Çarem
Çarem
Bir simidi paylaşmaktı, bütün mesele
İstanbul olmasa da olur. Romantik abartıların, yani martıların ve güneşin batışının olmadığı bir yerde olur. Mühim olan sevişebilecek gözlerle yan yana olmaktır. Ellerimiz tutuşmasın, tutuşan yüreklerimiz var, kal yanımda, oturduğum kayanın sertliğini ve soğukluğunu paylaş benimle. Orda olmuşluğunla övünmem, söz. Korkarım zaten bencil sahiplenmelerimden.
Üstüne dökülen her susam tanesinde, sevinç gözyaşlarına boğuluyorum, her susam tanesi kanıtıdır hissedilen gerçekliğinin.
Hüzünlü gözlerinin üstünde, bir deli kartalın kanatları sanki kaşların, içime doğru dalışa geçen.
Sana bakmaya utanan, kıyamayan bir adam var içimde ve sürekli sana sarılmak “nerdeydin” diye haykırmak isteyen bir çocuk. Tanımadığın kalabalıklardan değilim ben, içinden çıkıp geldiğin o sessiz yalnızlıklardanım. Aynı topraklardanız, yolların uzunluğu kimin umurunda. Birini görmek, kendin gibi birini görmek nasıl bir şey bilir misin, ben mesela göçmen kuşlarında hep kendimi görürüm. Kaybolup giderim onlarla, sen de kaybolduğum gibi.
Geleceğini bilmiyordum ama hep inanıyordum, İçinde “sen” geçen satırları biriktiriyordum, yazamadıklarımdan. Tanığıdır şu an bakışlarınla dokunduğun gökyüzü, biliyorum eksik kalan bütün şiirlerimin devamı sende saklı.
Bak simit bitti, ama bitmiyor paylaşmak, aynı noktayı paylaşıyoruz bakışlarımızla, aynı ürkeklikle terliyor ellerimiz, yüzümüzde aynı rüzgârın tınısı.
O kadar yorulmuşum ki yokluğunda, insansı betonların arasında serçelerin sesini duyamamaktan, geceleri ay ‘ı görememekten o kadar yorulmuşum ki. Saçlarının kokusuyla yeniden kapatıyorum gözlerimi, cennetten kopup gelen o bahçeye tekrar giriyorum. Metalin hiçbir tonu yok bu bahçede, renkler asil ve huzurlu. Ayaklarıma nehrin davetkârlığı değiyor. Berrak elbisesinin altında durgun ve gizemli yansımalar yolluyor yüzüme nehir. Bırakıyorum kendimi, teslim oluyorum. Islanan gözlerle uyanıyorum, dizlerindeyim. Ellerin saçlarımda.
Uzaklara bir yolculuk halinde bakışların, ama sen buradasın. Gülüyorum kendimce, hasretin öfkeli haline bakıp, demiştim ayrılık hediye değildir, çaresizliktir.
Çarem, sonsuza kadar yaşar mı bu simitçiler, acaba diyorum böylece yaşlanabilir miyiz hemen buracıkta. Mendil ve gül satan bu çocukların nasıl büyüdüğünü izleriz hem, gökyüzüyle konuşuruz, ben sana öğretirim dilini, zaten yüreğinle ona bakman yeterli.
Sevenlerim ki hepsini unutuyorum, hak etmediğim sevgileri taşıyamıyorum çarem. Ama onlarla büyüyor insan, sevgiyle büyüyor, sevemese bile. Hepsine senin gibi birer sevgili diliyorum.
Hissediyor musun, aynı vücuda sığabiliyoruz, aşkın bir ölçüsü yok, var olan fedakârlığın tadını alabilmek. Tesadüf yoktur, biliyordum manası yaşayacağımı bu cümlenin.
Seninle bir simidi paylaşmayı seviyorum çarem.
- Hocam uyan.
- Hı! Ne! Ne oldu!
- Otobüsünüz geldi, 23:30 Tunceli otobüsünü bekliyordunuz değil mi?
- Evet, sağ olun.
- (Ulan simit yerken uyuyan insanı da ilk defa görüyorum.)
- Bir şey mi dediniz?
- Yo, yo acele edin dedim otobüs kaçmasın.
Çarem
Bir simidi paylaşmaktı, bütün mesele
İstanbul olmasa da olur. Romantik abartıların, yani martıların ve güneşin batışının olmadığı bir yerde olur. Mühim olan sevişebilecek gözlerle yan yana olmaktır. Ellerimiz tutuşmasın, tutuşan yüreklerimiz var, kal yanımda, oturduğum kayanın sertliğini ve soğukluğunu paylaş benimle. Orda olmuşluğunla övünmem, söz. Korkarım zaten bencil sahiplenmelerimden.
Üstüne dökülen her susam tanesinde, sevinç gözyaşlarına boğuluyorum, her susam tanesi kanıtıdır hissedilen gerçekliğinin.
Hüzünlü gözlerinin üstünde, bir deli kartalın kanatları sanki kaşların, içime doğru dalışa geçen.
Sana bakmaya utanan, kıyamayan bir adam var içimde ve sürekli sana sarılmak “nerdeydin” diye haykırmak isteyen bir çocuk. Tanımadığın kalabalıklardan değilim ben, içinden çıkıp geldiğin o sessiz yalnızlıklardanım. Aynı topraklardanız, yolların uzunluğu kimin umurunda. Birini görmek, kendin gibi birini görmek nasıl bir şey bilir misin, ben mesela göçmen kuşlarında hep kendimi görürüm. Kaybolup giderim onlarla, sen de kaybolduğum gibi.
Geleceğini bilmiyordum ama hep inanıyordum, İçinde “sen” geçen satırları biriktiriyordum, yazamadıklarımdan. Tanığıdır şu an bakışlarınla dokunduğun gökyüzü, biliyorum eksik kalan bütün şiirlerimin devamı sende saklı.
Bak simit bitti, ama bitmiyor paylaşmak, aynı noktayı paylaşıyoruz bakışlarımızla, aynı ürkeklikle terliyor ellerimiz, yüzümüzde aynı rüzgârın tınısı.
O kadar yorulmuşum ki yokluğunda, insansı betonların arasında serçelerin sesini duyamamaktan, geceleri ay ‘ı görememekten o kadar yorulmuşum ki. Saçlarının kokusuyla yeniden kapatıyorum gözlerimi, cennetten kopup gelen o bahçeye tekrar giriyorum. Metalin hiçbir tonu yok bu bahçede, renkler asil ve huzurlu. Ayaklarıma nehrin davetkârlığı değiyor. Berrak elbisesinin altında durgun ve gizemli yansımalar yolluyor yüzüme nehir. Bırakıyorum kendimi, teslim oluyorum. Islanan gözlerle uyanıyorum, dizlerindeyim. Ellerin saçlarımda.
Uzaklara bir yolculuk halinde bakışların, ama sen buradasın. Gülüyorum kendimce, hasretin öfkeli haline bakıp, demiştim ayrılık hediye değildir, çaresizliktir.
Çarem, sonsuza kadar yaşar mı bu simitçiler, acaba diyorum böylece yaşlanabilir miyiz hemen buracıkta. Mendil ve gül satan bu çocukların nasıl büyüdüğünü izleriz hem, gökyüzüyle konuşuruz, ben sana öğretirim dilini, zaten yüreğinle ona bakman yeterli.
Sevenlerim ki hepsini unutuyorum, hak etmediğim sevgileri taşıyamıyorum çarem. Ama onlarla büyüyor insan, sevgiyle büyüyor, sevemese bile. Hepsine senin gibi birer sevgili diliyorum.
Hissediyor musun, aynı vücuda sığabiliyoruz, aşkın bir ölçüsü yok, var olan fedakârlığın tadını alabilmek. Tesadüf yoktur, biliyordum manası yaşayacağımı bu cümlenin.
Seninle bir simidi paylaşmayı seviyorum çarem.
- Hocam uyan.
- Hı! Ne! Ne oldu!
- Otobüsünüz geldi, 23:30 Tunceli otobüsünü bekliyordunuz değil mi?
- Evet, sağ olun.
- (Ulan simit yerken uyuyan insanı da ilk defa görüyorum.)
- Bir şey mi dediniz?
- Yo, yo acele edin dedim otobüs kaçmasın.