Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Hoşnutsuzluk ve nefret duygusunun yaşama getirdiği dinamizm [Tartışma]

Sayın Baben demiş ki: ( Öteki elemanların (engeli koyanların/kaldırmayanların) işine geliyor bu durum zaten: "At kedinin önüne yün yumağını.. Oynasın.. Bize bulaşmasın." "Sakat, kendi sakatlığına küfretsin.. Bize sıra gelmesin." )

Abiciğim yukardaki cümlene katılıyorum.Fakat kuyucak ve pegasusun önceki ve sonraki yazılarından genel yazılarından anladığım nefretin şekli yukardaki yazınıza ters bir anlam yükleyerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Engellilerin yaşama savaşlarında ilke ve hedefleri toplumsal yasalar ile temellendiren arkadaşlar olduğunu biliyoruz.

Sanırım sizi hassas kılan şeyin bu sitede bir çok arkadaşımızın yanlış anlayabileceği ve bu nedenle nefretin kedinin önüne konan yün yumağı gibi bizleri oyalayacağı endişesi diye düşündüm.
Abiciğim yürekten gelen dip dalgalarını da müsade et yeryüzüne çıkaralım beyaz yalanları yeterince yaptık /yapıyoruz. Eğer yazılanlarda sapma/aşırı yanlış anlama vb olursa ona yönelik yazılar da yazılır.
Her ne kadar birbirimizi görmesekte bazı arkadaşları yakın hissettim hissetmeye devam ediyorum.
Aydın yarınlar
 
Fakat kuyucak ve pegasusun önceki ve sonraki yazılarından genel yazılarından anladığım nefretin şekli yukardaki yazınıza ters bir anlam yükleyerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Engellilerin yaşama savaşlarında ilke ve hedefleri toplumsal yasalar ile temellendiren arkadaşlar olduğunu biliyoruz.
Tamam.. Benim de anlayamadığım nokta o ya :? Yani bu arkadaşlar, sıradan, genç, bilinçsiz arkadaşlar değil.. Her davranışlerında önder ve örnek olmaları gerekir. Dipten gelen dalgaların, 1-eyselliğe varmadan doğru yollara kanalize edilmesi gerekir ki barajı yıkacak bir "güç" oluşturabilsin.. Yoksa imam-cemaat espirisi çıkıyor ortaya. :(
 
şeker kız' Alıntı:
[size=4]peki insan o kum birikintisinden nefret etmeden ama severek isteyerek ben başarırım diyerek de yol alamız mı??[/size]
Alır tabii. Önemli olan şey sevmek ya da nefret etmek değil, önemli olan şey, istediğin şeyi yapmak.
Yalnız, tekerlek patinaj yaptığında, "tekere de kuma da yoluna da" diye sövmez mi insan? :) Patinaja sebep olan şeylere methiyeler düzmek veya bir şekilde orada debelenmeyi kabullenmek, ilerleme isteğini (tabii isteğimiz ilerlemekse) gemlemez mi?

Hoşnutsuz insan geliişmelere ve yeniliklere de açık insandır bence. Varolan düzenden hoşnut olan kişiler-toplumlar o kurguların değişmesi için kolay kolay bir şey yapmaz. Ama varolan kurgular yüzünden yaşamak istediği gibi yaşayamadığını, olmak istediği kişi gibi olamadığını bilen kişi, bu hoşnutsuzluğun yarattığı itici güçle değişim için her fırsatta birşeyler yapar.

Bu (anarşist) tavrın, yani sakatlık kurgularına duyulan hoşnutsuzluğun, bir yıkım (aslında değişim ve özgürlük) potansiyeli taşıdığını düşünüyorum.

Not: Buradaki hoşnutsuzluğun bedenime karşı değil, yapmak istediklerimi yapmama engel olan kurgulara karşı olduğunu yineleyeyim. Yani tekerlekli sandalyede olmama değil, patinaj çekmeme (tüm sorumlulara) sövüyorum! :)
 
Sevgili dostum baben,

Aslına bakarsan bu tartışmanın içindeyim, ancak son derece hassas bir konu olduğunu düşündüğüm için biraz temkinli davranıyorum. Gerçekten de bir çok defa karşılaştığım; "Sen sakat bile değilsin ki nasıl anlayacaksın!" yorumuyla pek te karşılaşmak istemiyorum.

Ancak hassas davranmamın nedeninde bu anlamda kişisellik yok bu tartışmada.Öylesine bir konu ki bu; birine ilaç gibi gelen bir tarz bir başkası için zehir olabilecek konumda. Bizler tartışmalarda genellikle kendi doğrularımıza inandığımızdan bastırma eyilimdeyizdir. Ortada kalan kararsızların da kişilik yapılarıyla doğru orantıda gelişebilecek bir tavrı , kendini tanımadan doğru gibi kabul edebilme olasılığından dolayı endişeyle izliyorum.

Fakat sen bir yerde benim müzik eğitimcisi kimliğimi de ister istemez işin içine sokmak istiyorsun. :D

Canımcım eğer sanatçıları işin içine alacak olursak, onlar zaten doğuştan hangi anlamda olursa olsun sancılı tipler olduklarından sürekli bir öfke, nefret etme, şüphe duyma kısacası ret etme olgusuyla yaşam bulurlar. Ve sakat sanatçılara baktığımızda bu nefretin onları bir çok yere taşıdığını görürüz.

Bu anlamda bir çok kişiyi haklı çıkartabileceğimiz bir tablo kendiliğinden ortaya çıkar :D

Hatırlatmak amacıyla tekrar yineleyim. Bazen Beethoven iyiki sağır oldu demek gelmiyor değil içimden.Belli bir yaşa kadar tamamiyle senin benim gibi bir insanken bir anda kulaklarında başlayan bir rahatsızlıkla tamamiyle sağır bir duruma gelmiştir.

İşte beşinci senfoni, ki en sevilen senfonilerindendir, bir ara kapının çalınışını duyar gibi olduğu bir sevinçle bestelenmiştir. Ve eser boyunca o kapının çalınışını, bundan duyulan sevinci coşkuyu duyarsınız.

Yada altıncı senfoni de artık tamamiyle sağır olduğundan doğanın seslerini dinlemeye hayran olan Beethoven in doğaya karşı duyduğu bu sevgiyi anlatmaya çalıştığı sesleri duyarsınız.vs. vs....

Yada Paganini....

Yakışıklı bir adam değilim, ama keman çalmaya başladığım zaman tüm kadınlar ayaklarıma kapanırlar der.

Cidden çirkin bir adamdır. Ama o olağanüstü eserler bir adamın kadınları etkilemek için kendisine karşı duyduğu nefretten gelip gelmediğini pekala sorgulayabilirsin.

Yine aynı adam doğuştan bir anamoli yüzünden diğer insanlar gibi değildi. Doğuştan getirdiği bu özellik onun keman ı çok rahat çalmasını sağlamıştır. Adamda sanki kemik yok gibiydi. Ve tüm eserleri böyle bir özelliği içinde barındırır ve doğal olarak çoğu keman virtüözleri için cehennemden bir kapıdır Paganini yi çalmak.

Kendimize ait bir özellik bir başka yerde olumlu hale neden gelmesin?

Bunlar sanatçı ama unutmayın, dediğim gibi zaten son derece nefret dolu kişiler. Hem de her şeye :D
 
yalnız şuna dikkat çekmek isterim ki burdaki konu hoşnutsuzluk deyil nefret duygusuydu.yoksa benmi yanlış anladım sevgili oturan boğa.hoşnutsuzluk ile nefret arasında büyük fark vardır.elbette hoşnutsuzluğun yapıcı tarafı vardır.geçen gün valiliğe gittim.engelli girişi olduğu halde giriş kapatılmış.açmalarını istedim ancak açılmadı bazı bahanelerle.işlemleri dışarıda yaptılar.şimdi burda misal engelimden nefret etmem yada bu durumdan nefret etmem küfürler yağdırmam benim sorunumu halledermiydi? hayır.peki ben bu durumu kabul mu ettim? hayır.bi sorunla karşılaşan her insan gibi durumdan memnuniyetsiz olduğumu belirttim.onlarda bi sorun olduğunu düzelteceklerini söylediler.eğer düzeltmezlersene benim ayağıma kadar gelip işimi kendileri yapmak zorunda kalırlar.ve öyle yaptılar.görüldüğü gibi varolan düzene methiyeler düzmedim.kabullenmedim.imkanlar çerçevesinde durumu düzelttirdim.
hoşnutsuzluk yerinde olduğu taktirde yaratıcıdır ilerleticidir bu doğru.ancak nefret konusunda aynışeyleri söyleyemem.
peki çakılda ilerleyemediniz küfürü bastınız sövdünüz yada sakatlığınızdan nefret ettiniz o an diyelim. peki bu size bişi kazandıracakmıydı?sizin orada yol almanızı sağlayacakmıydı?yoksa yaratıcı yapıcı bişekilde çareler üretmekmi orda sizi kurtaracaktı?
 
Engelliliğe duyduğumuz tepkiyle sakatlığa duydugumuz tepkiyi karıstırıyoruz gibi.

Ben sakatlığa yönelik nefretten bahsediyorum.

Yürüyemeyişimin sosyal engellerle alakası yok zira ve ben bizzat yürüyemiyor, vucüdumun bir kısmını hissedemiyor olmaktan nefret ediyorum.

Sevmem mi lazımdı?
 
E.. Pegacım, burada o tartışılmıyor ki :roll: (Gerçi her şey birbirine karıştı.. Aşure çorbası yapmayı icat etmiş insanların torunlarıyız :p Gayet normal).. Bi başlık da sen aç, onu da orada tartışalım..

Kuyucak, "İNSAN ENGELDEN NEFRET ETMELİMİ? (KENDİNDEN DEĞİL ENGELDEN)" diye başlık açtı.. Sonra örnekler verdi.. Arabanın tekeri çukura girdi, dedi.. Dallamayı evire çevire dövmek isterdim ama dövemedim, engelim engel oldu dedi.

Sense dans edemiyorum diye nefret ediyorsun sakatlığından!

Farklı farklı şeyler bunlar. Kuyucak'ınkilerde olumsuz ve kişisel olmayan olaylar söz konusu, seninkinde olumlu (dans edeMEmek senin için olumsuz!) ve tamamıyle kişisel bir olay söz konusu! Sen dilediğin kadar nefret edebilirsin tabe.. :p


[size=2]Not: Sanemcim ve Bülentçim.. Size de bişeyler yazıcam ama biraz yoruldum.. O yüzden: az mola.[/size] :oops:
 
Yok o da sakatlıktan bahsediyor. Sosyal engellerden falan degil. Yani bireysel bazda bedenimizdeki kısıtlayıcılıkların getirdigi sıkıntı nefret edilen. Sosyal engel daha geniş aha büyük bir mesele ki burda konumuz o degil babacan...
 
İyi de arabanın tekerinin girdiği çukur nedir? Sakatların çıkamadığı yüksek kaldırımlardan http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?t=38197 ne farkı var? Ya da asansörsüzlükten çıkılamayan üst katlardan?

Bak Bülent de demiş:
OturanBoğa' Alıntı:
Not: Buradaki hoşnutsuzluğun bedenime karşı değil, yapmak istediklerimi yapmama engel olan kurgulara karşı olduğunu yineleyeyim. Yani tekerlekli sandalyede olmama değil, patinaj çekmeme (tüm sorumlulara) sövüyorum! :)
Onunla kapış. :D
 
Ben tane tane söyleyeyim,
1- Hiçkimsenin iskemlemi arkadan iterek bana yardımcı olmasını istemem, böyle bir yardım kendimi düşkün ve yardıma muhtaç biri olarak görmeme çevreden öyle görünmeme neden olacağını düşünürüm. Yanımda birisi olacaksa sadece yanımda yürümeli...
2-Başkasının kullandığı arabayla mecbur kalmadıkça seyahat etmeyi istemem
3-Elbiselerimi kendim yıkar, kurutur ve ütülerim,
4-Bir defasında düşüp bacağımı kırmama rağmen banyoda yardım almam, kişisel bakımlarımı tamamen kendim yaparım.
5-işime saygım vardır ve ciddiye alırım.
6- Başkasından yardım almam gereken durumlar varsa önceden planlarım ve ortak durumlar yaratmağa çalışırım ve bu durumdan yardım aldığım kişinin de yararlanmasını sağlarım.
Sakat olmayı hiç istemezdim ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor ama özsaygımı koruyarak yaşamak istiyorum. Böyle olunca da daha dikkatli olmak gerekiyor. Hep sorunlardan ve engellerden bir adım önde düşünmek gerekiyor.
 
şeker kız' Alıntı:
[...] hoşnutsuzluk yerinde olduğu taktirde yaratıcıdır ilerleticidir bu doğru.ancak nefret konusunda aynışeyleri söyleyemem.
peki çakılda ilerleyemediniz küfürü bastınız sövdünüz yada sakatlığınızdan nefret ettiniz o an diyelim. peki bu size bişi kazandıracakmıydı?sizin orada yol almanızı sağlayacakmıydı?yoksa yaratıcı yapıcı bişekilde çareler üretmekmi orda sizi kurtaracaktı?
Yok yok, ben pratikte iş görmek için sövmekten bahsetmiyorum. Benimki kendime dair, içten içe kendi psikolojime dair. Yoksa agresif olmak dışarıda iş görmek için -her zaman- en iyi yoldur demiyorum.

Ben kısıtlı olma halimi, yapmak istediğim şeyi yapamıyor olma halimi sevmiyorum. Böylesi bir durumla karşılaşmaktan nefret ediyorum, bu durumda kalmaktan hoşnut değilim. Koşar adım merdivenleri çıkmak, ya da kimsenin yardımına ihtiyaç bırakmayacak olan rampadan vın diye geçip işimi halletmek istiyorum. Merdivenlerin önünde kalakalmama sebep olan sakatlığıma da, oraya rampa yapmayan devlete de sinkaf! O anda hepsinden nefret ediyorum :)
Evraklarımı elden takip eden kamu görevlisinin yardımı ile işimi karşıya geçirip, sevecenliği sürdürmek bir yoldur. Bir başka yol da, oraya rampa yapılmadığı için ve yardım istemek zorunda bırakıldığım için tüm sebeplere karşı kızgınlık (bu nefretten daha doğru bir kelimedir belki) duyup, bunu belli etmek ve rampa yapılması için bu adaletsizliği ve kızgınlığı göze göze sokmaktır.
Ve hepsinden önemlisi, orada kalakalmaya (yani engelli olma halime) methiyeler düzlek, "o halimi seviyorum" demek bana anlamsız geliyor. Sevmiyorum kardeşim o halimi! :):)

"Aynada kendime bakamıyorum" değil yani benim dediğim; o anlamda bedenimle sorunum yok. "Kalakalmayı sevmiyorum" diyorum ben. Yeri geliyor merdiven dibinde kalakalmaktan, yeri geliyor sevgilimle dans edememekten, yeri geliyor birinin ağzını-burnunu dağıtamamaktan nefret ediyorum. Karnavala katılmak istiyorum, o kadar :)
 
Sakatlığından nefret etmek; insanın bedenini kaplayıp ruhuna sızan bir zehir olmaz mı?

Sakat kişi sakatlığıyla kişiliği arasına açık bir sınır koyabilir mi?

Sakatlıktan duyulan nefret ve isyan, toplum bilincinde sakat ile sakatlık arasındaki çizgiyi muallaklaştırmaz mı?

Toplumda var olan sakata bakışı bir anlamda besleyen teker teker bireylerdeki sakat kalma korkusu değil midir?

Özellikle son iki soru kafamda hala cevabını arıyor. Sizler ne dersiniz?
 
bence sakatlığı nefret etmekte sevmekte çözüm değil
önemli olan kabul etmek
hiçbi duygu olmayacak işte ozaman rahat edersin
not: sakatlığı allahın bir lutfu gibi görenlerede ayrıyetten gıcık oluyorum bu arada
 
Sana katılıyorum sevgili bülent, ve hatta belki de söylemekten kaçınsak bile insan olmanın en önemli unsurlarından cinselliği adam gibi yaşayamamaktan...

Bu liste uzar...
 
"Sevgi insana yaşama bağlar". demişsin Kuyucak.
"Umut insanı yaşama bağlar"
"Nefret? ayakta tutar...
biliyoruz ki;hiçbirinin sonu yok. Sevdikçe sever insan(ne güzeldir),umut ettikçe,çoğalır(zararsızdır bana göre),nefret ettikçe edersin.hırsını alamazsın,kine ve öce dönüşür.Engelimizden mi öc alacağız peki?Onun suçu ne? sakat olmak;bizim suçumuz olmadığı gibi,elimizin,ayağımızın,gözümüzün,kulağımızın suçu ne?
"kendimizden değil ,engelimizden..."Engelimiz kimin? kabul etmiyormuyuz yoksa onu.:) Haaa,bundan engelimi sevdiğim anlaşılmasın sakın. bedeninin özgürlüğünü kısıtlayan engeli kim sever ki?Hele ki,Pegasus'un dediği gibi "sakatlık nedeni ile sevdiğim şeylere daha fazla ulaşamadığım için sevmem" herşeyden önce.
Engelimize duyduğumuz nefretle ayakta kalma durumuna çogu görüşte katılıyorum. "Düşman sandığın şeyden intikam almak". Belkide hiç "düşman " olarak düşünmediğim için anlayamıyorum ben bu duyguyu...
nefret ile "ayakta kalacağıma",sevgi ile" oturmayı " yeğlerim galiba. isterseniz düşmana teslim olmak deyin:)
Yok yok... bu engelim de olsa ,nefret bana göre değil.almayayım:)
 
Saros kendimce bulduğum cevapları paylaşmak istiyorum..

- İnsan vücudu ile ruhu (ego ya da ben demeyi tercih ederim) ahenk içinde çalışmalıdır.. Haklısın fakat soruya cevabı vermişsin zaten sen.. Şu an beden ruhu zehirliyor.. Onu bir şekilde zedeliyor, eksiltiyor.. Zehirliyor diyelim.. İşte ruh kendi sağlığı için bu zehri tanımalı, sadece ve sadece o zehre karşı bir panzehir geliştirmeli.. Her şeye karşı değil, zehire karşı bir panzehir..

- Ben eski yazılarımda kişinin sakatlığı ile kendi arasına nasıl sınır koyabileceği konusunu dile getirmiştim. Önerim şuydu; Çift kişilikli olun.. Birisi siz olun, biriside sizin bekçi köpeğiniz olsun.. Bekçi köpeği gibi geliştirdiğiniz kişiliğiniz, engelliliğin getirdiği her tür olumsuzlukla kavga etsin, yaşam pratiği öğrensin..Kavga yada güzellikle sorunları çözsün.. Öbür kişiliğiniz asla bekçi köpeği olan kişiliğinizin işlerine karışmasın ki, sizde her birey gibi insan olmanın keyfini çıkarın..Ondan arındırın kendinizi..

- üçüncü soruyu sorarken baya bi zorlamışın kendini.. Toplum bilincinde sakat ile sakatlık arasında çizgi neymişki muallaklaşsın.. Bana göre sakat sakatlığından nefret ettiğini anlatırsa, toplumda bir sürü palavra inanç yükleyeceğine sakatın kafasına, önünü açar..

- Son soruya gelince; Keşke bireylerdeki sakat kalma korkusu daha çoğalsa.. İnsanlar kendini daha çok korusa.. Az çok buradan derlediğim sonuçlara göre insanlarımız sakat kalmaktan korkmuyor.. Fütursuz davranıyorlar ve olayı kadere bağlamaya çalışıyorlar.. Besleme olayına gelince, bırak beslesin, birey kendisinin ne kadar nobran, acımasız toplumda olduğunu bilir.. El pençe durmamak lazım önünde..

Genel anlamda bir son yorumum.. Bazı şeyler direk kişilikleride ilgilendirir.. Bazıları olaylara karışmadan, karışmamanın gerekçelerini sıralayarak, karışanları, kavganın tam ortasındakileri yerden yere vururlar.. Ben kendi adıma konuşayım; Bütün bedenim yok olsa vede kafam kalsa tek, kafamı koyarım bir fanusa ve kavgaya, eğlenmeye, BEN olmaya giderim..
 
Sakatlığımdan değil sancım; daha doğrusu, yukarıda da yazdım, aynada kendime bakmaktan sancımıyor içim. Bedensel ve toplumsal olarak en geniş anlamyıyla sakatlık kurgusunun zihnime dar gelişinden sancı çekiyorum. Kalakaldığım zaman, bundan nefret ediyorum. Bu, içimdeki-benin hali.
Böylesi anlarda zihnim bedenime dar geliyor. Bir adımda dağları aşmak isterken, kalakalıyorum. Peki buna kızgınlık duyulmaz mı? Beni o halde koyveren şeylere sövülmez mi?
Söverim! :) Söverim, kederlenirim, ama işte dağları aşmak için tekerin çemberini çevirmeye de devam ederim. Ve bu bir tezat değil.

Sakat kişi, yapmak istedikleriyle yapabildikleri arasında sıkışmakla, bence zaten sakatlığıyla kişiliği arasında bir sınırda yaşayan kişidir. O sınırdaki gerilim "ben" oluyorum işte.

Benim bu hissiyatım ile bunun yaşamda karşılığını bulan pratiklerim toplumsal olarak nasıl algılanmalı? Bence çok basit: Düşünün, halaya durmuş herkes... Ama kenarda biri var; onun bir ayağı yok, topal. Herkes kendinden geçmiş. Bir tek o topal kenarda koltuk değneğine yaslanarak kendi kendine salınıyor. Ne yaparsınız? Koşarsınız, o topala değnek yaparsınız bedeninizi, size yaslanır, kollarınız kenetlenir, halaya durursunuz.... İşte, herkes herkesin koltuk değneği olmalı, kimse halayın dışında kalmamalı (Hrant abimin ruhu şad olsun)
 
Kimse şimdiye kadar halaya katmadı,duvar diplerinde öylece bakakalıdık...Hrant Dink kadar kimse yüreğimizi duymadı...En acısı da insanın kendi düğününde halay çekememesi,dans edememesi olmalı... :( :( :(
 
Mola bitti. Geri döndüm.. :p

Sanemcim,

Haddim olmayarak :oops: Beethoven, Paganini, hatta diğer tüm -sağlıklı ya da sakat- sanatçılar (hatta hatta aydınlar) için bir genel tanımlama yapayım.. Yanlışsam düzelt lütfen..

Sanatçı/aydın, dış dünyadan aldığı dataları(verileri) kendi iç dünyasında işledikten/yeni bir metaya dönüştürdükten, yani kendinden bir şeyler kattıktan sonra tekrar dış dünyaya sunan elemandır!

İşte bu işlem sırasında; sevgi, umut, nefret gibi bilumum duygular da bir tür katalizör etkisi göstererek olayı hızlandırır, yavaşlatır ya da yeşillik katar, garnitür olarak.. :D

Yani burada, Beethoven'in eşsiz senfonilerini yapmasında da, Kuyucak'ın işini hakkıyla yaptığı için biriminde müdür olarak başarılı bir görev yapmasında da, Pegasus'un bölümünü birincilikle bitirmesinde de aynı durum var!

Yukarıda altını çizdiğim konu, çok çok çok önemli aslında!!! kendinden bir şeyler katmak için; insanın, kendinde bir şeyler olması gerek di mi? ;) İşte buna kısaca donanımlı olmak deniyor.. Bu donanım ne kadar güçlüyse ve -çağımızda- sosyal yaygınlığı ne kadar genişse o kadar çok yol alınıyor..



Bülentçim,

Yeri geliyor merdiven dibinde kalakalmaktan, yeri geliyor sevgilimle dans edememekten, yeri geliyor birinin ağzını-burnunu dağıtamamaktan nefret ediyorum. Karnavala katılmak istiyorum, o kadar

Sen bunları aynı cümlede kullandığında, bütün bunlar için sana omuz verecek eleman, -bi yerde haklı olarak-:

"La, ben, üç ayda bir üç kuruş sakat maaşıyla karnımı doyuramazken, arkadaş, dans edecekmiş, karnavala gidecekmiş.. Yerim teşbihini de, metaforunu da, sanatını da, düğününü de, halayını da.. :evil: " der mi, demez mi?

Ve sonra benim güzel yurdumun, Dallas'lara, Meksika dizilerine senaryo hazırlayabilecek çaptaki elemanları; "bu adam bizleri kullanıyor mu yoksa, işlerini gördürdükten sonra karnavala, dansa gidecekmiş, hem de 'birinin ağzın-burnunu kırmak'tan bahsediyor.. Ergenekon mu yoksa lan buu?" diye komplo teorileri hazırlar mı, hazırlamaz mı?


Bir buçuk yıl önce şunları demiştim:
12 Eylülün ertesi günü İlhan Selçuk köşesinde yazmıştı: "İşçisi emekleyen ülkenin aydını koşarsa bacaklarını keserler" gibisinden bişeyler. 27 yıl önce güzel yurdumun aydınlarına yapılan bu oldu! Ve maalesef; işçi, hâlâ emekliyor, aydının bacakları hâlâ kesik..
Yani sana omuz verecek eleman; hele bir emeklemesini bitirsin, ayağa kalksın, senle beraber yürümeye hazırlansın, sonra yaparsın teşbihini de, metaforunu da.. ;)
 
Alıntı:
Yeri geliyor merdiven dibinde kalakalmaktan, yeri geliyor sevgilimle dans edememekten, yeri geliyor birinin ağzını-burnunu dağıtamamaktan nefret ediyorum. Karnavala katılmak istiyorum, o kadar


Sen bunları aynı cümlede kullandığında, bütün bunlar için sana omuz verecek eleman, -bi yerde haklı olarak-:

"La, ben, üç ayda bir üç kuruş sakat maaşıyla karnımı doyuramazken, arkadaş, dans edecekmiş, karnavala gidecekmiş.. Yerim teşbihini de, metaforunu da, sanatını da, düğününü de, halayını da.. " der mi, demez mi?

Ya abi varsayalım´ki sözüne ettiğin eleman o sözleri diyecek senin söylediğin şekilde düşünecek onun öyle söylemesi düşünmesi benim sevgilimle dans etme,karnavala katılma arzuma gem vurmamı mı gerektiriyor?

Yani ben senin sözlerinden şunu anlıyorum (yanlışsam düzelt lütfen) -Kardeşim karnın tok sırtın pek bırak dansı valsı senden daha beterler var otur oturduğun yerde haline şükret.

Bu düşünce tarzı sence de yanlış değimli? Yani ne bileyim bu tarz bir düşünceyle hayata bakan insan karşısına çıkan çıkabilecek tüm olumsuzluklara itiraz etmek yerine benden daha kötüleride var halime şükredip oturayım demezmi?
 
Gem vurman gerekiyorsa gem vuracaksın kardeşim yaa alla alla! :twisted: Atla deve değil ya.. Dans etmeden yaşıyamıyom diyorsan o başka.. :D

Benim yerime de düşünmüşsün de, dediklerimi başka bi taraflardan anlayıp, hiç aklımdan geçmeyen bir şekilde ve tamamen zıt yönde yorum getirdiğin için teşekkür etmeyeceğim! Hatta kızdım bile.. :evil:

Ama bir düşünce biçimine değinmeme vesile olduğun için, teşekkür ederim.. ;)

O da şu: Gereksiz ve aşırı küfürcülük de, aşırı şükürcülük de birbirine paralel ama 180 derece ters yönde giden, ama sonuçta hiçbir yere varmayan iki araçtır bana göre.. İkisinde de gözle görülür, elle tutulur bir sonuç yoktur.. İnsanı sadece ve sadece tembelleştirirler.. Ve senin düşündüğünün tersine, illa biri olmazsa diğerini yapman şart değil!

Yani "bırak dansı valsı senden daha beterler için hep birlikte mücadele edelim!!"
 
baben konu çorbaya döndü demiş ya. o çorbada benim de bi tuzum olsun.
yazım da bekar evi gibi zaten darma dağınık. çorabın biri buzdolabında, diğeri ceketin iç cebinde o misal yani.
Temizlikçi bacı da memlekete gitti, izinli.
idolüm pegasus. altılıda bi tutturayım onun gibi olcam azimliyim :)
---
engelden değil engelli olmaktan nefret edilir.
o zaman nefret kendine yöneliktir.

fiziksel eksikliğimizi beynimizi geliştirerek kapatma çabası içine girersek bu nefret itici güç olur.
engellilik sadece fiziksel yetenek ve becerilerimizi kısıtlar.
100m. koşucusuysan maratona özenmeyeceksin. yeteneğinin sınırlarının farkında olacaksın.
nasıl iş yaşamına beyinsel gücün oranında katılıyorsan, hayata da fiziksel gücün oranında katılacaksın.
kumsalda koşamıyorum diye kahretmek kolay
beyinsel gücünün sınırlarının ötesine bakıp kahrediyor musun?
asıl mesele -örneğin- şirketin genel müdürüne bakıp niye ben genel müdür olamıyorum diye kahretmekte.
ÖSS de niye hep baraj altı kalıyorum bunun bacaklarımla ilgisi ne diye kendini sorgulamakta.
beyinsel yetersizlik fiziksel yetersizlikten daha kötü fenadır daha kaka bi şeydir.
bi merdivenin başında kalakalınca kızarız, hırslanırız ama utanmayız ezilmeyiz.
bilgisizliğimiz ortaya çıkınca utanırız ve eziliriz. Utanmak ve ezilmek ise kızgınlıktan daha kötü fena ve kaka bi şeydir.
engelli ya da engelsiz, kimse bunu pek dert etmez.
herkes kendini keşfedilmemiş bi aynştayn görüyor. (ben dahil :)
varsa yoksa yürüyemiyorum koşamıyorum, kuzular gibi kırlarda hoplayıp sıçrayamıyorum yakınması.
(gerçi ben bunu aşalı bi asır oldu ama..)
beynini geliştirmedikten sonra hoplayıp sıçrasan ne yazar, gidip bi kurda yem olursun.
gelişmiş bi beyinde hoplayıp sıçrayamamayı kendine dert etmez.
düşünüyorum o halde varım der.
koşamıyorum o halde yokum demez.
adam şikayet ediyor; engelliyim diye kız vermiyorlar, iş vermiyorlar..
diploma? Yok. meslek..herhangi bir para getircek beceri? yok.
sen o zaman zaten yoksun ooolum. sakat olmasan ne yazar.


nefret ve kızgınlık ne zaman ve nasıl ortaya çıkar?
daha çok yapmak isteyip de -engelimizden dolayı-yapamadığımız bir şey olduğunda...
toplum tarafından itildiğimizi hissettiğimizde.
yapamamaktan doğan bu kızgınlık durumu yada itildiğini hissetme duygusunun yaşanması
sadece engellilere özgü değildir ki.
ama bizim her zaman her durumda kullanabileceğimiz kapı gibi bir bahanemiz vardır.
bi cumartesi akşamı reina'ya gitsek ve içeri alınmasak bahanemiz hazırdır...engelliyim o yüzden.
halbuki ne koç yiğitler, ne arslan parçaları o kapıdan girememektedir. bunu görmeyiz.
45 kg değil 145 kg olsan kapıdaki adama kafa atabilir misin? nahh atarsın...!

15-16 yaşlarındaydım rumeli hisarına gitmiştik. burçlara tırmandık ama aşağı inerken kal geldi. kurala uymadım. merdivenler çok dardır, burcun dış yüzeyindedir. tabii korkuluk felan da yoktur. kural şu dur. inerken kesinlikle aşağı bakmayacaksın..baktım..poku yedim.korktum panikledim inemedim. o soğuk terlerimi hiç unutamam. daha sonra burçlara hiç çıkmadım çıkamadım. engelli miydim? evet artık engelliydim ve korkum engelimdi. halbuki oradan burçların taa tepesinden boğazı seyretmek müthiş bi keyiftir. kumda koşmak dağa tırmanmak falan yanında sıfır kalır. etrafınıza bakın, görünürde engeli olmayan bi çok kişinin de fiziksel/zihinsel yeterlilik gerektiren bi çok şeyi yapamadığını görürsünüz. onun engeli korkusudur,kıskançlığıdır, beceriksizliğidir, bilgisizliğidir,kompleksleridir,yenemediği egosudur. bu eksiklikler dışarıdan gözükmediği için engelli sınıfına koymayız.
bunla ilgili bir konuyu mizahi bi anlatımla hikayeleştirmiştim.
http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?t=10620

bir gün gelip intikam alabilme ödeşme olasılığı nefreti canlı tutar ve o zaman nefret motivasyon yerine geçer. yaşar kemal'in demirciler çarşısı cinayeti romanında kan davalı iki ağanın hikayesini anlatır. çocukları yurtdışında okumuş iyi eğitim almış kişilerdir. kan davasını falan iplememektedirler.bu iki ihtiyar zaman zaman birbirlerini tenhalarda menhalarda sıkıştırırlar ama öldürmezler, öldüremezler çünkü kanlısını öldürdüğü zaman tüm yaşama amacını yani onu hayatta, ayakta tutan tek şeyi de öldürmüş olacaktır.
bi konu böyle bağlanır mı? havadaki nem oranı %70 ise bağlanır. çünkü o nem ufaktan beyne nüfus etmiştir.
 
Baben abi ben dans vals örneğinde suiistimal edilebilecek bir örnek verdim sende hemen suiistimal ettin :) :) “dans vals” yerine “Yeri geliyor merdiven dibinde kalakalmaktan” deseydim yine aynı cümleleri kurabilir miydin? :) :)

Bence işin özü şu,hoşnut olmamak insanı daha iyiyi aramaya yönlendirir ben akülü sandalyemle kaldırıma çıkarken zorlanıyorsam bu durumdan hoşnut olmamı kimse bekleyemez ve benim hoşnutsuzluğum bir yerde o kaldırımı yapan düzene verdiğim bireysel bir tepkidir.Yani hoşnutsuzluk=tepki ee bu durumda sözüne ettiğin eleman bana kalkıp ta - ben üç ayda üç kuruş maaş alıyorum karnımı doyuramıyorum sen kalkmışsın kaldırımdan falan söz ediyorsun diyebilirmi? diyemez. :) :)
 
Demek ki neymiş; kişisel planda bir şeyden hoşnut ya da hoşnutsuz olabilmek için başkalarının durumunu göz önünde bulunduracakmışız!

Yani ben tam da hemen yanı başımda duran fıstık gibi kızı dansa kaldıramadığım için kahretmek üzereyken yüksek sınıf bilinciyle hareket edecek ve anında diyalektik çelişkilerle dolu dünyamızda yaşadığım nefret ve hoşnutsuzluk halinin nasıl da alçakça bir küçük burjuva şımarıklığı olduğunun farkına vararak ve de hemen akabinde tir tir titreyerek kendime gelecek ve tam da o anda evet tam da o anda aslında benden daha aşağıda olanların var olduğunu anlayarak mistik bir uyanışla halime şükürler edecek ya da daha iyisi -daha devrimcisi de denilebilir tabi- birden devrim duygularıyla çağlamaya başlayacağım ki bu da sadece kendime değil tüm insanlığa karşı içine girdiğim asil sorumluluk duygusunun tezahürü olarak alkışlara namzet bir güzellik arzedecek... e böyle bir anda da içinde bulundugum sakatlıgın bir anlamı kalmayacak takir edersiniz ki... Soldan soldan dincilik böyle bir şey midir acep???

Yahu kardeşim az insaf...Ben kendi halimde nacizane usul bir nefret hissiyatı içindeyim sakatlıgıma dair. Boynuma baskalarının, benden daha kötülerinin yasadıklarını asıp elimden nefretimi almaya ne hakkınız var kardesim? Ben bahsettiginiz adamların yasamları düzeltilse dahi o kızla dans edemeyecegim. Hem kime ne yahu, benim için güzel bir kızla, güzel bir müzik eşliginde, onun güzel kokusunu içime ceke ceke, güzel gözlerine baka baka dans etmek sizin önemsediginiz şeylerden daha önemli belki... Hem anasını satim bir devrim safında olmektense ahanda ben böyle bir anda ölmek isterim...Güzel bir kızın kollarında... Buyrun küçük burjuva şımarıklıgına...Kime ne yav...
 
Eyvallah pegasus tam da benim söylemeye çalıştığım ama söyleyemediğim şeyleri söylemişsin.Bu “senden daha kötüleri var haline şükret” söylemi son zamanlar da bana çok çok çok anlamsız geliyor ve işin daha da vahimi bir nevi sakatlığımızdan kaynaklanan daha doğrusu sakatlığın kendinden değil dış faktörler kaynaklanan sorunları “meşrulaştırmakla” eş anlama geliyor. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey senden daha kötüleri var dans etmezsen ölürmüsün?senden daha kötüleri var sokaktaki kaldırımlardan şikayet etme sokağa bile çıkamayan var vs.vs.vs. Şu anasını sattığımın dünyasında bu söylem o kadar içselleştirildi ki bizler bile bu düşünceye kendimizi zaman zaman kaptırır olduk.

Evet benden daha kötüleri var ama onların varlığı benim son derece insani olan isteklerimi arzularımı dizginlememi gerektirmiyor. Hele hele onların varlığını düşünerek şükretmemi bir anlamda mutlu olmamı hiç gerektirmiyor zira benden daha kötülerin varlığını bilmem beni şükrederek mutlu etmek yerine mutsuz ediyor…
 
E.. Halilcim, "suiistimal edilebilecek bir örnek verdim" demişsin. Başka bir örnek verseydin ben de ona göre cevap verirdim..

"Sen bunları aynı cümlede kullandığında" demişim.. İstersen büyük harfle de yazayım: :) " SEN BUNLARI AYNI CÜMLEDE KULLANDIĞINDA "

Burada anahtar kelimeler: "… aynı cümlede …" Niye olduğunu az düşün bakalım.. ;)

Bir ipucu daha sana: Bak yukarıda Pega'ya verdiğim cevapta: http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=450586#450586 " Farklı farklı şeyler bunlar." demişim..

Biri kişisel, biri toplumsal!

Elmalarla armutları karıştırma! kardeşim.. :D

Benim söylemediğim şeyleri de bana mal edip hiç aklımdan geçmeyen ifadeler çıkartmaya da bir son ver lütfen.. :evil: (Benzer şeyleri Pega da yapıyor.. Ve kızdırıyor beni :evil: )



Pegacım, sana da "pessss" diyorum artık.. :D

Nereden çıkardın şimdi "devrim safını", "soldan dinciliği", "küçük burjuva şımarıklığını"? :shock:

Biz burada aşure tatlısı yapmak istiyoruz, bayke geldi "tuzu-biberi de benden olsun" dedi.. (sağ olsun.. Aslında bu tür tatlılara bir çay kaşığı tuz atılır.. pişirirken.. ;))

Ama sen gelmişsin sirke şişesini boca ediyorsun.. :twisted:


Yaa senin dans edip edememen senden ve yakınlarından başka kimi ilgilendirir? :?

Yukarıda:
Sen dilediğin kadar nefret edebilirsin tabe.. :p
dedim daha ne diyim.. Ama sen bu kişisel tepkini kişisel ortamlarda ver, lütfen.. Toplumsal ortamlarda (forumlarda vb.) kişisel tepki verilmeeeeez!



Son olarak, bayke'nin dediği gibi:
[size=4] engelden değil engelli olmaktan nefret edilir. [/size]
 
E yukarıda söyledim ya.. http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=452716#452716
Gereksiz ve aşırı küfürcülük de, aşırı şükürcülük de birbirine paralel ama 180 derece ters yönde giden, ama sonuçta hiçbir yere varmayan iki araçtır bana göre.. İkisinde de gözle görülür, elle tutulur bir sonuç yoktur.. İnsanı sadece ve sadece tembelleştirirler.. Ve senin düşündüğünün tersine, illa biri olmazsa diğerini yapman şart değil!
"Şükür et" değil benim dediğim.. Kişisel tepkilerle toplumsal tepkiyi biribirine karıştırmayın ve toplumsal TEPKİyi gerektiği gibi verin, diyorum..

O da sadece 'küfür' aşamasında kalırsa hiçbir anlamı olmaz.. Nasıl olması gerektiği konusunda 3 ay boyunca köşe yazısı yazmıştım: http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=158061#158061
 
Abicim bayke üstat üfürmüş sen de yanağını uzatmışsın hemen...

Engelden de engelli olmaktan da nefret edilir. Çünkü bu ikisi kendilerine içkin bir olumluluk taşımaz. Bunlar olumsuz şeyler ve ayrıca bunlardan nefret etmeyi toplumsal mücadele vermemekle nasıl ilintilendirdiniz onu anlamadım.

Engelden kastınız eğer sakatlıksa -ki onu kastettiğiniz anlaşılıyor- ondan nefret edilir. Engellilik dediğimiz sosyal kısıtlanma haliyse -ki odur sanıyorum- ondan da nefret edilir.

İnsan bu iki olumsuzluktan da nefret edebildiğince, onları yadsıdığınca olumluya yönelik mücadelesine devam edebilir.

Sakatlıgın beraberinde getirdiği olumsuzluklara sevgi nakaratları düzen kişiyle bu sakatlık nedeniyle toplumun negatif tutumlarının sonucu olan engelliliğe kardeşlik türküleri yazmanın farkı nedir?

İnsan bir yandan kişisel planda sakatlık gerçeğinin son derece özel yansımalarından nefret ederken bu özelliği nedeniyle toplumsal kısıtlamalara karşı mücadeleye devam edebilir.

Bir de ısrarla anlamadığınız bir insanın sakatlıktan nefret etmesi demek onun kendinden nefret etmesi demek değildir. Aksine sakatlıgından nefret ettiği için kendisine dair pozitif bir algısı vardır da denilebilir. Ben sakatlıgımdan ibaret değilim ki salt ona olan nefretimle kendime bakayım. Öyle olsa hayatın bu kadar içinde olabilir miydim? Ben Bülent Yılmaz olarak bu lanet olası sakatlığın kozalarına sıgmayacak denli fazla bir varlıgım. Tıpkı hepimiz gibi. Hepimiz sakatlıklarımızdan daha fazla bir şeyleriz... Ona olan nefretim son derece doğal ve ben nefretimin farkında olarak yoluma devam ediyorum... Bu nefreti psikotik bir aşamaya taşımış da değilim. Nefretten kastettiğim bir tür farkındalık burada.

Kısa ve öz söyleyecek olursak sakatlığın sevilecek bir yanı olmadıgına yönelik bir farkındalıktan bahsediyorum.

Ve şu engelden değil engellilikten nefret edilir önermesine ünlü bir türk büyüğünün yaygın özdeyişiyle cevap vermek istiyorum;

"Hadi len..."

:D
 
Tartışmanın ilk sayfasını okuduğumda 'allak bullak' oldum diyebilirim. Sanki bir kabusun içindeyim, birazdan uyanmayı bekliyorum ter içinde. Anlamadım ne tartışılıyor. Cidden anlamadım! O gün kendimi çok kötü hissettim, engelliliğin bütün olumsuzlukları kaplamıştı bedenimi. Hani bazan çok basit birşey sorulur öğrenciye de, o bunun altında bir çapanoğlu arar da yanlış cevaplar soruyu. "Bu kadar basit olamaz mutlaka yanıltıcı bir sorudur bu" diye düşünür ya. Yıllar önce bir cümle kurmuştum. "Yeniden dünyaya gelsem, yine engelli olmak isterdim!" Ağır bir cümle! Ama hafifletecek hamlem hazırdı: "Nasıl olsa dünyaya bir daha gelmeyeceğim!" Anladığım kadarıyla konu şu: Koltuk değneğimin lastiği delinir de, kayıp düşersem; başlarım değneğine de, lastiğine de, beton zemine de, çocuk felcine de ve ayrıca "gogene, gittiğin arabanın tekerine..."... Ama yazıların üstünde bir figür belirdi okudukça. Sakat kalmış "yeşilçam jönü"! Elinde viskisi, tekerlekli sandalyede, bacaklarının üzerinde bir battaniye ve nefret ediyor engelinden! Bence her engelli bir dönem engelinden nefret eder, engeliyle dalga geçer ve yine bir dönem de sever her şeyiyle kendini!
 
Üst Alt