler sakınmadan gösterilebiliyor. Nasıl olsa bu filmdir. Ve sadece film gözüyle bakılmalıdır ve eleştirilmelidir.
ramon kahramanlaştırıldı başka yerde mesela... O ölümü seçebilen bir sakattı onuruyla...
Efialtes'in kaybettiği onuru da Ramon(otenazi talebinde bulunan boyundan aşağısı felç adam) aldı sağ olsun, öldürmekle kendini
Bizlerse sanata sanat gözüyle baktığımız için sadece film eleştirisi yapıyoruz. Ama bunu sadece biz böyle yapıyoruz. Sistem sanata sanat gözüyle bakmıyor. Onu araç olarak kullanıyor… Çünkü sanat insanın ruhuna hitap eder. Bunu biliyor sistem… ÜSTELİK SİSTEM, SANATI DA SANAT İÇİN YAPIYOR… Sanata tam bağlı kalıyor… Aradan gönderdiği mesajlar yetiyor çünkü kendine… “abartıların arasına yerleştirmek” özellikle bence akıllıca bir yöntem!!!!
Daha yazacak çok şey var… Sonraya…
BAZEN DOĞRULARI, GERÇEKLERİ DE film gibi sayarız… Abartılı bulduğumuzdan mıdır nedir?

not: bu yazıyı pegasusun yazısı üzerine yazmadım. yorumlara göre yazdım. cidden pegasusun yazısına bilindik film eleştirisi gibi bakmıyorum. filmden yola çıkarak tarihte bir yolculuk gibi okyanuslara dalmak gibi çok farklı algılıyorum. orda dilim yetersiz kaldıgından ve aslında söze gerek kalmadıgından dolayı şimdilik yazmıyorum. yazıyı okurken yanıma gelen arkadaşın sorularına bile cevap vermedim. küsmüş bana. öyle dalmış gitmişim...
bu yazıyı sadece film eleştirisi gibi görmek bence haksızlık olur...bu da okuyucu olarak tabi ki benim görüşüm...
 
pegasus seni çok kızdırmışlar yafu.
mükremin abi'yi hiç dinlemedin mi?
ne diyodu lütfiye'ye: "kısa cümleler, uzun bi yaşam" :D

ahmet arif'in (1927-1991) adiloş bebe'sini bilirsin.

Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...

bu bebe niye 3 gün aç tutulur ki..?
bünyesi zayıfsa hastaysa ölsün diye..!
bize yük, bize ayakbağı olmasın diye..!

ve bu töre 20. yüzyılın türkiye'sindedir.

kısa yazdım çünkü uzun yaşamak istiyorum :lol:
 
Pegacım senin bu yazını okumadan önce gitmeyi düşündüğüm filmler arasındaydı. Hatta gittiktten sonra yorum yapayım demiştim sana da. Ama dün sinemanın kapısında bu kararımı değiştirdim ve gerçekle örtüşen, içinde abartı olmayan Mavi gözlü deve gittim. Bu kadar taraflı ırkçılığın olduğu bir filmde zaman kaybetmek istemedim açıkçası. Yanlız son zamanlarda dikkatimi çeken bu tarz filmlerin çokça yapılması. Sanki birileri özellikle ırkçılık duygularını kaşımaya çalışıyor. Böyle filmlerin de ülkemizde gösterime girmesi bizleri ne kadar etkiliyor bunu bilemiyorum tabii. Kurtlar Vadisinin kaldırılmasına gelince onun göstermelik nedenleri ve gerçek nedenleri bana göre biraz farklı burada kişisel düşünce mi açıklamayacağım ama bir dizinin insanları etkilemesi ile bir sinema filmin insanları etkilemesi bana göre farklı şeyler. Diziler sinema filmlerinden daha çok halk üzerinde etki bırakıyorlar. Yanlız filmde senin anlattığın sakatlara bakış açısıyla ilgili ayrıntı dikkatimi çekti tabii bu ilk değil ve düşünce yeni de değil. Ama yeniden gündeme getirilmesi ve bir filme aktarılması bana başka çağrışımlar yaptırıyor. Hitlerin üstün Alman ırkı yaratmak adına bir çok engelliyi diri diri yoketmesini. Acaba diyorum başka yöntemlerle bu mesajlar mı verilmek isteniyor çaktırmadan. Tabii bu da benim kendi hastalıklı fikirlerim olabilir. Yanlız sana bir şey borçluyum anlatımınla bana değerli olan zamanımı boşa harcamamamı sağladın sanırım sana teşekkür borçluyum. :wink:
 
Tarih kitapları genelde muzafferlerden bahseder ve kitabın içeriğinde mağlup tarafı aşağılama küçümseme gibi cümlelerle sık sık karşılaşmakta mümkündür.

Dün haber türkte yayınlanan basın külübü proğramında melih mericin konuğu KKTC cumhurbaşkanı talattı söz dönüp dolaşıp KKTCde okullarda okutulan tarih kitaplarına geldi talat şöyle bir acıklama yaptı bizim okullardaki tarih kitaplarımızda karşı tarafı küçümseyen aşağılayan bir ibare bulmak mümkün değil fakat rum kesiminde butürden kitaplar cok fazla AVRUPA KONSEYİNİN tarih kitaplarında karşı tarafı küçümseyiçi yada aşağılayıcı tabirler kullanılmasını yasakladığını ve kendilerininde bu kapsamda rum kesimi hakkında şikayette bulunduklarını söyledi konseyinde bu talebi değerlendirdiğini ve rum kesimine bazı yaptırımlar uygulayacağını söyledi.

Bunları niçin anlattım cünki aynı uygulama sinema sektöründede olmalı sinemanın görselliği acısından tarih kitaplarından cok daha etkileyiçi olduğunu düşünüyorum.
 
300 spartalı hakkında hıncal uluç'dan aykırı bi ses :D


[size=4]300 Spartalı filmi geldi gözümün önüne.. Bakmayın siz o entel eleştirilere.. Birisi hatta "Faşist film" demiş, kızmasın ama popomla güldüm.. 72 milleti esir etmiş bir istilacı imparator, kendi milletinden tek kişinin yaşamadığı Yunan yarımadasına saldırmış yüzlerce gemi, yüz binlerce askerle.. Gergedanlar, filler var, ordusunda, silahlar yetmezmiş gibi..
Bu müthiş orduyu durmak için 300, yazı ile Üç Yüz Spartalı var..
Bir yanda istilacı yüz binler.. Öte yanda, öleceklerini bile bile eşleri, çocukları, vatanları uğruna yola düşen 300 kahraman..
Bizim entele göre faşist, bu 300 vatansever.. İstilacı imparator değil..
Üstelik sonunda savaşı kazanan Yunanlılar, Persleri kovaladıktan sonra dünyanın ilk demokrasisini kurarken..
Niye?..
Çünkü Yunan batılı.. Pers doğulu.. Doğulu istilaya gelse bile hak. Batılı vatanını korudu mu faşist.. "Leonidas Bush, Zerhas Ahmedinecat" demeye getiriyor, yuvarlak kafasındaki sivri zekâ ile, olayları günümüze taşıyarak..
Gel de gülme..
300 Spartalı, tarih kitaplarında okuduğumuz Termofil savaşının çizgi romanı.. Tarihe tıpatıp paralel bir belgesel sanki.. Çok da iyi çekilmiş savaş sahneleri ile, meraklısının keyifle izleyeceği bir film..
Başından sonuna ben öyle izledim mesela.. Çıkarken kafam takıldı, keyfim kaçtı..
Neden 300 Yunanlının, geride kalan ordunun savaş hazırlıklarını tamamlamasına vakit kazandırmak için 250 bin kişilik Pers Ordusunu göğüslemeye gittiği bu destan film oluyor da, mesela esarette 30 kişisi ile, binlerce Çinli'ye başkaldıran özgürlük savaşçısı Kürşad'ın filmini yapmıyor Hollywood.. Hatta daha yakını.. Amerikan Yedinci Kolordusu'na, düzenli geri çekilme için gerekli iki saati kazandırmak için yüz binlerle baskına gelen Kuzey KoreÇin Ordusu'nun karşısında yüzlerce şehit vererek duran Türk Alayının Kunurisi, Termofil gibi efsane, Termofil gibi film olmuyor?.
Çünkü onların arkasında, Rum Lobisi var..
Bizim arkamızda sinmiş Türkler!..[/size]

yazının tamamı
 
E.. doğruya "doğru" demek lazım.. Her ne kadar yazının sonuna doğru bazı şeyleri birbirine katmışsa da Sezar'ın hakkı Sezar'a..

Amerika nireeeeeeee, Irak nire? (hatta Kore nire, Vietnam nire?) diye sorabiliyorsak, Persia nireeeeeeee, Sparta nire? de diyebilmeliyiz. (Hadi ortalığı biraz daha karıştırayım, :twisted: ) Orta Asya nireeeeeeee, Anadolu nire? sorusunu soramıyorsak "objektiflik" denilen kavram, analitik düşünceyle birlikte top oynamaya mı çıktılar acaba?
 
Türkiye de aydın olmak Hıncal Uluç gibi birşey olmak olunca yapılacak yorumda bu kadar olur. Biz sanki o filmde kim haklı kim haksız eleştirisi yapıyoruz. Sanki 'Faşist' suçlamasının kaynağı savaşın haklı tarafının kim olduğuyla ilintili. Oysa filmdeki faşizan zihniyet sadece sunumla ilgilidir. Nasıl ki yunanlı Büyük İskender işgalciyse tabiki doğal olarak Persliler de işgalcidir. Ve tabiki oradaki 300 delikanlı yunanlı arkadaş da vatanlarını savunmaktadır. Yani tarihi olarak gerçek faşist belki de Pers İmparatoruydu bunu bilemeyiz. Ama şunu bilebiliriz; tarihi bir filmde bir tarafı güzel diğer tarafı çirkin gösterirsen ve bütün üstün özellikleri bir tarafa yükleyip diğer yanı iğrençleştirirsen bunun adı 'Faşizm'dir. Yani burada faşist olanlar o 300 spartalı değil. Hıncal o müthiş zekasıyla eleştirileri ülkesini savunan ve bu filmle hiç alakası olmayan Yunanlı 300 askere yapılmış gibi değerlendirmiş. Hatta eleştirilerin yönü burası olmadığı gibi filmde oynayan o yakışıklı aktörler de değildir. Faşizan yaklaşımın gerçek faili o filmi hazırlayanlardır, yoksa ülkesini savunanlar değil. Hıncal bey burayı bilerek ya da bilmeyerek atlamış. Aslında bu yazıya cevap vermiş olmak bile üzücü.

Yazıda filmdeki repliklerden esinlenmiş bir cümle de var. "Dünyanın ilk Demokrasisi kurulacakmışmış" bir kafa ancak bu kadar oryantalist olabilir. 500 binlik şehirde sadece 40 bin kişiye verilen bir seçme hakkı ve geri kalanların köle olarak bu insanlara hizmet etmesini sırf bir seçme ve seçilme eylemi olduğu için demokrasi olarak değerlendirmek tam bir aydın tavrı olsa gerek! O zaman demokrasi denilen şeyin günümüzdeki anlama geldiğini düşünüyor olmalı. Kelimenin tematikanlamı bir yana düz anlamda oradaki demokrasi belki de Pers imparatorlugundan daha geridir. Bugün İran da cumhuriyet rejimi var ingiltere de sembolik krallık... Hangisi daha demokrat?...



Geçen yıl Sabancı Üniversitesinde engellilerle ilgili bir panelde konuşmacıydı ve abuk sabuk zır cahilce bazı yorumların ardından söz alıp sormuştum kendisine;

"Ülkemizde engelli dediğimiz kesimin kollektif algılanışında görülen bazı olumsuzlukların ortaya çıkmasında medyanın da bazı rolleri var. Engellilerin genel olarak sunumundaki sorunlar yanında mesela çalıştığınız gazetede zaman zaman engellileri "zavallı" gibi göstererek dilencilik yapan bi,r kurumun reklamları yayımlanıyor. Siz bu reklamların verdiği zararların farkında mısınız ya da bu reklamlara yönelik mücadele edeceğinizin sözünü burada verebilir misiniz?"


Buna benzer bir soruydu. Cevabı şöyleydi;

"Valla kardeşim ben bu ülkede birşeylerin düzeleceğine inanmadığım için gazeteme de öyle bir talepte bulunamam. Dürüstçe söyleyeyim sana..."

Cevaben kendisine iyi ama ta bahçelievlerden sizi dinlemek için buraya geldim. Bunun sebebi sizi toplumda değişimleri sağlayacak bir aydın olarak görmemdi. Şimdi bu sözünüzle bir aydın tavrı mı sergilemiş oluyorsunuz? demiştim. Oda "Evet başka Sorué diyerek bana abuklayan bir marjinal muamelesi çekmişti.

O zaman vermiştim notunu. Hıncal Uluç un yorumları bu nedenle bizim bakkal Ökkeş emminin yorumlarından daha değerli değil benim için. Hatta çok daha anlamsız ve değersiz.

Aydın olma onurunu onun gibi anlayan birisi doğal olarak işte anlamları böylesine iç içe sokacak ve gariptir ki bu yazısını Kemal abimiz gibi bir üstadın sitemize taşımasına da vesile olabilecektir.

Acı olan budur.

Acı olan bir diğerşey de Babür abinin de bu eleştiri/msi/trak şeyi olumlamasıdır.

Küstüm ben oynamıyom.
 
Bir tanede benden demokrasi örneğine güzel bir örnek :D

Bu Yunanlılar öylesine demokrattılar ki, müzik ya bildiğimiz müzik işte, müzikle ilgilenmek sadece ve sadece sarayın adamlarınca yapılabilirdi. Kölelerrrrrrrrr onlarda kim asla müzikle ilgilenemezlerdi bile.

Gerçekten çok demokratlardı. Yaşasın demokrasi.... :D
 
Yaa bu zat; Sevgili andante'nin deyimiyle "alacakaranlık", benim deyimimle "aydınımsı"ların önde gideni! Her tarafı aydın olsa kaç yazar! Ben "yazının sonuna doğru bazı şeyleri birbirine katmış" diyerek dediklerinin tümüne katılmadığımı belirttim.. Ama bu, "bu adam, hiçbir zaman, hiçbir şeyi doğru söylemez" anlamına gelmez.. "Durmuş saat, günde iki kez doğruyu gösterir" derler..

Senin "acı" tanımlamalarına katılmıyorum Pegacım.. Asıl acı olan bakışlarındaki önyargı! Gerçi zaman zaman hepimiz yapıyoruz ama az acı yemeğe lezzet verir, biliyorsun. ;)

Hem, Hıncal, senin yazına cevap vermiş değil ki.. Hatta yazının tümünde bir film eleştirisi dahi yapmış değil.. Senin değindiğin konulara değinmemiş bile.. Niye üzerine alındın ki?
 
Babenjim' Alıntı:
Hem, Hıncal, senin yazına cevap vermiş değil ki.. Hatta yazının tümünde bir film eleştirisi dahi yapmış değil.. Senin değindiğin konulara değinmemiş bile.. Niye üzerine alındın ki?
:) dur, ben cevap vermeye calishiim (ben de olsam üzerime alirdim yane);

cünkü babenjim;
(yanlish anlamadiysam tabe) pegasus.un film hakkinda söyledikleri hincal uluc.un poposuyla güldügü "fashist film" diyen o "birisi" her kimse, onun söyledigi kapiya cikio; pegasus da bu filme "fashist" dio, "irkci film" dio (bizim burda henüs vision.a girmedi film, seretmedim yane ve hakkinda hic bi fikrim yoktu ama pegasusun anlattigi gibiyse -ki öledir kesin, okuduklarima pek shashmadim- "fashist" film demesini hakli buluom) ...

ve cünkü babenjim;
hincal uluc yazisinin teee bashinda da bazi sheyleri birbirine katmish... "ben aydinim!" diye gecinen biri, insanlarin söylediklerine hemencecik poposuyla gülmek yerine, o "apaydin" beynini aydinlara yakishir shekilde kullansaydi "fashist/irkci film" demekle bi zamanlar vatanini savundugu söylenen 300 kishiye "fashist" demenin arasinda oldukca büük bir fark oldugunu (*) görür hepimizi daha mutlu ederdi (en azindan yazisini okudum okuyali kurtulmaya calishtigim, sürekli "ic gözümün" önünde canlanan, "etrafa kahkalar savuran koca bi döt" sahnesini seyretmek zorunda birakmazdi beni... "bu aydin adam baya bisheyleri birbirine karishtirio, hangi uzuvlarin hangi ishe yaradigini bile" desem hakaret etmish olmam, di mi? :? :p) ...

(*) Pegasus' Alıntı:
Sanki 'Faşist' suçlamasının kaynağı savaşın haklı tarafının kim olduğuyla ilintili. Oysa filmdeki faşizan zihniyet sadece sunumla ilgilidir. Nasıl ki yunanlı Büyük İskender işgalciyse tabiki doğal olarak Persliler de işgalcidir. Ve tabiki oradaki 300 delikanlı yunanlı arkadaş da vatanlarını savunmaktadır. Yani tarihi olarak gerçek faşist belki de Pers İmparatoruydu bunu bilemeyiz. Ama şunu bilebiliriz; tarihi bir filmde bir tarafı güzel diğer tarafı çirkin gösterirsen ve bütün üstün özellikleri bir tarafa yükleyip diğer yanı iğrençleştirirsen bunun adı 'Faşizm'dir. Yani burada faşist olanlar o 300 spartalı değil. Hıncal o müthiş zekasıyla eleştirileri ülkesini savunan ve bu filmle hiç alakası olmayan Yunanlı 300 askere yapılmış gibi değerlendirmiş. Hatta eleştirilerin yönü burası olmadığı gibi filmde oynayan o yakışıklı aktörler de değildir. Faşizan yaklaşımın gerçek faili o filmi hazırlayanlardır, yoksa ülkesini savunanlar değil. Hıncal bey burayı bilerek ya da bilmeyerek atlamış. Aslında bu yazıya cevap vermiş olmak bile üzücü.
eh, neptune.nin dedigi gibi amaclarina ulashiolar da hane... en azindan hincal uluc örneginde görebilios bunu; amaclanilan etkinin altinda öyle kalmish olucak ki burda söylenilen noktayi fark edememish... iice kaptirmish kendisini, yazisinda da bi tarafi kahramanlashtirip diger tarafi yere batirmish adeta... eleshtirdigi "bizim entel" artik kimse, onun yaptigini düshündügü sheyi asil kendisi (irmagin "karshi" tarafinda durarak) yapmish, kasten mi yapmish acaba?!... eger hincal bey bu konuda tek bashina deilse bu film yapimcilari ishini gercekten biliorlar... ne yapsam, girmesem mi filme, neptune? :)... ama girsem bile benden bi kazanim elde edemesler; burda okuduklarimdan sonra beni etkilemeyi unutsunlar artik, engelli kimlik kartimi gösterip sinemaya para da ödemem, oh olsun onlara!!! :twisted: :) (bi an hain efialtes'i icimde hisseder gibi oldum :mrgreen:)...


Pegasus' Alıntı:
Salondan çıkınca önüme gelen gençleri çevirip film hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim. İlginçtir bazıları benimle konuşmak istemediler. Hatta şaşıracaksınız belki ama benden korktular. Bana korku dolu gözlerle bakıp hızlı adımlarla uzaklaşanların sayısı sanırım sekizden fazlaydı.Güleyim mi şaşırayım mı şaşırdım kaldım. Sanırım filmdeki kambur karakterin etkisindeydiler hala. Evet ben o kadar çirkin değilim tabi ama sonuçta sakatım ne olur ne olmaz ! Gülüyorum ama bu kadar acı işte durum.

:shock: ama bu korkunc bishi... filmdeki sakat karakterin etkisinde kaldiklari icin öle yaptiklarindan emin misin?... belki de kiymetli vakitlerini calicani düshündükleri icin korku dolu gözlerle hizli, hizli uzaklashmishlardir senden?... umarim budur sebep... hayir, hani, insanlar seyrettigi filmlerin, okudugu kitaplarin, kisacasi hashir neshir olduklari hersheyin etkisi altinda kalabilecegi kesin ama bu ölcüde ve bu kadar acik mi?... sen en iisi yakin zamanda hic bir sakat karakteri bulunmayan bi filme gir, cikishta yine ayni shekilde önüne geleni cevirip film hakkinda düshüncelerini sor... bakalim ayni tepkiyi göstericekler mi?... eger göstermezlerse, eneeeeeeeee!!!... tehlikeli film...


andante' Alıntı:
Bu Yunanlılar öylesine demokrattılar ki, müzik ya bildiğimiz müzik işte, müzikle ilgilenmek sadece ve sadece sarayın adamlarınca yapılabilirdi. Kölelerrrrrrrrr onlarda kim asla müzikle ilgilenemezlerdi bile.
:) yapma andante! adamlarin demokratliklarina dil uzatma... yani ama ne bekliodun ki... biz köpeklerimisi, kedilerimisi, kushlarimizi, baliklarimizi, atlarimizi, ineklerimizi müzikle ilgilendirtio muyus?!... demokrasi insanlar icindir, köleler icin deil... e, tabi müzik de... :):p

öbüldünüs...

[size=2]not: yaw oturanboa, düzelt shu siteyi, bi mesaj yazincaya kadar canim cikti, sinirlerim bozuldu walla :)...[/size]
 
yafu ben bu adamı sevmem ama okurum .yazılarının çoğu -bana göre- sabun köpüğü misalidir. fazla ağırlığı ve derinliği yoktur.
amaaaa..!
bezen ülke gündemini haftalarca meşgul eden en çetrefilli konulara öyle değişik
bakış açısıyla yaklaşır ve hiç kimsenin aklına bile gelmeyen bir yorumda bulunur ki inanın arka arkaya bi kaç sefer
vayy beee çekerim. ulan derim...
- niye hiç bi yazar gazeteci yorumcu olayın bir de bu yönü olabileceği konusunda
düşünmüyor/düşünemiyor. sadece hıncal'ın mı aklına geliyor bu..!
belki 100 yazısından birinde yakalıyorum bu performansı.
ve bu %1 için ısrarla okuyorum adamı.

beğenelim beğenmeyelim türkiye'nin en çok okunan gazetesi buna tam sayfaya varan bi yer ayırmışsa ve bu adam türkiye'nin en yüksek para alan gazetecisiyse (bi dedikoduya göre ayda 20.000$) vardır bi hikmeti.
ve sabah vatan millet sakarya muhabbeti yapmayan ticari bi gazetedir.
şirkettir orası. okunmayan, kar etmeyen adamı şutlarlar.
bi gün hıncal'ı savunacağım hiç aklıma gelmezdi yaa :D

sakatlar haftasında falan güzel yazılar döktürür. bilmem kaç yıl önce ayağı kırılmış, tekerlekli sandalye kullanmış aylarca.. yolu ABD ye düşmüş , heryerde sırf tekerlekli sandalyeli olduğu için VIP muamelesi görmüş.
oradaki sakatların durumuyla buradakileri mukayese eden güzel yazılardır bunlar .

HU yeni açılan her mekanın onur konuğudur. köşesinde o mekanı anlatır..tarafsızdır överde söverde.
kanyon'daki ve maslak TİM deki sinema ve gösteri merkezlerini anlatıyor.. koltuklar harikaymış, otoparkı müthişmiş sahne genişmiş, tuvaletinde bile LCD ekranlı reklam yayınlayan monitör varmış vs vs.

sakatlarla ilgili yazılarına güvenerek bi gün ona mail attım.
o kadar gezip tozuyorsunuz yediğiniz içtiğiniz sizin olsun hiç olmazsa sinema tiyatro konser salonu gibi mekanları anlatırken engellilere uygun düzenlemeler yapılıp yapılmadığını da yazsanız medeniyetin ölçüsü WC lerdeki LCD ler değil bu tür uygulamalardır dedim. sitemizin ilgili linkini de verdim. bak dedim buraya da yazarız.
cevap gelmedi.
sonra düşündüm... yafu dedim şu sitede bile o kadar sinemaya,konsere,tiyatroya giden var. ama bi iki kişi dışında lütuf buyurup gittikleri yer hakkında üç beş laf yazan yok. hıncal niye yazsın..! ama sakatlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan konuda geyik yapan ego tatmin eden çok (ben dahil)
baksanıza ana konu filmdeki kötü karakterin sakat olmasını tartışacağımıza nelerden söz ediyoruz.
***

aydın olma onuru gibi yuvarlak bi lafa hiç takılmıyorum.
bi dönem atatürk'e saldırmayana aydın denmiyordu. aydın olma adına biz de bolbol saldırdık.
burjuva devrimcisi dedik.
proloter devrim için her türlü koşul uygundu, emperyalizme karşı verilen savaşta işçiler köylüler kan döktü, can verdi ama o ilk meclise aşiret beylerini toprak ağalarını çağırdı dedik.
çankaya'da ki şampanyalı baloları örnekledik.
savaştan çıkmış fakir ulusa savarona ne gerekti dedik.
millet kıçına giymeye don bulamazken o en şık kostümlerle geziyordu dedik.
dedik oğlu dedik.
demeyenlere aydın denmiyordu çünkü.
şimdi AKP ye saldırıp atatürk diyen herkes aydın kabul ediliyor.


2500 yıl önce elit bi azınlığa seçme seçilme hakkı tanınması demokrasi olamaz tabii.
ama daha 6-7 sene önce türkiye'de bi tartışma yaşanmıştı.
bi profosörün oyuyla dünyadan bi haber, köyünden dışarı adım atmamış hatçe bacının
oyu nasıl eş değerde olur ve ülke kaderini belirler diye.
ve bence bu hala güzel bi sorudur.

daha yüzyılın başına kadar bi çok avrupa ülkesinde kadınlar oy kullanamıyordu bi de çocukları kat..demekki toplam nüfusun 2/3 ü oy kullanamıyormuş. 2400 yılda anca gelinen nokta bu.

hayatta en sevdiğim sestir çatlak ses...demokrasi aynı zamanda çatlak seslere tahammül edebilmek demektir.
ve alternatif fikir üretmek ya da üretenleri gündeme taşımak anafikri reddetmek demek de değildir.
 
Resurkion o kaçarcasına uzaklaşan gençlerin belki de işleri vardı bilemiyorum. Ama benden çekindikleri kesin. Tabi bu çekinmenin sebebi salt o filmde izledikleri olmayabilir. Sadece akıl yürütüyorum, hani net ve saltık bilgi değil tabi bu.


Kemal abi yav sana ciddi yazı yazmak da yakışıyormuş he :D:D:D

Hıncal ın zaten sakatlar konusunda tüm yazılarında panellerde vb tek anlattıgı o ABD macerasıdır. Baska birşey anlattıysa da ben denk gelmedim. Güzel yazmasına gelince. Hıncal ın çok okunması iyi bir yazar olmasından değil aksine hafif konularda yazması nedeniyledir. Güzel yazıları vardır mutlaka, ama bu sakatlar konusunda dişe dokunur bir yazısını ben hatırlamıyorum. Ama genel olarak o kadar parayı sana bana verseler emin ol biz nobeli aday oluruz abicim :) Hem arada bir güzel yazı yazmak marifet midir yav. Neyse bence sallayalım bu adamı gitsin. O torunu yaşındaki kızlarla yaptıkları üzerine yazılar yazsın dursun.


Madem sordun ve yeri de gelmişken söyleyelim abicim.

Geçtiğimiz günlerde Şişli de Cevahir alışveriş merkezindeki devlet tiyatrosu Cevahir sahnesi ne gittim. Sahneye gidilen hol kısmına rampa yapmışlar ve sahnenin olduğu yere cıkabiliyorsun. ama sahneye çıkılmıyor. Bende gişedeki görevlilerden yardım istedim. Adamlar oflaya puflaya cıkardılar sahneye.

Neyse az sonra oyun başladı. Ben oyuncuların oyunu icra ettikleri sahnenin ucunda duruyorum. Oyunculardan biri içeri girdi ve oynamaya başladı. birden beni görünce şaşkın şaşkın bakakaldı bir anlığına. Bu da nasıl geldi buraya diye düşündü sanırım. :)

Neyse oyun fena değildi. Ve inmek için tüm salonun boşalmasını bekledim. İnsanlar şaşkın şaşkın geçip gittiler yanımdan. En son çıkana gişeciyi çağırmasını söyledim. Sağolsun geldiler indirdiler ama bu durum hoş değildi tabi.

Ben de çıkıp İstanbul devlet tiyatrolarına ve kültür bakanlığına duyarlılıkların en yüksek olması gereken sanat dünyasında engellilere yönelik uygulanan bu başçevirişi kınadığımı ve ilgili sahnelere gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini vb yazdım.

Uyuyan güzelin dikkatini çeker mi bilmiyorum ama bu kültürlü bakanlığımızdan tenezzül edilip bir cevap bile gelmedi. Müdürlükten de tabi...

Gelişmeler ne olur bilmiyorum ama aynı sahnede Nazım hikmeti anlatan bir oyuna bu yüzden girmekten vazgeçtim. Zaten bu başlığı açmama sebep 300 spartalı filmine de o oyuna gitmekten vazgeçtiğim için girmiştim. Tiyatro salonuyla sinema salonları aynı yerde çünkü.

Taksim Sahnesi ve Aziz Nesin Sahnesi tekerlekli sandalyeler için uygun. Onun dışındakileri bilmiyorum.



Not: Atatürk konusunda yola geldiysen mesele yok. :)
 
BEN PEGASUS a yorumlarında katılıyorum...(film hakkında) sımdı bana anlatmak ıstedıgı konu baslıklarından bırı şu gıbı geldı "engellı ınsanlar dızılerde fılmlerde hep kötü ve haın olarak gosterılıyor" (notırdamın kamburu harıc) ıkıncı konu ıse fılmın bayagı carpıtılmıs olmasıdır.. Eger dıkkat ettıysenız amerıkalıların yunan kulturune olan duskunlugu ve bu konuda yaptıkları fılmlerdır.. (Bence tartısmanın boyutunu PEGUSUs un anlattıgı konudan dısarı cıkarmamak lazım..) bunuda normal karsılamak lazım bır gecmısı olmayan bır ulke degılmı amerıka.. belkıde ıclerındekı gecmıs ve tarıh boslugunu bu yolla kapatmak ıstemektedır..

ADEM HASGüL(YAZAR VE YORUMCU FILM HAKKINDAKI YORUMU)
Filme bakalım; 700 Thespiae lı ve 400 Thebesli den hiç bahsedilmiyor. Çok az bir bölümde Arkadyalı oldukları belirtilen bir komutan ve birkaç askeri görünüyor ve filmin sonuna doğru savaş meydanından kaçıyor. Korkak bir tip yaratılmış. Ve çok yalın bırakılmış. Kral Leonidas’ın savaş stratejileri ile ilgili tarihte net bir bilgi olmamasına rağmen 1962 yılında çevrilen filmde bile savaş sahneleri stratejiler üzerine kurulmuş. Ve 700 Thespiae linin katkısı bu filmde vurgulanıyor. Şimdiki filmde hiçbir strateji yok. Stratejideki en önemli unsur olan Kalkan ve Mızrakların önemi çok az verilmiş. Eş Kral Leotychidis hiç yok. Sanki tek kral varmış gibi bir izlenim verilmiş. Diğer Yunan devletleri ile olan ilişki hiç yok. Oysa bu savaşta en önemli unsur Atina ile ilişkilerdi. Yunanlıların tek ulus kavramına bir cümle dışında değinilmemiş bile. Yunan tarihine yazılmış ifadeler bile değiştirilmiş. Savaş meydanındaki Pers elçisi teslim olmaları yönündeki uyarılarına verdikleri tarihi cevaplar değiştirilmiş. Bu savaşta Pers karlı Xerxes’in kardeşinin bu savaşta öldürülmesi gibi ayrıntılar filmde hiç yer bulmamış. Filmin son sahnesinde Kral Leonidas bütün adamlar ile beraber ölüyor ancak tarih kaynaklarında Kralları öldükten sonra Spartalılar onun cesedini Pers Kralına vermemek için çabalıyor ancak hepsi ölüyor.

yazar arkadasımın yaptıgı yoruma gore bu fılmde aslında yunanlıların tepkı gostermesı lazım.. nedense yunanlılar dan cok ıranlılar tepkı gosterıyor... bu fılmden yola cıkarak ıranlıların yanı fars toplumunun barbar oldugu gıbı bır kanı olussada gercekte boyle bır gorusöne surulemez
Batı kültüründe, farslar özellikle de Rönesans Avrupa’sında büyük izler bıraktılar. Rönesans Avrupa’sının Endülüs yoluyla İslam bilim ve kültürüyle tanışması buna en büyük örnektir. tarıhtede cok buyuk fılazof ve bılım adamları hep fars lılardan cıkmıstır... Hehamenişiler ve Sasaniler bu devletlerın tarıhı ve avrupaya kazandırdıkları kultur devrımı hala tarıh kıtaplarında yer almaktadır..
 
Üst Alt