Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Tıp İnsanlığa yararlı mı yoksa zararlı mı? [Tartışma]

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
TIP İNSANLIĞA FAYDALI MI ZARARLI MI?

Geçen sene gözümle gördüğüm bir olay; Sürat motorlarının çılgın sesini bilirsiniz hani, o ses geldi önce... Sahilde oturan herkes başını yola çevirdi..Kısa sürede gelir,kaçırmayalım... Ses bir anda kesildi... Önümüzden bir TIR geçiyor ve onunla yerde sürüklenen bir insan yarış ediyor. TIR' ın haberi bile yok olandan, gidip biz durdurduk zavallı adamı... Motor o kadar süratli gidiyorki, TIR' ın yanından geçerken hafifçe tamponuna dokunmuş. Hepsi bu...
Motoru kullanan kişi anında ölmüş zaten.. Eksik bi şeyi yok.. Kafada kaskı, robocop gibi giysileri.. Bu olaydan sonra o motorlardan kullanan bir tanıdığımla konuştum.. Bunları bırak, sıradan motorları kullanan insanlarda bile ufak tefek kırıklarla atlatılan kazalar sıradan olaylar... Bacağını, elini, omzunu ne bileyim herhangi bir yerini kırmak o kadar basit bir olay ki, konuşmaya değmez... O tanıdığın sesi hala kulaklarımda: '' Tıp o kadar ilerlediki, yirmi günde ayaktayız abi ''

Yine 10 yaşındaki oğlum ve arkadaşlarından biliyorum: Kendilerini karikatür kahramanları gibi görüyorlar... Bir yerlerini kırmayan yok gibi... Ya en fazla alçıda dolaşırız olarak bakıyorlar. Sakınma, çekinme hak getire..Yaşam sanki bilgisayar oyunu gibi... Sonuçta;

-Ya çekinme ye,elbet sağlık sistemi denetliyordur.
-Ya çekinme ye, en fazla zayıflama hapı alırız, olmazsa yağ aldırırız.
-Ya çekinme bas şu gaza, sonunda ölüm yok ya, biraz tatil yaparız.
-Ya sen niye düşünüyorsun, elbet üretici firma bi önlem almıştır.
-Ya sen niye düşünüyosun, elbet TIP bi çaresini bulmuştur.
-Ya sen niye düşünüyorsun,elbet TIP bi çaresini bulacaktır.

Bunlar gibi sayısız ön yargı yada TIP bilinci oluştu insanlığın kafasında... Altyapı olarak tüketime dönük endüstrinin, oluşturduğu tıp bilinci şu anda neye hizmet ediyor tam olarak bilmiyorum.
İki atlı bir arabaya benzetirsek bu olayı; Atlardan biri tüketim endüstrisi, diğeri tıp endüstrisi...
İkisi de sağlıklı ve semiz..Ama taşıdıkları araba içindeki insanları nereye götürdükleri belli değil.. Sallaya sallaya, paldır küldür taşıdıkları insanı maymuna döndürdükleri kesin .

Bütün sistem hızlı ve sınırsız tüketime ve bunun bedelini ödemek içinde hızlı çalışmaya odaklandı. İnsanın tek görevi kaldı, tüketmek...Ama her şeyi tüketmek...Bildiği, bilmediği, isteyip istemediğini başkalarının belirlediği her şeyi tüketmek...

Sonuçta da insan o tüketimin sonuçları ile başa çıkabilmek için kurtarıcı olarak TIP' ba sarılıyor. TIP ise aynı tezgahın içinde çoktan eridi zaten...O da tüketim endüstrisi olmuş çoktan...
Durmadan insanın içine doldurulan şeylerden dolayı artan kanser olaylarına çare bulmak için milyar dolarlar harcanıyor. Durmadan insanın içine doldurulan şeylerden dolayı artan şeker, kolestrol tansiyon hastaları için, daha da yiyebilmeleri için ilaçlar aranıyor. Obezite ve onun getirdiği kalp-damar hastalıkları dünyanın en büyük sağlık sorunlarından biri.. Onu da TIBBİ olarak çözmenin yolları aranıyor.
Çözmek için uğraşmak zaten esas ANABİLİM DALLARI olmuş. Paranın dödüğü yer orası.. Bir çare, bir ilaç bulmak demek ''yırtmak'' oluyor çünkü.
Ben bu tüketim, tıp ilişkilerine TÜKETIP diyorum...
Bu cenderedeki insana da TÜKETIP TİP diyeceğim şimdilik...Göreceksiniz ileride aynen ilkel çağlarda insanlara verilen sıfatlar gibi, çağımız insanına da benzer adlar verilecektir. Burada önemle şunun altını çizeyim, koruyucu yada önleyici tıp' bı canı gönülden destekliyorum. Bunların ilk ve temel görevlerinden biride bu tüketıp'e savaş açmak olmalıdır diyorum.

Tüketıp'ın felsefesi; İnsan yeterki tüketsin.. Kanser olursa, kemoterapi, ışın tedavisi mucizeler sağlıyor. Vucutlar yağlanırsa, kalp, tansiyon ve şeker ilaçlarımız var... Olmazsa yağları alacak kalbi değiştirecek cerrahi yöntemlerimiz var.. Plastik cerrahi ile sizi düzeltiriz. Sakat kalacağım diye korkmayın, hıza tapın, bizim ortepedi bilimi sınırları geçiyor her gün... Sakat kalırsanız da korkmayın, sizi sağlam bir insan gibi yaşatacak medical ürünlerimiz var. Delirirsenizde korkmayın.. Psikiyatri kliniklerimiz beş yıldız otel donanımlı... Yeter ki savaşmaya devam edin...
Artık mayınlar sadece topuk koparan, mermiler öldürmeyen cinsinden... Sizi o şekilde de yaşatmanın bi yolunu buluruz. Herkes dağcı olabilir, herkes atlayabilir, herkes saatte 300 km gidebilir... Sakınmayın kendinizi... Kafanızı koruyun yeter... Yani ölmeyin... Daha çılgın olun, korkmayın. Kasklarınız olsun yeter.

Tüketıp'ın insan tipi ise ROBOCOP' tur... Ama bize yaşamda sadece kasklarla korunmak kalıyor... Payımıza düşense tekerlekli sandalye ile birkaç ıvır zıvır... Şimdi de zıkkımın kökü olan kök hücreyi bekliyoruz, godot'u bekler gibi.
Ne dersiniz TIP biliminin (?) hiç mi suçu yok bu şeytan üçgeninde. İnsan, Tüketim endüstrisi ve yeni çağın, en büyük çok tanrılı dini ve kilisesi haline gelen TIP... Mabetlerine hergün girip çıkan milyonları ve devletlerin bütçelerini adete hortumlayarak durmadan büyüyen bu yeni ''ideoloji'' insanlığa faydamı sağlıyor? Yoksa Zararı faydasından büyük mü?

Bu yeni ''ideoloji'' aslında ne zaman anlatacak insana, kendini; Kardeşim sen, bir el araba dolusu sakatat ve kemikten ibaretsin... Kendine dikkat et... Sen kırılgan, hassas ve zayıfsın... Benim yapabileceklerim asla eskiye döndürmez seni. Dikkatli ol... DER Mİ ACABA? Yada bu yaratılan TÜKETIP TİP dinler mi onu?
 
Tüketici-Hasta, tüketici-sakat, tüketici-kadın, tüketici-erkek, tüketici-çocuk, tüketici, tüketici, tüketici.... Sadece tükettiğin ölçüde değerlisin.

Postmodernitede beden öyle bir kurgulandı ki, sürekli tamir edilip, modaya uygun şekilde güncel tutulmalı ve en küçük sürçmeye dahi izin verilmemeli. Velev ki sürçtü, -doğan bu durumdan- hemen yeni tüketim alışkanlıkları yaratılmalı...
 
Her şeyi paraya endeksleyen kapitalist bir düzende insan sağlığı`da para kazanma aracı olarak görülebilirmi?

En az 200 milyon dolarlık bir pazarı yoksa o ilacın üretiminden vazgeçilebiliyor.

Demek ki ilaç şirketleri de diğer tüm şirketlerde olduğu gibi kar amacı güdüyor işin içine kar etme /para kazanma güdüsü girerse bir takım alengirli işlerinde olması kaçınılmaz olur.

İlaç endüstrisi 500 milyara varan bir pazarı var bu kadar büyük paraların döndüğü yerde her türlü oyun da dönebilir.

Sağlık bakanlığının açıklamasına göre yazılan her 10 antibiyotikten 8 i gereksiz yere yazılıyormuş bu durumun ülkemizdeki doktorların yetersiz eğitim almalarına,doktor başına düşen hasta sayısının fazlalığı nedeniyle hastaya yeterli zaman ayrılamadığından kaynaklandığını söyleyenler var.

Ama ben şeytanın avukatlığı yapıp olayın bu kadar basit olmadığını söylemek istiyorum nedenmi? Tanıdığım çoğu doktorun ecza hanesi varda ondan kimi kız kardeşine açtırmış kimi başka bir yakınına hele Bayburt gibi küçük bir ildeyse ve o ildeki ecza hane sayısı azsa 2 yılda köşeyi döndünüz demek küçük yer deyip gecmeyin ha Bayburt tan fazla Bayburt un ilçesi olan aydın tepe deki ecza hane iş yapıyor orada da bahsettiğim düzen var D.R eczacı ilişkisi burada kimseyi suçlamak istemiyorum tabi ama bunları da düşünmeden edemiyor insan dedimya şeytanın avukatlığını yapıyoruz.

Son olarak herkese şu kitabı okumalarını öneriyorum..

Satılık Hastalıklar

975-9059-16-9.jpg
 
Re: [Tartışma] Tıp İnsanlığa yararlı mı yoksa zararlı mı?

kuyucak' Alıntı:
Altyapı olarak tüketime dönük endüstrinin, oluşturduğu tıp bilinci şu anda neye hizmet ediyor tam olarak bilmiyorum.
İki atlı bir arabaya benzetirsek bu olayı; Atlardan biri tüketim endüstrisi, diğeri tıp endüstrisi...
İkisi de sağlıklı ve semiz..Ama taşıdıkları araba içindeki insanları nereye götürdükleri belli değil.. Sallaya sallaya, paldır küldür taşıdıkları insanı maymuna döndürdükleri kesin .

Biliyorsundur, Marx temel öngörülerinden birinde, "catastrophe final" ile sonuçlanmasını beklediği bir süreci anlatır. Kapitalizm ve beraberindeki sanayileşme giderek işçi sınıfını daha çok sömürecek, ezecek ve fakirleştirecektir. Ama daha yaşarken bile tersinin gerçekleşmesine şahit oldu; kapitalizm ve beraberindeki sanayi devrimi İngiltere ve Almanya gibi ilk sanayileşen kapitalist ülkelerde işçinin daha fazla refaha kavuşmasını sağladı. Tabii diğer Avrupa ülkeleri de daha sonra onları izledi.

Tüketıp kavramı ile nitelendirdiğin kapitalist tıp da doğal olarak aynı süreci izledi. Ama o da ortaya çıktığı ülkelerde taşıdığı insanı maymuna çevirmekten çok uzak bir yere getirdi. Bahsettiğin koruyucu sağlık hizmetlerinin ölçütleri olan parametreleri; - ki bunlardan en önemlileri çocuk ve ana ölüm hızlarıdır, zira bu iki parametre olumsuz koşullarda ilk önce bozulurlar - ve tedavi edici tıbbın - bence en önemli parametresi olan - ortalama yaşam süresini diğer ülkelerden açık ara daha iyi duruma getirdi.

Aslında aynı kelimelerle olmasa da bu konu daha önce tartışılmıştı. Analiz yaparken durum tesbitini iyi yapmak doğru olur. Benim düşüncem bahsedilen ülkelerdeki kapitalizmin "vahşi kapitalizm" olmadığı, aslında bir sosyalizm türevi olan Bernstein'in Revizyonizmi ile Fransız sosyalistlerinin Endividüalizm düşüncelerinin bir karışımı olduğu. Böylelikle kapitalizm vahşileşerek oto-emperyalizme dönüşemiyor; sosyal hakların korunduğu bir sistemde her bireyde sosyo-ekonomik düzelmeyi sağlıyor.

Selamlar. :)
 
"Satılık Hastalıklar" adlı kitabı görünce kendi kendime gülümsedim. Tıp Fakültesi'nde okuyan bir arkadaşım bu kitabın içeriğinden söz etmişti de ağzım açık kalmıştı. O kitabı da bir türlü okuyamadım.

Ben de bu konuya farklı yaklaşmak istiyorum. Burjuvazinin insan sağlığını metalaştırması düşündürücüdür. Doktorlar, Hipokrat yeminini yaparken bilimin ve insanlığın mı emrinde olacaktır yoksa çok uluslu şirketlerin mi ? Temel kriter, toplum sağlığına katkı yapmak mıdır ya da ilaç firmalarının karını artırmak mı?

İnsan hak ettiğini alamazsa hak edemediğini alır. Kimi represantların getirdiği kitap, kalem, saat, hesap makineleri, bilgisayar parçaları v.s. v.s. armağanları alıp, istedikleri ilaçları yazan tıp elemanları gibi.

Tabii burada ilaç firmalarının kaybettiği birşey yok. Çünkü giderlerini ilaç fiyatlarına ekliyorlar. Haa! Bu arada biz de hep yutuyoruz. :lol: :lol: :lol:
 
Dün bir oyun izledim. "Artiz Mektebi" Orada paranın herşeyi satın alabildiği ile ilgili bir bölüm vardı. Para, yatlar, katlar, arabalar satın alıyormuş da birtek sevgiyi satın alamıyormuş!!!

Güldüm kendi kendime. İdealist bir yaklaşım olduğunu düşündüm.

Ne yazık ki paranın gücü öyle fazla ki, aşkı da satın alıyor... Sevgiyi de...
 
Düşüncelerimi tam olarak yansıtmak için ekleme yapmak istiyorum. Konu karmaşık olunca asıl konu yanında, yan konulara dalmak zorunda kalıyor ve oralarda dolaşırken asıl konu flulaşabiliyor. Neyse, Olaya alt başlıklar altında bakarak düşüncemi anlatmaya çalışacağım.

TIP denilen ‘’insan sağlığı ile ilgili her tür bilimsel düşüncenin ve üretimin ana felsefesinin’’ vardığı noktayı ve insana verdiklerini tartışmak istiyorum. Onun başarılarının yanı sıra insana verdiği zararları tartışmak istiyorum. Sektördeki başarıların kaynağı, kişiler beni ilgilendirmiyor. Bir de zararlarına bakalım diyorum. Sonra da koyalım terazinin kefelerine, KAR/ZARAR hesabı yapalım. Olması gereken kendiliğinden çıkacaktır zaten.

Engelliler sitesinde, biz tıbbı yüceltecek miyiz, yoksa şurada yaşanan her acıdan az da olsa sorumlu tutacakmıyız? Bütün Uluslar, sağlıklı yaşamak, türlerini sürdürmek, acılardan uzak durmak, olabilecek zararları en aza indirgemek için sağlık orduları kurar. İşte bu ordunun ruhu, kendini insandan ayrı tutmaya başlarsa, kuruluş nedenini unutup, sadece ve sadece kendini yaşatmayı, büyütmeyi amaçlarsa;

1- Tıp kendi gücünü o kadar abartıyor ki, insan kendini hiç koruma ihtiyacı duymuyor. İnsan bu rehavet ortamında akıl almaz çılgınlıklar yapabiliyor. Çünkü ona anlatılan yalan bilgilerle, başına bir şey gelmeyeceğine gelse bile kısa sürede iyileşeceğine inanıyor.

2- Bilgilerini halkla paylaşıp, yaptırımcı olmuyor. Asıl görevi olan yaptırımcı olmaktan kaçıyor. örneklersek;
- Yollarda hız limiti var ama otomobillerin, motorların yapımlarında bu limit yok. 90 km hız limiti olan birülkede otolarda da 91 km’ den fazla motor gücü konmaz diyemiyor. Meraklısı varsa özel parkurlara buyursun, sadece onlara satılacak arabalar diyemiyor.
- Silah satıcılarının sivillere silah satmasına tavır alamıyor. Satılan her silahın bir gün insana doğrulacağını biliyor. Bu konuda da açık bir tavır almıyor.
- Her önüne gelenin 3-5 makine ile, üretim yapma hakkı var. Şeker, yağ, tuz, kakao, un ve boya ile her tür zehir üretme hakkına sahip olmaya açık tavır almıyor. Yine aklın alamayacağı rezillikleri üretenlere açıkça karşı çıkamıyor.
- Çağımız insanına sürekli, HIZ ÇAĞINDAYIZ masalı okunurken, tıp yine sessiz. İnsan doğasına aykırı olan bu hızı insan kaldıramaz. Kaldıramıyor da zaten, psişik sorunların nerelere vardığından belli.

Buradaki örnekleri sonsuza kadar çoğaltabilirsiniz. Burada anlatmak istediğim, bunların zararlarının ne kadar korkunç olduğu bilgisi yine onların elinde. Karşı çıkmıyorlar, sessiz kalıyorlar. Bataklığı sürekli gizleyip, sivrisinek avlamak onun varlık nedeni olmuş. Bataklıkları kurutmak onun asli görevi oysa.

3-Tam aksine düşmanımız olan, bize zararlı olan, tüketim, silah ve reklam endüstrisi ile tam bir işbirliği yapıp onlara yardım ediyorlar. Zararlı tüketime bağımlı insan yaratmak için onlarla işbirliği yapıyorlar. Çünkü insana ait tüm bilgiler ellerinde…

4- Açıkça belli oluyor ki, bu sistem geleceğin insanını da planlıyor, genlerle oynayarak.

5- Aklın alamayacağı bir servete ulaştılar. Bu sistemin mabetlerini bırakın, sadece uygulayıcılarının, kilit noktalardaki insanları bile milyon dolarlar kazanıyorlar.

6- En kötüsüne gelelim; İnsanoğlunun tüm tarihi boyunca biriktirdiği her tür korunma silahı bu sistemin elinde… İnsan bu sisteme karşı, yine tıbbaa muhtaç…

Şimdi soruyorum, siz bunlarımı tartıştınız Neptün kardeşim? Ve sonuç sende nasıl şekillendi?
TIP bakire Meryem mi, yoksa bakire Meryem maskesi ile dolaşan, parayı kim verirse onla olan sokak ……?
 
kuyucak' Alıntı:
Şimdi soruyorum, siz bunlarımı tartıştınız Neptün kardeşim? Ve sonuç sende nasıl şekillendi?
TIP bakire Meryem mi, yoksa bakire Meryem maskesi ile dolaşan, parayı kim verirse onla olan sokak ……

Materyalist ve kapitalist bir sistemde, buna uyum sağlamış tıbbın yararlı mı zararlı mı olduğunu tartıştığını düşünerek cevap vermiştim.


kuyucak' Alıntı:
Sonra da koyalım terazinin kefelerine, KAR/ZARAR hesabı yapalım.

Söylediğim noktadan yola çıkarak zaten KAR/ZARAR hesabını yapmıştım:

neptune' Alıntı:
Bahsettiğin koruyucu sağlık hizmetlerinin ölçütleri olan parametreleri; - ki bunlardan en önemlileri çocuk ve ana ölüm hızlarıdır, zira bu iki parametre olumsuz koşullarda ilk önce bozulurlar - ve tedavi edici tıbbın - bence en önemli parametresi olan - ortalama yaşam süresini diğer ülkelerden açık ara daha iyi duruma getirdi.

Materyalist ve kapitalist sistemin insan hak ve özgürlükleri temelinde uygulandığı gelişmiş ülkeleri göstermiştim. Eğer istersen - tıbbın giderek yozlaştığı düşüncesinden de yola çıkıp - bu ölçütlerin genel olarak dünyadaki değişimlerine de bakabiliriz. Ancak geçmişe göre de bakıldığında bu ölçütler giderek çok daha iyi rakamlara gerilemiş.


kuyucak' Alıntı:
Düşüncelerimi tam olarak yansıtmak için ekleme yapmak istiyorum...............Bilgilerini halkla paylaşıp, yaptırımcı olmuyor. Asıl görevi olan yaptırımcı olmaktan kaçıyor............sadece onlara satılacak arabalar diyemiyor.

Eğer başka bir argüman öne sürdüysen korkarım hala anlayamadım. Herhalde yaptırım diyerek sadece doktorların söz sahibi olduğu totaliter bir rejim formülü önermiyorsundur. :)

Selamlar. :)


Not: Bilgi paylaşımı demişken, tıbbi bilgi ve ürünlerde gizlilik yoktur. Yani - örneğin - Coca cola içeriğini gizli tutabilir ama herhangi bir kanser ilacının, bakanlık ruhsat talebini bırak, kutusunda bile formülü yazar. Ancak üreten firma belli bir süre patent hakkını elinde tutar, isteyenlere de belirli bir ücret karşılığı üretim izni verir. Aynı şekilde bilimsel çalışmalar ve deneyler de başlanmadan bakanlık, etik kurul,vs yerlerden ayrıntılı bilgi göndererek onayını alır; sonuçları da bilimsel dergi ve yayın organlarında yayınlar.
 
Bilgi paylaşımından kastım, ilaçların formülleri değil... Bu gün piyasada dolanan binlerle ifade edilen ürünlerin insan bedenine fayda/zararlarını açıklaması. En azından bunların zararlı olabileceklerine açıkça tavır alması. Bunun içinde tıp etik kurulları vardır sanırım. Olmalı diyorum, tabi sağlık bakanlığı dışında, bağımsız.

Sadece bilim adamlarının yaptırım gücü olsun diyen totaliter rejim arayışları geçmişte kaldı. Ancak halka doğru bilgi verdiğine inanılan bir etik kurulun yayınlayacağı bültenlerden daha iyi yaptırım gücü olduğuna inanmıyorum. Bu işi kendine görev edinen bir Uğur Dündar bile koca üniversitelerden daha etkili olabilmektedir. Bunun bile utancını yaşamalıdır tıp adını temsil edenler... Şu anda tıp nasıl ki, esrara eroine açıkça tavır alıyorsa, aynı şekilde ve aynı şiddet te insana zarar veren her şeye tavır almalı ve insanların anlayabileceği dilde halka açıklamalıdır. Bakın burada asıl üstünde durduğum konu ise; Öyle bir derdinin olmadığıdır. Tıp denilen mekanizmanın kendiside oradan beslenmektedir. Şunu gönül rahatlığı ile söylüyorum; Silahlarında, hızlı olan her şeyinde, en azından esrar ve eroinden daha az tehlikeli olmadığını anlatmadığı sürece benim saygım gittikçe azalacak. İnsana gıda diye sunulan şeylerin insana yaptığı zararları aynı polisiye tedbirlerle önlenen eroin gibi önlenmesini savunmalıdır.

Son olarak materyalist ve kapitalist sistem derken neyi kastettiğini anlamadım.
Bu terimlerle neyi aşağıladığını/anlattığını da anlamadım.. Sosyalist sistemin ayrı bir sağlık sistemi vardı... Bu kabul... Ama kalmadı, şimdi sadece kapitalist sistemin sağlık sistemi var. Sosyalist Sağlık Sistemine kavuşmak için mi uğraşmalıyız?
Ama yukarıda ileri kapitalist ülkelerde daha iyi sağlık sistemleri var dedin. Ben artık evrime inanan bir insan olarak, sadece evrimin hızlanması için mücadele veriyorum. Ayrıca sosyalizm hedeflenen bir rejim değildir, ara rejimdir. Marks'ın cennetine bizleri kim götürürse o cennetliktir. İster kapitalizm, ister sosyalizm...
Bir de kapitalist sistemin yanına, materyalist kelimesi eklemişsin. Kapitalist sistemin ruhuna bu kelime uymaz. Kapitalist sistemin ruhunu daha iyi metafizik anlatır.

Sen şunu demeye mi çalışıyorsun acaba; Kapitalizm kendini şeytana satmış, o şeytansa maddiyatçılık... Böyle dersen seni anlarım... Ona de benim cevabım şu olur; Materyalist felsefede öyle şeytandı, ruhtu arama...Onlar orada yok...
 
şu fâni dünyada ticareti en çok para getiren iki şey vardır. sex ve umut..
bunların ticaretinde neredeyse boş yoktur. ne yatırırsan misliyle kazanırsın.
tıp insanlara umut satar
hiç zarar etmeyen bi sektör... düşünsenize hasta ölse bile masrafları tahsil edilir. verilen ilaç, uygulanan tedavi şifa getirmese bile bedeli ödenir.
insan ve para ilişkisi var oldukça izmler ne olursa olsun böyle ballı bi ticarete her zaman sömürü ve suistimal olacaktır.
mao'nun çin'inde şöyle bi yöntem olduğu söyleniyordu. aile doktorları devletten kişi başına belli bir ücret alırlarmış. sorumlu olduğu kişilerden biri hastalandığında görevini tam yapmadığı gerekçesiyle doktorun pirimi kesilirmiş.
YANİ DOKTORUN GÖREVİ KİŞİYİ İYİLEŞTİRMEK DEĞİL ONUN SAĞLIĞINI KORUMAK OLARAK TARİFLENİR (MİŞ)
hey gidinin mao'su şimdiki çin'i görebilseydi mezarında ters dönerdi herhalde.
tıpbın hata ve suistimallerine karşı ABD de uygulanan bi yöntem vardır. doktorlar mesleki başarısızlıklara karşı sigorta yaptırır. sigartasız doktor çalışamaz. doktorun geçmişinde bi iki mesleki başarısızlık varsa pirimi çok yüksektir veya şirket onu sigortalamaz. sigortasız çalışmakta suç olduğu için artık o kişi mesleğini unutmak zorunda kalır.
ayrıca doktor kadar tıpbı iyi bilen avukatlar vardır. uygulanan tedaviden memnun değilsen bi terslik olduğunu düşünüyorsan örneğin - diyelim ki omurilik- nöroşirolojide uzman bi avukat buluyorsun. adam senin tedavini didik didik ediyor bi hata yakaladığında sen de avukatta köşeyi dönüyor.
tabii tazminatı dr. un bağlı olduğu sigorta şirketi ödüyor. ama dr. un pirimi yükseliyor. farzedin bol kaza yapan arabanın kaskosunun yükselmesi gibi. kazalar devam ederse hiç bi şirket sizi kaskolamıyor. kaskosuz trafiğe çıkmakda yasak olunca arabanın (burda mesleğinin) olması bi şey değiştirmiyor.
geçtiğimiz yıllarda bu sigorta sistemini türkiye'de de uygulamaya kalkmışlardı tabibler odasının büyük muhalefeti sebebiyle vazgeçildi ve unutturuldu. ayrıca abd'de hastanede veya tedavi sırasında ölen her hastaya ölüm sebebinin kesin tespiti için otopsi mecburiyeti vardır. kanuni zorunluluktur. hayır ben istemiyorum diyemiyorsun. ve bu otopsi sırasında uzman bi (çakal) avukat hazır bulunuyor.. tıpbi bi hata yakalayıp köşeyi dönebilir miyim diye..! iki avukat çarpışıyor...hayat ve sağlık sigortasının avukatıyla doktorun sigorta şirketinin avukatı.
İŞTE KAPİTALİST VE KOMÜNİST SİSTEMDEN İKİ UFAK ÖRNEK.
 
Kuyucak ağbim yerden göğe kadar haklı.Evet eczaneden aldığımız tüm ilaçların hiç okumasak,bilmesek dahi birer prespektüsü var.İçlerinde ne tür etken maddelerin olduğundan tutunda nerelerde ne kadar kullanılacağına kadar hemen hemen her türlü bilgi mevcut.Mevcut olmasına da ne kadar açık ? azucuk tıp bilgisi olmayan bu yazılardan ne anlayabilir ? yada anlamaya çalışabilir ? İlaçlar ile ilgili kısım bukadar olmak ile birlikte,hastalıklarımıza deva olmaya çalışan hekimlerimizin hasta olduğumuzda bizlere koyduğu birçok teşhisi anlamak na mümkün ne yazıkki.Konu ile ilgili olarak bir çok hekim dost,tanıdık ve arkadaşım ile konuştuğumda aldığım cevaplar hemen hemen aynıydı “ Sizin hastalığınıza çare bulmaya çalışırken hastalığınızın ne olduğunu en azından açık ( Tıp diline uygun olarak ) sizlere söylemenin mantığını anlamıyoruz” Hastalıklar ile ilgili olarak uygulanan tedaviler çoğu zaman hastalar tarafından bilinemiyor.Sadece; “ Şuraya git,şunu yap,şu ilacı iç ve sonunda geçmiyorsa şu tarihte tekrar gel kontrol edelim” şeklinde oluyor.Çoğu zaman bırakın bizim anlayabileceğimiz dilde konuya vakıf olmayı,konu hakkında bilgilendirilmiyoruz bile.Hekimlerce bunun nedeni basit yukarıda da yazdığım gibi “ İşin mantalitasını anlayamamak” Bu tür durumlar olduğu sürece de devletimizin ve halkımızın cebinden daha çoook paralar uçup gider.

Örnek olarak kendimden bahsedeyim ; Ben sadece teşhisimin konulabilmesi için Türkiyenin çok güzide üniversitelerinden ve de nöroloji ANABİLİM Dalı gibi bir yerde kırkbeş koca gün kliniğinde yattım ( Mahsur kaldım mı demeliyim ) bu süre içersinde evet bir çok tahlil konsiltasyon oldu tabi ama kırk beş gün orada kalmamı gerktiriyormuydu acaba ? Sonuç olarak dört buçuk ay sonrasına tekrar gün vererek taburcu oldum.Bana bakan Prof seviyesinde bir çok doktor Türkiye yi bırakın Dünyada konularında söz sahibi insanlar.Anlayamadığım bu kadar bilgi birikimi,bu kadar teknoloji,bu kadar gün ve sonuç belirsizlikmi olmalıydı ?
Bayke ağbimin yazılarına ise inanmak dahi istemiyorum.İnsanların dertlerine derman olmaya çalıştıklarını ettikleri Hipokrat yeminlerine sadık kaldıklarını belirten hekimlerin,sadece bu işi para olarak görme durumları var ise bu dünya bitmiştir.Umarım hekimler biz hasta kişileri hastane girer girmez banknot olarak görmüyorlardır. :lol: :?:
 
kuyucak' Alıntı:
Ancak halka doğru bilgi verdiğine inanılan bir etik kurulun yayınlayacağı bültenlerden daha iyi yaptırım gücü olduğuna inanmıyorum. Bu işi kendine görev edinen bir Uğur Dündar bile koca üniversitelerden daha etkili olabilmektedir. Bunun bile utancını yaşamalıdır tıp adını temsil edenler... Şu anda tıp nasıl ki, esrara eroine açıkça tavır alıyorsa, aynı şekilde ve aynı şiddet te insana zarar veren her şeye tavır almalı ve insanların anlayabileceği dilde halka açıklamalıdır. Bakın burada asıl üstünde durduğum konu ise; Öyle bir derdinin olmadığıdır. Tıp denilen mekanizmanın kendiside oradan beslenmektedir.

Herhangi bir medline tıbbi veri tabanından, örneğin www.pubmed.gov adresinden söylediğin konulardaki çalışmalara bakabilirsin. Örneğin burada tütün mamülleri kullanılması ile ilgili 130 bin küsur, beslenme ile ilgili 348 bin küsur makale var. Tıp ile güvenlik kavramlarını birbirine karıştırmamak gerektiğini aklımızda tutsak bile otomobil kelimesi ile ilgili 15 bin küsur, silahlarla ilgili ise 5 bin küsur çalışma girdisi var. Tabii bir kısmı senin düşüncelerinin doğrultusunda iken bir kısmında kelimeler tesadüfen geçiyor olabilir. Hepsini tek tek incelemeye olanak yok. Ve bunlar sadece uluslararası düzeyde yayınlanması için referans istenmiş ve onaylanmış girdiler. Bunun kimbilir kaç katı yapılmış olan yerel çalışmalar buna dahil değil. Tabii bunlar halkın anlayabileceği dilde değil; hatta bunların büyük bir kısmı da özelleşmiş olduğu için her doktorun anlayabileceğinden bile uzak.

Ancak bu verilerin kullanımı, ya da senin deyiminle yaptırımı idari otoritededir. Hız sınırını, silah kullanım şartlarını idari otorite belirler. Televizyonda seyrettiğin programda aslında denetleyen bu verilere göre normlar geliştirmiş olan belediyenin veya sağlık müdürlüğünün ekipleridir. Ama medyatik takdimi ve uygulaması bu süreci destekleyen ve popüler isimlerle olmakta ve böylelikle halkın daha çok ilgisini çekmekte ve daha kolay bilinçlenmesini ve uygulamayı benimsemesini sağlamaktadır. Bu yaklaşımlar birçok kez uygulanmıştır. Aşı için halkın bilinçlendirmesinde Levent Kırca'dan, bebeklerin emzirilmesi için Pınar Altuğ'a kadar birçok ismin desteğiyle kampanyalar yapıldı.Bu bilinçlenmeyi kendin okuyup araştırarak değil de pasif olarak TV seyredip kazandığın için senin utanmana gerek olmadığı gibi doktorların da bundan neden utanması gerektiğini pek anlayamadım. :)

Peki halkın anlaması için başka neler yapmalıyız? Üstelik dediğim gibi birçoğunu doktorların bile anlaması için çalışma yapılan dalda oldukça derin bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Tabii öncelikle şunu sormak gerek. Halkın bunların ne kadarını anlaması gerek? Gerçekten buna ihtiyaçları var mı? Yoksa halk sağlığı için gereken temel bilgileri iletmek mi daha doğru? Bunlar zaten birçok şekilde iletiliyor ya da duyuruluyor. Bakanlığın, tabip odalarının sitelerinde,basın açıklamalarında; birçok kişisel tıbbi sitede, hatta gazetelerin sağlık köşelerinde bu tür bilgiler veriliyor. Üstelik söylediğin birçok etmene de tavır alınıyor. Okullarda sağlık bilgisi dersleri veriliyor. Sağlık ocakları, okullar, halk eğitim merkezleri, belediyeler, vs de süreli/süresiz eğitimler düzenleniyor. Bunlar bu kurumlarda, bölgesel yayın organlarında, hatta sokaklardaki afişlerde duyuruluyor. Bazıları tepki bile çekiyor. :)

Bunun dışında istediğinin ne olduğunu hala anlayamadım. Ceza kanununun yerine tıp kitaplarını koyup, adli personeli de doktorlarla mı değiştirelim? Yaptırım gücü daha başka türlü nasıl doktorların elinde olacak?

Sanırım asgari müşterekte buluşamıyoruz. :)

Not: Linkini vermiş olduğum gibi bazı topiklerde daha önce -izm tartışmalarına katılmıştım. Burada bir kez daha tartışmaya pek istekli değilim. :) Kavramları çoğunlukla burada senin öyle düşündüğünü farzederek yazmıştım, benim fikirlerimi yansıtan şekilde değil. Ben her zaman sosyal bir alt yapıya dayanan liberal (özgürlükçü) bir sistemi savundum.
 
Sevgili Neptün sizinle tartışarak bulacağız galiba ortak asgari müşterekleri…

Bakın anladığım kadarıyla siz bu sektörün içindesiniz. Ben de bu sektörden insanlarla içli dışlı oldum seneler boyu… Lise döneminden itibaren beraber olduğumuz, 3 tıp profesörü arkadaşım var. Ayrıca bulunduğum kentte hala beraber rakı içtiğimiz 2 dr arkadaşım var. Birisi ara sıra oda başkanlığı yapar.
Bunları bu sektörün ruhuna yabancı olmadığım için yazıyorum. Bana göre onların yaptığı işte ; Her hangi bir sektördeki insanın yaptığı iş kadar saygındır, kutsaldır. Hani arabanızı servise bırakırsınız, tek bir şikayetiniz vardır, oysa her türlü bakım yaptık diye önünüze konan faturaya isyan edersiniz ya… Ne farkı kaldı hastahanelerin o tür servislerden… Hekimler gerekli olmayan her tür testi yaptırıp, işletmesine para kazandırmak için çırpınıyor. Bu haberler her yerde, ‘’münferit’’ denilecek cinsten değil yani. En kötüsü, oto servisindekilerle başa çıkabilecek iyi kötü bilgi birikimi var insanlarda, ancak hekimlerle ve hastahanelerle başa çıkabilmeleri mümkün değil. İşte ben bu ‘’kutsala’’ saldırıyorum; Onlar diyorum, sizi düşünmüyor… Beyninizin derinliklerinden çıkarıp atın bu ‘’kutsalı.’’
Onlar sizden besleniyor diyorum.. Kötülemiyorum, kötüdürler demiyorum. Ancak kendinizi onlara Muhtaç hale getirmemek için daha çok çabalayın, kendinizi koruyun diyorum. Otonuzu korur gibi.

Ben 16 yaşıma kadar Ege’nin beş bin nüfuslu bir kasabasında yaşadım. O dönemde kasabamızda Çocuk felcinden dolayı 3 topal (birisi benim, birisi şu an Denizli’de tıp doktoru, diğeri de teknik eleman) bir de inşaatta omurilik kırılması yaşayan bir ağabeymiz vardı. Genetik kaynaklı 3-4 deli. Hepsi buydu engelli sayılan. Ama bu gün gidin bakın…Bir tek çocuk felci bitti, koruyucu hekimliğin başarısı işte bu..

Aradan geçen 30 senede ise bizim kasabanın nüfusu değişmedi…Çünkü dışarı gidenlerin sayısı kalanlardan fazla… Değişen tek şey; Engelli ve hasta sayısındaki inanılmaz artış. Sanki bu köylüler dışarıda bir savaş var ve herkes bu savaşa gidip ‘’gazi’’ oluyor… O kadar çok ampute, omurilik zedelenmesi, kalp, şeker, tansiyon ve psikolojik hasta var ki… Şunu iddia edebilirim, 40 yaştan sonra hekimlerle tanışmayan yok gibi…Hele o kanserdeki artış.. Aklı zorluyor.. Sanki 40 yaş üstü açık hava reviri olmuş.. Bana göre bu olay tüketim endüstrisi ve tıp’bın bir ‘’zaferi’’…

Son olarak gelin benim yazdığım bir film senaryosunu tartışalım… Öyle ya, hep ‘’ilahların’’ yazdığı senaryolarda, hep figuran rolü oynamak şart değil. Bir senaryoda biz yazabiliriz.

Diyelim ki ilaç sektörü ‘’ O ‘’ sene olağan üstü karlar elde etti. Tıp sektöründe bulunan dünyadaki herkesi, diyelim ki Mars’a 6 aylığına tatile götürecek…Ama sektördeki herkesi, emeklisi dahil..
Tıp adına elini kıpırdatacak kimse kalmayacak yeryüzünde…6 ay sonra başlayacak olan bu 6 aylık tatil için on maddelik bir önlemler paketi hazırlasa uluslar arası tıp kurulu…Ev ödevi gibi yani.
Biz yokken; doğal beslenin, hızdan kaçının, çocuklarınızı daha iyi koruyun, silahlardan kaçının, savaşmayın, tehlikeli olabilecek hareketlerden kaçının, az tüketin, insanı yapamayacağı işler için zorlamayın vs. vs …

Acaba bu altı aylık tatil sonucu; Tıp daha kötü bir dünya ile mi karşılaşır tatil bitiminde?
 
Tıbbın (sürekli yeni hastalıklar yaratarak/isimlendirerek) insanları tamir etmek ve bu sayede para/güç kazanmak gibi bi işlevi var bence bugün. Daha doğrusu, bu işlevi/amacı, canlıları hastalıklardan uzak tutmak ve iyileştirmek amacının çok çok önüne geçmiş durumda. Postmodern dönemde tıp artık tüketim sektörü!
Hiç gereği yokken milyarlarca kutu ilaç yazmak "hastalara"; patent yasaları sebeiyle, ihtiyaç sahibi milyonlarca insanın ölümüne -parası olmadığı için ilaç vermeyerek- göz yummak (ah Afrika!); bir hastalığın tedavisi için araştırma yapmayı, ilacın satışından yeteri kadar kazanç elde edilebilmesine endekslemek; hiç gereği yokken ameliyatlar yapmak ve medikal ürünler kullanmak (takılan stand'lerin %90'Inın gereksiz olduğunu yazmıştı gazeteler!); sosyal güvencesi olmadığı gerekçesiyle yoksul hastaları hastane kapılarından içeri almamak; ne-kadar-para-o-kadar-köfte diyerek hastaları kategorize etmek. vs.vs.vs.
Yani hastalığı umursamayıp, parası-olan-hastayı hasta saymakla maluldür bence bugün tıp (tabii bu kadar genel ifade kullanmam doğru değil, ama çok çok büyük bir çoğunluk böyle olduğu için burada böyle yazmakta sakınca görmüyorum)
Bugün ilaç sektöründe patent yasası iptal edilse mesela, ilaç araştırmaları konusunda tüm insanlık ortak şekilde bilim yapsa ve ortaya çıkan sonuçlar/ilaçlar tamamen ücretsiz olarak insanlığın/canlıların iyileştirilmesi için kullanılsa, o zaman tıp gerçekten tıp olmaz mı? Elbette bugün için bunun olması imkansız; milyarlarca dolarlık sektörü ortadan kaldırmak hayal bugün. Ama bunu yapamıyoruz diye, aklımızın/vicdanımızın doğru dediğine de yanlış demek olmaz, değil mi? :)
Kapitalizm denen illet o derece bulaşıcıdır ve o derece acımasızdır ki, piramitte bir üst basamakta yer almak için insanlar, başkalarını ezmekten/kullanmaktan bir an olsun geri durmazlar. Tıp da piramidin baya üstlerinde bi yerde... Oraya çıkarken baya bi insanı ezmek/kullanmak gerek!
 
"Kapitalizmin gerçek gücü kendisini altarnatifsizmiş gibi sunabilmesindedir" derken Gramschi sanırım çok haklıydı. Konuşulanlar kapitalizmin bazı zihinlerde bu stratejiyi ne seviyede kanıksatabileceğini somut şekilde sergileyebiliyor.

Vaktim olmadığı için fazla uzun yazmayacağım ama günümüzde ne doktorluğun ne de hukuk gibi diğer mesleklerin sahip olduklarını iddia ettikleri değerlelerle bir alakası kalmadığını belirtmem gerekir. Malum Hipokrat zamanında hastanelerin ciro kaygısı yoktu böylesine.

Günümüzde hukukçuların adalet sağlamak için çırpınan idealist insanlar olduklarını düşünmek sanırım oldukça hızlı gülümsemelere yol açacaktır. Mevcut sistem içinde insanların odak noktası bireysel mutluluklardır ve bu durumdan hukukçu ya da tıpçı diye belli meslek gruplarını ayrı tutmanın bir anlamı yok.

Günümüzün ideolojisi ulus, devlet, etik gibi değerleri göreceleştirerek, içini boşaltarak anlamsızlaştırmakta ve ortaya çıkan boşlukta çok rahat hareket edebilmektedir. Bu hareket alanını Gramschi nin vurguladığı şekilde alternatifsizlik düşüncesini yayarak başarır. Artık herkes bir yerden bir milyon dolar bulmanın hayaliyle bireysel mutluluğu için hayal kurmaya yapamıyorsa da işinde bunları nacizane gerçekleştirmeye adamıştır.

Burada buna binlerce örnek verilebilir. Doktorların hukukçuların maddi kazanımlar karşılığında kendi değerleriyle çelişerek yaptıkları edimlerin sayısı bualara sığmaz. Burada devletin düzenleyici bir mekanizma olarak var olması gerektiği ama bu sistemin de aynı zamanda koruyucusu olduğu gerçeği ortadadır. Bu çelişkinin kendi içinde başarılı olup olmadığı, insanların sadece kendi arzularını (İhtiyaçlarını değil) gerçekleştirecek şekilde kültürlendiği bir dünya da sonuçlar geçtiğimiz yıllarda amerika da çıkan elektrik kesintisi sonucu halkın nasıl da yağmaya hazır olduğu gerçeğiyle anlaşılabilirdir aslında. Kapitalizm inanmamızı istediği fikrinin aksine ahlaklı birey yetiştirmiyor. Başkalarının yoksullugu üzerine kurdugu sistem en küçük bir aksamada tüm eksikleri meydana dökülüyor.

Bir sel baskınında, bir elektrik kesintisinde o çok övündüğü sistemin insanları yağmaya girişiyor. Çünkü kodlanmaları bu şekilde. Daha elit olanları ise yağmalarını sistemi "lobitokrasi" denilen bir etkilenim sürecinde daha ilk başta zaten kendi amaçlarına uyduruyorlar. Etkin azınlıkların sistemi kendi çıkarları doğrultusunda kemirdiği bu düzenin doktorlara ya da hukukçular gibi etik yanı çok önemli mesleklere ahlaklı davranmalarını söylemesi pek işe yaramıyor. Sistemin yozlaştığı ve ahlaksızlığın kollektif nitelik arzettiği hiçbir düzende devlet hukuki düzenlemelerle toplumsal adaleti sağlayamaz. Çünkü hiçbir hukuki düzenlemeyle gelen yaptırım hayatın dönüşümünden hızlı değildir. Hukuk ancak bazı adaletsizlikler iyice su yüzüne çıktıgında müdahale edip gerekli düzenlemeleri yapar. Yani proaktif değil reaktif çözümler sunar. Bu geç kalan döngü bu şekilde sürer gider. Bu yüzden devletin belli düzenlemeler yapmasını pek de önemsememek gerekiyor.

Batılıların allanıp pullanan ve çok güzel yürüdüğü iddia edilen sistemlerinin ışıklarından bizim bazı sosyalistlerimiz bile etkilenmiş görünmektedir. Petrolün varilinin 100 dolar olduğu, enerji havzalarının şiddetle ele geçirilmediği bir dünya düğzeninde batının o allı pullu tüm sisteminin çökeceğini anlamak için o küçük elektrik kesintisinin ardından olanalrı incelemek yetecektir.

Bu düzende ne doktor doktordur ne hukukçu hukukçudur. Herkesin tek bir mesleği vardır o da kendini mutlu etmektir. Ne pahasına olursa olsun...

Peki aksi mümkün mü ben insanları tanıdıkça maalesef kapitalizmden ötesini haketmediklerine inanıyorum...
 
"Beyazlara kirlenme özgürlüğü"

ptit_kirlenmek_guzeldir.png


Reklamı hazırlayan kişiler bir de ekliyor:
  • "Annelere vermek istediğimiz mesajımız ise: "kirleri ve lekeleri dert etmemeleri; zira en zor lekelere ve kirlere karşı OMO gibi güvendikleri bir yardımcıya sahip oldukları. Çünkü OMO varsa kirlenmek güzeldir."
O kadar "beyaz" olmanın anlamsızlığı, fetişist hale gelen/getirilen "beyazlaşma", "beyazlar-arası" hiyerarşinin yaratılması, "beyaz" olmayanların anormal sayılıp ötekileştirilmesi, insan doğasının terörize edilmesi, "beyazlaşmak" uğruna doğanın kirletilmesi/yok edilmesi, arsızca tüketme hastalığı...

İşte böyle bir şey bugün tıp!
 
Selamlar arkadaşlar. :)

Bekaret topiğinde de kadınların benzetilmiş olduğu gibi insanı otomobillere indirgeyerek, tamircilik ne kadarsa tıp da o kadar kutsal deyip hayatı bir meta yerine koymakla insana verdiğiniz değeri belirleyerek; tıbbı seks ile aynı kefeye koyarak, avukatlarla birlikte ufak hataları bile didikleyip size yardım etmeye çalışan hekimden büyük tazminatlar almayı düşleyerek ya da bunu örnek alınacak bir sistem gibi göstererek; hekimlerin yaptığı hataların intikamını mesleklerinin icrasını yasaklatarak; bir insan olan hekimin eğitimini, sosyo-ekonomik koşullarını, çalışma şartlarını önemsemeden insanlık dışı bir verimle, yani sıfır hatayla çalışmasını isteyerek, eleştirdiğiniz kapitalizmin daha da üzerine çıkıp emperyalist ruhun tam da içinde duruyorsunuz. :p


kuyucak'ı anlayabildiğimi söyleyemiyorum. Daha doğrusu söylediklerini anlıyorum ama ona böyle bir çıkarım hatasını yakıştıramıyorum. Şu aralar Üstün Dökmen'in yorumu olduğu söylenerek ortalıkta dolaşan bir mail var;

"...çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayi döveriz, "he masa ehhhh sen niye orada duruyorsun" diye. Çocuk masa orada durmasa kafasini carpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptiği her hatayi yükleyecek birini veya bir seyi mutlaka bulur."

kuyucak tam da bu çocuk işte. :)
kuyucak, itiraf ediyorum, big bang var ya, onun sorumluluğu da tıp sektöründe; hani Jüpiter'e Levy kuyruklu yıldızı düşmüştü ya, tıpçılar önlem almadıkları için oldu. Sen küçükken bahçede seni kovalayıp gagalayan horoz var ya o da tıpçıların umursamazlığı yüzünden olmuştu, sen bahçeye çıkarken horozun kümes dışında çocukları kovalayabileceğini insanlara anlatıp kümes kapılarının kapalı tutulması için yaptırımlar geliştirmemişlerdi.

İnanç gereksinimleri birçok kalıba girebilirler. Entellektüel düzeyde ateist (genel anlamda söylüyorum) olduğunu bile iddia edebilen bir kişi kendisini sürekli kollayıp koruyacak, sorumluluğu tamamen üzerinden alacak bir sistemin özlemini duyabilir. kuyucak, sanıyorum benzer bir konversif tepi ile çıkarımlarda bulunuyor. Ama çıkarımlarında korkarım ciddi yargılama hataları var.
Hak ve sorumluluk eşdeğer gider. Toplumda bütün haklara diğer insanlar sahip olurken bütün sorumluluğu tıp sektörünün üzerine atamassın. Silahların tehlikeli olup olmadığına sen karar vermelisin. Bunun için tıbbi bilgi gerekmiyor. Silahlanmaya karşı çıkanlar tıbbi kimlikleriyle değil, birey kimlikleriyle karşı çıkmalı. Ayrıca eğer buna ve benzerlerine senin dışında “her şeyi bilen” birileri karar verecekse, sen başka şeylere de karar veremessin. O zaman seçimin koyun olmakla birey olmak arasında olur.



bayke' Alıntı:
şu fâni dünyada ticareti en çok para getiren iki şey vardır. sex ve umut..
bunların ticaretinde neredeyse boş yoktur. ne yatırırsan misliyle kazanırsın.
tıp insanlara umut satar
hiç zarar etmeyen bi sektör... düşünsenize hasta ölse bile masrafları tahsil edilir. verilen ilaç, uygulanan tedavi şifa getirmese bile bedeli ödenir.

Oyunbozanlık yapmak istemezdim ama insanlar tavmalara dayanıklı olmayan ve hastalanabilen ölümlü varlıklardır. Bugüne kadar da onları hep yaşatabilen, hep iyileştirebilen bir doktor olmadı. Herkes eninde sonunda öldü. Üstelik belki hayal kırıklığı olacak ama "eceli ile ölüm" de aslında bir masaldır. Eli oraklı bir melek gelip düğmesini "off" konumuna getirmez. İnsanlar her zaman ya bir hastalıktan ya da bir travmadan ölür. Çoğu hastalıklardan iyileşemeyebilir. Başaramayan aslında tıp değil, tıbbi yardıma karşın insandır. Bedeli ödenen ise tıbbi yardımdır. Neyse ki tıp henüz o duruma düşmedi-düşürülemedi; yani hala insana senin baktığın gibi meta gözüyle bakmıyor, istediğin gibi teknik servisten üzerine bir garanti etiketi yapıştırılmış olarak geri gelmiyor. kuyucak'ın yaptığı gibi otomobillerle aynı kefeye koymuyor.
Bir de umut ticareti demişken, her zaman aktara, alternatif tıpçılara, zakkumcu Ziya ya da bilmemne enerjisi bölümüne gitmek; gelişmiş ülkelerin yapamadığı kök hücre tedavilerini Mao'nun çocuklarına uygulatmak gibi seçeneklerin var olduğu da aklında bulunsun. Umut ticareti kavramının ne olduğu karışmış olabilir diye hatırlatayım dedim. :)



bayke' Alıntı:
mao'nun çin'inde şöyle bi yöntem olduğu söyleniyordu;
YANİ DOKTORUN GÖREVİ KİŞİYİ İYİLEŞTİRMEK DEĞİL ONUN SAĞLIĞINI KORUMAK OLARAK TARİFLENİR (MİŞ)

tıpbın hata ve suistimallerine karşı ABD de uygulanan bi yöntem vardır. doktorlar mesleki başarısızlıklara karşı sigorta yaptırır. sigartasız doktor çalışamaz. doktorun geçmişinde bi iki mesleki başarısızlık varsa pirimi çok yüksektir veya şirket onu sigortalamaz. sigortasız çalışmakta suç olduğu için artık o kişi mesleğini unutmak zorunda kalır.
ayrıca doktor kadar tıpbı iyi bilen avukatlar vardır. uygulanan tedaviden memnun değilsen bi terslik olduğunu düşünüyorsan örneğin - diyelim ki omurilik- nöroşirolojide uzman bi avukat buluyorsun. adam senin tedavini didik didik ediyor bi hata yakaladığında sen de avukatta köşeyi dönüyor.

Mao'nun Çininde öyle bir yöntem olmuş olduğunu hiç sanmam. Senin de bildiğin gibi komünist bir rejimde insanlara çalışmalarına göre farklı ücretler verilmesi sistemin mantığına terstir. Ayrıca bu mantık 2. çocuğa bile ağır cezaların verildiği ve nasıl yapsak da nüfusu azaltsak diye düşünen bir düşünce yapısına iki kere ters. Aslında yazılarından tanıdığım kadarıyla bütün bilgi ve donanımına karşın bunu örnek olarak verebilmen konuya ne kadar önyargılı, ne kadar taraf baktığını gösteriyor. Bir de kuyucak'a söylediğimi bir kez daha söyleyeyim, bu söylediğin doğru bile olmuş olsa orada, zamanının Çininde sorumluluk başkasına yüklenebilirdi, çünkü Mao zamanındaki rejimde insanlar güdülürdü. Hakkı, yetkisi olmayanın sorumluluğu da olmaz.

Üstelik yine hayal kırıklığı olacak ama bu söylediğin sistem bizde uzun süredir uygulanmakta. Koruyucu sağlık hizmeti veren sağlık ocakları, aşılama, sağlam çocuk takibi, gebe takibi gibi hizmetleri aksattığında personelinin primleri kesilir. Bence tamamen doğru bir uygulama değil, tartışılabilir.



bayke' Alıntı:
geçtiğimiz yıllarda bu sigorta sistemini türkiye'de de uygulamaya kalkmışlardı tabibler odasının büyük muhalefeti sebebiyle vazgeçildi ve unutturuldu.

Tabipler odası bu yaklaşımında oldukça haklı. Öncelikle bu mantık ABD'de yalnızca doktorlara yönelik işlemiyor. Toplumda genel bir düşünce yapısını temsil ediyor. Doktora karşı da, komşunuza, kapıcınıza, patronunuza karşı da hata yapmışlarsa dava açıp tazminat alabiliyorsunuz.Elektrikçi evinizde ciddi bir hata yapmışsa çalışma lisansını iptal ettirebiliyorsunuz. Ama bunun yalnızca sağlık personeline uygulanmasını düşünmek, ya da tazminat deyince hemen doktor hatalarını örnek vermek sağlık personeline uygulanan ciddi bir ayırımcılıktır.
Bir ikinci neden ise hata kavramının göreceli ve birçok değişkene dayanıyor olmasıdır. ABD'de, örnek verdiğin omurilik cerrahisinde çalışan doktorların yıllık net kazançları sıkça milyon doları geçer. Doktorlar oldukça iyi koşullarda çalışırlar. Başarı yüzdeleri çok önemli olduğundan çok az hasta bakarlar ve hasta seçerler. Üstüste beş-on acil vakaya bakıp içeride makas filan unutma olasılıkları pek yoktur. Birçokları canının istediğine bakar, istemediğine bakmazlar. Bu kadar iyi sosyo ekonomik koşullarda çalışan ve tanı koymak için mesleki olanakları dünya sıralamasında en yüksek düzeyde olan hekimlerin yaptığı hata ile bizdeki her gün onlarca, sıkça yüzün üstünde hasta bakan, maaşı yoksulluk sınırının yarısında olan, kafasında hayatla ilgili birçok kaygısı olan, sosyal şartları, mesleki koşulları bu meslektaşlarına oranla oldukça zayıf olan hekimlerin yaptığı hatayı tabii ki bir tutamassın. Hastalara ABD düzeyinde hak veriyorsan, hekimlere de ABD düzeyinde koşul sağlamalısın. Ama bunu yapmıyorsan, sağlık personeline ayırımcılık uygulamak, burada bu koşullarda bu kadar az hata ile çalışan hekimleri suçlamak yerine onların kıymetini bilmek daha doğru olur. :)

angel'm' Alıntı:
Ben de bu konuya farklı yaklaşmak istiyorum. Burjuvazinin insan sağlığını metalaştırması düşündürücüdür. Doktorlar, Hipokrat yeminini yaparken bilimin ve insanlığın mı emrinde olacaktır yoksa çok uluslu şirketlerin mi ? Temel kriter, toplum sağlığına katkı yapmak mıdır ya da ilaç firmalarının karını artırmak mı?

Temel kriter her meslek ya da sanat erbabının yaptığı gibi işini iyi yapmak ve maddi ve manevi olarak karşılığını almaktır. Eğer insanlık bir hekim ev tutarken kira istiyorsa, hatta herhangi bir insandan isteyeceğinden “hekimdir, parası vardır” diyerek daha fazla istiyorsa, yemek yerken lokantacı para istiyorsa, herhangi bir eşya alırken esnaf nasıl daha fazla kar yapabilir diye düşünüyorsa, bir hekimin işini yaparken kazanç sağlamayı düşünmesini nasıl yadırgıyorsunuz ki? İsa peygamberden beri ne hekimlerde ne de diğer insanlarda öbür yanağını çeviren pek olmadı; eh, hekimler de peygamber değil. Dediğiniz gibi yaptığı iş kutsal bile değilse, sıradan insanların kendi üzerinden çıkar sağlayanlara kendi kendilerine ulvi değerlerim var vs diyerek bir de daha fazlasını vermeyi düşünmesi pek sağlıklı bir düşünce biçimi de değildir. :)


angel'm' Alıntı:
Tabii burada ilaç firmalarının kaybettiği birşey yok. Çünkü giderlerini ilaç fiyatlarına ekliyorlar. Haa! Bu arada biz de hep yutuyoruz

Peki ABD'deki bu sigorta sistemi ile doktorların kaybettiği birşey olduğunu düşünüyor musunuz? Bugün -örneğin- Chigago'da bir aile hekiminin yıllık mesleki hata sigortası primi 110 bin $'a yükselmiş durumda. Bunları doktorlar ceplerinden mi veriyor dersiniz? Onlar da muayene fiyatlarına yansıtıyorlar. En ufak bir hatada dava edileceklerini bildiklerinden açık vermemek için bütün tetkikleri yaptırıyorlar. Bugün sıradan bir Avrupa ülkesinde yapılan kişi başına sağlık harcaması 3000$ civarında iken, ABD'de yıllık 6000$'ın üzerine çıkmış durumda. (Bu arada WHO'nun bu sorgulama sitesinden birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. Örneğin kapitalist ülkelerin vatandaşlarının sağlık harcamalarına ne kadar katkı yaptıkları gibi. :) )


sunburn' Alıntı:
Ben sadece teşhisimin konulabilmesi için Türkiyenin çok güzide üniversitelerinden ve de nöroloji ANABİLİM Dalı gibi bir yerde kırkbeş koca gün kliniğinde yattım ( Mahsur kaldım mı demeliyim ) bu süre içersinde evet bir çok tahlil konsiltasyon oldu tabi ama kırk beş gün orada kalmamı gerktiriyormuydu acaba ? Sonuç olarak dört buçuk ay sonrasına tekrar gün vererek taburcu oldum.Bana bakan Prof seviyesinde bir çok doktor Türkiye yi bırakın Dünyada konularında söz sahibi insanlar.Anlayamadığım bu kadar bilgi birikimi,bu kadar teknoloji,bu kadar gün ve sonuç belirsizlikmi olmalıydı ?

Bilgi ne kadar genişlerse, kesinlik o ölçüde azalır. Örneğin bir iki bin yıl önce bir psikiyatrik ya da sara gibi bir nörolojik hastalığın teşhisi birkaç dakikada “içine kötü ruh girmesi” olarak konuluyor; kafatasına çakılan bir-iki çiviyle de hemen tedavisi yapılıyordu. Daha sonra bilgiler ve yöntemler gelişti; önce bir mahkeme süreci ile içeriye girenin şeytan olup olmadığı belirlenmeye, içine şeytan girenlere cadı denmeye ve tedavi için de birkaç günlük bir işkence süreci uygulanmaya başlandı. :) Ama giderek tıp ilerledi. Bilim adamları kendilerini mistik ve kültürel baskılardan -olanak oldukça- kurtarıp daha araştırmacı bir yaklaşım sergiledi. Bilinen, ortaya çıkartılan her bir bilgi bilinmeyen belki 10 tane yeni değişkenin ortaya çıkmasını sağladı. Bazı hastalar bundan daha fazla etkilendi. Bu tür hastalarda yanlış teşhis koymak yerine iyice incelemek tercih edilmeye başlandı. O yüzden bu süreci hemen kötülemek doğru olmaz.

kuyucak' Alıntı:
Aradan geçen 30 senede ise bizim kasabanın nüfusu değişmedi…Çünkü dışarı gidenlerin sayısı kalanlardan fazla… Değişen tek şey; Engelli ve hasta sayısındaki inanılmaz artış. Sanki bu köylüler dışarıda bir savaş var ve herkes bu savaşa gidip ‘’gazi’’ oluyor… O kadar çok ampute, omurilik zedelenmesi, kalp, şeker, tansiyon ve psikolojik hasta var ki… Şunu iddia edebilirim, 40 yaştan sonra hekimlerle tanışmayan yok gibi…Hele o kanserdeki artış.. Aklı zorluyor.. Sanki 40 yaş üstü açık hava reviri olmuş.. Bana göre bu olay tüketim endüstrisi ve tıp’bın bir ‘’zaferi’’…

Bakış açısına bağlı. Çocuk felcinin yanında çiçeğin ya da kızamığın teptiği çocukların azalması; doğum esnasında yakalanılan tetanoz hastalığı, kuduz, kalbe vuran romatizma gibi vakaların artık pek sık rastlanmaması gibi pek çok örneğin yanında, insanların yaşam süresi uzadıkça bazı hastalıkların ortaya çıkma olasılığı da giderek yükseliyor. Örneğin 100 yıl önceki insanın ortalama yaşam süresinde orta yaş ve üstünde ortaya çıkması beklenen şeker, tansiyon, kanser gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha düşüktü. Çünkü birçok insan daha önce ölüyordu. Yine aynı şekilde bazı hastalıklar ya da travmalar sonucu o zamanlar hayatını kaybeden insanlar şimdi birtakım engellerle olsa da yaşayabiliyor. Normal koşullarda yaşayamayacak olan bebekler şu anda küvözlerde, yoğun bakım ünitelerinde birtakım sekellerle de olsa yaşamlarına kavuşabiliyorlar. Bir de o zamanlar engellilerin -zamanının kültürüne göre kimi zaman utanıldığından, kimi zaman da olanaklarının elvermediğinden- çok da insan içine çıkartılmadığını, şimdiki kadar tedavi olanaklarının olmamasının yanında, bilinçli bakım, eğitim süreçlerinden faydalanamadığını ve çok daha kısa sürelerde hayatlarını kaybedebildiklerini de göz önünde tutmak gerek. Ayrıca bu durumun giderek de hızlanacağını, gerçek anlamda bir kök hücre tedavisi bulunana kadar tedaviye uygun engellilerin sayısında bir miktar daha artış olacağını düşünüyorum. Umarım bu seni üzmez. :)

OturanBoğa' Alıntı:
Tıbbın (sürekli yeni hastalıklar yaratarak/isimlendirerek) insanları tamir etmek ve bu sayede para/güç kazanmak gibi bi işlevi var bence bugün. Daha doğrusu, bu işlevi/amacı, canlıları hastalıklardan uzak tutmak ve iyileştirmek amacının çok çok önüne geçmiş durumda. Postmodern dönemde tıp artık tüketim sektörü!

Tükettiği de yanlış anlamadıysam insanlar. Felsefe yapmak çekicidir ama somut olayları somut veriler üzerinden değerlendirmek gerekir.

Giderek daha fazla para/güç kazandığını söylediğin hekimler tarihte tam tersi bir süreci yaşamış olmasın? Büyücü, şaman gibi kutsal görülen statülerden filozoflara, oradan toplumda önemli konumu olan insanlara indirgenmiş, şimdi de tamirci gibi sıradan bir bakış açısı ile değerlendiriliyor olmasınlar?

Yine diyorsun ki tıp giderek çığrından çıkıyor, insanları sömürüyor. Ortaya yeni yeni hastalıklar çıkartıyor ve bundan besleniyor.
Sömürü doğası gereği sömürdüğünü zayıflatır ve ortadan kaldırır. Arthur Miller'in kapitalizmi eleştiren "Death of a Salesman-Satıcının Ölümü" adlı oyununu okumuş olabilirsiniz. Miller oyununda sistemi eleştirirken insanları portakala benzetir. Sömürü düzeninin portakalın içini yediğini ve kabuğunu bir kenara attığını söyler. O zaman söylediklerinizin doğru olup olmadığını, yani tıbbın insanları sömürüp sömürmediğini, insanları ortadan kaldırarak büyüyüp büyümediğini verilere bakarak anlamaya çalışalım. Miller'in memleketinde, yüzyılın başında, doğan 100 çocuktan sadece yarısı 55 yaşı görebilirken bugün bu sayı 91'i geçmiş durumda. Bu durumda sömürüden bahsetmek doğru olmasa gerek. Hatta tersini ileri sürmek daha doğru olmaz mı? İnsanlık bu niceliğe ulaşmak için doktorları sömürmüş olmasın? Onları sürekli kendi yaşamları daha nitelikli ve daha uzun sürsün diye acımasız bir eğitim ve yarışma süreci içine sokmuş, en ufak hatada mesleklerini ellerinden almış, avukatlarla işbirliği yapıp onları donuna kadar soymuş ve sonra bir kenara atmış olmasın? İnsanlar portakalın içini yemiş ve kalan kabuğu da pek umursamamış olabilir mi dersiniz?

Tabii koruyucu hekimlik çok önemli ve daha da geliştirilmeli, tabii her sektörde, her meslekte olduğu gibi sağlıkta da olanaklarını kötüye kullananlar var. Ancak yazılardaki yaklaşım münferit suistimallerden ziyade sağlık ile ilgili kişi ve kurumlara karşı genel bir negatif yargılama olduğu için ben de yazımı sizlere biraz da sataşarak ( :) ) genel bir karşı yargılama olarak kaleme aldım. Belki önyargılardan kurtulabilirsek daha ayakları yere basan bir tartışma yapabiliriz.

Herkese selam ve sevgiler. :)

Not: Aslında ilaç israfı, patent, hata kavramı, vs gibi yazmak istediğim birkaç şey daha vardı ama yazmaktan yoruldum, belki daha sonra. Ayrıca bu tartışmanın içine alperstein, boşvermişim, halaz, minerva gibi meslekten diğer insanların da katılması daha sağlıklı sonuçlar verebilir. Onları da bekleriz. :)
 
neptune' Alıntı:
Bilgi ne kadar genişlerse, kesinlik o ölçüde azalır. Örneğin bir iki bin yıl önce bir psikiyatrik ya da sara gibi bir nörolojik hastalığın teşhisi birkaç dakikada “içine kötü ruh girmesi” olarak konuluyor; kafatasına çakılan bir-iki çiviyle de hemen tedavisi yapılıyordu. Daha sonra bilgiler ve yöntemler gelişti; önce bir mahkeme süreci ile içeriye girenin şeytan olup olmadığı belirlenmeye, içine şeytan girenlere cadı denmeye ve tedavi için de birkaç günlük bir işkence süreci uygulanmaya başlandı. :) Ama giderek tıp ilerledi. Bilim adamları kendilerini mistik ve kültürel baskılardan -olanak oldukça- kurtarıp daha araştırmacı bir yaklaşım sergiledi. Bilinen, ortaya çıkartılan her bir bilgi bilinmeyen belki 10 tane yeni değişkenin ortaya çıkmasını sağladı. Bazı hastalar bundan daha fazla etkilendi. Bu tür hastalarda yanlış teşhis koymak yerine iyice incelemek tercih edilmeye başlandı. O yüzden bu süreci hemen kötülemek doğru olmaz.

45 sürede Prof yada doç. seviyesindeki kişiler ile asistanların nasıl çalıştığı aşikar.

Tabiki bunların dışında işlerini hakkıyla yapan yada yapmakta olan bilim insanları yada hekimlerimiz mevcuttur.Bu konuda asla bir genelleme içersine girmedim.Ne var ki mevkilerini,bulundukları tatlı ortamları daha bir tatlı hale getirmek isteyen ve bunda çok başarı sağlamış yönetim üyeleri,hatta asistanlar mevcuttur.45 gün gibi bir süre bana tatlı çalışma ortamının nasıl olabileceği konusunda ipuçları verdi. :wink: Bunun dışında,işleyişi burada sergileyeyim azcuk;

Pazartesi ;Asistan saat : 09:00 da gelir hasta başı maksimum 10 dakika kalır hasta izlenim dosyasına bakar ve baktığına dair imzalar gider. Profesör saat : 10:00 da asistanlar ile birlikte hasta odasına gelir( vizit yapar ) maksimum 10 dakika sürer.Hastaya şikayetleri ile ilgili sorular sorar,halihazırda yapılanlar ile yapılacak olanları asistana bildirir ve odayı terk eder.Pazartesi için yapılacak başka birşey yoktur.Yapılan/lar yapılmıştır.Ne eksik ne de fazla.Taaaaki Salıya kadar bu böyledir.Hasta yatağından kalkabiliyorsa bu boşluğu fırsat bilir ve hemşirelerin kontrolüne kadar hastaneden kirirşi kırar.Kimi zaman öyle bir boşluk vardır ki,tüm güvenliği atlatıp hiç bir şey yokmuş gibi ilin her tarafına yolculuk yapar.Gece geç saatlerde 00:00 gibi bir saatte hasta yatağına geriri döner.

Salı : Pazartesinden farklı olarak Hasta ile ilgili yada sorumlu Profesöe hekim başka işlerinden dolayı hasta yanına gelmez.Diğer her şey aynı ceyran eder.

Çarşamba : Pazartesi gibi ceyran eder.

Perşembe : Salı gibi ceyran eder.

Cuma : Pazartesi gibi ceyran etmek ile birlikte,Cumartesi ve pazar gününde evci çıkma işlemleri yapılır.maksimum 15:00 da ortadan kaybolunur.

Bu döngü her daim devam eder.Taaaki Profesörün tatile,yurt dışına yada başka bir neden le hastaneye gelmeyeceği güne kadar.O gün de ise,konu ile pek de alakası olmayan bir hekim tamammen farklı tedavi yöntemleri ile karşınıza çıkar.Kimi zaman giden Hekime ayıp olmasın diye tedavisini onaylar ancak,çeşitli eklemeler yaptırır.Artık hasta için farklı bir tedavi süreci başlamıştır.İlaçlar değişir yada Bende olduğu gibi amacından sapıp İVİG istenir,sıraya girilir,Türkiye ayağa kaldırırılır.Herşeye rağmen İlaç bulunur.Ne var ki Eski hekim tekrar dönmüştür ve Türlü eziyetler ile bulunan ilaça gerek olmadığı hatta bunun çok saçma olduğu söylenir.İlaç başka bir kimseye verilir.( Nasıl verildiği hatta radan neler götürüldüğü konusunu sizlere bırakıyorum ) :wink:

Bu arada çekilen çile,ağrılar,Ortamın psikolojik iğrençliği,sıcaklık,soğukluk.... bunlar hastanın çekmesi gereken kabulum gerçeklerdir.Hasta hastalığından beteraf olmak istiyorsa bu tür hedikapları hastaneye yattiğı ilk günden itibaren peşinen kabul etmiş sayılır.Hattaaaaa Bu konuda başına gelebilecek Ölüm dahil,sakatlanma gibi durumlara karşı Hastane kendini güvenceye alır ve iki sayfalık bir metni hastaya izmalattırır. :wink: İmzalamazssan hemen kapı dışarı olabilirsin.Bu işler böyle.B.O.S gibi bence çok önemli bir operasyonu Asistana yaptırır kalifiyeli hekimler.Omur iliğe giren el kadar iğne 10 denemede ve hastanın çığlıkları arasında sonunda başarı ile yerine yerleştirilir.( eeeee ne demişler acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenirmiş :wink: ) Tabiii bu ve buna benzer onlara göre iş kazalarından sıyırmak için bu tür belegeler imzalatılır ve bu aslında onlara göre çoook haklı bir nedene dayanır.

Gedikli Hekimlerin kendilerine has odaları,sektereterleri muayene odalrı mevcut olup, vizit üctreti minumum : 100 YTL dir.Kim olursan ol bu para muhakak alınır.Bu arada çok ağır durumdaki hastaların ne de olsa profesördür diyerek belki son bir çırpınış ile hastalarına yardım etmek için varlarını yoklarını satarak ceplerine gizliden yada alenen konan paraları ben çok iiiii biliyorum. :wink: Tabii bölümler arasında bir döner sermaye çılgınlığı alıp başını gitmiştir.kim adaha fazla fara toplayabilirse o kadar para cebe girecektir.Her ne kadar garibim heşireler bundan çok çok fazla nemalanamasalar da üst taraflarda kendilerine makul hatta iyi mekanlar edinmiş hekimlerimiz açısından durum gerçekten kallavi sayılabilecek bir mertebedir.Abartmadan Bir Profesör hekim aylık 10.000 ytl den aşağı kalmadan döner sermayeden para alır ve hatta ve hatta yan ödenekleri ile bu paranın 90.000 ytl gibi ( aylık ) bir bütçeye eriştiği söylenebilir. ve bu maaşından hariçtir.Bunun yanında ceplere inen gariban harçlıkları ki bunlar en az 500 ytl dir.Bu sektörün ne kadar ballı ekmek olduğu ortaya çıkar.Yazımın başında da belirttiğim gibi bu konularda gözü para dan başka bir şey görmeyen bir çok Öğretim üye,görevli anabilim dalı başkanı gibi insanlar olmak ile birlikte kendi işinde gücünde insanlığa ve hastalarına layı ki ile hizmet etmeye çalışan hekimler de mevcuttur.Ne var ki bu hekimlerin sayısı giderek azalmaktadır.

Benim 45 gün yatarak devletime verdiğim ceza : 3.000 ytl dir.bu sürede yapılan edilen ( edilmeyen ) her şey ekipiriz de yazmak ile birlikte aldığım ilaçlar hep ağrı kesici nitelikte ve tedavi edici özelliği bulınmayan ilaçlar olmuştur.Bu durum doktorlarım tarafından da ayen ve beyan bir şekilde tarafıma belirtilmiştir.Öyleyse neden gittim ben buraya ve 45 gün süre ile bu durumlara katlandım ?Benim için belki olanlar bir çok ağır vakatan ne olur düzelsin keşke olur....

saygılarımla.
 
Sevgili neptün tartışmanın seviyesini yükselttiğiniz ve olabilecek tüm savunmaları azda olsa yaptığınız İçin teşekkür ederim. Gerçekten yazılarınızı keyif alarak okuyorum… Bilinçli yaptığınız iğnelemeleri de az buluyorum… Ben yinede yaramazlığa devam edeceğim;

- Birincisi, kapitalist sistem diyerek, buradan başka bir sistemin savunuculuğunu yapmıyorum… Yapmam..
Her şeyi bu sistem içinde düşünüyorum… Fakat bu sistemin de bazı gerçekleri var… Onu da size göstermek benim görevim. Her işletme karını maksimize etmek için uğraşır. Bu sistemin temel felsefesi budur. Bu işletmenin, demir çelik işletmesi, yada cenaze levazımatçısı, oto tamirhanesi ile hastane olması arasında hiçbir fark yoktur. Kurulan her işletme kar elde etmek için kurulur ve işletilir. Her işletmenin kar elde ederken izleyeceği yollar aynıdır… O yüzden bundan gocunmam… Burada gocunduğum konu ise, birey onlara karşı iki yoldan savunmasızım… Bilgi eksikliği ve onların yaptığı işi kafamda kutsamam… Esas olarak zaten konumda bu değil… Sadece bu konunun artık saklanamayacak boyutlarda deşifre olmasından kaynaklanıyor. Herkes bu olaya isyan ediyor… Çin’de yapıldığı söylenen sistemin aynı kelimelerle Türkiye’de Necmettin Erbakan tarafından savunulduğunu hatırlıyorum ben…

- İkincisi, verdiğin bütün başarı örnekleri hep koruyucu/önleyici hekimlikle ilgili… Ta baştan buna karşı olmadığımı söyledim… Hekimlere karşıyım demedim. Haşa, aksine ben onlara yeni bir misyon yüklemeye çalışıyorum. Tıp’a karşı bile tıp adamlarına muhtacız dedim… İnsanlığın tüm savunma ve korunma bilgileri onlarda dedim…Kötülemedim… Tıp insanlığa zararlıdır demedim… Yararlı olduğu kadar şu anki yapısıyla zararlı olabilir diyorum… Az gelişmiş, çok gelişmiş, eski devirlere göre bu günkü tıp, bunlar değil benim konum… Kişilerle sorunum olmaz benim…

- Üçüncüsü; Oturanboğa harika bir örnek verdi… OMO reklamı örneği… Anlatayım… Sistem durmadan reklam yapıyor… Tüketin, yeter ki tüketin …Üretilen her şeyi, piyasaya sürülen her şeyi hiç düşünmeden tüketin… Orada anlatılan kirlenmek özgürlüktür sloganı, tüketmek özgürlüktür… Kirlenen her şeyi OMO rahatça temizler… Yani kirlenen, sakatlanan her şeyi TIP temizler, iyileştirir…OMO’ nun temizleme, eskiye dönüştürme görevi TIP’a verilmiş durumda aslında, hem sistem tarafından, hem de bireyin bilinçaltı tarafından… Yukarıda ki reklam örneğin de OMO bir firma kar peşinde… Ya TIP?
Ben işte burada diyorum ki; Bu gün TIP enerjisinin, gücünün %90 ınını, işte bu ön yargıyı yıkmaya harcamalı… Hayır kardeşim demeli, pislemeyin… Ben temizleyemem… İnsanlara da pislenmeyin sakın demeli… Bak işte temizlenmiyor, eskisi gibi olmuyor… Pislikten kaçının… Benim özlediğim TIP bu…
Yoksa onların kapalı kapılar ardındaki araştırmalarının başarılarından bana ne, pislik dışarıda harmanlandığı sürece…
Saygılarımla…
 
kuyucak' Alıntı:
Sevgili neptün tartışmanın seviyesini yükselttiğiniz ve olabilecek tüm savunmaları azda olsa yaptığınız İçin teşekkür ederim.
kendi mantaliteme uygun bi seviye ayarıda ben yapiim :)
bülent tepki gelirse ya da çok absürt bulursan silebilirsin
not: bu karikatür kimseyi hedef almamaktadır..tepki gösteren hariç

 
Bülentcim kapitalizmin dikenlerine yönelik eleştirilerimizi bir deterjan sloganını "beyazlararası iktidar ilişkileri" şeklinde yorumlara çekmek sanırım uygun olmuyor.

Kapitalizmden bağımsız olarak o reklam inanılmaz yaratıcı bir zekanın ürünüdür. Reklamla ortaya çıkartılmak istenen marka çağrışımlarında kesinlikle senin kastettiğin "beyazlık" algılaması yok ve olamaz da...

Kırk yıl düşünsem şu reklamdan böyle bir anlam çıkartılacağı aklıma gelmezdi. Hafif paranoya mı yapıyoruz...
 
:) Paranoyaklık ya da komplo teorisi olarak vermedim bu örneği tabii ki. Zaten gelinen nokta gizli-saklı bişey değil ki. Tüket-tüket-tüket-tüket-tüket... Bu gizlenerek pompalanan bir slogan değil yani. Her marka her reklam her ilişki bunun üzerine kurulu açık açık. Paradoksal olarak dünyayı-ilişkileri yok-etmenin adı bugün "daha iyi/beyaz/güzel vs. yaşam"
Önce beyazlığa bi değer atfediliyor ve o değer içselleştiriliyor/normal sayılıyor: Beyaz iyidir. Sonra, ne kadar beyazsa o kadar iyidir. Sonra, (bem)beyaz olmayanlar kötüdür. Sonra beyaz olsun diye çabalamamak kötüdür. Sonra "onlar pis/kötü/öteki".
Çok kabaca yazıyorum bunlar buraya. Ama deterjanı (çok başarılı şekilde!!!) sattıran slogan, "beyaz olmak ne kadar güzel" diye insanlara içselleştirilen mantık, yaratılan "hiyerarşi", ve hepsinin ardından da (paradoks burada zaten) o deterjanın üretimi ve satışı için yokedilen yeryüzü/doğa/insanlar/emek.
Biz bugün DAH-DAHA-DAHA temiz, (bem)beyaz, (rep)renkli, sağlıklı, güzel, refah içinde, modaya uygun, hızlı, lüks vs. olalım diye tükettikçe, aslında dünyayı (yani tüm canlıları, yani kendimizi) tüketiyoruz.
Avrupa ve Amerika'da yaşayan insanlar (ve tabii onlar gibi olmaya/tüketmeye/üretmeye kilitlenmiş bizim gibi ülke insanlar) daha-daha-daha "beyaz" yaşayabilsinler diye, kapitalist çark daha-daha-daha iyi işlesin diye, dünyanın büyük çoğunluğu/canlıları/doğası yok ediliyor.

Ben, "Postmodern dönemde tıp artık tüketim sektörü!" deyince, neptune soruyor ya, "Tükettiği de yanlış anlamadıysam insanlar" diye, ve ekliyor (her "beyaz" gibi) "Sömürü doğası gereği sömürdüğünü zayıflatır ve ortadan kaldırır"; oysa tıp (aslında kapitalizm demek istiyor sanırım?) insanların ömrünü uzatıyor.
Bu iki açıdan da yanlış. Birincisi, "beyazlık-sağlık-güzellik" ve benzeri değerler yaratarak, karşıtlarına da "kötü" diyerek, aslında hiyerarşinin temellerini atıyor. Beyaz-az beyaz, temiz-kirli, sağlıklı-sakat, zengin-fakir gbi ikilikler/karşıtlıklar hep aynı yörüngede yol alır. Bu karşıtlıklarla yaşamı hiyerarşize etmeye başladığınızda, artık piramitte altta kalanlar ve üste çıkanlar kaçınılmazdır. Ve siz yukarı çıkanlara/beyazlara bakıp, "insanlık ne güzel" diyemezsiniz.
İkincisi, malum, dünyayı yokeden süreç! Dünya 50 yıl sonra varolacak mı, bunu bilemiyoruz! Beyazlar daha-beyaz oluyorlar ama, bu uğurda dünyanın hem bitkisi-suyu-hayvanları-insanları açlıktan-susuzluktan-hastalıktan-havasızlıktan ölüyor; hem de kapitalist sistemde emek sömürüsü ile insanların (yoksulların, "siyahların) yaşamları kelimenin tam anlamıyla ellerinden alınıyor. Yani bugün insanların bir kısmı evet daha uzun yaşıyor ama, milyonlarcası da (açlıktan, ilaç bulamadıklarından, savaşlardan vs) ölüyor ve milyarlarcası da açlığın-ölümün- eşiğinde yaşıyor!
Yani, hiç de her şey güzel değil... Elbette güzel olan şeyler de var, ama bu tüketimle/üretimle (tıbbı da buna dahil diyorum yukarıdaki mesajım babında) dünya varolamayacak! Bu şekilde üretip-tüketerek dünyayı (herşeyiyle) YOKEDİYORUZ. Böyle giderse 20 yıl sonra dünya geri döndürülemez şekilde yokoluşa gidiyor.

İşte bu tartışmayı açan kuyucak, tıp buna (insanı korumakla görevli olmasıyla fazladan!) bir dur demeli, diyor.
Diyor mu?
Demiyor çoğunlukla diyorum ben de.
 
Burada konuyla ilgili ve/veya az ilgili reklamlar, linkler, karikatürler içtima etmiş galiba.. Bir tane de ben ekleyim oldu olacak.. :)



Neye göre, kime göre kardeşim?
Doktora göre TIP, hastaya göre TIP...

(Yukarıdaki ilk cümleyi de bu karikatüre göre yorumlayabilirsiniz..)
 
Sevgili kuyucağım,

Canım dostum bazı başlıklarını anlayamadım yahu!!!!

Engelliler sitesinde, biz tıbbı yüceltecek miyiz, yoksa şurada yaşanan her acıdan az da olsa sorumlu tutacakmıyız

Mesela yukarıya alıntıladığım giriş sorunu bir türlü çözemedim.Şöyle mi düşüneyim ;

Engelli olan bir çok arkadaşımız öyle ya da böyle sakatlıklarıyla ilgili yada hastalıklarıyla ilgili bir sürü şey yaşarken birileri bundan sorumludur. Bu sorumluluk kimindir?Bundan sorumlu olarak tıb ı ne kadar işin içine alacağız?

Verilen yanıtlara göre bu sorumluluk kapitalist sistemin oluşturduğu yeni tıb anlayışında oluyor :D Tıb aslen suçlu değildir ama kapitalizim öylesine vahşi bir dünyadır ki, en masum u bile canavarlaştırır.

Nasıl mantık, böyle bir sonuç çıkarabilirmiyiz dersin?

Anlayamadığım daha doğrusu bağlantı kurmada sorun yaşadığım bir bölümde şu sevgili dostum;

Bilgilerini halkla paylaşıp, yaptırımcı olmuyor. Asıl görevi olan yaptırımcı olmaktan kaçıyor. örneklersek;

- Yollarda hız limiti var ama otomobillerin, motorların yapımlarında bu limit yok. 90 km hız limiti olan birülkede otolarda da 91 km’ den fazla motor gücü konmaz diyemiyor. Meraklısı varsa özel parkurlara buyursun, sadece onlara satılacak arabalar diyemiyor.

- Silah satıcılarının sivillere silah satmasına tavır alamıyor. Satılan her silahın bir gün insana doğrulacağını biliyor. Bu konuda da açık bir tavır almıyor.

- Her önüne gelenin 3-5 makine ile, üretim yapma hakkı var. Şeker, yağ, tuz, kakao, un ve boya ile her tür zehir üretme hakkına sahip olmaya açık tavır almıyor. Yine aklın alamayacağı rezillikleri üretenlere açıkça karşı çıkamıyor.

- Çağımız insanına sürekli, HIZ ÇAĞINDAYIZ masalı okunurken, tıp yine sessiz. İnsan doğasına aykırı olan bu hızı insan kaldıramaz. Kaldıramıyor da zaten, psişik sorunların nerelere vardığından belli.

Ya buna hayır diyemeyen sadece tıb mı aklım karıştı vallahiiiiiii :D

Bunlara dur diyemeyen ve hızla artmasını sağlayan bir sürü nesnel koşul söz konusuyken bunun tıb la bağdaştırılmasını vallahi de anlayamadım billahi de anlayamadım.

Ahanda seninle aynı düşüncede olduğum bir şey var;

Açıkça belli oluyor ki, bu sistem geleceğin insanını da planlıyor, genlerle oynayarak.

Gerçekten bu yönüyle ben buna tıb da diyemiyorum açıkcası, tıb ın özellikleri kullanılarak diyorum , yada bilgileri kullanılarak gelecek günlerin şüpheli olmasına sebep olan bir sürü şey yapılıyor.Bilim adına yapılan şeyler ya bunlar!!!!!

Burada seninle hem fikirim, ama aradaki nüansı kaçırmamak gerekir diye de düşünüyorum.

Sonuçta senin deyiminle ben tıb ın bakire meryem olduğuna inananlardanım. Ama her alanda olduğu gibi kişisel seçimlerle ve yöntemlerle tıb kullanılarak bakireliği bozulmuş bir halde insanlık için tehdit edici durumlar yaratabiliyor.

Buna karşı çıkan onlarca bilim adamı olduğu gibi, bilim için yapılan her yol ulvidir düşüncesinde olan onlarca da başka bilim adamı olduğuna inanıyorum.

Buna karşı çıkan bilim adamlarının sayısının artacağına inanmıyorum sadece. Çünkü bu sistem öylesine zeki ve kurnaz ki ve sistemini öylesine mükemmel bir şekilde şekillendirmiş ki, o bizim istediğimiz şekildeki bilim adamlarının sayısının artmasına engel olacak ve onları yutacak şekildedir.

Bencede sevgili oturanboğanın verdiği reklam örneği mükemmel bir örnektir.

Her şeyi özetleyen bir reklamı seçmiş bence sevgili oturanboğa. Hep daha, daha daha yı akla getiren artan bir ivmeyle tüm insanlarda belli bir düşünceye hapsolmayı ve bizlere sunulanlarla yetinmeyi bilen, bizlere sunulan pencerelerden bakabilen minicik insanlarız. Daha da küçüleceğimizden eminim üstelik.

İsteklerimiz ve arzularımız artıkça küçülen dünyamızda boğulan zerrecikleriz sadece.
 
kONU AMACINDAN SAPMIŞ GİBİ.BEN DE BİÍ ANLAMADIMREKURSION.BU YÜZDEN TIP DİYORUM. :D
 
Sanırım Elif başlık yer yer dağılıp toparlanıyor gibi .Okuduğum kadarıyla alıntılar yaparak bende düşüncemi paylaşmak istiyorum.

kuyucak' Alıntı:
-Ya çekinme ye,elbet sağlık sistemi denetliyordur.
-Ya çekinme ye, en fazla zayıflama hapı alırız, olmazsa yağ aldırırız.
-Ya çekinme bas şu gaza, sonunda ölüm yok ya, biraz tatil yaparız.
-Ya sen niye düşünüyorsun, elbet üretici firma bi önlem almıştır.
-Ya sen niye düşünüyosun, elbet TIP bi çaresini bulmuştur.
-Ya sen niye düşünüyorsun,elbet TIP bi çaresini bulacaktır.

Bunlar gibi sayısız ön yargı yada TIP bilinci oluştu insanlığın kafasında... Altyapı olarak tüketime dönük endüstrinin, oluşturduğu tıp bilinci şu anda neye hizmet ediyor tam olarak bilmiyorum.

buradakileri tıbba güvenip sırtımızı dayayarak yapmak sadece TIP bilinçsizliğidir bence.Bilinçsiz bir tüketim toplumu olmak sonuçta bir çok hastalığa,rahatsızlıklara davetiye çıkarmak için bazen primer bazende sekonder neden olabiliyor.Kim bilnçlendirecek bizleri :idea: Henüz öyle bir kurum yok.Okullarda gösterilen basit sağlık bilgileri dışında sağlık eğitimi almadıysanız bunları öğrenme şansınız yok.Kişisel çabanızla doğru bilgiyi-doğru kaynaktan alabiliyorsanız şanslısınız :!: TIP her geçen gün gelişen ama asla tam olarak bir insanı full yap boz hesabı düzeltemeyecek bir bilimdir.Hala insan vücudunun her hücresine kadar şifrelerinin problemlerinin çözüldüğünü sanmıyorum.Oyüzden hatalar yapıp bunun çözümlerini TIP dan beklemek, gerçekleri yadsımaktan kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.

halil yılmaz' Alıntı:
Ama ben şeytanın avukatlığı yapıp olayın bu kadar basit olmadığını söylemek istiyorum nedenmi? Tanıdığım çoğu doktorun ecza hanesi varda ondan kimi kız kardeşine açtırmış kimi başka bir yakınına hele Bayburt gibi küçük bir ildeyse ve o ildeki ecza hane sayısı azsa 2 yılda köşeyi döndünüz demek küçük yer deyip gecmeyin ha Bayburt tan fazla Bayburt un ilçesi olan aydın tepe deki ecza hane iş yapıyor orada da bahsettiğim düzen var D.R eczacı ilişkisi burada kimseyi suçlamak istemiyorum tabi ama bunları da düşünmeden edemiyor insan dedimya şeytanın avukatlığını yapıyoruz.

Olayın bu yönünü değerlendirince; İlaç firmalarınıda (reprezantlar aracılığı ile) katıp bir şeytan üçgeni oluşturmakda mümkün :twisted: .Bunlarda bir gerçek firma yeni bir ilaç çıkartır onun tanıtımı doktorlara yapılır ve ne kadar yazarlarsa karşılığında bir takım getirileri vardır tamamen duygusal anlamda tabi 8) Tüm sağlık camiasına indirgeyip mesleğini son derece ahlaki, ettikleri hipokrat yemini doğrultusunda yapmaya çalışan hekimlerimizi kesinlikle tenzih ederim.Ama bu şeytan üçgeni insanların sağlığını,parasını,zamanını,hayatını yutmayada devam etmekte malesef.Ha belki burada Hâkimlerimizin bir ara cebi ve vicdanı arasında kalma durumu ile ilgili bir tartışma vardı bu bağlamda hekimlerimizin yaşam koşulları-çalışma koşulları-bu şartlarda ne kadar verimli olabildikleride tartışılabilir bu da ayrı ama birebir insan hayatı ile ilgili olan hekimlerimizin ne olursa olsun bunu akıllarından çıkarmaması gerektiğine inanıyorum yinede.


neptune' Alıntı:
Bahsettiğin koruyucu sağlık hizmetlerinin ölçütleri olan parametreleri; - ki bunlardan en önemlileri çocuk ve ana ölüm hızlarıdır, zira bu iki parametre olumsuz koşullarda ilk önce bozulurlar - ve tedavi edici tıbbın - bence en önemli parametresi olan - ortalama yaşam süresini diğer ülkelerden açık ara daha iyi duruma getirdi.

Ülkemiz içinde ortalama yaşam süremiz uzamaktadır her geçen gün anne-çocuk ölümleri yıllara oranla azalmaktadır.Sanırım tıbbın ilerlediği,bir şeyleride doğru yaptığı aşikar ama yanısıra hastalık çeşitlerinin-engellerin artmasıda tıp gelişirken koruyuculuğun ne yazıkki aynı paralellikte gelişememesi, risklerin kontrol altına alınamaması,halkın tıbba ne zaman yöneleceğini tam olarak bilmemesi :?:gibi bir çok başlıkta genişletilebilir.

Yarar-zarar dengesinin yararımıza ağır basması hepimizin temennisi,mümkün mertebe bilinçli hatalar yapmadan tıptan bilinçli yararlanarak,her geçen gün artan risklere rağmen sağlığımızı olumsuz etkileyen kontrol altında tutabileceğimiz engelleri kaldırarak yaşamaya çalışmak önlemi almadan tıbba bahane bulmamak gibi bir prensibi benimsemek en mantıklı olandır derim.

Herkese saygılar ve olabildiğince sağlıklı bir hayat diliyorum :wink:
 
Rekursion' Alıntı:
bu tartishmadan bishi anlamadim galiba :)...
şimdi iki kişi olduk demek ki :)
tezi kavrayıp, antitezleri inceleyip bi senteze ulaşmaya çalışıyorum...
antitezlerin ileri sürüldüğü yazılarda bile tezden referanslar var.
yani ortalık toz duman.
du bakalım nolcek :)
 
hem de ne duman! :)
birileri oturanboa'nin OMOsuyla etrafi accik silip süpürse de gözümüzün önünü görsek biras :p:)...

shaka bi yana da;
tibbin "oh! oh! cekinmeyin, saglikli yashamakla vakit harcamayin, iciniz rahat rahat dilediginiz kadar hastalanin, gerisini bize birakin - biz sizi yenileyebilen, hatta eskisinden daha da güzel ve mükemmel yaratabilen tanrilariz" gibi mesajlar verdigini düshünüo musunuz sahiden de arkadashlar?... "biz varken hastalanmak güzeldir! zevklidir! yupieh ah yeah! yashasin hastalik!" dio mu gercekten tip?... bu sonuca tam olarak nerden vardiginizi tozun dumanin icinde pek göremiom da?...

görebildiimi sandigim parcaciklar shunlar;
oturanboga da kuyucak da omo reklamini kullanarak tibbi eleshtirio ve sucluyo... ama tuhafima giden; birbirine tamamen zit (ya da bana öle görünüo?) konulurda suclamio musunuz?... dolayisiyla savunduklarinis da birbirine ters degil mi?; biriniz sagliga deger verme bilincini yerleshtirmio insanlarin kafasina diye kizio tibba, öbürünüz de tam tersine, sagligi/saglamligi ululashtirio diye (yanlish mi anlamishim? :?)... [size=2]yukari tükürsen TIP, ashagi tükürsen TIP... biz bu ishin neresindeyiz? günahsiz melekler gibi ucup duruyoz mu ordan oraya, ordan oraya? :p... vah bizi garipler! :p... [/size]

sevgiler...



[size=2]not; bayke, tarelif'i unutma, üc'üz üc :) (en azindan ;))[/size]
 
Üst Alt