Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Klasik Türk Müziği 1

Laus_Deo

Üye
Üyelik
31 Mar 2005
Konular
17
Mesajlar
430
Reaksiyonlar
0
Offf be yaaaa şimdi bu başlık açılınca millette türlü türlü düşünceler hasıl olmuştur yüzde yüz. :?
Nerden esti de Sunburn denen rock-metal-jazz tutkunu bir adam Klasik Türk Müziği başlığı açtı diye.

Meraklanacak bir durum yok.Ben de müzik tutkunu bir ve de bir Türk olarak aslını unutmadan müziği olduğu gibi yaşayanlardanım. :)

Saygıdeğer Andante engin müzik bilgisi ile müsaade eder ve bize katılır ise eğer,Klasik Türk Müziği yada diğer bir adıyla Türk Sanat Musikisinin geçmişten bu güne kadar süre içersinde Türk Milletine mükemmel ötesi duygular ve anlamlar katan usta Kompozitörleri (bestecileri),güftecileri ve sanatçıları hayat hikayelerini ve sanatçılara ait eserleri tek tek anlatmak,insanları bilgilendirmek ve hepsinden de önemlisi ;>>> Abdülkadir MERAGİ <<<,>>> Dede Efendi <<< ,>>> Hacı Arif Bey <<<,>>> Şevki Bey <<<,>>> Tanburi Ali Efendi <<<,>>>Hacı Faik Bey <<<,>>> Tanburi Cemil Bey <<<,>>> Hafız Burhan SESYILMAZ <<<,>>> Saadettin KAYNAK <<<, >>>Selahattin PINAR <<<,>>> Selahattin İÇLİ <<<,>>> Safiye AYLA <<<,>>> Saadettin KAYNAK <<<, >>> A. Adnan SAYGUN <<<,>>> Necil Kazım AKSES <<<,>>> Ulvi Cemal ERKİN <<<,>>> Mithat FENMEN <<<,>>> Gülay UĞURATA <<<,>>> Cemal Reşit REY <<<,>>> Prof. Mükerrem BERK <<<,>>> İsmail Baha SÜRELSAN <<<,>>> Zeki MÜREN <<<,>>> Yesari Asım ARSOY <<<,>>> Sadi Yaver ATAMAN <<<,>>> Nida TÜFEKÇİ <<<,>>> Mustafa GECEYATMAZ <<<,>>> Munir nurettin SELÇUK <<< ve daha adını zikredemediğimden dolayı büyük üzüntü içersine girdiğim ahirete göçmüş o harika insanları bir nebze dahi olsun anlamak ve burada onurlandırmak gerektiğine inanıyorum.

Bu branşta andante üstat kadar iyi olmam mümkünü olmamak ile birlikte araştırdığım ve aklımdan geçenleri yazabildiğim kadarı ile araştırdığım er kişileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kalsik Türk Müziğinin Tarihsel Gelişimi hakkında bilgi almak isteyenler lütfen aşağıdaki link’e tıklasınlar.

KLASİK TÜRK MÜZİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

BEN BİR TÜRK EVLADI OLARAK KENDİSİ İLE GURUR DUYUYORUM.

>>> HAFIZ SADEDDİN KAYNAK <<<

Sâdeddin Kaynak 1895 yılında İstanbul'da doğdu.Babası Fatih Câmii hocalarından Ali Alaeddin Efendi,annesi Havva Hanım'dır.İlk zamanlarında Hâfız Sâdeddin Bey olarak tanınmıştır.Bulunduğu semtte ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra ilâhiyat fakültesinden mezun oldu.Balkan Savaşı'nın çıktığı yıllarda (1912),"İlâhiyat Zabiti" olarak askerlik görevini yapmak üzere Diyarbakır'a gönderildi.Bu münasebetle Elazığ,Harput,Malatya,Mardin gibi illerimizi dolaştı.İstanbul'a döndükten sonra çalışmalarını kişisel çabası ile sürdürdü.Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra,o yıllarda adını duyurmuş bir sanatkâr olarak birkaç kez Çankaya Köşkü'ne çağrıldı.Atatürk'ün emri ileKur'an-ı Kerîm'in savaşla ilgili âyetleri üzerine ordu komutanlarına konferans verdi.

1926 yılında plâk doldurmak üzere Berlin'e,çeşitli tarihlerde Viyana,Paris ve Milano'ya gitti.Türkiye'de de plak doldurdu.1953 yılında Sultanahmed Câmii ikinci imamlığına tayin edilmişti.Beyin kanamasına bağlı olarak 1955'de sol tarafına felç geldi.Son yıllarının Kadıköy Koşuyolu'nda bulunan iki katlı evinde hasta olarak geçirdi.Bu sıralarda nota defterini her mûsıkî severin yararlanmasına açmıştı.Mûsıkîşinas dost ve arkadaşlarının ziyaretinden memnun olur,en yakın arkadaşlarının aramamasından yakınırdı.Hastalığı ağırlaşınca Haydarpaşa Numûne Hastahanesi'ne kaldırıldı.Nihayet 3 Şubat 1961'de burada öldü.4 Şubat 1961 Cumartesi günü Nuruosmaniye Câmii'nde kılınan cenaze namazından sonra,tekbir ve ilâhilerle Topkapı Merkezefendi Mezarlığı'nda toprağa verildi.Zehra Hanım'la evli olan Kaynak,dört çocuk babasıydı.

Sesinin güzelliği çok küçük yaşlarında çevresinin dikkatini çekerek ilk mûsıkî derslerine Hâfız Melek Efendi'den ilâhi meşk ederek başladı.Bununla yetinmeyerek,o zamanlar Darüşşafaka'da műsıkî öğretmeni olan Kâzım Uz'dan yararlandı.Daha sonra Şeyh Cemal Efendi'ye devam ederekDurak,İlâhi ve dört-beş fasıl meşk etti.Kendi ifadesine göre bu hocasından geçtiği ilk eser Tab'i Mustafa Efendi'nin Bayati makamındaki Ağır Semaisiymiş.Hattat ve neyzen Emin Efendi'den de yararlanmıştır.Başlangıçta nota bilmeyen,bestelerini başkalarının notaya aldığı Kaynak,sonraları eserlerini bizzat notaya alacak kadar nota öğrendi.Kimseden ders almadan ,önce bildiği eserleri notaya alarak geliştirdi.Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi,düzenli bir mûsıkî eğitimi görmemesine rağmen mevcut kabiliyetini kullanarak bu sanatta ilerlemeyi başardı.Her ne kadar plâklar doldurmuş,şarkılar ve gazeller okumuş bir kimseyse de Sâdeddin Kaynak'ı bir ses sanatkârı olarak düşünmek doğru değildir.Onun Türk Műsıkîsi'ndeki yeri bestekârlığıdır.

Sâdeddin kaynak bestekârlığa,1926 yılında Berlin'e giderken yol arkadaşı olan "Hicran-ı elem....." sözleri ile başlayan bir şiirini Hüzzam makamından besteleyerek başladı.Eserleri hakkında bir değerlendirme yapmadan önce,onun bestekârlığını birkaç yönden ele almak ve incelemek gerekir.Çünkü,hakkında en çok tenkide neden olan film şarkıları bestekârlığının elbette bir gerekçesi vardı.

Kaynak,mûsıkîmizin ustalarının henüz hayatta bulunduğu yıllarda geleneklere bağlı sanatkârlardan ders alarak bu sanatın içine girmiş,yeteneği ve merakı ile bilgisini giderek geliştirmişti.Bu nedenle mûsıkîmizdeki beste formlarının geleneklerine uymuş,büyük-küçük her formda gerçekten sanatlı ve güzel eserler vermiştir.Bu eserlerinden çok film şarkılarının üne kavuşması Kaynak için bir talihsizlik olmuştur.O halde bu film şarkılarını ileri sürerek,bugünkü yoz mûsıkîye zemin hazırladığını söylemek bir ölçüde büyük haksızlık olur.

Bunu toplumsal gelişmelerde ,geniş halk kitlelerinin műsıkî zevkinin basite kaymasında aramak gerekir.Ayrıca sinema sanatı gibi hem göze,hem de kulağa seslenen bir olayın etkisi yabana atılacak gibi değildir.Kaldı ki o yıllarda "Kanto" ve benzeri mûsıkî akımları vardı ve "Arabesk" denen yoz müzik büyük ilgi görüyordu,Kaynak,buna da hiç itibar etmemiştir.

İkinci olarak doğu illerimizde vatanî görevini yaparken,çok zengin ve renkli folklorik özelliği olan bu yörelerde incelemeler yapmıştı.Halk Mûsıkîmizin bölgesel motiflerini derinlemesine incelemiş,bu motifleri sanatkâr benliğinde yoğurarak bir form ortaya koymuş,şarkı ile türkü arası bir özellik taşıyan üslûbunu eserlerinde ustalıkla kullanmıştır.O yörelerin özelliği olan uzun havaları ve Hoyrat ezgilerini bazen ritmli,bazan resitatif olarak pek çok eserine yansıtmıştır.Bu gibi eserleri bestelerken yine bu yörelerde çok kullanılan Hüseyni,Gerdaniye,Muhayyer gibi makamları seçmiş,çoğuna "Dağî"özellik vermiştir.Güneş,Fırat,Gurbet Mektubu(Göresin mi geldi beni meleğim ?), Ağlarım çağlar gibi,Batan gün kana benziyor,Bağrıma taş basaydım v.b. eserlerinde bütün yansımalarını,renk ve kokularını bulmak mümkündür.

Filmcilik o yıllarda Avrupa ve Amerika'da hızla ilerlemiş,pek çok dünya klasiği filme alınmış ve müzikaller çok moda olmuştu.Ülkemizde de buna karşı bir heves başlamıştı.II.Dünya Savaşı çıkınca hem bu endüstri durdu,hem de çevrilmiş olan filmler gelmez oldu.İşte bu sıralarda Mısır'da bu tür filmlerin çok kötü kopyaları yapılıyor,ucuz fiyatla Türkiye piyasasına sürülüyordu.Bu arada dublaj sanatı gelişerek filmler türkçeleştirildiğinden filmlerin müziğinin de türkçeleştirilmesi uygun görülmüştü.Sâdeddin kaynak bu ihtiyaçtan yola çıkarak Seksen beş Arap filmini ayrıca Allah'ın Cenneti,Kahveci Güzeli,Yavuz Sultan Selim ağlıyor gibi Türk filmlerini de seslendirdi.Bu gibi filmlerin orijinalinde müzikli bölümlerin süresi çok uzundu;bizim beste şekillerimiz bu süreye yetmiyordu.Ayrıca eserlerin sözleri filmin konusu ile ilgili olmalıydı.Böylece Vecdi Bingöl devreye girerek eserlerin sözleri ona sipariş edildi.Bol aranağmeli,usűl ve makam geçkili,geleneksel beste şekillerine benzemeyen yepyeni bir form olan film müziği bestekârlığı doğmuş oldu.Seslendirdiği ilk film "Leyla ile Mecnun" dur. Bütün bu noktalar ve bu gerçekler göz önüne alınacak olursa,Sâdeddin Kaynak'ı üç açıdan incelemek gerekir;

Birinci açıdan,bestekârlık geleneklerimize bağlı olarak büyük ve küçük formlarda eserler veren büyük bir bestekârdır.

İkinci yönden,halk mûsıkîmizin geleneksel şekillerini,sanat műsıkîmizin duyuş ve anlayışı ile yorumlayan bir sanatkâr olarak dikkati çeker.

Üçüncü yönden ise,bazı zorunluluklar ve ihtiyaçtan ileri gelen film müziği bestekârı olarak görünmesidir.

Bazı revülerin müzikli bölümlerini de bestelemiştir.Dinî mûsıkî eserleri de vardır.İlâhi bestekârlığında da başarılıdır.Çok verimli bir bestekâr olmasına rağmen eserlerinin tam bir listesi yoktur.

O günler olduğu gibi bugün de çok popüler olan Kaynak,tek başına ve Hafız Kemal Efendi ile plak doldurmuştur.Plağa okuduğu ilk eser Mustafa İzzet Efendi'nin Bayati makamındaki Durak'ıdır.Eserlerinin çoğu plaklara okunmuş;Münir Nureddin Selçuk,Safiye Ayla,ve Müzeyyen Senar'ın seslendirdiği eserleri satış rekorları kırmıştır.Zaten kendisi de bu sanatkârları Sever,bu sanatkârların okumasını istermiş.Bilinen eserlerinin 5 ilâhi,3 gazel Plağı,2 beste,1 marş bestesi ile şarkı,türkü,fantezi ve film müziği eserleri olarak

Yüzseksen eserden meydana geldiği söylenir.

Hazırlayan:Tâhir Aydoğdu.

KAYNAK


USTA BESTEKARDAN BİR KAÇ ESER ;


http://www.youtube.com/watch?v=bLrCWggxRWI


GÖNLÜM SEHER YELİ GİBİ

Gönlüm seher yeli gibi daldan dala essem diyor
Coşsam bahar seli gibi setler yıkıp geçsem diyor

Hazân vakti erişmeden ecel gelip yetişmeden
O çeşmeden, bu çeşmeden kana kana içsem diyor

Gönlüm seher yeli gibi daldan dala essem diyor
Coşsam bahar seli gibisetler yıkıp geçsem diyor

Bugün gördüm iki civan, dizimde kalmadı derman
Biri candır, biri cânân, hangisini sevsem diyor

Gönlüm seher yeli gibi daldan dala essem diyor
Coşsam bahar seli gibi setler yıkıp geçsem diyor

http://www.youtube.com/watch?v=7CeE4g2VCcA

GÖNLÜMÜN İÇİNDEDİR

gönlümün içindedir gözden ırak sevgilim
çekilmez biçimdedir bu iftirak sevgilim

gözüm yolda gönlüm sende
tahammül kalmadı bende
yok mu acep bir bilen de

seni nerde bulayım
gökte mi yerde misin?
ya kimlerden sorayım
sonsuz seferde misin?

sanma ki cefasızım
aşkımda vefasızım
sana ilk sözümdeyim sevgilim
ahdımda riyasızım sevgilim

http://www.youtube.com/watch?v=5LFLm_LLe3g

Müziksiz Kalmayın.
Saygılarımla.
 
Eline sağlık canımcım,

Bence iyi yapmışsın.Bu da nerden çıktı gibi bir düşünceye asla katılamam çünkü bu müzikte sevdiklerim benimde vardır.

Var olduğu andan itibaren sürekli eleştiri almış bu müzik için söylenecek çok şey.

Başlattığına göre bende sana yardım edeceğim. Ya nerden açtım bu başlığı da diyebilirsin haaaaa ona göre!!!! :D
 
:eek: ne guzel bir baslik bu..
Her bahar zamaninda kucuk teknemizle baliga gideriz bir dostumla.Denizde surekli TRT2 dinleriz..Bazen radyonun pili bittiginde kendimiz soyleriz.Biri digemizin spikeri olur..

''Sırada bestesi ve guftesi sayin saadettin kayna ga ait olan nihavent makaminda eser var...... ''
:lol:
 
güzel bir pazar sabahı bu müziklerle ruhum dinlendi ne kadar güzel parçalar :wink: :wink:
 
Ey be gözünü sevdiğim Cem abim :) Helal olsun sana :D Ne güzel bi başlık bu böyleee. Yaşasınnnn :D Öğrendiğim bilgileri burda aktarabilme fırsatı iştee :) hemde kes kopyala yapıştır yapmadan :D sunburn un saymış olduğu o birbirinden güzel cevherlerden bende birini tanıtmak isterim. Kısa ve öz...

HAMAMiZADE İSMAİL DEDE EFENDİ: Bilinen adıyla DEDE EFENDİ...

Değişim döneminin en önemli bestecisidir. Usul anlayışıyla ilgili ilkleri ve tüm türlerde eser vermesi ile geleneksel müzik anlayışında en önemli bestecidir.
Geleneksel müzikte doruğu yakalamış ve Mızıka-i Humayun dan sonra diğer aralıkları da kullanmıştır.(geleneksel müzikte atlamalı sesler kullanılmaz arkadaşlar. hep sıralı sesler yani ikili aralıklar kullanılır.Dede Efendi atlamalı zıplamalı sesleri kullanarak geleneksel müzikte büyük değişikliklere imza atmıştır. belirteyim yanii :D )
Örneğin Rast Kar-ı Nev inde 6 lı hatta 7 li aralıklar kullanmıştır. O zamana kadar 6/8 lik usuller zaman zaman görülse de 3/4 lük usulü ilk kez kullanan bestecidir. Örneğin "yine bir gülnihal..."
O zamana kadar en çok ayin-i şerif besteleyen bestecidir. Bulduğu makamlar nedeniyle önemlidir. Bu makamlar: Araban-ı Kürdi, Hicaz Buselik, Saba Buselik , Neveser ve Sultaniyegah makamlarıdır. Bu makamlardan Neveser ve Sultaniyegah makamları çok önemlidir.
Dede Efendi'nin en önemli özelliği hem dünyasal hem inançsal türlerde ve toplumun tüm katmanları için eserler vermiş olmasıdır.
Elimizde 260 ın üzerinde eseri vardır.

İşte Dede Efendimiz :) Ruhu şaadolsun...

Baktım ve size iki eserini ayarladım :) Bitanesi en bilindik eserlerinden biri olan usul anlayışıyla bir ilk olan " yine bir gülnihal " diğeriyse benim çok sevdiğim bi eser, eminim sizde seviceksiniz yada benim için katlanıcaksınızz :D "mah yüzüne aşıkanım"
iyi dinlemeler :wink:

http://www.youtube.com/watch?v=3GlTRJp4pdw



http://www.youtube.com/watch?v=hnsTd0n9tvc
 
Bu ne harika yorumdur böyle. İnanamıyorum. Yaren çok teşekkürler. Sayende bu iki yorumcuyla tanışmış olduk...


"Kimseye etmem şikayet" adlı şarkıyı koyacaktım ben de ama youtube da iyi bir yorumcu yok maalesef...
 
ayhh pegasus :) rica ederim :D elimizden geldiğince iştee :)

:oops: Kimseye etmem şikayet şarkısını ben mi okusam nee :roll: :)
 
Bu sıcaklar benim uyku düzenimi ve dolayısıyla tüm yaşamımı alt üst etmeye başadı . Şöyle bir bakayım dedim sitemiz de ne var ne yok, yarencim güzel şeyler yapmış bu köşeye.

Ama bugün benim anılara dalma günüm galiba.

Kimseye etmem şikayet benim çok sevdiğim ve özel olduğuna inandığım bir şarkıdır.

Emekli olmadan çalıştığım okulun ilk öğretmenlerinden olduğum için o okul her şeyiyle özeldir benim için. Öylesine bütünleşmiştik ki okulla, zil çalar çalmaz öğretmenler belki okuldan bir an önce dışarı atmaya çalışır kendisini, biz ise tam tersiydik.

Son zil çalıp tüm öğrenciler okulu terk ettikten sonra belki de en güzel muhabbetleri yapardık. Her öğretmenin müdürüyle bir çelişkisi vardır. Şimdi düşünüyorum da aslında son derece iyi biriydi ama biz de o genel havaya uyarak sanki büyük bir problem varmış gibi algılıyorduk o zamanlar.

Bu güzel muhabetlerimizden birinde bir gün şarkı söylemeye başladık. Aman ne güzel bir koro.... O şarkı , bu şarkı derken aklımıza işte bu kimseye etmem şikayet şarkısı geldi. Onu söyledik. şarkı bittikten sonra ben bu şarkının bizim okulun öğretmenlerinin şarkısı olması gerektiğini söyledim ve oy birliğiyle bunu parçamız yaptık. :D

Kimseye etmem şikayet
Ağlarım ben halime..... :D

Tam o sırada okul müdürümüz geldi. Ne yapıyorsunuz diye sordu ister istemez. Bizde şarkı söylüyoruz diye cevap verdik. Ve bir şarkıyı da öğretmenlerin şarkısı yaptık dedik.

Merak etti adamcağız. Bizde kendisine seve seve söyleyeceğimizi söyledik ve başladık şarkıyı koro olarak söylemeye. :D

Canım yaaaaa, şarkı bittikten sonra sadece şunu söyleyebildi;

Aşkolsun arkadaşlar, ben size ne yaptım ki?

Cidden güzel bir şarkıdır. Evet yaren en kısa zamanda bu şarkıyı senden dinlemek istiyoruz.
 
Sunburn teşekkürler...
Dinleyin bakalım neler hissedeceksiniz.
Ben onları dinlerken, seslerini çok özlediğimi hissettim.


Müzeyyen Senar "Keklik"
http://www.youtube.com/watch?v=xD8kachZe9o
Safiye Ayla "Çile Bülbülüm Çile"
http://www.youtube.com/watchv=Qv2X1Bjha98&mode=related&search=
Zeki Müren "Yalnız Bırakıp Gitme"
http://www.youtube.com/watch?v=QltUe6mC7PQ&mode=related&search=
Hamiyet Yüceses "Geceler"
http://www.youtube.com/watch?v=ZzG8k5Nzz9s&mode=related&search=
Münir Nurettin Selçuk "Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın"
http://www.youtube.com/watch?v=ZzG8k5Nzz9s&mode=related&search=
Perihan Altındağ Sözeri "Sen Vefasız Yolcu"
http://www.youtube.com/watch?v=eVn00BXhu00&mode=related&search=
Mualla Mukadder Atakan "Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var"
http://www.youtube.com/watch?v=o3ne7n8rEk4&mode=related&search=
Nesrin Sipahi "Ömrümce Hep Adım Adım"
http://www.youtube.com/watch?v=wLDuXjLZOxM
 
Valla bu seçim sonuçlarına bu şarkılar iyi gider... :):)

Yaren söyle koy işte buraya...

Sanem ben inanılmaz seviyorum bu şarkıyı.

Bu şarkının bir Osmanlı Ermenisi tarafından bestelendiğini biliyor muydunuz?
 
pegasus; kayıt yapabilsem okuyup koycam ama malesef :( onun yerine başka eserler geliyo hazır olun :)
 
Çok ama çok önemli bir konuya belki farkında olarak yada olmayarak parmak bastın pegasussssssssssss.

Parçanın bestecisinin Ermeni olmasından çok daha önemli konular var söz konusu bu müzik oluncaaaaaaaaaaaa.

Türk Sanat Müziği...

Ya bu konu da başlarsam anlatmaya beni topa tutarsınız. Ama olsun gerçekler adına konuşmaya başlayacağım demektir.

Ama şimdi yorgunum, bu konuya en kısa zamanda döneceğim.
 
Valla pegasus repertuarda geçmedik o eseri. Dışardan cd den kasetten dinlediğimiz kadar biliyoruz işte. Sayende Osmanlı Ermenisi Kemani Serkis Efendiye ait olduğunu da öğrenmiş olduk :) Sanem ablam konuyla ilgili hararetli bi açıklama yapıcaktır. Son yazısından onu anladım :) Ama şunu belirtmek isterim ki Osmanlı döneminde savaşlar v.s. nedenleriyle Osmanlının himayesine giren toplulukların; bunlar kimler mesela? Rumlar,ermeniler, acemler... işte bu milletlerin bestekarlarının, Osmanlı Müziği de dediğimiz Klasik Türk Müziğine kazandırdıkları eserler oldukça fazladır. Benim şimdilik diceklerim bukadar. Sanem ablamın açıklamasından sonra bilgimiz dahilinde bişey olursa aktarmaya çalışırız :wink:

Söz andante de :))
 
Söz hepimizde sevgili yarenim :D

Ancak peşin peşin söyleyeyim; bu konu öyle kısa yazılarla anlatılacak bir şey değil. Uzun soluklu bir yazı açıkcası. Uzun yazıların pek okunmadığını bildiğimden parçalara ayırarak yazacağım.

Bir konuyu daha söylemek istiyorum. Yazacaklarım sadece ve sadece gerçekleri ortaya koymak adınadır. Ne bu müziği küçümsemek yada yok saymak adına, ne de övmek adına olacaktır. Dürüst olmam gerekirse benim tercih ettiğim ve bazılarını zevkle dinlediğim bir müzik türüdür bu.

Önce bu müzikte iki şeye çok ısınamadığımı daha doğrusu eleştirdiğimi söylemekle başlamak istiyorum. Kelimelere takıldığım falan yok demeyeceğim ben kelimelere takılırım.

Türk Sanat Müziği....

Bu isim herşeyden önce yanlış bir isim. İlk yanlışlık başındaki Türk kelimesiyle başlıyor. Üzerinde en fazla duracağım konulardan bir tanesi bu olacak.

Sakın bu satırları okuyup ne yani bu başkasının müziği mi bizden hiç katkı yok mu gibi bir soru şimdiden gelmesin. Tabikii katkımız var, ama ona bu başlığı verdiğimiz andan itibaren yıllardır müzik tarihçileri arasındaki kavganın tam ortasına düşmüş oluyoruz.

İkincisi de Sanat kelimesi....

Ya tabikii sanatın ne olduğunu bu işin içindekiler çok kolaylıkla bileceklerdir. Bu sanat kelimesinin buraya yerleştirilmiş olması son derece saçmadır aslına bakarsanız. Mantığını anlıyorum ve mantığını yani bunun nedenlerini de açıklayacağım. Ama "ne yani Türk halk müziği ne bu anlamda " diye bir soru sorulduğunda cevap veremeyiz bu durumda. kapı gıcırtısı dersek Türk halk Müziği için son derece doğru bir mantık olur. Bu sanatsa, diğeri kapı gıcırtısıdır.

istanbul güzel kentimim, taa dokuzuncu yüzyılın başında müziğin merkezi olmuştur. Bizde de çok fazla olmasa da batı da müziğin gelişmesi tam anlamıyla Kilisenin etkisiyledir. Kilise halkı biraz daha kiliseye yaklaştırmak ve daha da hristiyan yapmak için müziği araç olarak kullanırken İstanbul 9. yüzyılda özellikle ortadoksların merkezi durumuna geldi.

Bu yüzyılda sadece ortadokslarda değil diğer kiliselerde de müzik öncelikle kiliselerde gelişmeye başladı.

Ermenisi, yahudisi, rum u hepsi bir birey olarak kilisesiyle bütünleşirken dini müzik hızla gelişmeye başlıyordu. Henüz Fatih Sultan Mehmet istanbul u almamıştı ama ogün kü İstanbul işte böylesine dini müzik açısından cennet dönemler yaşıyordu.

Pekii, din dışı konularda müzik yapılıyormuydu? Tabikii yapılıyordu. kendi aralarında bir araya gelen tün toplukluluklar gibi.

Fatih Sultan Mehmet le son derece ilginç bir dönme başladı açıkcası. Osmanlıyı bir çok anlamda eleştirebiliriz. Kızabiliriz, yada sevebiliriz. Bunların hiç biri şu anda benim için önemli değil.

9. yüzyıla gelmeden önce Bizans müziğinin merkezi Suriye ve Filistin iken Kostantinapolis e geçmiş olması ve bu durumun 15. yüzyıla kadar devam etmesi bizim için son derece önemlidir.

İstanbul un fethiyle birlikte önce büyük bir korku yaşayan bu yabancı guruplar sonra büyük bir nefes almışlardır. İstanbul un el değiştirmesi nedeniyle asılıp kesileceklerini yada yok edileceklerine inanan halk gerçekten çok şaşırmıştır. Korku belası uzaklara kaçanlar dahi ,müzisyenlerden söz ediyorum, daha sonraları tekrar istanbul a gelecek ve İstanbul bu anlamda cennet olmaya devam edecektir.

İstanbul un fethi ortadoğudaki seçkin kültür merkezlerinde faaliyet gösteren müzisyenleri de buraya gelmesini sağladı. Çeşitli din ve cemaatlerden oluşan Osmanlı toplumunda halk bu anlamda beraberce yaşayabiliyorlardı. Herkes kendi dini müziğini veya halk müziğini yapabiliyordu.

İster istemez birbirleriyle etkilenen müzisyenlere bir de doğu dan gelen bizim kültürümüz de eklenince ortaya özellikle saray da, çok farklı bir müzik türü çıktı.

Seçkin insanların yetiştirildiği o dönemin üniversitelerinde okumuş kişiler sarayda yer almaya başlarken bu kişilerin büyük bir çoğunluğunu Türk olmayanlar oluşturuyordu. Hemen hemen hiç yok denilecek kadar azdı saray da bu kişiler. Burada yapılan müziğin kendine özgü bir uslubu ve tavrı vardı bir çeşit soylu müziği diyebiliriz aslına bakarsanız.

Ermeniler, Yahudiler, Rumlar dini müziklerinin ötesinde günlük yaşayışlarıyla beraber getirdikleri bir çok müzik özelliğini sarayda birleştirdiler.İşin içine özellikle bizim Tasavvuf müziğimizden gelen bazı özellikler de katıldı. Ve ortaya adını bugün Türk Sanat Müziği dediğimiz bir müzik ortaya çıktı.

Bu ad cumhuriyet döneminden sonra verilecektir. O dönemlerde saray müziğiydi bunun adı.

Cumhuriyet öncesi dönemine kadar büyük bir çoğunluğu azınlığın olan bu müzik türü, cumhuriyet sonrası dönemle bazı Türk bestecilerinin de ortaya çıkmasıyla biraz daha Türkleşti.

Ama gerçeğe inecek olursak bu müziğin özünde, Türk müziği özelliklerinin yanında yukarıda adlarını saydığımız etnik gurupların, yada cemaatların katkısı çok daha fazladır.

Buna neden hala ısrarla Türk Sanat Müziği diyoruz anlayabilmiş değilim.

Osmanlı mimarisi diyoruz da, neden osmanlı saray müziği demiyoruzzz

Sakıncası mı var?

Evet var, Bir Ermeni, bizim vatandaşımız değil ama Ermenistan dan bir Ermeni vatandaşı çıkıp, yahu siz ne diyorsunuz o müzik te benim makamlarım benim özelliklerim var siz nasıl buna Türk dersiniz diye sorsa verilecek cevabımız olamaz bana göre.Aynı şeyi bir Yahudi vatandaşı ya da Rum da rahatlıkla yapabilir.

Buna Osmanlı müziği demek işin içine gerçeği kattığı gibi yüceltir de bizleri.Beraber yaşamayı becerebilmiştir Osmanlı bana soracak olursanız .

Neyse bugünlük bu kadar olsun. Bitmedi bu yazı kolay kolay bitmezzzzz :D

Bu arada pegasusum o dönemin en büyük bestecilerinin bir kısmının adını yazayım izninle,

Zaharya; Yunanlı büyük müzisyen

Tanburi İzak ( Ortaköylü Fresko Romano )

Bimen Şen Çok büyük bir bestecidir ve Ermenidir

Hampartzum Limonciyan O dönemlerde kendi bulduğu bir nota sistemiyle Osmanlılarda ilk kez müziğin notalanmasını sağlayan kişidir.

Demetrius Cantemir Moldovyalıdır daha sonra adı Kantemiroğlu olarak değiştirilecektir.

Ya bu sıra uzar giderrrrrrrrrr. Türk sandıklarımız hepsi devşirme yabancı kökenli sanatçılardır. Onlar hallerinden çok mennundular ama bunu böyle bilesizzzzzzzzz. :D :D :D
 
Sanem güzel açıklamaların için çok teşekkür ederim.

Limonciyanı ve geliştirdiği nota sistemini daha önce okumuştum. doğrusu bu ermeni yurttaşın (Eski) başardığı bu işle gurur duymamak elde değil.

Bu işin ne önemli olduğunu sanırım müzik tarihçileri bizden iyi bilirler.

Doğrusu verdiğin bilgileri ana hatlarıyla biliyordum. Ama verdiğin bilgiler eksiklerimle yüzleşmemi sağladı ve doğrusu bunlar önemli eksiklerdi de.

Aslında ben müziğimizin daha çok bizans müziği etkisinde olduğunu okumuştum. Tabi bu tasavvuf ve sanat müziğimiz için söylenebilir.

Halk müziğimiz başkadır o "öz be öz türk oğlu türktür" :) diyemiyoruz. Çünkü halk müziğimizde de müthiş bir ermeni ezgisi ve enstrümanı etkilenmesi var bildiğim kadarıyla. Hatta eğer hafızam beni yanıltmıyorsa bağlamamızın tellerinin üçlü sisteme geçmesi de bir ermeni etkilenimi dolayısıyla gerçekleşmiş...

Buraya kadar söylediklerimiz aslında sosyolojik ve tarihi gerçekliklerle de çok uyumlu. Osmanlı gibi kozmopolit bir yapıda müzik gibi etkilenimin en üst düzeyde olduğu alanın karışmaması mümkün olmazdı.

Ancak burada akla şöyle yanlış bir düşünce gelebilir. Yaptığımız sohbet vesilesiyle de bazı büyüklerimizin bu kanıda olduğunu bildiğimden hemen uyarmak isterim. Evet Türkler bu coğrafya da bulunan kültürlerden çok etkilenmişlerdir ancak çok da büyük katkıda bulunmuşlardır.

Bir araştırmacı -adını anımsamıyorum- eski türk enstrümanları diye bir çalışma yapmıştı. Bu kitabı kitapçıda kitaplara bakarken görmüş ama pahalı olduğu için de satın almamıştım. Araştırmaya göre şu an unutulmuş ama zamanında Orta Asya türkleri tarafından kullanılan 300(üçyüz) e yakın enstrüman var. Evet Türkler (Hani o çoban olmakla suçlanan türkler) orta asya da tam üçyüz farklı enstrümanla duygularını ifade etmişler. Orta asya türkleri nasıl çobansa! tarihin en eski yazılı sistemlerinden birini gerçekleştirmiş, Altay dağları etklerinde şehirler kurmuşlardır! Bugün orta asya steplerinde çalışmalar yapan rus arkeologların buldukları bir kurgandan çıkan prens elbisesi hala bilimadamlarınca o dönemde nasıl yapıldığı anlaşılamamıştır. Tamamen altından yapılmış bu elbisenin hikayesi Türk tarihi hakkında bilinenleri (Yada oryantalist kafaların türkiyedeki uzantılarınca bilmemiz istenen) anlamsız kılmaktadır. (Bu vesileyle sevgili Hasan abiye de (Kuyucak) yemek yerken söyledikleri için bir cevap vermiş olayım :) )

Bu konuyla ilgili çok ama çok önemli bir link.

http://images.google.com.tr/imgres?...%C4%B1n+elbise&svnum=10&um=1&hl=tr&lr=lang_en


http://www.2023.gen.tr/agustos2001/images/altinelbise.jpg


http://images.google.com.tr/imgres?...m&ndsp=20&svnum=10&um=1&hl=tr&lr=lang_en&sa=N

Bu eserleri çobanlar yapmadı tabiki. Orta Asya da türkler göçebe olarak olduğu kadar yerleşik ve oldukça köklü medeniyetler de kurdular. Bunu belirttikten sonra konumuzu "geldikleri kültürden çaldıklarıyla/aldıklarıyla varolabilen türkler" noktasından çok daha gerçek ve akılcı bir noktada devam edebiliriz.


Türkler anadoluya geldikten sonra doğal olarak hem batı kültürüne bu enstrümanların bir kısmını sokmuş hem de onların enstrümanlarını, müzik sistemlerini kabul etmiştir.

Müzik gibi bir duygu alanını "onlar mı bizden çok etkilenmiş yok sa biz mi onlardan" gibi abuk bir şovenist tartışmaya taşımak istemem. Ancak tarihimizi de kompleksler üzerine kurmanın bizlere bir faydası oldugunu düşünmüyorum.

Sonuç itibariyle ortaya çıkan ve bizlere "türk sanat müziği" olarak öğretilen senin tabirinle osmanlı saray müziği inanılmaz zenginliğe sahip. Bu müzik yanılmıyorsam batının sistemli müziğinin dünyadaki tek rakibidir. Yani orkestrtası olan yegane müzik sistemi batının dışında bizim sanat müziğimizde var. Ayrıca bizim sanat müziğinin melodik zenginliğinin de batı müziğinden daha zengin olduğunu biliyorum.

Sonuç itibariyle Ermenisi, Rumu, Yahudisi Türkü el ele vermiş ve insanın yüreğine dokunan bir müzik gezegeni oluşturmuş. Ben bu gezegenin ırmaklarına, denizlerine, ormanlarına vurgunum. Hani uzay mekiğimle çok gezegenler dolaşıyorum ama doğrusu hiçbirinde kendimi bu kadar mutlu hissetmiyorum. İtiraf etmeliyim ki doğup büyüdüğüm gezegen halk müziğidir ve burası benim evimdir. Ama hani iki kişiye aşık olan bir çaresiz gibi her ikisiyle de emzirdiğim ruhumu başka hiçbir sevgili mutlu edemiyor...


Ahanda yine bastı efkar. Ben mekiğin rotasını oraya çeviriyom...
 
"İkinci chris spheeris entel geyiği"mizin -1,5 yıl sonra- yaklaştığını seziyorum. Yanılıyor muyum? :twisted:
 
Babür abi sen atla valla peşinden gelecem ben de :):):)
 
Sanem engin bilgi paylaşımın için çok teşekkür ederim…
Seni büyük keyifle okuyorum…
Ben “Kimseye etmem şikayet” eserinin
Ermenice bir yorumu, var mı? Yok mu? Asıl onu merak ettim…
Bunu bir araştıracağım…
Bulabilirsem paylaşırım sizlerle de…

Babür Türkçesini bulduk, Ermenicesi kaldı demezsin umarım!!! :)
 
Ahanda çok ciddiyim :D

Burada bu ciddiyeti bozacak yazılar anında silinecektir efendim. Dün dünde kaldı, aynı hatayı ikinci kez sizlere yaptırmayacağım sevgili arkadaşlarım. :D

Şaka bir yana, tartışalım ve konuşalım, hatta zaman zaman espiriler de katalım işin içine. Asık suratlı bir ciddiyeti sevmediğ-imi biliyorsunuz. Ama konunun özünden sapmayalım arkadaşlar.

İnanın bu çok önemli bir konu.

Şimdi sevgili hanımeli; ya bu arada ben bu çiceğe bayılırımmmmm.

Kimseye etmem şikayet adlı şarkımız Söz yazarı ve beste olmak üzere aynı kişiye aittir diye biliyorum. Ama yinede bakmak lazım. Emin olduğum bu parçanın bildiğimiz sözlerden başka dilde yazılan bir sözü yoktur. Osmanlıcadır zaten sözler. Türkçe demeyelim bu sözlere.

Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Vay beeeeeee geleceğime baktıkça mum gibi eririm diyorrrrr. Doğru diyor. Neyse ben yine konumuza döneyim.

Pegasus son derece doğru konulara değinmiş aslına bakarsanız. Bazı konularda biraz düzeltme yapmak gerekecek sadece.

Gerçekten Türkler Anadolu ya gelirken yaşadıkları her toprakta var olan kültüre saygı gösterirken, kendi kültürlerinin etkisini de hissettirmişlerdir. Bu doğru.Ancak Türk Halk Müziğiyle Türk sanat Müziği karşılaştırılacak olursa en fazla farklı kültürü Türk sanat müziği içinde barındırır.

Türk Halk Müziğinde de bu topraklara ait kültürlerden izler kesinlikle vardır ve olması gerekendir ama Türk sanat müziği tamamiyle yabancı bir kültürün üstüne inşa edilmiş yepyeni bir başka kültürdür.

Batı müzisyenleri çok ama çok uzun bir süre doğu müziğini aşağılamışlardır. Aşağıladıkları en büyük yan da bizim müziğimizin tek sesli oluşundan kaynaklannasıdır.İşte batı müzisyenlerine tamamiyle karşı olduğum konulardan bir tanesi budur.

Tek seslilik başka ulusların müziğinde ilkel olabilir ama bizim melodik yapılanmamız o kadar zengindir ki ihtiyaç bile duyulmaz.

Evet doğrudur bizim müziğimiz tek seslidir. Tek sesli olmasının çeşitli nedenlerinden bir tanesi, batı müzğinde tonalite türk sanat müziğinde makam denilen kavramın çok seslilik için uygun aralığı bulamamasıdır.

Bunu açıklayalım arkadaşlar. Kesinlikle anlayabileceğiniz bir dil kullanacağım.

Batı müziği Bach sayesinde 24 ton denilen bir sisteme kavuşmuştur. Yani eserler 12 tane majör ve 12 tane onun tüm özelliklerini içinde barındıran akrabası şeklinde minör tonlardan oluşur.

Toplam gördüğümüz gibi 24 tane ton yani makam vardır. Ve bu tonlar oluşurken değişmeyen kuralları içinde barındırır.

Örneğin bir tam ses; yani do ve re arası diyelim batı müziğinde birbirine eşit iki parçaya ayrılırken bizim müziğimizde do ve re arası birbirine eşit olmayan tam 9 parçaya ayrılabilir.

İlk anda büyük bir zenginlik gibi gelse de matematiksel olarak bu 9 sesin varlığı olmakla birlikte insanoğlunun bu dokuz da bir parçayı ki buna koma diyoruz algılaması bir hayli zordur.

Ve batı müziğinde diyez yada bemol adını alan bu değiştirici işaretlerden bir tanesi diyelim ki diyezli bir tonsa, asla ama asla bemol dediğimiz başka değiştiriciyi kullanamazsınız.

Biz de ise böyle bir sınırlama yoktur. İstediğimiz yerde istediğimiz değiştiriciyi çok rahatlıkla kullanabiliriz.

Doğal olarak batıdakinden daha melodik ve arlıkları birbirine yakın eserlerimiz vardır bizim. Çok seslilik ise bu yüzden hemen olanaksızdır demesekte kendine özgü olacaktır.

Batı müziğinde ise melodik yapılanma bizdeki gibi çeşitlilik göstermediğinden doğal olarak onlar dikey olarak, yada yatay olarak notaların aynı anda tınlaması anlamına gelen çok sesliliği bol miktarda kullanabilirler. Buna da zenginlik diyorlar.

Tabikii çok seslilik bir zenginliktir. Ama bir müzik yani bizim müziğimizin meledik yapılanmasında biz çok sesliliğe pek ihtiyaç duymayız.

Batı müziğinin farklı yani bu 24 tonla sonsuz eserler verbilecek güce sahip olmasıdır. Bizde ise 500 ten fazla makamın olduğu bir gerçektir.

Burada Türk Müziğini eleştiririm. Bu sayı azdır arkadaşlar. Sonsuz makam elde edilebilir matematiksel olarak. :D

Örnek;

do-re-mi-fa-sol-la-si do dan başlayarak bir do dizisi batı da do majör adını alır.

Bizdeki adı farklıdır ve biz buna kabaçargah deriz. Aynı şeydir.

Do majör bir parça asla değiştirici işaret yani diyez yada bemol almaz.

Şimdi ben, bu do dizisinde atıyorum haaaaa, sol notasının sesini bir koma inceltmeye karar verdim. Alın size yeni bir makam ve adına sanem makamı diyelim. :D

Sanem makamını çalarken ve söylerken bir koma ses çalınamayacağı ve duyulamayacağı için o sol bir koma diyez, yine sol olarak çalınır ve söylenir. Ama teori de o artık başka bir makamdır.

Ya olur mu böyle bir şeyyyyyyyyyyyy.

Bu mantıkla gittiğinizde 500 değil sonsuz makam elde etmeniz söz konusudur.

Ve Türk Müziğinin makam yönünden zenginliği anlatılırken bu sayı hep verilir. Başkalarının yanında kullanmayalım bu sayıyı komik oluyoruz.

Ama yinede diyebilirim ki batı da olmayan bu 24 ton sistemine karşı gelmekten dolayı, farkında olmadan tabii, batıdan çok daha fazla makamımız vardır. Bu sayı 500 olmasa da kullanılabilen makam sayısı 50 yi geçmez.

Olsun yine de iyi bir sayıdır ama abarmayalım değil miiiiiiii. :D

Kimseye etmem şikayette, batı da karşılığı olan bir makamdır.

Batılılar solminör der, biz de ona nihavent deriz.
 
izninizle şu sayfaya naçizane bi katkıda buluniim bu TSM siz, TSM bunsuz olmasss:)
...ve bi akşam da fasıl yapalım beeahh
nasıl olsa felekle iiyce yüz göz olduk :)
atarız önüne bi çorba parası idare eder artık..
tende gelen teneşirde gidermiş..napiim ben buyum.
40 ından sonra değişti dedirtmem kendime.

Shot with C2040Z
 
Sağolasın Sanem Hocam, :D

Yeri burası mı bilemiyorum.. Benim epeydir kafama takılan bir (hatta bir kaç) konu var:

İzmir'in Kavakları'nı Candan Erçetin'den ilk kez dinlediğimde şok geçirdim. :shock: Ya tamam.. Birbirimize çok yakınız, hatta içiçeyiz falan da, bu kadar olur mu yani?.. Böyle bir türkünün hem Türkçe, hem Yunanca versiyonu.. (Aslında güzel de olmuş, bence.. ;) )
 
Uyuz bir ukalalığın elinden tutacaz ya...Bir iki düzeltme yapalım.


Birincisi sanem senden beklemediğim bir hata yapmışsın. "Türkçe değil osmanlıca demeliyiz" şeklinde bir cümlen var.

Yahu osmanlıca türkçe değil mi? Çok bilinen bir yanlıştır bu. Osmanlıca her ne kadar içeriği farsça ve arapça kelimelerle dolmuş taşmış da olsa öz be öz türkçedir. Çünkü bir dilin kimliği onun gramer kurallarıyla belli olur. Bu yanıyla osmanlıca çokça bozulmuş bir Türkçeden başka bir dil değildir. Ona Osmanlıca denmesi sadece içeriğimndeki arapça ve farsça kelimelerin bolluğu nedeniyle halkın anlamaması ve saray yani devlet dili olması nedeniyledir. Yoksa Osmanlıca da bildiğimiz 'Eski Türkçedir'.


Ayrıca sen merak etme bu başlığı karikatürize edecek değiliz. Ve benim alıntılarım da aslında dikkat edilirse konuyla direkt ilintilidir. Türk tarihini çobanlıktan ibaret görüp müzik de dahil kültürel altyapısına yönelik soru işaretleri verdiğim linklerin ilaç etkisiyle ortadan kalkacaktır.

Devamla kemal abi orda "naçizane" demişsin. Abicim o kelime ölümlü demektir. Sanırım acizane demek istedin. Konuşurken bu "şimdi benim naçizane fikrim söyle" gibi cümleler kullanırken aslında dediğimiz benim ölümlü yok olabilecek fikrim şu şekilde, gibi bişey demiş oluyoruz. Doğrusu 'acizane' olmalıdır. Hani uyuzluk edip rainmaker konusundaki düzeltmene bir misilleme yapmış olayım da taş gediğine şööyyyle güzel bir oturmuş olsun emi... :D:D:D
 
Valla doğru diyosun üstat. Hava sıcak ve hiç uğraşmadan vekaleten savaşmak gerek. Amerikalılar buna "proxy war" diyorlar. :) Mesela İranla doğrudan savaşmadan İsrail ve Hizbullah eliyle vekaleten savaşmaları gibi.

Neyse madem sen TDK gibi devasa bir gücü sürdün masaya ahanda ben den tek kişilik, ama manevra yeteneği gerekçelerinden anlaşılacağı üzre oldukça yüksek bir dil uzmanı.

Zaten ben de onun farsçanın ve bu kelimenin etmolojik kökenine yaptığı vurgudan etkilenmiştim. Şimdi senin tdk etimolojik açıklamasını yapmadan sadece kollektif anlamda toplumda kullanılışını baz aldığından(Kullanım yanlış bile olsa) hangimiz haklı çıkar bilemiyorum.

Yani cümle içinde naçizane kelimesi, arkasındaki düşünceyi anlamsız, ölümlü değeri olmayan şeklinde tamladığından kullanılması pek uygun değil diyor üstat. Oku bakalım sen ne anlıyacaksın.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=222561

Aysel Tuğluk imzalı Abdullah Öcalan yazısına yönelik değerlendirmeleri geçince hemen altta "dil yaresi" adlı başlığa bakınız...
 
Bakmamızı önerdiğin yeri alıntılayım:

Dil Yâresi
Türkçe dostlarından (Tuncer Kırhan)


Deniz Seki, Bir Dilek Tut adlı programda (Fox Tv) «Benim naçizane fikrim» deyip durdu. Naçizane sözü «ölümlü» anlamına geldiğine göre, bunun yerine acizane kelimesini kullanması gerekmez miydi?
– Farsça çiz, «şey» demekmiş; nâ ise olumsuzluk bildiren bir önek. Naçiz «Değersiz, önemsiz, adı anılmaya değmez, hiç hükmünde» anlamına gelen bir sıfat.
Naçizane (iki «a» da uzundur) zarfı da «Hiçbir değeri yokken, adı anılmaya bile değmezken, hiç hükmünde» anlamlarında, kendini küçümseme, muhatabına saygı gösterme, önem verme niyetli bir ifade biçimidir.

Naçizanenin ölümlü olarak yorumlanması, Atatürk'ün ünlü "Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır." sözünden geliyor. Bu sıcakta paragrafın başını okuyup sonunu okumayınca senin de yanılman normal Pegacım. ;)
 
Kusura bakma pegasusum, ben Osmanlıca yı Türkçe olarak kabul etmiyorum.Neden kabul etmediğimi de sanırım anlamış olman gerekir, Türkçeyi bu kadar yok sayan ve içine eden yepyeni bil dir benim için Osmanlıca. Özü mözü falan burda hiç umrumda olmaz. Halk gayet güzel Türkçe konuşmaya devam ederken, ortaya çıkan bu ucube dile bana Türkçe dedirtmeye kimsenin gücü olamaz.

Yani bir eleştiridir bu anlamda benim yazdığım.Ve arkadaşımız bu şarkının ermenicesi var mı yok mu diye merak ederken, ona verilen bir cevap tır. Osmanlıcadır bu sözler, bir kez daha tekrar ediyorum, Osmanlıca kardeş.... Halk edebiyatı gürül gürül bugün bile anlayabildiğim bir Türkçeyle halkla iç içeyken bu dile bana Türkçe dedirtemezsiniz.
 
Üst Alt