Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Hoşnutsuzluk ve nefret duygusunun yaşama getirdiği dinamizm [Tartışma]

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
İNSAN ENGELDEN NEFRET ETMELİMİ? (KENDİNDEN DEĞİL ENGELDEN)

İnsanı üç duygu ayakta tutar. Bunlardan biri -diğerleri olmasa da- insanı ayakta tutmaya yeter: Sevgi, Umut ve Nefret...
Aslında bunların yanında bir de eküri koşar: Libido denilen yaşam enerjisi..
Hangisi yüklenmişse arabayı, o da yanıbaşında onu delirtir.. Kesinlikle yardım etmez.. Delirtir..

Sevgi insanı yaşama bağlar.. Sevmek yada sevilmek, farketmez..
Umut İnsanı yaşama bağlar.. Aslında insanın kendine yapıp yapabileceği en büyük kötülük umut beslemektir.. Bu gün, yarın için umutlu olursun.. Yarın öbürgün için, umutlu olursun.. Bu sürer gider.. Ölürken de öte tarafın umudu vardır içinde.. Yani bir nevi uyuşturur insanı.. Zararı kadar da teskin faydası vardır sadece o kadar.. Ancak dayanılmazı, dayanılır yaptığı için insanı uyuşturduğu için, genelde kişinin kendine zararı olur..
Oysa isyan doğru hedefe yönlenirse çok şeye katar insana..

Nefrete gelince.. İnsanı ayakta tutan en güçlü unsurlardan birsidir nefret..

Zamanın da bi içim su olan bizler.. İçine hangi çiçeğin konulacağına bile karar verilemeyen temiz sular gibi olan bizler.. Küheylan gibi, rüzgarda uçuşan çoşkusuyla, sırtına alacağı prensesi seçemeyen bizler... Öpmelere kıyılamayan bizler... Bir şekilde eve gelen, içimize hiç sinmeyen pis, sası kokulu, sevimsiz bir olayla dost olmamız istenir..Onu sevmemiz istenir.. Değişmediğimiz anlatılır.. Narsist duygularla biz; Temiz bir depo içine damlatılan mürekkepin lekesini taşımaktayız oysa.. Eksilmişlik duygusu..

Üstelikte yeni halimizi sevmemiz istenir.. Engelimizle barışmamız istenir.. Ona alışmamız istenir...

Yok be dostlar.. Kandırmayın kendinizi.. Ondan nefret edin.. Ondan öldüresiye nefret edin ki ayakta kalasınız..
Ne dersiniz?
 
Ben varım derim.

Ancak Aristo abinin de dediği gibi herşeyde bir orta yol bulmak gerek.
Bu nefret yaşam enerjisine dönüşecekse eyvallah. Ancak nefret duygusunun paketini açtığınızda onu üreten fabrikanın kullanım kitapçığında ürünün kontrolsüzlüğe yol açabileceği yazar. Bu yüzden bu duygu dikkatli kullanılmalıdır.

Nefret duygusu engelimizden taşıp o engele sahip tüm benliğimize yönelmeye başladığında duygunun yan etkilerinin ne denli ölümcül olduğu anlaşılır. Bu nedenle dikkatli ve dozajında alınmalıdır derim.

An gelir, hayata daha fazla tutunmak için sarıldığımız bu duygunun kendimiz için yarattığımız bir prangaya dönüşmesine neden olabiliriz. bu nedenle nefretimizi öyle "ölümcül" derecelerde yaşayarak abartmak tehlikelidir derim. Bu, bir başka açıdan onu fazlasıyla önemsemek ve dolayısıyla hayatımızdaki tahakkümünü onaylamak gibi bir durum yaratır. Bu nedenle nefret duygusunu da abartmamak gerekir.

Benim hayatıma bunca engel koyan sakatlığımdan nefret etmem normaldir ama hayatımın yegane katalizörü olarak bu nefretin öne çıkması beni ben yapan tüm niteliklerimin inkarı olurdu...
 
Bir görüştür sevgili kuyucak, kuşkusuz tartışılabilecek bir görüş....

Diyelim ki evet, dediğin gibi olsun.

Kafama bir şey takılır sadece. Nefret gibi olumsuz duyguların diğer olumlu duygulardan çok daha fazla artan bir ivmesi vardır.

Nefret nefretle katmerleşerek büyür, büyür büyür ve yok oluşa kadar götürür insanı....

Yani sonunda yok olacağımız ayrı bir gerçeğimiz, nefretle bu yok oluşu çoğaltacaksak bu bakış açısıyla, hadi hep beraber alalım silahı elimize ve bir kurşunla bitirelim bu işi, sen buna ne dersin?
 
Bende varım..

Ama Pegasus'un dediği gibi dozu kaçabilir bu işin.. Bu nefret kalbi yüreği nasırlaştırır eğer dozu kaçarsa.. Umut etmek insanın kendine yaptığı en büyük kötülüktür demiş Kuyucak haklısın bi yerde ama olmuyo işte en uç noktada herşeyin bittiği yerde akla bi soru geliyo . Acaba?

İşte o zaman hayatın zamanın duyguların umutların kronometresini sıfırlıyorsun ve sayması için tekrar başlatıyorsun..
 
Üç duygudan bahsetmişsin Kuyucak; ama hepimiz nefret duygusuna yoğunlaştık.
Çünkü nefret sınırsız bir şeydir...İnsanların en korktuğu şeylerden biri de,
birilerinin kendisinden nefret etmesidir.
Sadece engelimizden nefret etmeklemi kalacağız.?
Hoşnutsuz olamak da aynı şey bunu nerede sınırlayacağız?

Sevgi kelebekleri gibi ortada dolaşmayalım ama nefretide abartmayalım.
"Ayy ben engelimi çok seviyorum ,o bana tanrının bir armağanı" diye palavraya gerek yok.
Ama nefret duygusuda insanı sosyal hayattan uzaklaştıran çok sert bir duygu değilmidir?
Ayakta kalmak için nefret duygusu ile "azim etmeyi" birbirine karıştırmamak gerek galiba.
 
:D Güzel söylemişsin çiğdem

Hele şu sevgi kelebekleri cümlene bayıldım.

Nefret duygusu ilginç bir duygudur bana göre. Geçici bir süre için insanda ayakta kalabilmeyi sağlayabilir aslına bakarsan. Çünkü nefretin ilerinde, oluşan bu duyguyla nefret etmemizi sağlayan olguya karşı öç alma duygumuzun hakim olduğuna inanıyorum.

Evet nefret ederiz ve her nefretimizde; "gör bak ben de sana neler edeceğim " gibi bir düşünce de gizlidir. Bir şeyler yaparız da belki öç alınabilir ve ama sonunda yine elimizde kalan kendi gerçeklerimizdir. Bir kısır döngüdür kısacası.

Hele engellere karşı bir nefret sonu asla gelmeyecek bir şey değilmidir?

Nefretin beraberinde getirdiği çok daha olumsuz duyguları da unutmamak gerekir. Nefret tek başına bir şey değidir ki!

Öfke gelişir herşeyden önce belki de insanoğlunun sahip olduğu kendini yok etme sürecinde en belirgin özelliğe sahiptir öfke.

Arkasından şüpheler gelir. Nefret ediyorsak şüpheler oluşmaya başlar, hemen her şeye. Uzar gider bu ve bir bakmışız ki kapatmışız pencerelerimizi dünyaya ve kısıtlamışız kendimizi.

Kendi pisliğinde boğulmakla eş değerdedir bana soracak olursan.
 
sayın kuyucak,
''nefretle uyanış çağrısı ''yapmışsınız bana göre.
ben engelden nefret ederek yaşamımı biçimlendirmeyi
engelli olduğum andan itibaren benimsedim.
önceden yok saydığım,görünce başımı çevirdiğim,ürperdiğim
insanların arasına bir engele sahip olarak katıldığımda bedenime,zihnime, ruhuma engeli sevmemem gerektiğini empoze ettim hep.
engelli olmaktan her alanda karşıma çıkan bir engele sahip olmaktan nefretin ötesinde bir duygu besliyorum.
yenik düşmekten,aciz kalmaktan
engelimi sevmiyorum, asla da sevmeyeceğim..
enerji kaybıma yol açıyor mu?
belki yapabileceğim çok şey var elimde imkanlar yaratabilirim.
engelim karşıma çıkacak yine ben üzüleceğim
eksik olma boşluk hissini bana verdiği için.
nefret ettiğim engelle karşılaşmama adına artık umut etmiyorum,
etmiyeceğimde ve geriye dönüp baktığımda gariptir ki
pişmanlıkta duymuyorum.ne çok acıyı içime sığdırmış bu engel diyorum.
sadece yaşıyorum bir başkasının hayatını yaşar gibi.
serseri mayın gibi..
insanlar mutlu olmak ister.
bir tekerlekli sandalye yaşamına sahip olarak mutlu olunmuyor .
beni umutsuzluğun özgürlüğü mutlu ediyor.
kasırganın ortasında yaşamaktansa .
nefret ettiğim için karşılaşmamak adına yenik düşürmüyorum ruhumu.
yaşam çok kısa her durumda
tat almak gerekir diyenler çoğunlukta biliyorum.
fakat ben zaten eksik olma duygusuyla yaşamayı sevemiyorum kii.
ayrıca benim nefretim sadece kendime hiç bir engelliden nefret etmiyorum, edemem de.
herkes kendi hayatını ve tercihlerini yaşar.
sevgiler..
 
Gönül isterdi ki yaşam aşkımın dinamizmini engelim değil hayallerim belirlesin...Kaçınılmazlar başa geldiğinde halinize yanma lüksünüz olmuyor zaten.Bu işten nasıl sıyrılırım düşüncesi kaplıyor benliği.Şayet çok evhamlı değilseniz olumsuzlukları da yaşamın bir parçası gibi görmeye başlıyorsunuz.

Sabahları benden önce uyanan birşey var içimde.Susamışsam şayet dolaba kadar gidip bir bardak su içmenin hesabını yapıyor beynim...Bir off çekiyorum,eriniyorum yürümeme yardımcı olan cihazıı takmaya...Oysa isterdim kapıya çarpa çarpa,gözlerini bile açmadan el yordamıyla dolabın yerini bulmak ve su içmek...Binlerce insanın hiç hesaba almadığı getirisi götürüsü olmayan basit bir eylemdir oysa bu...Bunca masum isteklerim olduğu için kendime kızabilir miyim?

Engelime gelince,sevmiyorum onu...Hiçbir zaman sevmeyeceğim de...Nefret de etmiyorum.Muhatabım yüzsüz,muhatabım alçak...Nefretimi anlayabilecek kadar içli dışlı değiliz onunla...Ben bir tavşan o bir dağ olsun istemiyorum...

Hem sonra bu nefret intikam hislerini doruğa çıkarır değil mi?Kör dövüşü mü yapacağım hayat boyu?Benim yapılacak daha önemli işlerim var...
 
Mete,engelli olmak birine ciddi anlamda ihtiyaç hissetmektir bana göre.Bu hem maddi hem manevidir.Sonuçta bir bardak suyu bi şekilde kalkıp içebiliyorsam mutluyum demektir.Hayat bizim için sadece biraz daha zor...Başucumda su bulundurmak engeli ortadan kaldırmıyor ki.Yıllar bana pratik olmayı öğretti engelimden dolayı.Ömrümün yarısından fazlası kendime yetmek için çalışarak harcandı.Epey yol kat ettim.Hanım evladı olma lüksünü hiç yaşamadım.Tırnaklarımla,dişlerimle hayatın yakasına yapıştım..Beni bunca yorduğu için engelimi sevmedim.Bu durum her ne kadar belli etmeseler de ailemin üzerinde vebal gibiydi,onların gönül rahatlığını sağlamak da benim boynuma vebal...Geriye dönmek,geleceği düşünmek boş işler...Şuan dilimi ise alabildiğine geniş...Onu kullanmak lazım...
 
Engelliler.biz sitesinde açtığım -hoş geldin, hoş buldum'dan sonra :D - ilk başlık: Sevgili Hastalığım: Friedreich Ataksisi ;) idi..
Oradaki ilk mesajımı:
Yine de, her şeye rağmen seviyorum hastalığımı. “Hastalık sevilir mi?” demeyin. Eğer barışık olmasaydık, 45 yıldır bir arada olabilir miydik? :)
diye bitirmiştim.

Gerçi hafif bir ironi vardı orada, ama doğruluk payı da yok değildi..


***

Okuduğum zamandaki dersin hocasının etkisinden midir nedir.. Muhasebeyi sevmem.. Hele geçmişin muhasebesini yapmayı hiç sevmem.. Hele hele kişisel -günah çıkartma bâbında- muhasebe yapmayı hiç ama hiç sevmem.. :( Kısaca "Tarihin en güzel yanı 'Taaarih olmasıdır.' :D " der geçerim.. Lâkin, bazen bu 'muhasebe' işi gerekir.. Yeni kuşaklara deneyimlerin aktarılması açısından.. Bunu bile pek becerebildiğimi sanmıyorum.. :oops: Ama yine denemeye çalışacağım..

Bir de özellikle duygular söz konusu olduğunda 'genelleme yapmayı' pek sevmem.. Çünkü onlar soyut ve göreceli kavramlardır. Kişiden kişiye değişir.. Ayrıca, süper empati yapabilmeyi gerektirir. ;) Onu da, hele sanal âlemde "yaparım" diyen elemana gülüp geçerim. :D Hani bir mesajında Niye mi anlatıyorum bunları? Belki hepsi palavra..Özelimi bilen yokki.. Oturan boğa ve dante dahil..Sadece resim yapıyorum.. demiştin ya Sevgili kuyucak, öyle bir şey işte.. Resmin genellemesi mi olur? :p

***

Bunları dedikten sonra yukarıda sözünü ettiğim ilk mesajıma döneyim: Yine orada:
Spazm eşliğinde ve kullanılan ilaçların yan etkileriyle zaman içerisinde ağırlaşıyor, hastalık. Desteksiz yürüyememe vb. sonuçlar ortaya çıkıyor.
dedim.. Yani pek çok engelli arkadaşın durumundan farklı.. Sabit değil.. Sürekli ağırlaşıyor.. Değil 25-30, 15 yıl önce yapabildiğim pek çok şeyi şimdi yapamıyorum.

Ol sebepten, bu konularda empati ve genelleme yapmayı yanlış bulurum. :)

Mesajında biraz 'genelleme' yapıyor gibi algıladım da.. (Yanlış olabilir.. O zaman "yanlışsın" diyebilirsin çekinmeden.. ;) )




Dediğim gibi, 30 yıl önce daha sağlıklı olmama rağmen engelim/hastalığım yüzünden istediğim okulu bitiremedim, askere gidemedim, işimde yükselebilecekken yükselemedim, evlenemedim ve bugün yatağa olmasa bile odaya bağımlıyım.. 4 yıldır evden çıkamıyorum. :( Bunlar olumsuz yanları! Bir de olumlu yanlarını anlatayım.. Muhasebesini sen yap. ;) 30 yıl öncesinin Türkiye'sini ben anlatmayım sana.. Benden daha ayrıntılı biliyorsundur.. İşte -ilginçtir- o Türkiye'den engelim/hastalığım sayesinde birkaç kez ölümden dönmüşlüğüm vardır, yine göreli olarak daha pasif olmam nedeniyle kendimi yetiştirebilme fırsatı bulabildim. Ve -şu an için en önemlisi- engelli olmasaydım burayı belki duymayacaktım/bilmeyecektim.. Yani engelim sayesinde buradayım! :D Bu durumda kalkıp "ben senden nefret ediyorum!" desem büyük bir nankörlük yapmış olmaz mıyım? De bakayım? ;)


Bir de.." Nefrete gelince.. İnsanı ayakta tutan en güçlü unsurlardan birsidir nefret.. " demişsin ya.. İşte buna ben de katılmıyorum.. :D Arkadaşlar, yeşil reçetelik ilaç falan demişler ama ben başka pencereden bakacağım:

Bence, nefret ilkel bir duygudur!.. Ayakta kalabilenler de bol nefretli olanlar falan değildir.. " değişime en iyi uyan "lardır.. Bu da çağımızda, yeterince ve gerektiği kadar "donanım sahibi" insanlar için söz konusudur.. Nefretin ilkelliğini aşmış olanlar için yani..


Önerim: Engelinize sevgi ya da nefret duyacağınıza onu kaale almayın.. Ben öyle yaptım, oldu.. ;)
 
bence kendisine karşı anlattığın kadar acımasız olmamalı insan, Kuyucak.. eğer engelinden nefret ediyorsa bir insan bunun tehlikeli bir yanı var.. gün gelir o nefret kendine bütünüyle yönelebilir.. hayatı ve yaşamı sorgulamaktansa insan kendisini sorgulamaya başlar ki, bunun da kişiyi kendi iç dünyasında çıkmazlara götürmesi işten bile değil..

sürekli kendini sorgulayan insan, kendisiyle barışık olmak bir yana toplumun içinde kendini çok yalnız hisseder.. kendine bir duvar örüp sürekli onun içinde iç hesaplaşmalarının savaşını sürer..

engelimden nefret etmek yerine ben daha güzel bir şey geliştirdim.. bilerek mi, bunu bilmiyorum ama beni neşemden hiçbir şey alıkoyamaz diye düşünüyorum: hayatı, toplumu ve kendimi 'ti'ye alıyorum.. bazen toplumdan farklı düşündüğüm için kendimle gurur duyuyorum (narsist yaklaşım), bazen "dibe vurduk ey hayat sıfırla kendini" diyerek kendime ivme kazandırmaya çalışıyorum (içdevinimsel yaklaşım), bazen "bak sağır sultan bile duymuş kimsenin haberi yok' diyorum (özgüven yaklaşımı).. :D

yaşantımda nefretimden beslenen çok az şey var... ve ben bundan hiçbir zaman rahatsızlık duymadım.. sorgulamadan kabul eden, ırkçı ve kafatasçı, agresif ve pessimist, formal vb.. düşünce yapılarından nefret ediyorum.. ve bu da bana hayatla sonuna kadar uğraşmak için güç veriyor... ;)
 
Hasan abi kendisi ne demek istediğini açıklayacaktır mutlaka ama ben önerinin hayatımızı nefretten ibaret bir hale getirmemiz yönünde bir yaklaşım içerdiğini düşünmedim.

Ben daha çok şu "engelimizle barışığız", "iyiki de engelliyiz laylay lom", "sakatlık da ne hoşmuş canım" şeklinde ifade edilen yaklaşımlara karşı alternatif bir zemin içerdiğini düşünüyorum.

Asla ama asla bizlerin sakatlıklarımızdan ibaret kişiler olmadığımızı, daha fazla "bir şey" olduğumuzu unutmadan bizi engelleyen, duygularımızı, hayallerimizi tam anlamıyla yaşamamızı engelleyen sakatlığımıza karşı gerçekçi bir duruş söz konusu olan.

Kendim de dahil olmak üzere hiçbir sakattın sakatlığına kardeşlik nakaratları dizmesini kabul edemiyorum çünkü. Bu bana insanın kendisini bile kandırması gibi geliyor. buna karşılık sakatlığımızın negatif bir olgu olduğu gerçeğinin farkına varmak bizim kendimizden nefret etmemize de neden olmamalı. Gerçekten hassas bir konu bu. Bu ayrımları sağlıklı şekilde yapabilenler iç ve dış huzurlarını emzirebilirler. Çünkü kendi gerçeklerinin eksiksiz bir tasvirine sahip olurlar.

Nasıl ki yaşadığımız bir şehrin haritasını beynimizde görmek istersek bu konudaki duygularımızın da beynimizde şekillenmesi lazım. Böylece beynimizde dört boyutlu olarak görebildiğimiz şehrin neresinde olduğumuzu görmek gibi duyguların da nerede olduğunu görür ve gideceğimiz istikameti ona göre belirleriz. Hiç bilmediğimiz bir şehirdeki kaybolma tedirginliğini yaşamayız. İşte bu yüzden engelimizle olan duygusal ilişkinin netleşmesi gerekir.

Dediğim gibi bizler sakatlığımızdan ibaret değiliz. Hepimizin sakatlıklarından çok daha fazla nitelikleri var. Nasıl ki sağlam bireyler bazen " ya ben çok sabırsızım ve bu özelliğimden nefret ediyorum" diyebiliyorsa biz de hoşlanmadığımız bir yanımızdan nefret edebiliriz. ama tıpkı sabırsızlığından ya da boşboğazlıgından muzdarip birisinin bu nitelikler nedeniyle tümden kendisinden nefret etmesi nasıl yanlış ise sakatlık nedeniyle bizim de kendimizden nefret etmemiz yanlış olurdu. Ki zaten öneri de bunu kastetmiyor.

Bizler sakatlığımızla olan ilişkimizi netleştirmek durumundayız. Kimimiz bunu sakatlıgına asık olarak gerçekleştirmiş. Böyle arkadasları görüyorum sağda solda. Öyle konsuyorlar ki sanırsınız sakatlık denilen şey cennetten çıkma bir mucize. Bazılarımız da -işte ben de onlardan birisiyim- sakatlıgın sevilecek, hayran kalınacak bir yeri olmadıgını, aksine nefret edilecek bir olumsuzluk oldugunu bilip ondan nefret ederek o konuyla olan ilişkilerini netleşirirler. Bunun devamında ise artık orada takılmamak ve hayata devam etmek gelir. buradan sonra savaş vardır artık. Ve bu savaş nefret edilen o sakatlıga ragmen verilen bir savaştır. Bu savaşta herkesten geride başlamanıza rağmen yarısı bir çok yerde diğerlerinden önde bitirebilmenin büyük hazları da vardır. Bu savaşta sadece acı yoktur, hüzün yoktur. Bu savaş sadece hüzünle örülmüş bir kozadan ibaret değildir. Ama bu savaşın içinde gerçekleştiği kozada hüzün de vardır ve bu bizim yok sayılamaz gerçeğimizdir.

Geçenlerde bir düğüne gittim. İnanılmaz bir sevgi ve ilgiyle karşılandım. Beni tanıyanlar masanın etrafını çevirdiler, eskilerden konustuk, şimdiden ve gelecekten. Güzel şey dedim yaşamak, güzel şey dostluk ve gelecek hakkıında bunca harika şeyler duymak. Düşündüm, iyiki gelmişim dedim. Eski arkadaşlarımı görmek güzeldi. Derken harika bir slow parça çalmaya başladı. Etraftan güzel kızlar dansa kaldırıldı ve ben dans etmeyi ne kadar özlediğimi anımsadım. Bir kızın başını göğsüme yaslayıp, beline sarılıp bir daha asla dans edemeyeceğimi düşündüm yeniden. İçimde ne konaklar yandı o an anlatamam. Ve evet kastedilen buysa işte orda ölümüne nefret ettim engelimden. Bazılarımız çok yanlış bir tutumla böyle anlarda bu nefretin kapsama alanını genişletip kendinden nefrete dönüştürebilir. Ama sakatlıktan nefret etmenin kendimizden nefret etmekten farklı bir şey olduğunu iyice netleştirirsek belki bu tartışmanın sanılandan cok daha büyük bir faydası olacaktır.

Öte yandan bu yazın Ölüdeniz'de denizin ortasında kız arkadasımın beline sarılarak dans ettim. Etrafta kimseler yoktu, yüzlerce metre acıktaydık. Ona dans edelim dedim ve suyun içinde yalpalaya yalpalaya döndük durduk. Biraz komik biraz acıklıydı benim için, ama güzeldi de...İki insan suda birbirine sarılınca batıyor :) Ama suyun altında batarken dans devam ediyor. Batarak dans... Sonra suyun yüzüne cıkıp bir tur daha... :) Müziksiz dans etmenin boşlugunu karga sesimle gidermeye calıstım ama kısa sürede suya battıgımız için kısa kesmek zorunda kalıyordum. Artık ne kadar olduysa... Yani diyeceğim o ki; en cok yapamayacağımızı sandığımız şeylerde bile bir umut var olabiliyor. Bunu anlattım çünkü bir özelliğimizden nefret etmenin aslında hayatımızı sanıldığı gibi kısıtlamayacağının, yaşamı derin derin içimize çekmemize engel olmayabileceğinin altını çizmek istedim. Bu da işte Aristo nun altın oranıyla gerçekleşebilecek bir şey. Yani dengeyle, abartmamayla...Hasan abinin bahsettiği umutdan da bunu anlıyorum.

Önümüzdeki günlerde kendi hayatımdan önemli bir kararı örnek vererek bu savaşa dair bir yazı yazacağım. Hele şu vizeyi bir alayım...
 
Baben Baba sen üstüne alınma, dertlenme.. Senin ya da başkalarının adına genelleme yapmam ben.. Kendi adıma resim yaparım yada genelleme, isteyen kabul buyurur.. İstemeyen reddedip karşı bir genelleme buyurur.. Ortak bir düşünce yapısı usul usul oluşur.. Benim kendi yaşam pratiğimin bir sonuce de geç..

Yaşam Pratiğime gelince; Tekerlekli sandalyeli olmama rağmen, hayatım boyunca kimseye ihtiyaç duymadan yaşayabilirim.. Bağımsız yaşamak için tüm alt yapımı hazırlamakla geçti senelerim.. Hem fiziki ortamımı hem de ruhsal yapımı ona göre biçimlendirdim.. Engelli olmayı bir meslek gibi gördüm.. Bu mesleği iyi yapan ustalardan sayarım kendimi..Fakat asla da engellilik olayını gereğinden fazla ciddiye almadım hayatım boyunca.. Düşünce yapımı oluştururken engelli olayına göre, ya da engelli karşıtı bir şey olsun illaki diye düşünmedim..

Gelelim konuya; Üç temel düşünce saydım insan yaşamını belirleyen.. Sevgi, umut ve nefret..
Sevgi olayını yaşıyorum sayarım kendimi.. Çok sevdiğim var ve çok da sevenim.. Bu konuda sıkıntım yok..Umut olayını düz geçiyorum..Düşmanımdır..Yaptıklarım yetiyor bana, ayrıca birilerinden beklentim yok.

Nefret konusuna gelince..Nefret, insanı yaşama bağlayan en önemli unsur diyorum..Kin, öç alma duygusu bir şeye odaklanırsa, düşman saydığın şeyden intikam almak için, onu yenip alt etmek için eline geçen herşeyden faydalanırsın..Kendini donatırsın..Düşman ne kadar güçlüyse sen ondan daha güçlü olmak zorundasındır..İlkel bir duygu olmasına gelince; Hangi temel duygumuz ilkel değil ki? Bütün temel dürtüler ilk-el den gelir..

Düşmanı görmezden gelmek, yok saymak..Olabilir..Bana göre değil..Sıkıntı yaratır bende..Hırsız bekler gibi gerer beni..Her tıkırtıyı hırsız sayarım sonra..Görmezden gelmek, kabul etmek demektir onun gücünü.

Bütün bu donanıma sahip olan benim hayatımı alt üst eden iki olay oldu geçen hafta;

İlki; Otomobilimden tekerlekli sandalyeye transfer olayı sırasında düştüm..Ayağımın şu anda şiş ve mosmor.. Yirmibeşbin kez yaptığım bir olayı yapamadığımdan değil, ön tekerin altı çukura geldiği için t.sandalye devrildi..Zaten tekerlekli sandalyede olan bir insanın ayağının kendisini engellemesi kadar iğrenç bir duygu olamaz..Düşman hep tetikte anlayacağınız..

İkincisi; Şirketim adına yüksek bir bürokratın huzuruna çıkmak zorunda kaldım..Adam öyle bir konuştu ki şok oldum..Engelli olmamın en ufak bir ilgisi yok..O konu umurunda bile değil..Bunu görmem iyi oldu aslında..Adam hem polis, hem savcı, hem hakim, hem danıştay, hem gardiyan..Ayrıca o vatansever, onun dışındaki herkes vatan sevmez..Hain, üçkağıtçı..Bir tek düşünce belirdi kafamda..Adamı bir güzel dövmek şöyle ağız tadıyla ama..Evire çevire..Ağzına burnuna tekme atmak..Bedelinin ne olması önemli değildi..O anlık değil bu duygum..Hala istiyorum..Ama kendim istiyorum, başkasının eliyle değil..Engelim yine engel..

İşte beni yaralayan, ben olmamı engelleyen düşman bu..Nefret ona karşı olan duruşumu, mücadelemi belirliyor benim..

Saygılar..

Not: andante beni boğacak hiç pisliğim ya da düşüncem olmadı benim.. Hepsinin arkasındayım..
 
pegasus,
bayılıyorum size,özgüveninize ve engelsiz bayanlarla olan maceralarınıza.
erkek olucaktım ki bende :lol:
 
Yazıları okuduktan sonra dünü bugünü gözlerimin önünden geçirmeye çalıştım.
Üniversite yıllarımda kapitalizmin en baskıcı en şöven diktatörlüğü ile tanıştım.
Nefret ettim.Umudu özlemi ve sevdayı yanımda taşıdım.
Evet engelliydim.Engelimi bazen hissediyordum.Zaman zaman o günlerde yürüdüğüm mesafeleri gittiğim yerleri çıktığım merdivenleri vb düşünüyorum şimdi hiçbir güç bana yaptıramaz. O gün ki çıkınıma koyduğum nefretim özlemlerim ve umutlarım beni koşturuyordu.
O yıllarda engellilikle ilgili ciddi sayılabilecek ayrı bir düşünce tarzımın oluşmadığını fark ettim.Engellilik nedir? Toplumdaki duruşu, yeri ,bir grup olarak özellikleri, dünya ile bizim ülkemizdeki farklılıkları, Duygusal ilişkilerde ki yaşadıkları , vb .
Bu gün ise: Benimle hep yan yana olan düşmanım olduğunu fark ettim. Ben zayıf düştüğümde hafif yüzümü kırıştırdığımda bir yerlerden çapraz ateşe almaya çalıştığını fark ettim.
Kimi zaman bu saldırılardan sıyrıklar aldığımı gördüm. Engellilikle ilgili hayatımın en uzun düşünce dönemini yaşıyorum. Bu süreçte benim bazı olayları gerçekleştirirken zorlanmam sadece yürüme engelim olduğundan değil ben güçlü iken silahını açıktan göstermeye cesaret edemeyenlerin çevreme bombalar yerleştirdiğini göremeyecek kadar ya saf yada insanlara güven duyduğumdan olduğunu anladım.Dur bakalım bu engelliliği benim dışımda ki dünya nasıl görüyor nasıl değerlendiriyor vb soruları sık sık sormaya cevaplar bulmaya çalıştım.
Sayın Kuyucak ve pegasusun söylemlerine katılıyorum.
Nefret umud sevgi vb. duyguların hedefini biçimini yüreğimize yerleştiriş şeklimiz ve oranlarının önemli olduğunu düşünüyorum.
Toplumun bakış açısı nedeniyle yaşamak zorunda kaldığı şeyler için bir uzaylının , uzaylı olmasından nefret etmesini anlayamam fakat yaşamak zorunda bırakıldığı şeyler için bir şeylere kızmasını , nefret etmesini ve kendi hayatını istediği gibi yaşamak için bazılarını mezar taşları gibi görmesini de anlarım.Çünkü bazıları üstünde kimlik yazan mezar taşlarıdır.
Aydın yarınlar…
 
Anlaşıldı Kuyucak,

Arabanın tekerine kızmışsın, hırsını engelinden alıyosun.. Bir başka tekere :D kızmışsın, hırsını yine engelinden alıyosun.. Bize de burada beyin fırtınası yaptırıyosun.. ;)

İki olumsuza bir olumlu.. Benim yaptığım gibi 'muhasebe'sini yap bakalım bir.. Muhasebeci sensin! ;) Engelli olmasaydın burada olur muydun? Seni tanıma onuruna erişebilir miydik?

Sen de Pegacım,

Otur bi muhasebe yap..

Engelli olmasaydın o sözünü ettiğin yüzlerce kitabı okuman, okulunu başarıyla bitirmen söz konusu olabilir miydi? Bu forumu bilebilir miydin, seni tanıyabilir miydik? ;) Tamam.. Birçok şeyden mahrum olmuşsun ama onların boşluğunu doldurmanın yolunu bulmuşsun.. Engelin o kadar da suçlu değil aslında.. Zaten onun da sana baba dediği yok ki, oturmuş yoğurdunu yiyor! :twisted:
 
Bana soracak olursanız burada görüş açılarımız önem kazanıyor.

Nefret duygusu hiç te yabana atılacak bir duygu değildir, ilkeldir, değildir tartışmasından öte önemli bir duygu diye düşünüyorum. Ben tehlikeli bulanlardanım.Korkarım nefret etmekten, çünkü kendimi biliyorum, o nefret duygusu bir anlık gelip geçici bir duygu olarak kalamz bende yer bitiririm kendimi. Kendimi korumak adına nefretten olabildiğince kaçarım.

Engeline karşı nefret duymak, neden olamasın? Sadece engel değil, bazen ben bir kadın olarak ah bir erkek olsam dediğim olmuyor değil, yada tıpkı kuyucağın içinde kabaran duygu gibi 45 kilo değilde şöyle kodu mu oturtan bir fiziksel güce sahip olsam da şunun ağzını burnunu kırsam dediğim oluyor.

Bir şekilde hepimiz insan olmanın getirdiği çoğu özelliklerimizle, sahip olmadıklarımız gibi algıladığımız çoğu olayda "ah ulennnnnn" naraları atıyoruz. Bunlar çok doğal. Bunları yanlış bulmak bana anlamsız geliyor.

Gelip geçici bu durumların süreklilik kazanması durumunda kaybedeceğimiz çok şey var, tehlikeli olursa işte pegasus un dediği gibi bu tehlikeli olur.

Gerçekten en nefet ettiğim şey, bir şeylerin arkasına saklanıp kendine yalan söyleyenlerdir.

Kadın kocasından dayak yer, ama sevdiği için olduğuna inanır yaaaaaaaa

Bu anlamda sizleri gerçek şekliyle anlayabilme şansım yok.Tabikii insan sakatlığından hoşnut olamaz zaman zaman. değiştiremeyeceğimiz bir gerçek olsa bile, bu ne ya dediği zaman yoksa ben zaten şüpheyle bakarım o işe.

Önemli olan bizleri kavurup gitmesine izin verip vermemektir.Haaa birileri de sakatlığıyla aşk yaşar şeklinde sizlerin tabiriyle lay laylomu tercih ediyorsa, bence ona da dokunmayın. Her insan çıkış yolunu bir şekilde kendine göre bulacaktır.
 
Babür abim hani öyle bir ele almıssın bizi ki sanki biz hayatı bırakmısız manyak gibi agzı dili olmayan engelliliğimizle Don Kişotvari bir savaşa tutuşmuşuz.

Canım abim don Kişot romanının en temel yanı nedir bilir misin? O roman hayalindeki dünyayı gerçekle karıştıran insan aklının tasvirini yapar. ama bizim yaptıgımız bu degil, aksine çok farklı. Biz engelimizin gerçek oldugunun farkındayız ve onun karşısında gerçekçi ve makul bir duruş edinmeye çalısıyoruz.

Yani engelliliği ortaya çıkartan sosyal algıların, bu algıları yaratan sosyo-kültürel, sosyo ekonomik yapıların falan farkındayız. Ama bunların hepsi düzeltilse bile canım abim ben işte o kızla ayağa kalkıp dans edemeyeceğim, bunu sen anlamazsan kim anlar...

İşte biz de diyoruz ki, sakatlıgımızın bizden alıp götürdüğü çok şey var. Evet var ve bunları dürüstçe dile getirip, bunlarla hesaplaşmak neden korkutuyor bizleri bu kadar. Bunun neresi yanlış? Kimbilir belki birbirimizin kanayan yaralarını yalamakdır bu. Ha ardından durup yola devam etmedik mi biz. Hayır tabiki. Benim neler yaptıgımı en iyi bilenlerdensin. Burada nefret duygusunu ifade edenler ben de dahil hayatın gırtlagına pencesini geçirmiş insanlar. Felek ne kadar sıkarsa sıksın bizim pencemiz de onun boğazında. Ama acıtıyor be abim. Yalan mı söyleyelim şimdi... Hadi felege karsı "acımadıkiii" dedik sana da mı yalan söyleyelim...

Benim G. doğuda yaralanan arkadaslarım vardı. Bunlardan bazıları küçücük sıyrıkla bile dagları yerinden oynatırcasına bagırırdı. Kimi de ölüm derecesinde agır yaralı olmasına ragmen gıkı cıkmazdı. Sakin sakin vucudundaki tepkimeleri soylerdi. Komutanım başım biraz dönüyor, komutanım biraz üşüyorum. Sakin sakin durumunu söyleyen bu çocukalrın bazılarını daha sonra kaybettiğimizde delice bir üzüntüm kaplardı içimizi. Şimdi biz de o cocuklar gibi gibi basımıza gelenlerle gercekçi bir şekilde yüzleşiyoruz. Hepsi bu. Nasıl ki o cocukların yedikleri kursunlara övgü düzmesi beklenemezse felegin yağlı mermilerine de biz şiir düzmeyelim izninle...
 
ben engelimden hiç bi zaman nefret etmedim ve etmemde.bunun bana verilmiş bir hediye yada allahtan gelen deneme sınama v.s.gibi kendini kandırmaca şeylerin sonucu olduğunu da düşünmüyorum.ancak bunu hayatın bir gerçeği olarak algılıyorum.eğer biz mutlu olmak istiytorsak gerçekleri ve kendi gerçeğimizi kabul etmeliyiz daima.nefret bize artı bir avajtaj getirmez asla.tam tersi zarar verir gerileme sağlar.engelimizi kabul etmek bi dezavantaj deyildir.önüme çıkan zorlukları kabul edeceğim anlamına gelmez.ayrıca bütün insanlar engellidir.kimisi zihinsel kimisi düşünsel kimide bedensel.tamamiyle sağlıklı bi insan yoktur.sağlam insanların önüne engeller çıkmıyormu peki hayatta?elbetteki çıkıyor.heerkes okuyamıyor herkes i,stediği işe sahip olamıyor,herkes sevdiğiyle evlenemiyor.önemli olaz zihnini mümkün olduğuı kadar sağlıklı tutabilmektir gerisi gelir kendiliğinden.çünkü bedenin deyil sevginin aşamayacağı engel yoktur sevgili arkadaşlar. :wink:
 
Pegasus' Alıntı:
..
Canım abim don Kişot romanının en temel yanı nedir bilir misin? O roman hayalindeki dünyayı gerçekle karıştıran insan aklının tasvirini yapar. ama bizim yaptıgımız bu degil, aksine çok farklı. Biz engelimizin gerçek oldugunun farkındayız ve onun karşısında gerçekçi ve makul bir duruş edinmeye çalısıyoruz. ...

Bu tür romanlarda amaç; hayatın gerçeklerini bir başka pencereden bakarak görmek/göstermek ve dersler çıkarılmasını sağlamaktır, benim bildiğim. Yani tamamen hayal ürünü değil. Teşbih, metafor gibi sanatlar da var içerisinde..


Pegasus' Alıntı:
Yani engelliliği ortaya çıkartan sosyal algıların, bu algıları yaratan sosyo-kültürel, sosyo ekonomik yapıların falan farkındayız. Ama bunların hepsi düzeltilse bile canım abim ben işte o kızla ayağa kalkıp dans edemeyeceğim, bunu sen anlamazsan kim anlar...

Buna da "gülün dikeni" diyelim.. ('Gül' benzetmesi burada olmadı ya.. Neyse idare et.. Başka bi şey gelmedi aklıma şimdilik.. :D )

"Olanı olduğu gibi gör(E)MEmek" diyorum ben buna.. Değiştiremeyeceğimiz gerçekliklerden nefret etmek yerine, onları kabullenip, daha pratik ve akılcı çözümler üretmek; nefreti de 'değiştirebileceğimiz' gerçeklikler üzerine yoğunlaştırmak daha doğru değil mi?

Bak, Kuyucak'ın örneklerindeki tekerin gireceği çukuru andante'nin geçenlerde anlattığı Basel'de ara ki bulasın :D ; öteki teker/dallama gibi tiplere de oralarda rastlamak sanmam ki kolay olsun.. Ama buralarda ibadullah :evil: Hani oralardaki engelli arkadaşlar kişisel takılıp, sakatlıklarından nefret etseler, diyeceğim bir şey yok da.. Burada da aynı tribe girmek biraz garip oluyor.

Çünkü oradaki garibanların nefret edecek bişeyleri kalmamış Yasıııık.. :p ;) Bizde de sıra bile gelmiyor, kişisel engellerden nefret etmeye.. :evil:



Pegasus' Alıntı:
İşte biz de diyoruz ki, sakatlıgımızın bizden alıp götürdüğü çok şey var. Evet var ve bunları dürüstçe dile getirip, bunlarla hesaplaşmak neden korkutuyor bizleri bu kadar. Bunun neresi yanlış? Kimbilir belki birbirimizin kanayan yaralarını yalamakdır bu. Ha ardından durup yola devam etmedik mi biz. Hayır tabiki. ...

Kişisel/bireysel (benim deyimimle 1-eysel) nefret, hedef saptırır! Gücünü, asıl kanalize etmen gereken noktadan uzaklaşırsın. Arabeske kadar yolu var!

Herkes sen değil ki, Pegacım! :D "Hobaaaa" deyince engeli koyanların yerine engeline düşman olacak, "nerede lan benim engelim, vuracam onu" diyecek bir sürü eleman var! Sen(ben/biz) bunu aşamamış görüntüsü verirsen/verirsek işin içinden çıkamayız ki!:(


Pegasus' Alıntı:
Ama acıtıyor be abim. Yalan mı söyleyelim şimdi... Hadi felege karsı "acımadıkiii" dedik sana da mı yalan söyleyelim..

:D Bazen gerekir yalan söylemek de! "Beyaz yalanlar" deniyor bunlara.. Hani "Kan tükürüp 'kızılcık şerbeti içtim' diyenler" vardır ya.. İşte öyle bir şey..

Pegasus' Alıntı:
... Nasıl ki o cocukların yedikleri kursunlara övgü düzmesi beklenemezse felegin yağlı mermilerine de biz şiir düzmeyelim izninle...

Ben sana "lay lay lom" diye şiir düz demiyorum ki.. "İlkel, cahilce, hedefi saptıran bir nefret"in yerine engeli kaale almadan, engelleri koyanlara karşı kanalize edelim gücümüzü! ;)
 
Beni engelleyen engelimden nefret etmesemde negatif bir duygu hissediyorum.Hayatın engelimden dolayı benden esirgediği şeylere karşı kızgınlık var..Engelimin engellediği yaşamımı çok fazla sindiremeden,bazen başkasının hayatımış gibi izlediğimi hissediyorum,yaşamın elimden kayıp gittiğini ve geriye dönüşü olmadığını...Elimde olanlarla elimde olmayanların muhasebesini yaptığımda şu andaki şeyleri engelli olmasam başaramazdım,ama yine de sağlıklı olmak,deli dolu, hayatın her alanına katılabilmek,yaşayamadıklarıma keşke diyemeden yaşayabilseydim diyorum ama...Geçmişin pişmanlığı ve geleceğin kaygısıyla yaşamakda yıkıcı bir şey...
Nefret etmek insana zarar verir,o kadar gözümde büyüttüğüm zaman yıkıcı olacağımı ve kendimi yok edeceğimi düşünüyorum....Hayatın bana çok gördüğü şeylerin eksikliğiyle yaşamak nefret boyutunda olmasa da olumsuzluk katıyor...Ama hayata ve engelime karşı nefret beslemedim...Hele de, mesleğim icabı, hayatta mutlu olmanın engelsiz olmak anlamına gelmediğini görmeye başladığımdan beri...
 
konuya geç dahil oldum ama dikkatle okudum fikirlerinizi bir çogu düşünceye muhalif olacagım..

ben nefretle ayakta kalmanın büyük saçmalık oacagını, nefretin hayatta bir insana engelli engelsiz gözetmeksizin kazndırabilecegi birşey olduguna şiddetle karşışıyım karşıyım karşıyım.
sevgi şart havayı, dogayı, insanı yaşamayı, umudu hatta engeli bile sevmenin onunla birlik içinde olmanın bizleri daha iyi ayakta tutabilecegini düşünüyorum ben kendimden başka birşeyden nefret etmedim tek nefretim kendime yaptıklarıma geçmişteki hatalarımadır..


diyelimki sayın arkadaslarım dediginize varım dedim;
herşeye engele hayata yaşamaya azmime nefretle baktım açıkcası hayatımda etrafıma baktıgım gözlerim herşeyi nefretlerle görmeye başladı bunun bana hiç bir getirisi olacagını düşünmüyorum.
hani herkes şiddete karşıdır ya öyle bi tabir vardır toplumda, işte bende nefrete karşıyım nefretin hayatta bize gtirisi olmaz olamaz.
dedimya işte tek nefretim hayatta yaptıgım hatalar yedigim kazıklar. bunu bile bir nebze sevdim yedigim kazıklar bana hep tecbübeler kazandırdı ama ben nefretle aldatılmayla kazanılan tecrübeyede karşıyım.

ben diyorum ki sevmenin hatta en kötü mahlukata bile ışıkla sevgiyle bakmanın bize hiç bir zararı olmaz herşeye sevgiyle bakan sever sevilir.
seven sevilen hayata gerçekten baglı kalır.


engele nefret etmek bana biraz düşünce olarak ters geldi herkesin demiyorum ama bir çogumuzun engeli kendi hatalarımızdan kaynaklanmıştır insan kendi yaptıgı hatadan nefret duyarmı duyar bende hatalarımdan nefret duyuyorum ama sevgiyle bakmak beni daha mutlu ediyor.


kısacası nefretle yaşama tutulma degil sevgiyle yaşama tutulma taraftarıyım ve iyi bir fanatik gibiyim bu konuda.
 
Mehmet yazılanları dikkatle okudum demişsin ama ben senin yazılanları gerçekten okuduğundan emin değilim.

Okusaydın eğer bizleri düşünmekle suçladığın o fikirlerin bize ait olmadığını görürdün. Biz burada senin garip şekilde abartığın gibi sevgisizlikten falan bahsetmiyoruz. Tabiki sevginin olmadığı yerde insan bile olamaz.

Biz burada hayatımızı nefret üzerine kuralım demiyoruz. Ama insan ve hayat senin zannettiğin şekilde sevgi kelebeklerinnin hayatı da değildir. Hayatın doğasında sadece sevgi değil acı, hüzün, nefret gibi duygular da vardır. Bizi insan yapan annemize duyduğumuz sevgi yanında onu kaybettiğimizde hissettiğimiz derin acıdır da...Yani insan olmak sadece sevebilmek değil aynı zamanda olumsuza karşı hissedilen derin hoşnutsuzluktur da... bunların birisi olmasa insan insan olmaz. Senin zannettiğin gibi salt sevgiden oluşmuş bir kişiyi bu yeryüzü görmedi. Bak peygamberler bile yeri geldiğinde "kafir" demiş "düşman" demiş kendilerince olumsuz olana savaş açmıştır. İşin dini yönüne girmiyorum ama dinlerdeki o şeytan imgesi de aslında insanlığın doğasında hep var olan evrensel "kötü" yü tanımlaması için yaratılmıştır.

Kısaca hayat iyi kötü zıtlığında vardır ve bizler hayatımızdaki olumsuzlukları tespit ettik diye senin sandığın gibi sevemeyen kişiler değiliz. Ben evet engelimden nefret ediyorum -abartmadan- ama öte yandan bu hayatla bu şekilde de olsa savaşmaktan mutluyum. Hayattan bu şekilde de olsa kopardıklarımdan mutluyum. İnsanları -çoğunu- seviyorum, hayvanları ve doğayı da... Kendimi seviyorum. Kadınları seviyorum - güzel olanlarını- , ülkemi seviyorum, başka ülkeleri ve başka milletleri de seviyorum, kuru fasulye, cacık ve pilavı seviyorum. Yüzmeyi, bağlama çalmayı seviyorum. Başarmayı seviyorum, Meyve yemeyi seviyorum. Kitap okumayı, dostluğu seviyorum. Güzel bir kızın gözlerine bakmayı seviyorum, sevgilinin kokusunu içime çekmeyi nefesinin nefesime karışmasını seviyorum. dokunmayı seviyorum. Ormanları, çiçekleri gökyüzünü, denizleri ırmakları seviyorum. Sabahları çay içmeyi seviyorum. Canım istediğinde çekip gidebilmeyi -zor da olsa- seviyorum. Hayatın bana sunduğu şeyler görece az da olsa geleceğin belirsizliğindeki olası mutluluklar için savaşmayı seviyorum. İstanbulu seviyorum, bu gezegeni seviyorum. Şöyle ormanlık ve toprak bir yolda camları açıp araba kullanmayı seviyorum. Sevgilimle ormanın derinliklerinde kaybolmayı seviyorum. Anlattım yukarda yüzmeyi seviyorum, hele yanımda güzel bir kız varsa daha da çok seviyorum...Öğrenmeyi seviyorum. Belki de en önemlisi ailemi çok seviyorum...

Bu listeyi sayfalarca uzatabilirim. Gördüğün üzere sevdiğim çok şey var. Ama ben bu sevgilerin hiçbirine engel olamasa da sakatlığımın kendisini sevemiyorum. Ne alakası var bunun sevgisizlikle? Zaten bizim nefret etmemizin asıl sebebi sakatlık nedeniyle sevdiğimiz şeylere daha fazla ulaşamamaktan ibaretken hemde...İnsan belli bir olumsuzluğa karşı negatif bir duruş belirledi diye tüm hayatına karşı o negatif duruş üzerinden bakmaz. İnsan dediğimiz canlı tüğrü böyle bir şey değil...Bir çok duygu barındırıyoruz bağrımızda. Ve ben evet sakatlığımdan nefret ettiğim tespitini yaptıktan sonra artık onunla uğraşmamayı ve hayata dahil olmayı seçiyorum. Tıpkı gerçekten hiç sevmediğim ve muhatap olmak istemediğim bir akraba gibi. Bir şekilde hayatımızdadır ama onunla görüşmek istemezsinizdir. Ama bunun için de ondan nefret ettiğiniz gerçeğini su yüzüne çıkarmanız gerekir. Ardından işte bakarsınız hayatınıza...Sevilecek başka insanlar var çünkü...

Yazılanları kabul etmeyebiliriz. Ama doğru dürüst anlamak sorumlulugumuzdur...
 
kuyucak hocam kendini ifade etmiş ve buradan bir perspektif açmış.

Her insanın karakteri farklıdır. Birimizi nefret kamçılarken bir başkasını yok oluşa götürebilir. Hırs kimine zafer kazandır kimini mahfeder. Bize göre göre umut fakirin ekmeğidir ama Nietzsche'ye göre umut işkenceyi arttırır vs vs...

Ortada tek amaç var ise:Tüm engellerimize rağmen ayakta kalabilmek.
Bunu başarmak için tek reçete kullanmak gerekmiyor. Kaldı ki böyle birşey mümkünde değil.
Önemli olan hedefe ulaşmak bunu nasıl yapılacağı kişinin kendisine kalmış.
Saygılar
 
ben dikkatle okudum sayın pegasus
sizlerin filozofların yazarların nefret için getirdigi notları aktarmışsınız.
ben şahsıma diyorum ki ben nefretin hiç olanından yanayım nefret duymak her neye olursa olsun çok nahoş bir durum.
Ve sizlere sevgi duymuyorsunuz herşeye nefretle bakıyorsunz demedim! ben herşeye nefretle bakmanın insandan götürülerini yazdım ve sevgini gerçek getirilerini yazdım.

ve yineliyorum sevgi harika her ne olursa olsun insanın öldürmek zorunda kaldıgı hasımını bile sevmesi gerçekten güzel.
nefret nereden bakarsak bakalım neye nefretle bakarsak bakalım kötü bence nefretin hiç dozu olmaz az nefret bile insanın beynini yer bitirir.

aklıma şimdi hemşo filminde cebrail karekterinde ki okan bayülgen ve ona dedesinin verdigi nasihat geldi;
düşamanın açsa açıktaysa, muhtaçsa, acizse elinden tutacaksın gerekirse yarasını saracaksın demişti düşmana bile sevgiyle yaklaşmayı anlatmıştı sanki.
ben sizlere hayatta herşeyde pozitif merhametsiz nefretlerle baıyorsunuz demedim sadece ben şahsıma sevginin güzelliklerini nefretin kötülügünü anlattım belki sevginin dozunu aşmış olabilir ama ben herşeyi öyle sevmek hiç birşeyden nefret duymamak istemişimdir onu anlatmaya çalıştım..
sizler yazarlardan kısa örnekler verdiniz bende dedimki;
nefrete karşıyım az dozu olmaz nefret şahsıma hiç olmaz dedim sizlere hayatınızı nefretle yaşıyorsunuz demedim ama azda olsa nefret zararlı diye düşündüm.
 
SEVGİ-UMUT-NEFRET

Oğlumuza birgün öğretmen "çöpçü,doktor,manav,mühendis,bakkal ...hangi meslek önemlidir."demiş
o da hepsine ihtiyacımız var"her insan ve meslek önemlidir" diye cevap vermiş.
Öğretmen bunu bana anlattığında "hah" dedim içimden,
"başardık ;hümanist bir insan yetiştirmek istiyoduk sanırım oldu"
O zaman 7 yaşındaydı şimdi 10 yaşında.O her insanın farklı ama değerli olduğunu bilir.
Biz ona bu konuda belki çok şey anlatmadık ama o bizi izledi.
İnsanları sevdiğimizi; bizimde (farklıda olsak) sevildiğimizi bilir.
Şimdi ona sorsak "hümanist birimisin?" diye ."Hayır ben futbolcuyum" der.
Hümanist nedir bilmez ,ama biz onun hümanist olduğunu biliriz.
---------------------

Ben 6-7 yaşlarındayken anneme ne zaman bu hastalıktan kurtulacağımı sorardım.Çünkü
evimizde sakat,engelli,topal...gibi sözcükler hiç kullanılmadı.Bu kelimeler
bir çeşit küfür gibiydi.O yüzden de adına hastalık derdik.Annem de bir sabah uyandığımda
herşeyin biteceği masalını anlatırdı.Aklım ermeye başladığında annemin beni incitmekten
korktuğu için bunu söylediğini anladım. Umut etmenin çok şey kazandırmadığınıda anlamıştım.
Ama evimizde kullanılmayan sözcükler yüzünden olsa gerek kendimi hep sağlam sandım.
Taa ki onu tanıyana kadar.Kendisiyle barışık,özgüveni yerinde,komplekslerinden arınmış
olan bu adam bizim sakat olduğumuzu ama yaşamak için bir yol bulunduğunu ,hayatı
kendimize göre kolaylaştırılacağını bana anlattı.o güne kadar hiç kimse ile sakatlığa dair
konuşmayan ben, ayağıma taktığım cihazı göstere göstere etek giymiştim.
Umutlanmak sanırım buydu.
Yoksa, saçma sapan umutların peşinden hiç koşmadık, elimizin uzandığı gücümüzün
yettiği herşeyi elde etmeyi başardık.
Şansımız mı yaver gitti? Hayır. Birileri gelsin elimizi tutsun diye beklemedik.
Arkamızda hiç kimsenin olmadığı bu yolda yanlız olduğumuzu
düşe kalka da olsa kendimize güvenerek yürümemiz gerektiğini biliyorduk.
UMUT edip bekleseydik acaba ne olurdu.? Eminim hala umutla bekliyor olurduk.
Umudun yerini özgüven almalıydı.


Geçici hırslar yaşadım,oğlumun peşinden koşamadığımda ,ertesi yıl onunla top oynayamadığımda,
daha ertesi yıl başka bir şey ama adını nefret koymadım.Çünkü anlık hırslardı.
Kimseyede sızlanmadım bunun faydasız olduğunu biliyordum.
Yerine başka birşeyler koymalıydım. Bunu da oğluma bakınca başardığımı sanıyorum.
Bizim gibi,insanlarla barışık olanların nefretle işi olmayacağını
bunun geçici özlemler ve hırslar olduğunu çok iyi biliyorum.
Savaşımız ,nefretimiz,hoşnutsuzluğumuz insanlarla yada her an birşeylere olamaz.
Her insanın olduğu gibi biz sakatların savaşı hayatla ,zaten 1-0 malup başlamışken
yaşamaya savaşımız daha da sert geçecektir.
 
Ben bu sitede ve internet alemişnde yeniyim.Ama Engelimizin , nefret umut ve sevgi üçgeninde ki konumu hakkında ki yazılarınızı çok beğendim. Özellikle pegasusun yazdıkları ....Hani bazen olurya düşünürsün hissedersin ama bir türlü ifade edemessin.Pegasus benim düşüncelerime tercuman olmuş.Beni ben yapan özelliklerimin içinde engelli oluşum büyük bir yer kaplamıyor.Ben kendime acımayı sevmiyorum.Sanki sağlıklı olanların hiç derdi yok mu ? Bu hayat yolu bir insan ne surekli mutlu olabilir nede sürekli mutsuz olabilir.Bu yüzden her üzüldüğümüz olayı engelimize bağlamamamlıyız.
Kusura bakmayın baştata dedimya acemiyim ama bu güzel yorumları görünce yazmadan edemedim...
 
Bedenimizden nefret etmek değil burada kastedilen. Bedenin performansı ile, yapmak/etmek/olmak istediklerimiz arasındaki çelişkiye bir kızgınlıktan bahsediliyor. Sakatlığımızın bizi sınırlandırmasına; yapmak isteyip de yapamıyor olmamıza veryansın ediyoruz.
Bir ada düşünün... Helikopterle adanın üstünde tur atıyrsunuz... Adanın her bir köşesinde iştahınızı kabartan, arzularınızı tetikleyen güzellikler/şeyler/etkinlikler/insanlar var. Ve bu adanın tam göbeğine sizi bırakıyorlar. Aklınızda biraz önce gördüklerinizin heyecanı. Gülerek helikoptere el sallayıp, biraz önce gördüğünüz güzellikleri iştahla düşünüyorsunuz. Ufka bakıyorsunuz, her şey ilerde sizi bekliyor. Dört bir yanınız karnaval tadında. Vira! Ama o da ne! Zemin yoğun bir kumla kaplı, tekerlekli sandalyeniz adanın zemininde gitmiyor. Karnavala bir an önce yetişmek istiyorsunuz, ama yok, sandalye sürekli patinaj yapıyor... Bir vira! İki vira! Üç vira! Dördüncüde başlıyorsunuz küfretmeye... Sandalyesine de, kumuna da, heyecanına da, umuduna da, gelmişine de, geçmşine de!

Enstantane bu...

Şimdi kuyucak diyor ki, ben o adanın ortasında kalakalmaktan nefret ediyorum. Ağzıma ne gelirse sayıp sövüyorum! Karnavala katılıp ter içinde kalmayı isterken, enerjimi kumda bata-çıka patinaj çekmeye harcıyor olmaktan nefret ediyorum. Kuma saplanan tekeri döndürmek için her seferinde hırsla küfrede küfrede debeleniyorum...
O karnavala katılma isteğimi inatla besleyen de işte bu nefretim ve hırsım! Beni oraya bırakan helikoptere de, bu adayı bu kadar kum yapana da, yol yapmayana da, sandalyeme de, sakatlığıma da sinkaf!

Hoşnutsuzluk ve nefret duygusunun yaşama getirdiği dinamizm derken, tam da bu, hırsla bir kum çukurundan diğer bir kum çukuruna dalıp çıkmayı anlıyorum ben. Küfrede küfrede ilerlemeyi...

Arabası patinaj yapıp kuma saplanmışken kim küfretmez ki? Kim kuma ve tekere methiyeler düzebilir? Kim o çukurda kalmayı hayatın güzelliği sayabilir?

Ve bence bu nefret ve hoşnutsuzluk olmasa, karnavalı uzaktan seyretmeyi kabullenebilir insan. Nefret, çığlık, hoşnutsuzluk nidaları hem umuda dairdir aslında, hem de karnavaldakilere bir sesleniş. Farkındalık yaratmak bi anlamda.
 
Yaşı uygun olanlar bilir.. (andante koooş :D )
fiddler on the roof/damdaki kemancı diye muhteşem bir müzikal/film vardı. Ve bunun da if i were a rich man /ah bir zengin olsam diye, içeriğine pek katılmadığım ama müziği çok hoşuma giden bir şarkısı vardır.. Onun sözlerini Türkçeye şöyle çevirmişler:
ah bir zengin olsam
sana neler neler alırdım
yaşardın gönlünce sen
bir zengin olsaydım ben
çalışmazdık asla
ne isterdim tanrıdan bundan başka ben
her akşam votka rakı ve şarap
şarkısını sana öğretirdim ben
geçip gider kalmazdı hiç keder
ömrümüz zevk ve neşeyle dolu
sürer giderdi hayat boyu
işte böyle zengin olsaydım ben

belki de böyle bir zenginlik içinde olsaydık sevgilim
bunca rahat yine de bedbaht mutlu olmazdım ben
Ve Ek$i sözlükteki yorumlardan en çok hoşuma gideni şu oldu:
"her akşam votka rakı ve şarap şarkısını, sana öğretirdim ben" satırlarıyla beni benden alan parçadır. ayrıca bütün şarkı boyunca zenginliğin güzelliğini anlatıp son paragrafta ayarı vermektedir.

belki de böyle bir zenginlik içinde olsaydık sevgilim
bunca rahat
yine de bedbaht
mutlu olmazdım ben...
Şimdi söyleyin bakalım.. Buradaki "zengin/lik" yerine "sağlam/lık"'ı koyabilir miyiz? Koyabiliriz. Uyar mı? Önemli değil! Uysa da, uymasa da … :D

Tevye'nin fakirlikten nefret etmesi gibin olmuyor mu bizim de sakatlıktan nefret etmemiz? ;)

O, fakirleşmesinin nedenlerini bir kenara bırakıp suçu "fakir"likte arıyor, biz, engeli koyanları/kaldırmayanları bir kenara bırakıp engelimize kalayı basıyoruz.. Ne fark var?

Öteki elemanların (engeli koyanların/kaldırmayanların) işine geliyor bu durum zaten: "At kedinin önüne yün yumağını.. Oynasın.. Bize bulaşmasın." "Sakat, kendi sakatlığına küfretsin.. Bize sıra gelmesin." :evil:



Bülentçim ne işin var allasen halikopterle adaların, modaların üzerinde dolaşıyorsun? :p Başka yer mi kalmadı dünya üzerinde?..

Diyelim Hasan Kuyucak, tekerin girdiği çukur yüzünden kendi engeline küfretti, rahatladı, dallamayı evire çevire dövemediği yüzünden yine kendi engeline küfretti, rahatladı.. "Kumla kaplı zemin" yüzünden yine yine kendi engeline küfretti, rahatladı!.. Özne "kendi engeli" yani.. Ama o "tekerin girdiği çukur", "dallama", "kumla kaplı zemin" olduğu gibi duruyor! O engelleri koyanlar/kaldırmayanlar nasiplerini aldılar mı o nefretten, küfürlerden.. :? Sanmıyorum.. :(

Sonra bir tane Hasan Kuyucak mı var bunlardan muzdarip? Çiğdem Kuyucak var, Dante Kardeşim var, hasankrmn var, melpomene var, QuetZalCoat var, UTOPYA var.. vb. vb.



Karnavaldakilere de sesleniş falan değildir.. Onlar Hasan Kuyucak'ı tanıyo olsalar değil engelli yolu yapmak, kırmızı halı döşerlerdi bea.. :p Onu yapmadıklarına göre ya çıtkırıldım sosyete taifeleridir, ya da maganda tiplerdir.. Mangal partisi veriyorlardır.. Her ikisi de kalsın, almıyim..
 
peki insan o kum birikintisinden nefret etmeden ama severek isteyerek ben başarırım diyerek te yol alamız mı??
 
Üst Alt