Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Hoşnutsuzluk ve nefret duygusunun yaşama getirdiği dinamizm [Tartışma]

Pegasus' Alıntı:
Ve şu engelden değil engellilikten nefret edilir önermesine ünlü bir türk büyüğünün yaygın özdeyişiyle cevap vermek istiyorum;

"Hadi len..." :D

benim, TDK ya uygun nefret kavramına yüklediğim anlamlar ile sizin bu kavrama yüklediğiniz anlamların farklı olduğu anlaşılıyor.
bunun üzerine gugıl'a girdim ve sordum:
“ey hikmetinden sual olmayan yüce gugıl bilirsen sen bilirsin gerisi yalan bilir.
de bakayım bana, nefret nedir? SMS ve MSN kuşağı bu konuda ne düşünüyor? “
tırnak içinde yazdım ki arama daraltılsın 2.100 sonuç geldi. üç beş linki şöyle bi gıdıkladım.
standart bi tarif yok. körlerin fili tarifine benziyor. genelde aşkla ilişkilendirilmiş.
bi de babaya soriim dedim. girdim TDK ya. orada da şöyle tariflenmiş:
bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu”
bunu engelimden "nefret ediyorum"a oturtamayız.
TDK’yı temel alırsak türkçeyi doğru kullanmak adına engelden de engelli olmaktan da nefret edilmez,
hoşnutsuzluk duyulur ki bu normaldir.
güzel türkçemizde bir duygu ifadesi olan “nefret” kelimesi soyut bir kavram veya durum için kullanılmıyor.
nefret, kişiye, şahsa veya topluma yönelik bir duyguyu ifade tarzıdır.
araplardan, ingilizlerden, öğretmenden, çocuklardan, sevgiliden, hadi kelimeyi zorlayalım sivri sineklerden nefret edilir.
gürültüden,kalabalıktan, pis kokudan, karanlıktan, asansöre binmekten, tekerlekli sandalyede olmaktan vs nefret edilmez.
engelden de nefret edilmez. engelli olmaktan da nefret edilmez. eğer ediyorum diyorsa bi kişi;
kelimenin anlam bulması için hedefinin bir insan olması, yani benim cümlemdeki gibi kendini, yani bi şahsı özne olarak kullanması gerekir.
kelimeyi sözlük anlamına oturtmak için özneyi ikinci cümlemde açık edip “nefret kendine yöneliktir” demişim.
bu tarife göre örnek verdiğim romanda yaşar kemal nefreti doğru ve yerinde kullanmış oluyor.
adam kürt ama türkçesi bizden iyi deyip saçmalasam..!
veya itirazcılara hadi leen literatüre boğulcağınıza önce türkçeyi doğru kullanmasını öğrenip de gelin desem:)
gerçi nefret Arapça kökenli ama olsun. 
toparlarsam;
engelini sevmiyor, hoşlanmıyor olabilirsin ama engelinden nefret ediyorsan kendinden nefret ediyorsun demektir.
kelimenin TDK daki anlamına göre sen gizli öznesin.

alt yapısına bakarsak TDK ne derece güvenilir bi kaynaktır?
karadenizli iki vatandaş...ellerinde bi hamsi...tartışıyorlar.
- ha pu paluk erkek midur dişi midur? (sanki balığı becerecek o ayrı konu  merak işte )
balıkçıya soralım diyorlar o bilir. manava soralım..kasaba soralım..hacıya soralım,
hocaya soralım, köyün öğretmenine soralım vs.
ıhh hiç biri bilemiyor. kalabalıktan birisi:
- şurda emekli bi paşanın evi var gidip ona soralım diyor.
- peki o balıktan anlar mı?
- hayır ama onun dediği dediktir tartışılmaz..!
TDK nın dediği de dediktir.
Bu günlerde explorırıma bi trojan yerleşti. en üstteki mavi çubukta “
biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu tnc.tr.com “ yazısı çıkıyor.
Adamlara saygı duyuyorum. 3 spyware bi virüs korumayı aşıp yerleştiler oraya. Helal olsun valla.
Evet daha iyisi yapılana kadar referansımız TDK.
Şimdi kuşağım baben gençlerin anlayamayacağı “galat-ı meşhur” u öne sürebilir ama..
Ihhh bu öyle değil.
çocuk tv deki reklamda tadına baktığı tereyağı için “manyak güzel” diyor ve bu prime time da defalarca gösteriliyor.
allahtan tepkiler üzerine kaldırıldı. yoksa bi 10 sene sonra o da galat-ı meşhur olurdu.
 
bayke, o zaman biz "nefret" derken, burada ona yüklediğimiz anlamı kastetmiş olalım; TDK'nın karşılığını değil.
Hatta "nefret" antipatik olarak algılanıyorsa, "kızgınlık" da diyebiliriz. Bu daha bi az sarsızı :)

Hoskal, önceki mesajlarımda şöyle demiştim (bkz): "Bedenimizden nefret etmek değil burada kastedilen. Bedenin performansı ile, yapmak/etmek/olmak istediklerimiz arasındaki çelişkiye bir kızgınlıktan bahsediliyor. Sakatlığımızın bizi sınırlandırmasına; yapmak isteyip de yapamıyor olmamıza veryansın ediyoruz."

Yine devamındaki bir mesajımda (bkz): "Hoşnutsuz insan geliişmelere ve yeniliklere de açık insandır bence. Varolan düzenden hoşnut olan kişiler-toplumlar o kurguların değişmesi için kolay kolay bir şey yapmaz. Ama varolan kurgular yüzünden yaşamak istediği gibi yaşayamadığını, olmak istediği kişi gibi olamadığını bilen kişi, bu hoşnutsuzluğun yarattığı itici güçle değişim için her fırsatta birşeyler yapar.
Bu (anarşist) tavrın, yani sakatlık kurgularına duyulan hoşnutsuzluğun, bir yıkım (aslında değişim ve özgürlük) potansiyeli taşıdığını düşünüyorum.
Not: Buradaki hoşnutsuzluğun bedenime karşı değil, yapmak istediklerimi yapmama engel olan kurgulara karşı olduğunu yineleyeyim. Yani tekerlekli sandalyede olmama değil, patinaj çekmeme (tüm sorumlulara) sövüyorum!"

Buradan devam edelim mi?
 
Yok.. Sevgili bayke "galat-ı meşhur" falan demiycem de..
Senin önerin üzerine TDK'nın sayfasına ben de baktım. Nefret etmek üzerine şöyle diyor:
nefret etmek
1 . birine veya bir şeye karşı nefret duygusuyla dolu olmak:
"Şu dakikada senden nefret ediyorum, senden böyle hareket beklemezdim."- P. Safa.
2 . tiksinti duymak:
"Küstahlık edip kendisini aşağıladığı için ondan nefret edeceği yerde, onu seviyordu."- İ. O. Anar.
Engelin "bir şey" olup olmadığı tartışılabilir belki ama ben daha çok 2. anlamdan yola çıkıyorum..



Pegacım, uçan atım, Yılmayan Bülentçim, :D

Ona buna laf sokacam diye forumda en nefret ettiğim şeyi yaptırıyorsun bana yaaaa.. :twisted:

Kendimi tekrarlamaktan usandım artık.. :(

Bak yukarıda:
Değiştiremeyeceğimiz gerçekliklerden nefret etmek yerine, onları kabullenip, daha pratik ve akılcı çözümler üretmek; nefreti de 'değiştirebileceğimiz' gerçeklikler üzerine yoğunlaştırmak daha doğru değil mi?
demişim.

Bana ne senin engelin yüzünden fıstık gibi bir kızla dans edememenden, sana ne benim engelim yüzünden bir çok kez denediğim halde evlenmememden.. :( Sevdiğim bir kardeşim olduğun için, çok çok üzülürüm.. Sen de üzülürsün.. Üzülürüz, üzülürsünüz, üzülürler yani.. :D

Ama yüksek kaldırımlar, asansörsüz binalar vb. vb. nefret edilecek, küfür edilecek şeyler.. Çünkü onlar bireysel değil sosyal engeller!!..

Başlıkta yazılan "nefret" duygusunun "dinamizm" getirmesi için; -ben "donanımlı olmak" dedim, bayke "fiziksel/zihinsel yeterlilik" demiş- olması gerekir! O yoksa dinamizm-minamizm hikâye.. Ortaya "Engellilik ilâhi ceza mı, ödül mü" gibi abuk sorular ortaya çıkar. :evil:

Bir de şu sanki sadece iki şık varmış gibi, "ya nefret et, ya sevgi türküleri söyle" söyleminden vazgeçsen..Yukarıdaki abuk soruya benziyor o da.. :wink:
 
Bu lafı çok sevmiştim ben : Foruma yazana kadar düşüncen senindir, yazdıktan sonra senin olmaktan çıkmıştır..
Aslında yazdığım bu yazı için bir güne yakın bekledim, başlık bulmak için..Düşman dedim, kin
dedim..Öç alma duygusu yada intikam, epey düşündüm yani..Yanlışta olsa en çarpıcı olan Nefret'ti..

Bayke burada yaktığım ateşe iki odun atıyorsa vede üstüne hortumla su tutuyorsa saygı duyarım..Zaten kendi de
su buharından ve konunun dağınıklığından açıkça bahsediyor..Çelişki, duyguların adlandırılmasından kaynaklanıyor..
Bülent iyi bir şey yapıp adına hoşnutsuzluk demişti zaten..Tecrübe diyelim..

Bayke bir konuya ilgi duyduysa ve belkide ilk defa kendi çelişkilerini hiç saklamadan anlatıyorsa ve
süper doğru çıkarımlarla bana göre terse gidiyorsa, gene saygı duyarım..Önemli olan onun etkilenmesi ve bu
duygu fırtınasına katılması, katkıda bulunmasıdır bence..Yoksa ben kimsenin nefret adı altında örgütlenmesini
ve devrim yapmasını beklemiyorum..İstememde zaten..Yaşar Kemal'in kahramanları benimde aklıma gelmişti.Ancak
aralarındaki birbirlerine duydukları gizli saygı, vazgeçirmişti beni örnek için..

Aslında bir kaç kişiye lafım var izin verirseniz..

İkinci Bahar'ın nerdeyse engelli Uyanışı manifestosu gibi söylemesine epey güldüm..Ancak onun şu lafı acaip
çarpıcıydı bana göre: ''beni umutsuzluğun özgürlüğü mutlu ediyor..''

mezopotamyalı kederi'nin'' Engelime gelince,sevmiyorum onu...Hiçbir zaman sevmeyeceğim de...Nefret de etmiyorum.
Muhatabım yüzsüz,muhatabım alçak...Nefretimi anlayabilecek kadar içli dışlı değiliz onunla...
Ben bir tavşan o bir dağ olsun istemiyorum... '' demesi etkiledi beni..

Mdz kardeşin lafı daha ilginç geldi bana; Bence harika bir betimleme ...
''Ben zayıf düştüğümde hafif yüzümü kırıştırdığımda bir yerlerden çapraz ateşe almaya çalıştığını fark ettim.''

Pegasus ile Oturanboğa'yı saymıyorum..Beni savunmak değil, taraf olduklarını açıkça belli ettiler..

Herzaman derim..Türkçede etimolojik bir sözlük yoktur..Dildeki kopukluğun ve iletişimsizliğin en büyük nedeni
budur..Kelime ve kavramlar her beyinde aynı resmi ve duyguyu uyandıramz..Ancak şu gerçek, hangi kelime yada
kavramla anlatılırsa anlatılsın, yalnız değilmişim..Bir tek Baben şaşırttı beni..Adeta konfuçyüs'ü oldu
sitenin..Sürekli kendini tekrarlayarak ve bununda bilincinde olmasına rağmen, elinde değnek, kuş kovalar
gibi yazı yazanları azarlamaya başladı..Ya bu iş aslında beni daha başka yerlere götürmeye başladı..
Bazı insanlar barışık galiba engeli ile..Yada kendi yazılarım bölümünde uzun uzun anlatmıştım, nefretin aşk'a
evrilmesini..Ben engelimle bütünleşmek istemiyorum ...Ona aşık olmak istemiyorum..Saygılar
 
Demek engelimden bisiklet yaka tişörtlerden, tuzlu yemeklerden, küçük kız sesiyle konuşan şımarık kızlardan hoşlanmadığım gibi hoşlanmamam gerekiyor... Ve nefret değil de daha yumuşak bir kelime kullanmalıymışız... Evet sevdiğimiz birini yitirdiğimizde cenazede arkasından "ya ben ölümlerden nefret ediyorum" yerine "ya ben ölümlerden hoşlanmıyorum" demeliymişiz...

Oysa benim engelden sakatlıktan bahsederken tutunduğum tavrın sebebi bu sorunun gösterilmek istendiği kadar basit olmadıgı aksine bu gerçekliğin bir yanıyla ölüme dokunan yanıdır. Sakatlık bir yanıyla sizin size ait olmayan yanınız, yok olan yaşama melekelerinizdir. Canınız gitmese de canı can yapan temel niteliklerinizden bazılarını kaybetmekten bahsediyoruz burada. Geçici bir şımarılıktan değil... Bacaklarınızı hissedemeyişinizde ölümden, yok oluştan bir şeyler vardır. Duymak kulaga hoş gelmeyebilir ama işitmemek, görememek de aynı şekilde ölümden bir parçadır aslında. Öldüğümüzde bunların tümünü yitirirken sakatlıkta ölümle yitirilenlerden sadece birkaçını yitirmiş olursunuz. Bu utanılacak bir şey değildir de. Aksine yaşam bir savaşsa mücadeleye elinde füzelerle devam edenlerin yanında küçük bir sustalıyla aslanlar gibi mücadele etmenin onurunu yaşıyoruz. Ama bu içinde bulunduğumuz halin olumsuzlugunu ortadan kaldırmaz.

Bundan "hoşlanmamak" şeklinde bahsetmek benim hislerimi karşılamıyor. Kişisel kanaatimdir ben sakatlık adı altında yaşadığım olumsuzluklardan hoşlanmıyor değilim. Bizzat nefret ediyorum...Aslında aramızda tek ama tek bir kişinin bile benden farklı düşündüğünü sanmıyorum. Bayke gibi babür abi gibi büyüklerimiz de içten içe engellerinden nefret ediyorlar. Çünkü bunun aksi mümkün değil. İnsan kendini kısıtlayan şeyden nefret eder. Bu doğası gereği böyledir. Burada tumturaklı lafların özünde sakatlıgıyla barışık görünmenin arkasında yaşanan kendine ve gerçeğine yönelik netleştirilememiş bakışların izleri oldugunu düşünüyorum. Ben nefret ediyorum kardeşim. Ve ben rahatım. Çünkü artık ne hissettigimi biliyorum. Artık yoluma devam edebilirim...Çünkü bu konuda makul bir duygum var netleştirdiğim ve artık onu aşabilirim. Nefret duygusuda işlevsel bir şey burada.

Ayrıca Bayke üstat TDK adına da dezenformasyon yapmayalım lütfen. Nefretin hedefinde bir kişi de olabilir bir nesne de bir olay da. Nerden uydurdun abicim nefretin sadece bireylere yönelik olabileceğini. Demek savaşlardan nefret edemeyeceğiz artık. Hırsızlıktan dolandırıcılıktan nefret edemeyeceğiz. E ne yapacağız; hoşlanmayacağız...Kızacağız... Ve mümkünse serzenişte bulunacağız kibarca... Canım ya ne ince yaşıyorsunuz hislerinizi... :D O ünlü türk büyüğünün özdeyişini tekrarlatıyorsun adama zorla; "Hadi lenn..." :D
 
pegacım maalesef eğitim dili ingilizce oldu böyle oldu. fazla kızamıyorum da.
ikinci "hadi lennn" ini acımadı kii...acımadı kiii diyen bi çocuğun sözleri gibi algılıyorum.
lisede türkçe ve edebiyat hocam Oktay Tuncer di. bir kompozisyon ödevimde
"ölümlerden nefret ediyorum" diye yazsaydım garanti çakardım.
bilmeyene öğreteceksin, bildiğini bilmeyene hatırlatacaksın, bilmediğini bilmeyenden kaçacaksın.
ben kaçıyorum. tutmayın allaaşkına :)

yaa aslında bu konu o kadar önemli değil. birisi sakatlıktan nefret ediyorum deyince
"kelimeyi yanlış yerde kullanmış dahi olsa" duygularını ifade etmiş ve biz de anlamış oluyor muyuz? evet oluyoruz.
pega "hadi leeen...!" diye dirsek atınca, topa girmek ve o hala kabul etmese de
topu 90 dan ağlara gömmek farz oldu. ofsayt diyosan hakkı devrime gidelim :)
---------
bak yukarıdaki cevabı hazırlamıştım. bunu yazıp polemiği gereksiz yere uzatmak da vardı ama..
sonra yazını bir daha okudum
egomu yendim ve evet ben biraz haklıyım ama sen benden daha çok haklısın.
saldırmak/savunmak adına türkçeyi kullanmana pok attım ama türkçeyi gerçekden güzel kullanıyorsun.
yiğidi öldür hakkını ver.
dua et altılıda tutturayım :)
 
nefret iyi bir motivasyon aracı olarak doğru 1 tespit, kuyucak gayet net 1 şekilde kızgınlığın, hınç beslemenin insanı karşısında konumlandığı şeye karşı, onu alt edici imkanlara kavuşmasında gerekli koşulları sagladığını, zihin açıcı 1 perspektif ortaya koyduğunu ifade etmiş.

nefret kötüdür algısı, eğitim formasyonumuzdan dolayı zihinlerimizde kökleşmiş olduğundan burada da bariz 1 ön yargı konuyu anlaşılmazlığa sürüklemiş.

nefretin motivasyonu sadece engelliler için mevzu değil, türk filmlerinde sıkça rastlanan "ey istanbul gün gelecek sen benim önümde diz çökeceksin" repliği konuya iyi 1 örnek.

ya da kızı zengine kaptıran oğlanın duyduğu nefretle zenginleşmenin yollarını araması.

eğer 1 insan ezildiğini, horlandığını düşünüyorsa nefret etsin, ya da diğer 1 altarnatif tibette 7 yıl geçirsin.
 
Baben'e özel mesajımdır..

Kuşlar söyledi, bana kırılmışın..

Hep sana Baben Baba diye hitap ettim başlıklarımda..Bu şekilde de devam edecek..Benden çok büyük
olduğundan değildi bu hitap şekli..Sevgi ve saygı karışımı olarak düşün..Seni sitenin bir büyüğü olarak
gördüğüm doğrudur..Büyüklerde hep doğru yolu gösterir..Kendi düşünsel yapılarını ve tecrübelerini
küçüklerine aktarmaya çalışırlar..Doğrusu da budur..Hep çocukların iyiliği, geleceği düşünülür çünkü.

Ancak bazen çocuklarında babalara bir karşı çıkışı olmalıdır..Olmazsa olmaz..Her ailede buna benzer
şeyler yaşanır..Ne çocukların saygısızlığıdır bu..Nede akılsız olduklarının göstergesi..Bırak derler
azıcıkta kendi adımıza tecrübelenelim..Tecrübe, hatalar toplamıysa, bizde hata yapalım..İzin
ver, derler çocuklar..Değneği bırak demem budur..Eli değnekli gördüğümden değil seni..Değnek DOĞRULAR
bile olsa, izin vermek lazım derim, sana göre yanlış olanların tartışılmasına..En doğru yok burada
olamaz da zaten..Olmaması kadar mükemmel bi şeyde olamaz..Mutlak doğru varsa bize düşünmek için bi şey
kalmazdı be Baben..Saygılar....
 
Açıklaman için teşekkürler Kuyucak, :)

Biliyorsun ben forumlarda başlık-maşlık olayını pek takmam.. Yani, illa konuya uygunluğu şart olmalı diye bir öndüşüncem yoktur! Çok kel alâka olursa onları Bülent ayıklar zaten. :D Önemli olan; forumların adam gibi kullanılmaları, bin çiçeğin açması, bin düşüncenin yeşermesi!.. ;)

Sen " kuş kovalar gibi yazı yazanları azarlamaya başladı " deyince tepem attı! :D Çünkü tartıştığım arkadaşlar, burada yıllardır yazıştığım, nazımın geçtiğini bildiğim arkadaşlar.. Yani yeni arkadaşlara, yeni düşüncele bir şey dediğim yok! Sadece "hoş geldiniz" derim onlara. :)

O arkadaşlar da dediklerimi ısrarla yanlış anladıklarından ve direkt isim kullandıklarından "cevap hakkım doğdu"! Cevap vermesem "kaale almıyor" diyecekler.. (Yoksa "illa doğru benim" dediğimden değil!) Sen olsan ne yaparsın? :?

"Mutlak doğru" elbette olmaz! Çok forumda başlığın başıyla sonu arasında "doğru"larımın değiştiği çok olmuştur! Buna "döneklik" ya da "manevra" diyenin alnını karışlarım. :D "Karşındakinin düşüncesinin değişmesini istemiyorsan onunla niye tartışıyorsun" di mi? ;)

Bir de, yakın arkadaşlar iyi bilir; klavyeyi 1,5 parmak kullanırım. :D (sol elimin işaret parmağını 2 yıldır kullanamıyorum pek) O yüzden uzun yazılar yazamıyorum, daha önce yazdıklarımdan kopyala/yapıştır yapmayı mecburen tercih ediyorum.. (1,5 parmağa bu kadar mesaj olursa; 10 parmak kullansaymışım yanmıştınız demek ki.. :twisted: )
 
Sakatlıktan korkmak… insanlar sakat kalmaktan korkarlar. Bunun aksini iddia etmek bana pek gerçekçi gelmedi. sayın Kuyucak aksini iddia etmiş.

İnsan tabiatında acıdan ve sıkıntıdan uzak kalmanın olduğu söylenir. Sakatlık ise yüzyıllardır süren insanlık macerasında acıyı, güçsüzlüğü, yoksulluğu ve ölümü çeşitli biçimlerde anımsatan sembollere ve kelimelere karşılık gelmiştir. Sakat kalmak bir anlamda –TOPLUM BELLEĞİNDE- erken ölümdür. Maddi dünyanın bize duyumsattığı şeylerden uzağa düşmeğe tekabül eder.

Sakatlık aynı ölüm gibi günümüz toplumunda fazla hatırlanmak istenmez. Zira çoğu kimse her an karşılaşabileceği, onunla yüzleşmenin ihtimalinin teknoloji ile yükseldiği bu günlerde bir insan hali olan SAKATLIĞI VE SAKAT KALMA İHTİMALİNİ beynine neon ışıklarıyla ve büyük harflerle yazmak taraftarı değil. Günümüz korkunun değil haz ve keyfin hayali ile var.

Mezarlıkları şehir dışına atıp ölümü unutmaya çalışmamız gibi sakatları da gözden uzak tutmak toplumun işine geliyor. ve sakatlık da mezarlıklarla aynı yönde gönüllü unutkanlığın aleyhine işliyor bence. Dolayısıyla sakatlar insan içine işlemiş bir korkuyu gizliden gizliye tetikliyor. Zira sakatlık ile iktidarsızlık, muktedirsizlik, iğdiş edilme, cinsiyetsizleşme, ölüm, çirkin vd. birçok olumsuz kavram el ele…
Günümüzün geçer akçesi ise bir anlamda GENÇ VE GÜZEL KALMAK.

Bu şiarın aksi ise sakatlık, hastalık, çirkinlik ve ölüm. Merak ve acıma ile ilk gördüğünde sakata bakıyorsa da insanlar aynı ortamda fazla kalmak istemiyorlar. Acıma duygusu, kendine dönük bir korkuya tahvil oluyor, sonunda da reddetme noktalıyor.

Bu anlamda bir sakatın sakatlığından nefret etmesi bu bilinci besliyor. Zira nefret öyle bir duygu ki, üçüncü kişiyi bile sarsıyor ve korkusunun haklılığını hissediyor. Bu duyguyu hisseden kişi yaşadığı sarsıcı ve tetikleyici itki ile bu bilinci zedeleyecek mekanizmaların oluşumunu sıfır noktasından engelliyor.

Nefret bir duygu ve sırf bu yüzden de sübjektif bir alan. Bir kimsenin bir kazadan sonra kolunun kopmasından veya bedeninin felç olmasından nefret etmemesini sağlamak diye bir şey olamaz. Zira sakatlıklar arasında bile bir nefret etme ya da hoşnutsuzluk hiyerarşisi uygulanamaz. Kolu kopan biri, kör olan birinden, ya da sağır olmuş biri belden aşağısı tutmayan birinden sakatlığından daha fazla nefret etmelidir diyemeyiz. Sakatlığın –sonradan vuku bulan sakatlıklar babında- kişide yarattığı travma geçmiş öyküsü ile birebir ilişkilidir. Zira ünlü ve hayatını buna vakfetmiş bir keman virtüözünün bir elinin parmaklarını kaybetmesi onu belden aşağısı felç olan bir muhasebeciden daha fazla etkileyebilir. Yaşanan travma kişiden kişiye değişir. Dolayısıyla ben kimseye niye öyle hissediyorsun diye hesap soramamam fikrindeyim.

Bununla birlikte, insanlığın kültürü ve gelenekleri nasıl hissetmesi; nasıl tepki vermesi gerektiğini söylememiş midir? En temel duygulardan ACI bile insanlık tarafından bazı zaman ve bazı mekanlarda kutsanmamış mıdır? Evet kimsenin ne hissetmesi gerektiğini biz söyleyemeyiz. Ama kültür ve içinde yaşadığımız zaman ve mekanın üstün anlayışı bunu pekala ki söylemekte. Tabi ki bu söylemin MUTLAK olduğunu aksini yaşayanların vaki olmadığını iddia edemem.

Sevgili pegasus aksini iddia etse de sakatlığından şikayetçi olmayan kimselerde –samimi olarak- pekala olabilir. Dedim ya bu sübjektif bir alan. Ya dini arka plan ya da kişiliğin yansıması olarak halinden memnun; memnun olmasa bile fazla da rahatsız olmayan kimseler de olabilir. Kim bilir, sakatlıkla birlikte hayatını yeniden kuran ve bu ikinci hayatının değerini anlayan biri çıkar belki karşımıza. Ne de olsa insanız ve bizleri anlamak pek kolay değil. Ben “yaşamaya bakan” bir ikisini tanıyorum mesela…

Sakatlığından ve sakat olmaktan nefret etmek doğal. Zira sakatlığın yarattığı TRAVMA ve bedeni kullanamamanın getirdiği zorluk az buz değil. Özellikle –toplumun yarattığı somut ve soyut engeller dışında- varoluşsal değerler yüklediğimiz ve önem atfettiğimiz bedensel hareketlerden mahrum kalmak insan ruhunda telafisi güç gedikler açıyor. Ama zaman geliyor; yeni bedenine de alışıyor insan. Zira bu insan denen mahluk bedenini kullandığı mekan ile genişletiyor.

Örneğin kullanamadığı bacaklarına ortezlerini ekliyor; onları bedenleştiriyor. Protezle bir oluyor bir başkası. Tekerlekli sandalyesi bedeninin alt tarafını simgeliyor kimisinin. Uyum sağlıyor sonuçta. Geçmişle hesaplaşmasını erken bitiren veya geçmişin hayaletlerini gerisinde bırakan, hoşnutsuzluğunu sakatlığına yönlendirmiyor. Zira O kendini bu bedeniyle bir kabul ediyor. Bedeniyle mutlu veya bedeniyle keyif alıyor. Sevişmeyi kendince yeniden üretiyor örneğin. Sakatlık onu rahatsız etse de o yoğun duygu NEFRET evine uğramıyor. HOŞNUTSUZLUĞUNU İSE -ONU REDDEDEN SİSTEMDEN- TELAFİ ETMESİNİ TALEP EDİYOR.
 
Saros1 bu tartışmanın ana teması postmodern arzu toplumunun yarattığı sosyo-kültürel atmosferin içeriği ve bu içeriğin bizzat sakatların kendine bakısındaki etkileri değil. Dikkatle incelersen bütün bu sosyalizasyon sürecinin dısında bizzat sakatlık denilen negatif olguya yönelik durusumuzu anlamaya çalısıyoruz. Elbette eski kynikler de olduğu gibi mutluluğunu çektiği çilede bulan insanlar vardır. Aynı şekilde bedeninin bir uzvunu bilerek kesip atan ve bu şekilde mutlu olan psişik sapmalar da vardır. Benim kastettiğim şey aslında dini bir şartlanmışlığın gereği olarak haline şükreden ve yine dini inancı gereği çektiklerinden dolayı ödüllendirileceğini uman kişinin içinde bulunduğu halden mutlu olması değil. Buradaki dini inanç gereği hoşnutluk haliyle aslında konumuzda işlemediğimiz sosyalizasyon sürecinde toplumun sakat bireyin kendisine bakısını negatif şekillendirmesi aynı şey. Her ikisi de kişinin bireysel varoluşuna dışardan yapılan şekillendirmelerle ortaya çıkar. Alın dindar kişinin elinden inancını o kişi sakatlıgından nefret edecektir. Ve alın arzu toplumunun ideolojisini kendi sakatlıgından nefret eden kişi kendi varolusuna cok daha saglıklı bakacaktır.

Kısaca kişinin bedenindeki bir eksikliğe kardeşlik şiirleri dizmesi kültürel şartlanmışlıklar dısında mümkün değildir diyorum. Onda bile içten içe ciddi bir çelişki yaşandıgına inanıyorum.

Sakatlıktan hoşlanmama çerçevesine oturttuğunuz hoşnutsuzluk hali benim kasttettiğim duyguları betimlemiyor. Sakatlık tıpkı bir kanser hastalığı gibi 'nefret edilecek' bir olumsuzluktur diyorum. Bu nefret kişinin kendisine yönelmek zorunda değildir. Zira kişi sakatlıktan ibaret değildir.

Fakat şurası da bir gerçektir ki kişioğlu kendisiyle ilintili ontolojik sorgulamalarını gerçekleştirmemişse kendisine sakatlıgına duydugu nefret üzerinden bakabilme ihtimalini her daim taşıyacaktır. Sanırım bize karşıt fikirleri kökten etkileyen de bu ihtimal oluyor.

Benim söylediklerim aslında özünde sadece bir kaç cümleyle özetlenebilir.

1- toplumsal kültürün yarattığı sakatlık algısından bağımsız bir sakatlık gerçeği vardır.

2- Bu sakatlık gerçeği arzu toplumunun yarattıgı "sağlam, arzulanabilen, süper, estetik" beden imgelerinin dışında kendine içkin bir çaresizlik, olumsuzluk, eksiklik içermektedir.

3- Bu eksiklikler hoşlanılacak, takdir edilecek, benimsenip kardeşlik şiirleri yazılacak şeyler değildir.

4- Aksine bu eksiklikler toplumun yarattıklarından bağımsız olarak meydana getirdikleri olumsuzluklar nedeniyle nefret duygusuyla tanımlanabilecek bir duygusal yaklaşımı ortaya çıkarırlar.

5- Ancak İnsan dediğiniz mevhum salt sakat uzvuyla ve o uzvun beraberinde getirdigi olumsuzluklarla açıklanabilecek kadar basit bir fenomen değildir. Ve bu yüzden sakatlıgından veya sakatlıgıyla olan olumsuz ilişkisinden çok daha fazla bir şeyden bahsediyoruz.

6- Nefret kelimesinin farklı kullanım alanları yoluyla zihinlerde meydana geirdiği sembolik çağrışımlar nedeniyle bu ilişkiyi tanımlamakta ihtiyatlı davranılmasını anlayabiliyorum. Buna rağmen biz o sembolik çağrısımlardan bağımsız olarak bedenimizdeki sakatlık halinden nefret ediyoruz. Ancak bu nefretlik hali içerdiği sembolik çağrışım potansiyelinin iddia edebileceği gibi bizim hayatımızı psikotik bir sürece çevirmiyor.

7- Sakatlığın nefret edilecek bir olumsuzluk ve kendiliğimizin çok daha fazla bir şey olduğunun farkına vardığımız anda hayatın dolu dolu solunmasından başka bir seçenek olmadığı görüldüğünden eleştirilerde iddia edilen nevrotik ya da psikotik sorunların hiç ama hiçbirisi bizim diyarlarda hayat bulamaktadır. Aksine bu tartışmada sakatlığıyla olan ilişkisini nefret düzleminde tanımlayanların son derece mutlu, psişik yönden sağlıklı, hayatlarında başarılı insanlar olduğu görülebilecektir.

İşin özeti budur...
 
Çok garip bir şekilde bu konu da hani Nasreddin Hocanın "sen de haklısın "fıkrası var ya öyle bir şey hissediyorum yazılanları okuduğum zaman.

Çoğunluk olarak saros 1 e katıldığımı ilave etmeliyim ama. :D

Evet, sakatlık hoşlanılabilecek bir olgu değil. Ancak yaşam devam ediyor, ne yaparsak yapalım yaşamı sürdürebilmek adına var olan koşullara uyum sağlama konusunda insanoğlu kadar yetenekli bir başka canlı görmüyorum.

Var olan koşula adapte olmanın yolları var olan insan sayısıyla değişkendir diyebilirim, çok uçuk gibi gelse de bu cümle.

Sevgili saros 1 in bir cümlesinde bir yer son derece hoşuma gitti. Diyor ki saros arkadaşımız;

Sevişmeyi kendince yeniden üretiyor örneğin. Sakatlık onu rahatsız etse de o yoğun duygu NEFRET evine uğramıyor.

Ne güzel, var olan duruma uygun yeni bir şey üretebilmek insanoğlunun doğasında var. Buraya kadar evet, ama sevgili saros, son cümleyle kendine ait bir düşünceyi de doğru gibi göstermeye kalkışman biraz bana yanlış geldi.

Nefret duygusu uğrayabilir de.Bunu bilemiyoruz. Sen de ,onda, bunda sana göre nefret duygusu uğramıyordur, ama şunda uğrayabilir. Bunun kesinliği yok.

Pegasus u da çok iyi anladığımı söyleyebilirim.Katıldığım noktalarda var pegasus a. Nefret duygusunun açılımı çok daha farklı ele alınabilir. Ama bilinen anlamda bir an için adapte olmuş olsak bile sakatlık nedeniyle yapılamayan herhangi bir eylemden nefret duymak ta son derece doğaldır. Sanırım bunu en fazla sonradan sakat kalan arkadaşlarımızda göreceğiz. Yaşama bu şekilde adım atanlarla sonradan sakat kalanları aynı terazi de tartmak bana yanlış geliyor.

Pesasus kendi düşüncelerini son derece güzel bir ifadeyle ortaya koyarken son cümlesine onunda takılıyorum açıkcası.

Son cümle sendromu diye bir şey yoksa bile şu andan itibaren benimle var oldu
:D

diyor ki pegasus;

Sakatlığın nefret edilecek bir olumsuzluk ve kendiliğimizin çok daha fazla bir şey olduğunun farkına vardığımız anda hayatın dolu dolu solunmasından başka bir seçenek olmadığı görüldüğünden eleştirilerde iddia edilen nevrotik ya da psikotik sorunların hiç ama hiçbirisi bizim diyarlarda hayat bulamaktadır.

Süper, olağanüstü bir irade ve düşünüş şekli diyorum buna ve alkışlıyorum ama hemen ekliyorum "senin için canımcım, biz de diye genelleştiremezsin bunu da, senin diyarına uğramamış olabilir, ama uğradığı diyarlar vardır elbette"(Dediğin gibi uğramaması gerektiğini tüm yüreğiyle bilir ve hatta hisseder ama yapamayabilir)

Öz olarak en başta söylediğim gibi bu konu da kimseye ellememek ve herkesin kendi gerçeğini yaşamasına izin vermek en doğru olandır diye düşünüyorum. Ancak itiraf edeyim ki bana göre şu ana kadar yaptığımız en gerekli tartışma bu oldu.
 
pegasus'dan Alıntı:
Sakatlığın nefret edilecek bir olumsuzluk ve kendiliğimizin çok daha fazla bir şey olduğunun farkına vardığımız anda hayatın dolu dolu solunmasından başka bir seçenek olmadığı görüldüğünden eleştirilerde iddia edilen nevrotik ya da psikotik sorunların hiç ama hiçbirisi bizim diyarlarda hayat bulamaktadır.
yafu benim pegasus'un bazı cümlelerini anlayamamak gibi bi maluliyetim var. acaba bu cümlesinde pegasus;
"sakatlık nefret edilecek bir olumsuzluk değildir. Kendi varlığımız ve kişiliğimizin farkında olmak -sakatlığımızdan- çok daha önemlidir. bunu kavradığımız anda, önümüzde, hayatı dolu dolu yaşamaktan başka bir seçenek bulunmadığını görerek bunalımlara kapılıp triplere girmeyiz, hayatı kendimize zehir etmeyiz" mi demek istiyor acaba.
eğer bunu demek istemişse benim uzun yıllar çabalayarak ulaştığım fenafillah mertebesini tabletler halinde satışa da sunmuş demektir, lakin bu ilaç kutusunun kapağını açmak zor ve prospektüsü de karmaşık hatta karma karışık. halbuki site üyelerinin bir çoğunun bu semptomatik iyileştiriciye ihtiyacı var. (acaba yukarılarda bi yerlerde kullandığım "çok" kelimesini silsem mi ki :wink: )
 
İYİ GEYİK DÖNÜYOR... :D
yazdıklarınızdan bişey anlamıyorum.
 
insanın kendiyle barışık olması lazım

toplumda engelliye bazen eski amerikadaki gibi zenci mağmelesi yapıldığına inanıyorum. çünkü öyle şeylere şahit oluyorum; engelli kendi ailesi içinde bile dışlanıyor çocuk mağmelesi görüyor kocaman aklı başında insan olduğu halde.
bizi engellimizle değerlendiriyorlar. buna çok şahit oldum. ablayken abla yerine konulmuyorsun yapacağınız işi yapamazsın diye engeliyorlar. yaptığınızda da seslerini çıkaramıyorlar.
bunları kaldıra bilmemiz için insanın kendiyle barışık kendine güvenmesi lazım diyorum ben
 
sahsen ben baykenın ulastıgı fenafıllah mertebesının altı ne olursa ona ulasmak bısıler ogrenmek ıcın okuyorum sıtedekı yazılarını
peganın ılacı patentını alınca haber versınde sıtece kullanalım :wink:
 
sevgili shukufe benim daha anlaşılır bir dille açıkladığımı sandığım pegasus'un cümlesi gerçekten her engellinin amentüsü olması gereken bir sentez. o yüzden ilaça benzettim. kapak ve prespektüs benzetmem ise pegasus'un kullandığı dilin karmaşıklığına bir serzenişti. :wink:
 
aynen anladım oyle yazdıgınızıda ben anlatamadım galıba cunku anlatmam yetersız
benım sagır olmam o kadar nefretlık olmasada hıslerımı kendımce anlattım dıyım sız devam edın bızde zevkle okuyalım
 
Neyden nefret edeceğiz anlamadım...Hayatı olduğu gibi kabul edersin ,sakat olduğun için ne şükür edip bir kenara oturursun,ne de nefret edersin.Annem sık sık ''olan ile ölen in önüne geçilmez ''der.Bir şeyi olduğu gibi kabul edip ,yoluna devam ediyorsak nefret etmek içinde bir nedenimiz kalmaz.
Burada bazılarınız nefretle yaşanabilir demiş,fakat nefretle geçen bir zamanı ne kadar yaşadım diyebiliriz ki?
 
bencede nefret yanlış.
bence mümkün olduğunca engelimizi hayatımızın odak noktası yapmadan yaşamalıyız.
 
statik/dinamik

Sizce sakatlığınızla barışık olmak, önünüze çıkan/çıkartılan engelleri doğallaştırmak/içselleştirmek ya da sınırlarınızı daraltmak sonucunu doğurabilir mi?
Hayır.sakatlığımla barışık olmam yaşama isteğimi artırır.Kendimi hayata dahil eder ve beni sınırlandıracak şeyleri önlerim,tedbir alırım.El atabildiğim kadar olaylara kendimi dahil ederim.95’ten önce böyle değildim.Kendimi her şeyden ,herkesten soyutlamıştım.Ev-okul arasında mekik dokuyarak geçirdim onca yılı.Yaz tatillerinde bunalıma girerdim.Çünkü hayarım okula gitmekten ibaretti.O zaman sakatlığımı bırak kabullenmeyi farkedemiyordum bile.

Sınırlara karşı hoşnutsuz olmak, hatta o sınırlara karşı (bu sınırlara sebep veya alet olan sakatlığa karşı da) nefret duygusu beslemek, o sınırları zorlamak için bir potansiyel oluşturur mu?
Evet
Süt güğümüne atılan kurbağanın sürekli hareket ederek ,süt yüzeyinde oluşturduğu kaymak tabakasıyla hayatta kalması gibi sınırlarımı zorluyorum.

Adına ister hoşnutsuzluk ister nefret diyelim,kişinin birşeylerden rahatsız olması,değişime ve gelişmeye açık olduğuna karinedir.İnsan bazen olumsuz şeylerden bazen de olumlu şeylerden nefret eder,kaos olsun ister,kaos hayatla kurduğumuz bağ sayısını artırır.Kaosta,streste kendini savunma mekanizması,yaşama 4 elle sarılma mekanızması üretirsin.Vital gereksinimleri idame etmede dinanizm sağlar,moment ,mukavemet geliştirir…Sakatlığımdan nefret ediyorum.(engel ve özürlü kelimelerini ,palyançoya kullanılan renkli boyalara benzetiyorum)Yapamadığım şeyleri yapamamktan,insanlardan yardım istemekten,insanlara minnattar olmaktan ,topluma moral makinesi olmaktan(bana bakıp hallerine şükrediyorlamış),dışarıda o kadar susuzluk hissederken o lanet pet şişeyi açamaktan nefret ediyorum………….vs.Hep görmeye odaklanmışız ya,görme kardeşim düşün,beyin denilen organını çalıştır.Kimsenin duygularına ket vuramayız,bu nedenden karşımdaki bana üzüldüğünde ,izin veriyorum,üzülsün,etkilensin,onun en doğal özgürlüğü…Şahsiyetler bırakıyorum kendi yardım etme yeteneklerini hissetsin,ispatlasın,bu onların en doğal özğürlüğü…
Yaşamak denilen kimyasal tepkimenin katalizörü nefret,kaos,hoşnutsuzluk,olumlu duygular olabilir.Ama tepkimeden çıkan madde herkeste birdir HAYATA TAHAMMÜL…Sakatlıkla yaşamak zor gelse de,yaşayacak bir nedenin olmasa da tahammül et hayata!

Geçen bir arkadaşım, maratonda bir kişinin tekerlekli iskemlesini ,hızlansın diye aniden itnesiyle düşürmüş,kolu kırılmış.Bir de sandalyeye yardım edeyim diye düşünürken kişi zararda verebiliyor.Ben yapabileceğim bir şey olursa kişi yardım teklif ederse duymuyorum,bazen de sağol ben hallederim diyorum.Toplumda şöyle yanlış bir kanı var,karşındakine yardım edersen ona istediğin gibi davranabilirsin,onu aşağılayabilirsin.

Hasan abi o herifi dövmek için kendini yorma ,enerji israfı yapma,ver parayı dövdür başkalarına.(benim bazen böyle düşüncelerim olur,dayak gerekiyorsa,vereceksin biraz para dövdüreceksin,şiddete karşıyım ama kişi ondan anlıyorsa neden olmasın ki)

Hayat denilen denizde yalpalansak ta,nefretlerimiz olsa da bir şekilde gemiyi taşıyoruz.Rotalarımız farklı olsa da ,biz kaptanlar geminin hızını ayarlamak ve yolu bitirmek için bazı etkenlerden güç alırız.Bazıları yol arkadaşı bulur,bazıları duygularını yol arkadaşı yapar(nefrette dahil buna).Hedefimize ,vuslatımıza ulaşana kadar yolumuzda neler olduğunu herkes kendi bakıp görecek.

Hasan abi beklide sen o herife duyduğun öfkeyle hayata daha da çok şey katmak isteyeceksin,daha çok yaşamak isteyeceksin.Neden olmasın ki?

Sakatlığımın ve nefret düşüncemin kişiliğimi etkilediğine inanmıyorum.Arada bırakın çizgiyi ÇİN SEDDİ var.

Hayat önüme hep köpek balıklarını,fırtınalarını çıkarsan da sana tahammül etmeyi seviyorum,bu olumsuzlukların bana direnme gücü veriyor.



Ya da şöyle sorarsak: Sakatlık kavramı ile (tüm bedensel ve toplumsal kurgularıyla birlikte) sorunu olmak, varolan ve eleştirilen kabulleri sarsmak, değişim ve dönüşümü yaratmak için bir fişek ateşliyor olabilir mi?
Yani önyargıları yıkmak,bir değişim/dönüşümü yaratmak için deli fişek ateşler hem de.Önyargıları yıkmak içinde gerçekçi olmaktan,kendimizi tanımaktan başlamalıyız.
 
Dün Cevahirdeydim.
Ramazan nedeniyle çaldıkları tasavvuf müziği bir süre sonra tahammül edilmez oluyor.
Bir arkadaşımla buluşacağım ve trafik iftar saatinde tamamen açık olduğundan çok erken bir saatte gelmişim.
Vakit geçirmek için bir kitapçıya giriyorum.
Kitaplar cazibeli kızlar gibi göz kırpıyor.
Yanlış bildiklerimiz diye bir kitap ilgimi çekiyor
İçinde neler yok ki.
Telefonu Graham Bell bulmamış mesela. Adam düpedüz hırsızmış. Telefonu ondan beş yıl önce bulan birisi parasızlıktan patent ücretini ödemeyince yolladıgı eskizler Bizim Grahamın eline geçiyor. İlginç bilgiler.
Tıpkı ampulu Edison un bulmadığı gibi.
Dünyanın en büyük canlısı Mavi balina değil bir mantar türüymüş.
Zaten 2700 adet insan kütlesine sahip mavi balinanın boğazından ancak bir greyfurt gecebilirmiş...

Neyse işte böyle bilgilerle dolu yüzlerce ayrıntının anlatıldığı kitaba dalmışken yanımdan bir tekerlekli sandalye geçti.
Otuzlarında bir kadın. Suratında o bildik "ben önemliyim" ifadesiyle altının neyle doldurulduğunu merak ettiren abartılı özgüvenini takınmış geçiyor.
Nedense bir sakat bir sakatı görünce ilgilenmesi gerekirmiş gibi selam vermemesini garipsiyorum. Hatta gıcık oluyorum kadına.
Sonra aynı şeyi kendimin de yaptıgım geliyor aklıma.
Bir yerde bir sakat gördüğümde sırf sakat diye ne selam veririm ne de ilgilenirim. Sonra kızdıgım için kendime kızıyorum. Çünkü muhtemelen selam verse bu seferde selam verdiği için sinir olacağım...
Kitabıma dönüyorum.

Aradan bir süre geçiyor ve ben para vermeden kitabın neredeyse önemli, tüm başlıklarını okuyorum. 15 ytl kardayım :)

Derken arkadaşımla buluşmak için kitapçıdan çıkıyor ve sözleştiğimiz yere doğru yöneliyorum.

Aniden -adı önemli değil- eskiden tanıdıgım bir sakat arkadası görüyorum. Çoktandır görmediğim bu şahısla da konuşmaya pek hevesli değilim. Hiçbir samimiyetimiz yok. İçimden ulan ne konuşacam ben bununla keşke gormeseydi beni diyorum. Çünkü bu arkadaşımızın alameti farikası gereksiz konusmalarıydı bana gore... Kas hastası, durumu oldukça vahim...

Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor.

-O bülent naber ya neyliyon burda
-iyi valla bir arkadaşla bulusacam da ona yetişmem gerek
-ya dur iki dk konusalım.
-fazla vaktim yok ama
-Tamam tama nasılsın ya neler yapıyosun.
-Ne olsun işte ugrasıyoruz sen nasılsın
- Valla calısıyom bülent bu gördüğün akülü snadalyede işte bişeyler satıyorum. Günde elli ytl falan kazanıyom
-Oo süper zenginsin yani
Yok be ne zengini kısın calısamıyom. Hem arabam sürekli bozuluyor. Aküsü fazla dayanmıyor. Daha yeni iki milyara yakın masraf ettim. bir adam var. Kızı universiteyi kazanmıs diye sandalyesini satacakmıs. Onu almak istiyom. Cok iyi bi akulu o. Rahat ederim alabilirsem. ama evdekilerden korkuyom boyle cok para harcarsam. Hayat zor be bülent. Canım cok sıkılıyor.

Bu arada ben onu dikkatle inceliyorum. Bir elini hiç kullanamadıgı için bir kemerle düşmesin diye baglanmıs. Hafiften kokuyor. Ona aksama dek tuvalet ihtiyacını nasıl giderdigini soruyorum. ellerinden birini sadece bilek hizasından joystigi kullanmak için hareket ettirmenin dısında kaslarını kullanamadıgı için tek basına bu ihtiyacını gormesi imkansız. Bunca yıldır defalarca duymama ragmen "bezliyim" cevabı bir garip geliyor bana. "Bezlenmek" kelimesi içimde acaip fırtınalar koparıyor. İçimden bir insan boyle bir duruma düşünce neden sakatlıktan nefret etmesin ki diye konusuyorum. Kendimi onun yerine koydukça öfkem artıyor. Korkunc bir şeymiş gibi geliyor. Dediklerini duyabilmek için yanına yaklastıgımda kesif kokuyla rahatsız olup geriye cekiliyorum. Karsımda gercekten durumu içler acısı bir insan var diye düşünüyorum.

Konusmaya devam ediyor;

-Bülent hyat cok zor. Bazen haddimi bilmiyorum. Allaha isyan gibi diyorum ki niye boyleyim ben. Bak kızları görüyorum. Çok güzeller, üzülüyorum. Benim hiç kız arkadasım olmadı. Zaten beni netsin kızlar. Benim altımı temizlemesi gerekir. Niye yapsın bunu. ama insan üzülünce allaha isyan etmemesi lazım demi. Sen de etmiyon demi bülent. (Susuyorum ne diyeyim bu soruya) Bülent çok üzülüyorum evlenmek istiyorum. ama kimse beni begenmiyor.

İçimden "ya olm sen de hiç mi beyin yok. Netsinler seni" demek geçiyor. ama hemen aslında benim durumum ondan iyi olsa da kendimin de bir engelli oldugumu ve saglıklı bir insanın ben benzer bir söz söyledigimde aynı seyleri benim için düşünebileceği geliyor aklıma. Ve birden sakatlık derecesi, sosyal vb bir cok yonden ondan cok daha ileride de olsam kendimi onunla benzer bir kulvara koyuyorum. Canım sıkılıyor mu. Hemde nasıl... sonra kendime olm senin cıktıgın kızlarla sağlam arkadaşların bile çıkamıyor falan diyerek kendimi avutmaya calısıyorum. Ama moral bozuldu surlarda gedik açıldı bir kere...

Devam ediyor usak

Ya bülent nasıl diim hani biz de insanız ya. Ben cinselli,k yasamak istiyorum. hiç yasamadım. Parayla yapacam emme allahtan korkuyorum. Korkma yap diyorum araya girip. Olurmu cehennem var bülent. Öteki dunyada nasıl hesap veririm diyor. Olm korkma allah affeder diyorum. Ya yapamam ben yanarım orda hesap veremem diyor. Üstelemiyorum.

Bülent ben allahtan cok korkuyorum. ama bazen soruyorum niye beni boyle yarattın diye. Ben bu güzel kızları gordukçe çok üzülüyorum. Neden benim bir evim eşim cocugum yok diyorum. sonra da kızıyorum kendime. Ben kimim ki allahın verdiğklerini begenmiyorum. ama biliyo musun keske kor olsaydım bülent Onalar kimseye muhtac degiller. Çocukları oluyor evleniyorlar. Beni kim netsin kim evlensin benimle. Param da yok gecim sıkıntısı var. Ben allahtan korkuyorum bülent. ama çok üzülüyorum ya neden ben boyleyim.

İçim daralıyor. sorduklarına verecek tek bir cevabım yok. Oradan hzıla uzaklasmaktan baska bir şey düşünemiyorum. Sonra bir den söylediklerinin aslında insanlıgın en temel tartısmalarının özeti oldugunu farkediyorum. Çok basit ifadelere sıkıstırılan anlam aslında felsefenin süslü pullu tumturaklı ifadeleriyle milyonlarca kitaplara sıgdırılmış fikirlerin ozeti aslında. O konustukça ben onun yasamıni kendi varolusunun karsısında inancla nasıl avundugunu görüyorum. Avundugu imani degerlerle dunyanın gercekleri karsısında kurmaya calıstıgı denge o denli kaypak ki bir türlü beceremiyor ve bu dengeyi kurmaya calısmaktan ibaret bir hikayesi var. Aslında onca felsefenin özü de bu işte. İnsan içinde bulundugu gerçektler karsısında kendi varolusunu bir dengede tutmaya calısıyor, dinlerle, işle, ideolojilerle, aşkla ya da insanı hayata baglayan her ne anlamlı sey varsa. Onun korkuları da aslında özünde tamamen aynı. Sadece o cok süslü anlatamıyor varoluş sancılarını.

Onu dinlemeye devam ediyorum. Sitede bütün kızlara nasıl asıldıgını. Kimsenin ona yüz vermedigini. Konustugu kızların gibdip baska engellilerle cıktıgını. Çok üzüldügünü söylüyor gülümseyerek. Bu gülümsemeden gözlerinde eser yok ama. Kabus gibi konusuyor. İnsan duyarlılıgının tüm sinir uclarına dokunuyor sözleri.

O konusurken ona acııyor, kzıyor, sinir oluyor, üzülüyor, iğreniyor, gülüyor, şaşırıyor bilimum ne kadar duygu arsa girip cıkıyorum.

Devam ediyor makineli tüfek gibi. Beni yakalamısken ve gitmeden hayatına dair ne kadar acı keder varsa ruhuma doldurup rahatlamak ister gibi konusuyor.

-Bülent kendime cok kızıyorum ibadet etmedigim için. allahın bana verdikleri için ibadet etmemiz lazım degil mi ama yapmıyorum. Kendime üzülüyom boyle yapınca ama işte kotuyum. Ya bülen ben evlenebilir miyim sence, beni de sever mi birileri? Senin kız arkadasın var mı bülent. He var diyorum. İyi e cünkü sen güzel konusuyon. Agzın laf yapıyor. Çok okuyon demi bir de. İşte bak ben onu yapmıyom.Hemen sıkılıyom.Kızlar bilgili erkekleri severler. Ama ben ilkokulu bitirdim daha gitmedim. Kitap da okumuyom. Netsin kızlar beni.

Agzım acık dinliyorum.Konudan konuya atlıyor.Sözlerini düşünürken o bambaşka bir konuya geciyor. bir yandan allahtan korkusunu ote yandan kadınlara olan korkunç açlıgını paylaşıyor. Kendi gerceginin de farkında. Arzuları ve gercekleri arasında korkunç bir çığğlıktan ibaret olan bu adam cevabı allaha sıgınarak arıyor ama orda bile huzuru bulamıyor. sıgındıgı hiçbir mistik liman bir sevgilisinin olmamasının verdigi sancıyı gideremiyor gibi.

-bülent en son bi kızla tanıstım internette. Güzel konusuyorduk ama beni begenmedi. beni cahil buldu. bir de agır sakatım ya ben istemedi. Haklı olabilir netsin beni.Benim altımı neden temizlesin.

-Ben korkuyorum bülent.Ya anam olurse bana kim bakacak. bir karım olsa o belki bana bakardı.

Ulan diyorum içimden her,f kendini baktırmak için istiyormus bir sevgiliyi. sinirleniyorum içten içe. Yok sana sevgili mevgili diyorum içimden. Sevgi arayısında bile bir cıkar var lan manyak diyorum. Sonra yine empati yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Onun kadar agır durumda olsam ne halt ederdim diye. Neyseki cevabımda oyle bir durumda olsam asla bir ikinci kişiyi trajedime ortak etmezdim diyorum. ama o da rahat ettirmiyor beni. O zaman şimdi de engellisin lan ne diye kızlara sarkıyorsun diyorum. Ama ben kimseye muhtac degilim ki diye itiraz ediyor içimden bir ses. Her işimi kendim gorurum. Kimsenin yardımına bir basamak cıkmayacaksam ihtiyacım yok. Olsun diyor içimdeki ses. Yqardım istemesen bile yapamadıkların var. Sen birlikte oldugun kıza sadece yapabildiklerin uzerinden degil yapamadıkların uzerinden de bakmalısın. Mesela hasta olsa ona yardım edemezsin. Mesela... düşünüyorum aklıma bir şey gelmiyor baska. ama nedense kendimi suclu gibi hissediyorum. İlla onunla ortak bir yanım oldugunu kabul etmem gerekir gibi. Basım agrıyor sinirden. Cıkamıyorum işin içinden. Ve o konusmaya devam ediyor...

Bülent ben siteye kız bulmak için giriyom. Yazıları okumuyom. Okusam ben de oyle seyler yazsam kızlar ilgilenir mi benle?

İlgilenir tabi diyorum. Sosyal konulara odaklan. Hayat sadece karı kız degil olm...

İçimden hastir lan diyorum kendime. Kız meselesini halledememiş bir iç dunyada hangi sosyal konu tutunabilir ki. Bir engelli kız ya da erkek karsı cinsle olan sorunlarını bir standarda baglayamamıssa onun sosyal konulara ilgisi nereye kadar olacak? Bir kızla ilişkisi olmayan bir adam içinde bulundugumuz toplum sürekli cinselliği aşkı sevgiyi vb ekonomik nedenlerden oturu topluma zerkettikçe zerkederken bu cocuk nasıl baska seylerle ilgilensin. Önerimin zayıflıgının farkındayım ama laf olsun torba dolsun...


İnsan zihni aslında özünde iki temel soru sorar; Nasıl ve Niçin... bu cocugun sorgulamaları da bu iki sorudan ibaretti. Nasıl daha iyi olurum ve niçin böyleyim. Nasıl sorusuna verdiği cevap bir kız bulmak seklinde. Nasıl düzelecek hayatı? bir kız bulacak o onun altını temizlyecek, ona bakacak, ihtiyac duydugu sevgi dolu sözleri ona söyleyecek ve o da dunya gozuyle mutlu mesut yasayacak kalan omrunce.. Öte yandan insan niçin sorusunu da sormadan edemiyor. Niçin böyleyim diyor.Cevabını da veriyor. Allah boyle istemiş. Ben kimim ki itiraz edecem. O niçin sorusunun alanına girince maddi olgulardan cıkar insan. Metafizik boyuta girer. Oda orda cevabı bulmus. Allah diyor beni deniyor bülent. Mükafatını alacam ben. Suratında memnuniyetsiz bir ifade gelip geciyor bunu soylerken. Sanki daha once bunu kendi kendine soylediginde yine kendine itiraz etmiş gibi...

Haklısın diyorum. Ama sen bence oku biraz daha. Kzılarla illa cinselliği düsünme. Sen sakatlıgından ibaret degilsin en basta. Benim sıkca soyledigim bu soz onun benliğinde anlamsızlasıyor. Çünkü anlıyorum ki bazılarımız aslında sadece sakatlıgından ibaret. Onu sakatlıgının dısında anabilecegim hiçbir ozelligi niteliği yok çünkü. Faşistçe bir yaklasım mı oldu bu?


İyice gönül bulantısına sokuyor beni. Ben geç kaldım diyorum. sitede kızlara assılma sakın diyorum. Kendine iyi bak. Haline cok fazla takılma! Senin de basaracak seeylerin var bu hayatta. Kitap oku biraz, alısmaya calıskendini geliştir. bak oz aman daha cok arkadasın olacak diyorum.

Dediklerimin hiçbirine kendim de inanmıyorum.

Sakatlıktan nefret etmeye gerek yok diyenler geliyor aklıma.

Gülüyorum...
 
Pegasus birader çok güzel yazmış.Ben konuya sadece kendi yönümden bakarak yazmışım(amma bencillik),ama sakatlık kavramına genel olarak baktığımızda gerçektende sonsuz nefret edilecek bir durum .Pegasus un anlattığı kimse gibi arkadaşları bir çoğumuz görmüştür zaten .İnsan ne diyeceğini şaşırır kalır onu beylik sözlerle avutmakmı yada gerçeği kafasına vurmak mı daha doğrudur karar veremez...Ve hala da böyle bir durumda ne cevap vereceğimi bilemem...
Eline sağlık Pegasus bu konu ancak bu kadar anlatılabilirdi..
 
Yine ben :D

Bu başlığın konusu sadece sakatlıktan "HOŞNUTSUZLUK VE NEFRET DUYGUSU" değil ki.. Bir de o duygunun "YAŞAMA GETİRDİĞİ DİNAMİZM" var..

Yani bir DÖNÜŞÜM işlemi var..

Kuyucak, üniversite eğitiminden sonra o nefreti olumlu bir dinamizme dönüştürmeyi başarmış!

Ha keza bayke öyle, sen öyle Pegacım.. (Gerçi sen daha yenisin ;) ) Oturanboğa öyle.. Nefretini bi şekilde dinamizme dönüştürmüş bu siteyi oluşturmuş..

Beethoven, Paganini hatta Stephen Hawking vb. vb hep öyle..

Ama bunların bir ortak paydası var: ben "donanımlı olmak" dedim, bayke "fiziksel/zihinsel yeterlilik" demiş, yeterli ve kaliteli EĞİTİM!! Buradaki anahtar kelime de bu! ;)


Şimdi gelelim sözünü ettiğin arkadaşa: İlkokul mezunu, kendini ayrıca YETİŞTİRMEMİŞ, kitap ve uzun yazılar OKUMUYOR ve forumlara yaz(a)mıyor!

Bu arkadaş, kendi sakatlığından NEFRET ettiğinde onu OLUMLU BİR DİNAMİZME DÖNÜŞTÜRMEYİ nasıl becerecek? Hangi donanımıyla, hangi eğitimiyle yapacak bunu?.. :?:


Sen yukarda "savaşlardan nefret etmek"ten bahsetmişsin ya.. E.. savaşlar da NEFRET'ten doğmuyor mu? Daha doğrusu iki ya da daha çok ulusun, yeterli donanımı olmayan bireylerini; birilerinin gaza getirmesiyle, o nefret duygusunu OLUMSUZ BİR DİNAMİZME dönüştürerek birbirlerini kırması değil midir savaşların nefret ettiğimiz türü?

Savaşları bırak; 30 yıl öncesinin Maraş'ı, Çorum'u 15 yıl öncesinin Sivas/Madımak Otel'i, hatta daha dün yıldönümü olan 11 Eylül olaylarının temelinde hep bu nefret duygusunun cahillikle birleştiğinde ortaya çıkardığı OLUMSUZ DİNAMİZM yok mudur?


Şimdi tekrar dönelim arkadaşına.. De bakayum.. :D Bu arkadaşa "sen sakatlığından nefret et" dediğimiz zaman, bu nefretin yaşama getireceği(dönüştürüleceği) dinamizm nası bi dinamizm olacaktır? Olumlu mu, olumsuz mu? :roll:

Arkadaşlar, gülümsemeniz eksik olmasın yüzünüzden, ama o işlemi yaparken çok yönlü ve analitik düşünmeyi de becerin, lütfen! ;)
 
metamorfoz

Dinamik;


1 . Hareketli, her an değişebilen, duruk karşıtı.
2 . isim, fizik Mekaniğin kuvvet, hareket, enerji arasındaki ilişkilerini inceleyen dalı, devim bilimi.
3 . felsefe Devimsel.
4 . mecaz Canlı, etkin, hareketli:
"Önce bir şey kotarmak, sonra bunun üzerine konuşulanlara kulak vermek, düzeltmek, daha olumlu, daha dinamik, daha sağlıklı bir yoldur kanısındayım."- H. Taner.


Yaşama getirdiği dinamizm deyince , yaşama getirdiği coşku,hareket anlaşılıyor.Statiğin antagonisti…Pozitif anlamda yani dinamik kelimesi.

DÖnÜŞÜM deyince Kafka'nın "Metamorfoz"unu anımsadım.Orada bir yabancılaşma var,ama bizim bahsettiğimiz kendimize dönme,özümüze dönme,can olduğumuzu hissetme.

Hoşnutsuzluk ve nefret (ilki biraz daha cici,ikincisi kaka) insanı rutinlikten,monotonluktan,o penceresinde menekşe olan pancerelerin,sony bilmem kaç ekran plazma tvlerin,lg monitörlerin ardından kafanı kaldırıp merhaba hayat,bende sana müdahilim der vaziyete getirerek dinamizm başlar.Ama yok kişiler ben apartmanın bilmem kaçıncı katında sandalyemde mutlu mesudum,kimseyle işim olmaz,kendimi değiştiremem ben böyleyim,görüyorsun işte imkanlar bu kadar derse,demeye devam etsinler,sakatlıklarını sevsinler,hatta süsleyip püsleyip müzeye koysunlar.
Psikolojik rahatsızlıkların nedenlerinden biride kişinin değişime kapalı olmasıdır.Değişim olduğu yerde dönüşüm başlar.Bilimsel buluşlarda hep bundan orjinlenmedi mi?Onlarda rahat rahat köşelerinde oturmayı bilirlerdi,bir şeylerin sancısını çektiler.
Bahsi geçen arkadaş istese,azmetse dışardan okuyup ,üniversite mezunu bile olabilir.İlkokul mezunu olan sakatların,sakatlıklarından nefret etmeleri yaşama dinamizm katamaz mı?O zaman bütün ilkokul mezunları intahar etmeli:);,nasıl olsa yaşama coşkuları yok,istekleri yok,belki de tahammüllerei de yok yaşamaya.(işte bu en kötüsü)

Herkesin yaşama coşkusunu,azmini,isteğini uyandıran,artıran gayeleri var.Sakatlıktan nefret etmek yaşamaktan nefret etmek anlamına gelmiyor,öyle olsaydı sakatlıklarından nefret eden arkadaşlar burada olmazdı,amaaaaaaaan bana ne der,otururdu,burada bu konuları paylaşıyor olmazdık.
Her ne kadar sakat birey sakatlığından nefret ettiğini,hoşuna gitmediğini dile getirmese de realite kendini göndere çekmiştir.
İşte savaşların çıkma nedeni de nefret olduğu için,biz de sakatlığımızdan nefret ederek,yapamadığımız şeylere savaş açıyoruz.Sakatlığımız olsa da yaşamda kendimize yeni bir çığır açıyoruz,yeni denklem oluşturuyoruz.
Beethoven, Paganini hatta Stephen Hawking vb. bu heriflerin ortak paydası beyin gyrus’larının(cevizdeki girinti çıkıntıları düşünün), topografilerinin ve IQ’larının birbirine yakın olmasıydı.(buna deliliği de dahil ediyorum,her dahide birazcık delilik vardır,öyle olmasa çılgınlar gibi usanmadan,bıkmadan tüm olumsuzluklara rağmen çalışmalarına devam etmezlerdi)sonra diğer parametreler donanım,fiziksel/zihinsel yeterlilik diye listeyi sıralarız.



Savaşları bırak; 30 yıl öncesinin Maraş'ı, Çorum'u 15 yıl öncesinin Sivas/Madımak Otel'i, hatta daha dün yıldönümü olan 11 Eylül olaylarının temelinde hep bu nefret duygusunun cahillikle birleştiğinde ortaya çıkardığı OLUMSUZ DİNAMİZM yok mudur?
diyor Babür abi(bu kısmı hepimize sormuşsun gibi saydım ve kendimce cevapladım,umarım sana ne denmez)

Ama her nefret aynı sonucu oluşturmaz,burada nefret cahilliğe olsaydı olay farklı şekilde cereyan ederdi.Olumsuz ile dinamizmi kullanmak şuan çok kullanılar manyak güzel ifadesine olan oran ne şekilde ivme kazanır?:)

sadece latife yaptım)
 
tarelif' Alıntı:
O zaman bütün ilkokul mezunları intahar etmeli
Ben olabildiğince özelleştirmeye çalıştım konuyu, sen alabildiğince genelleştirmişsin.. Oldu mu şimdi? :roll: Ne tartışıyoruz, nereye çekiyorsun konuyu?
Eğitimin önemini, insana artı değer katmasını vurgulamaya çalıştım! "Madem, fark etmiyor.. O zaman sen niye okudun" demezler mi adama?

Adam, her türlü nefreti "Allah'a isyan" olarak algılıyor. Bu, sana da ters değil mi? Çelişkiye düşmüyor musun inancınla? Bi sorgula bakalım. ;)

Sakatlığımız olsa da yaşamda kendimize yeni bir çığır açıyoruz,yeni denklem oluşturuyoruz.
İyi de nasıl yapıyorsun bunu? :roll: Gerekli ve yeterli eğitimi almamış olsaydın, donanımın olmamış olsaydı yine de açabilir miydin o savaşı ve başarı kazanabilir miydin? :roll:

bu heriflerin ortak paydası beyin gyrus’larının(cevizdeki girinti çıkıntıları düşünün), topografilerinin ve IQ’larının birbirine yakın olmasıydı.

Burada "herif" kelimesini kullanmanı hiç yakıştıramadım sana.. :oops:
Neyse.. Bu gyruslar, topografiler, IQ'ler falan uzaydan mı iniyorlar acep? :roll:
Hadi kuşaklar boyu oluşan genetik yapılanmayı bir tarafa bırakalım, yukarıda anlatmaya çalıştığım "gerekli ve yeterli eğitimi almamış" olsalardı -diyelim ki, ilkokulu anca bitirmiş olsalardı- o "gyruslar, topografiler, IQ'ler" o denli birbirlerine yakın olabilir miydi? Bir işe yararlar mıydı?

bu kısmı hepimize sormuşsun gibi saydım ve kendimce cevapladım,umarım sana ne denmez

Sadece o kısım değil, bütün sorularım FORUMA sorulmuştur.. Özel sorum olsaydı MSN ya da ÖM ile sorardım. Belki "kızım sana soruyorum, gelinim sen cevapla" biçiminde algılanabilir. ;)

Ama her nefret aynı sonucu oluşturmaz,burada nefret cahilliğe olsaydı olay farklı şekilde cereyan ederdi.

E.. ben de onu diyorum ya..
Eğitimsiz birinin duyduğu "nefret" ile donanımlı birinin duyduğu "nefret", aynı sonucu oluşturmaaaaaz! "Oluşturur" deme ;)

Olumsuz ile dinamizmi kullanmak şuan çok kullanılar manyak güzel ifadesine olan oran ne şekilde ivme kazanır

O zaman aşka bir kelime bulalım hadi. :)
Diyelim adı konulmamış bir savaştasın. Güneydoğudasın. Savaştan ve o ortamdan nefret ediyorsun. Ama "canlı, etkin ve hareketli" olmak zorundasın! 'Olumsuz dinamizm'den başka ne gibi bir tamlama kullanırsın?? :?
 
PEGASUS DEMİŞ Kİ:"Öte yandan bu yazın Ölüdeniz'de denizin ortasında kız arkadasımın beline sarılarak dans ettim. Etrafta kimseler yoktu, yüzlerce metre acıktaydık. Ona dans edelim dedim ve suyun içinde yalpalaya yalpalaya döndük durduk. Biraz komik biraz acıklıydı benim için, ama güzeldi de...İki insan suda birbirine sarılınca batıyor Ama suyun altında batarken dans devam ediyor. Batarak dans... Sonra suyun yüzüne cıkıp bir tur daha... Müziksiz dans etmenin boşlugunu karga sesimle gidermeye calıstım ama kısa sürede suya battıgımız için kısa kesmek zorunda kalıyordum. Artık ne kadar olduysa... Yani diyeceğim o ki; en cok yapamayacağımızı sandığımız şeylerde bile bir umut var olabiliyor."
ne diyeyim,çok haklıdır Pegasus.nefret duygusu bazı konularda bizi gaza getirebilir ama sevgi ve umut esastır duyguların Top10 listesinde.ben sağlıklı,doktor yüzü görmemiş halimi şimdiki %45 bedensel özürlü,platinli halimle karşılaştırince diyebilirim ki daha iyi değildim.kişilik,kültür,hayat görüşü,umut.hele ki umut.daha iyi değildim.bu noktaya gelmemi özürüme mi borçluyum?beni özürlü yapan sebebe mi?benimkisi bir "kendim ettim kendim buldum" hikayesi,sağlık herşeyin başı diyorum klasik ifadeyle.ama ben bu durumdan sonra ben oldum.yoksa yaşamaya mı başladım ölmediğimi görünce?acaba insanlara böyle tecrübeler mi lazım.durumlar lazım kendine dışardan bakabilmek için.herkes yorum yapabilir.başkası hakkında.senin hakkında.ama seni en iyi sen bilirsin.bir de kendine dışardan bak.işte hayat kötü dediğimiz olaylarla bu dışardan bakmayı sağlıyor.bazı şeylerin farkına varıyoruz.ailemi daha iyi tanıdım,hiç de kanatlarının altına almamışlar beni sandığım gibi.kanatlarımı kesip kafese kapatmışlar.sen çok değerlisin derken,senden başka herkes değersiz demişler.biz iyiyiz derken,bizden başka herkes kötü demişler. eh bana da yaşam alanı kalmamış ki bu hallere düştüm.düştüm de nereden nereye düştüm?engelli oldum okudum.engelli oldum konuştum.engelli oldum sevdim,benden daha ağır engelli birini.engelli oldugundan neredeyse 24 saatini evde geçiren birine.nedir bu yaşam,önceden kestiremediklerimiz,başımıza gelenler.yazılan senaryolar.oynanan roller.bunların üzerinde düşünmek lazım.ben Allaha inanaıyorum,kadere de.senaryo yazılıyor ve biz okumadan içindeyiz.yaşarken okuyoruz,rolü beğenmedin değiştir.yolu beğenmedin öbür yola gir.hayat işte.hayat.gel de umut etme herşey daha güzel olacak diye,insan umut olmasa yaşayamaz bence.elimde ne var?para,ev,iş.az yada çok.var işte.elimde ne yok?eş,çocuk.onlarla ilgili umutlar var,korkuyorum bazen bu umutlar.onları hayata geçirecek cesaretim var mı?engelim bazen su yüzüne çıkıyor,benimle hayatını paylaşmak isteyen kişi benden daha çok engelli.sorumluluk daha çok bende olacak.ben çalışacağım.ben gideceğim ben geleceğim.al sana engelinden nefret....hayır etmiyorum ama hakkaten engel ya,engel .....
engele rağmen evleneceğimi düşünüyorum ve çıkmaza giriyorum.kendime de acır mıyım ona bazen acıyorum bu durumda diye.çaresiz hastalıklar grubundan biri.... ne yapacağım ben ya.aşktan sevgiden evlilikten vazgeçeyim mi sebep :ÖZÜR yazayım mı duvarlara.yazayım mı duvarlara korktugumu,standart ölçülerde biri olsa ben evlenirdim.yaaaa.nasıl da işime gelirdi.kızımız olacaktıııı şarkısı da hazır,olurdu tabi.şimdi doğmamış birini hayal ediyorum,doğmamaış kızımı,adı var:HAYAT.evet,kızım olsa adı HAYAT.annesi özürlü babası genetik hastalık grubundan bir hastalıgın sahibi.cesaret mi olacak seni dünyaya getiren?%50 sağlam olma ihtimali mi?azim kararlılık inat mı?bunca çekmişlik mi?ne olsun seni hayata getiren,sen kızarmısın pes etsem,vazgeçsem.ayrılsam baba adayından?kızarmısın özürleri bahane ettim kaderden kaçtım diye.okumuşluk bana birşey kazandırmaz bu saatten sonra,ben umut diyorum.umut tükenmezse cesaret edebilirim herşeye rağmen.kendim için,onun için.hayat ve HAYAT için.aptal cesareti lazım bazen,akıllı olanlar yola çıkarken aptallar döndü bazen.üstüne atladığım imkanlardan hep başarı çıktı.kaçırdığım imkanlarda korkaktım.ne dersiniz,ne yapmalı?
 
tarelif' Alıntı:
O zaman bütün ilkokul mezunları intahar etmeli
baben' Alıntı:
Ben olabildiğince özelleştirmeye çalıştım konuyu, sen alabildiğince genelleştirmişsin.. Oldu mu şimdi? :roll: Ne tartışıyoruz, nereye çekiyorsun konuyu?
Eğitimin önemini, insana artı değer katmasını vurgulamaya çalıştım! "Madem, fark etmiyor.. O zaman sen niye okudun" demezler mi adama?


Ben şu koşullarda,Türkiye’de bir çocğun eğitim alabileceğine inanmıyorum.Okullar (ki adı bile bizim değil bu kelimenin)eğitim değil öğütüm yuvaları…İstenen bilgiyi alma yeri değil,robot üretme,yarış atı yetiştirme,yetenekleri köreltme yerleri…
Benim dediğim eğitim illa okulda mı olur?Hala daha düşünceleriyle,teorileriyle yaşadığımız bilim adamları,alimler,düşünürler hep okullarda mı ilim,irfan ışığıyla mı bezendiler.Tabii ki hayır.Kimi daha küçücükken babası ya da annesi tarafından eğitilmeye başlamış.
Benim ilim ,irfan sahibi donanımlı,dahi annem ve babam olsaydı okula gitmezdimki.Dışardan verirdim sınavları,geri kalan vakitlerde bilgilerimi pekiştirecek çalışmalarda bulunurdum. Güzaf şeylerle vakit kaybetmemiş olurdum.
Yani, kişi bir diploma alınca mı eğitimli oluyor?Üniversite mezunu diploması da var,ama işiyle alakası bile yok ya da adab-ı muaşeretten,bu mu eğitimli.Hemfikir olmadığımız nokta bu.



baben' Alıntı:
Adam, her türlü nefreti "Allah'a isyan" olarak algılıyor. Bu, sana da ters değil mi? Çelişkiye düşmüyor musun inancınla? Bi sorgula bakalım. ;)

O zaman her nefret edilen şeylerin,Allah’a isyan olması gerekirdi.Sen kimseden nefret etmez misin?O kişiyi yaradan da Allah olduğuna göre isyan mı etmiş olacaksın.Peygamber olmak lazım ,ki o bile hata etmiş,çünkü insandı.Sorgulanmam elestübirabbikum’le başladı(herkes gibi) ve sorgulamam bu minvalde devam etmekte.

tarelif' Alıntı:
Sakatlığımız olsa da yaşamda kendimize yeni bir çığır açıyoruz,yeni denklem oluşturuyoruz.
baben' Alıntı:
İyi de nasıl yapıyorsun bunu? :roll: Gerekli ve yeterli eğitimi almamış olsaydın, donanımın olmamış olsaydı yine de açabilir miydin o savaşı ve başarı kazanabilir miydin? :roll:
Bunun açıklamasını ilk kısımda yaptım

tarelif' Alıntı:
bu heriflerin ortak paydası beyin gyrus’larının(cevizdeki girinti çıkıntıları düşünün), topografilerinin ve IQ’larının birbirine yakın olmasıydı.

baben' Alıntı:
Burada "herif" kelimesini kullanmanı hiç yakıştıramadım sana.. :oops:
Bari sen yapma sen eski çınar değil misin?:)Kelimelerin köklerine,hikayelerine,mazilerine bir bak istersen.Senin düşündüğün anlamda herif kelimesini ben de yakıştıramam kendime,ama benim burada kullandığım anlamı,cidden anlamak için bir araştırsaydın,burada böyle bir ibare kullanmazdın.
Dil, sabit kalan, bizi orada öylece bekleyen statik bir yapı değil ki! Durmadan değişiyor, değiştiriyor. 10 sene önceki sen ile şimdiki sen aynı mısın?Olumsuz anlamı olan bir kelimeyi alıp, biraz arkeolojik çalışma yaptığımız takdirde olumlu bir anlamla karşılaşmamız işten bile değil. Öyle ki bazen tam aksi bir durumla da karşılaşabilir; elimizdeki sözcüğün gerçekte hangi anlamı temsil ettiğinden kuşkuya bile düşebiliriz
Bu adamlar olarak kullandım,kelimeyi,bu kelimenin arkadaş,meslektaş ve dost anlamları da var.Etimoloji meraklılarına sunulur. Kelimeleri, önce kullanımdaki yaygın anlamlarıyla tanıyor, belliyor; sonra fırsatlar arar ve bulursak ancak, orjinine dair anlam,kavram birleşimine giriyoruz.İşte eğitim sistemimizde bırakın öğrencileri,öğretmenler dağarcıklarındaki kaç kelime ile yaşıyor ki,konuşuyor ki…


baben' Alıntı:
Neyse.. Bu gyruslar, topografiler, IQ'ler falan uzaydan mı iniyorlar acep? :roll:
Hadi kuşaklar boyu oluşan genetik yapılanmayı bir tarafa bırakalım, yukarıda anlatmaya çalıştığım "gerekli ve yeterli eğitimi almamış" olsalardı -diyelim ki, ilkokulu anca bitirmiş olsalardı- o "gyruslar, topografiler, IQ'ler" o denli birbirlerine yakın olabilir miydi? Bir işe yararlar mıydı?
Kuşaklar boyu oluşan genetik yapılanma zekayı etkilemez ki.IQ tavan yapmış bir anne babanın çocuğununda IQ’sunun tavan yapması beklenemez.Konumuz bu değildi,yine konuyu dağıttım.Genler algılama,hafıza,kavrama,mantık,iletişim gibi kısımlarda etkili…Dediğin gibi çevresel şartlar(aile,arkadaşlar,aldığı öğütüm pardon eğitim) da etkili;buna dair ikizlerde yapılan deneylerle bunun varlığı kanıtlanmıştır.Bu kişiler ilkokula gitmişler mi, bilmiyorum.Gitmemiş olabilirler de...


tarelif' Alıntı:
Ama her nefret aynı sonucu oluşturmaz,burada nefret ,cahilliğe olsaydı olay farklı şekilde cereyan ederdi.

baben' Alıntı:
E.. ben de onu diyorum ya..
Eğitimsiz birinin duyduğu "nefret" ile donanımlı birinin duyduğu "nefret", aynı sonucu oluşturmaaaaaz! "Oluşturur" deme ;)

Göreceli konu bu bence.İnsanları kategorize etmek çok anlamlı gelmiyor bana.eğitimsiz derken hangi konuda eğitimsiz,çok kapsamlı,geniş konu.Amerika’nın Irak’a olan tutumu,Bush eğitimli,donanımlı değil mi,ama hangi konuda,buna bakmak gerek.Bu noktada EQ dediğimiz duygusal zekanın önemini unutmamak gerek,tabi şahsiyetide.Hep eğitim,donanım hani nerde şahsiyet.Diploma çıkınca pabucu damamı atıldı.O dam kayıp eşya bürosu gibidir.Eğitim sadece okulda olmaz,hayatın her cihetinde olmalı.


tarelif' Alıntı:
Olumsuz ile dinamizmi kullanmak şuan çok kullanılar manyak güzel ifadesine olan oran ne şekilde ivme kazanır

baben' Alıntı:
O zaman aşka bir kelime bulalım hadi. :)
Diyelim adı konulmamış bir savaştasın. Güneydoğudasın. Savaştan ve o ortamdan nefret ediyorsun. Ama "canlı, etkin ve hareketli" olmak zorundasın! 'Olumsuz dinamizm'den başka ne gibi bir tamlama kullanırsın?? :?

Olumsuz dinamizm ifadesini türeten kişi sen olduğuna göre ,bu kutsal görevi yine size iade ediyorum.:)Orijinal bişi bulursunuz siz.(birlikte düşünelim istersen:))
 
ÖZGÜVEN OLMALI.....

İNSAN SAKATLIGINDAN DOLAYI KENDİNİ YERMELİ Mİ?YOKSA KABULLENİP KENDİNE ÖZGÜVENLE BAKMALIMI?
SAKATLIK ALLAHIN BİR LÜTFUDUR BİLENE CUNKİ KİŞİ OTUR BİR İMTİHANLA DENENİYOR.ÖSS SINAVI GİBİ.NASIL Kİ ÖGRENCİLER SINAV ÖNCESİ GAYRET VE AZİMLE CALIŞIP SONUCA GİDİYOR İSELER ÖZÜRLÜLERDE KENDİLERİ İLE BARIŞIK BİR HAYAT SONUCUNDA CANLI BİR HAYATA GELKEN ACACAKLARINA İNANIYORUM.
EVET BEN DE BİR ORTAPEDİK ÖZÜRLÜYÜM.ÖZÜRÜMÜN ÖNÜNE İNACIM VE AZMİMLE GECECEGİM KANISINDAYIM.CUNKU BEN BÖYLE BİR YASAM İÇİN HİÇ BEDEL ÖDEMEDİM.BİR GÖZUME DİŞİME HATTA SAKAT AYAGIMA BİR BEDEL ÖDEMEDİM . BEDEL ÖDEMEDİĞİM BEDAVADAN VERİLMİŞ BU BEDENİME SONUNA KADAR SAHİP ÇIKIP SAVAŞACAGIM.......SÜKÜRLER ÖLSUN Kİ İNSANIM.YA ..............
 
Üst Alt