KUŞLARI BOYAMAK
Polonya asıllı ünlü yazar Jerzy KOSİNSKİ, "Boyalı Kuş" adlı romanında II. Dünya Savaşı Sırasında bir çocuğun başından geçenleri akıcı bir dille anlatır. Savaşın insan ve insan toplulukları üzerindeki acımasız etkilerini, kendi türünden olan ama kendisinden farklı yanları olduğu için bir başkasına ‘düşman’ kesilen insanları bu romanda tanıtır. Kültürel az gelişmişliğin, savaşla birlikte insanları ne denli ‘gaddarlaştırabileceğini’ sayfalar arasında adeta sürükleyici bir film izler gibi izleriz.
Bundan elli küsur yıl önce yaşananları, günümüz dünyası yeniden yaşamak istemiyor. Ama ne yazık ki gerisinde acıdan başka hiç bir şey bırakmayan bu tür olaylar, zaman zaman ve çok çeşitli bölgelerde alabildiğine yaşanıyor. Doğal olarak özürlüler, hemen her durumda olduğu gibi sağlıklı insanlardan, daha fazla enerji harcayarak ve daha bir zorlanarak katlanıyor bu inanılmaz vahşete.
Hemen hemen doğadaki tüm canlıların kendisinden güçsüz canlılara karşı takındığı tavır şu atasözüyle özetlenmiştir: ‘Büyük balık küçük balığı yutar.’ Bu sözün doğruluğu kültürel gelişmişlikle ters orantılıdır. Yani, insanlar kendilerini, kültürel olarak ne denli geliştirmişlerse, ilkel duygu ve düşüncelerinden ne denli arınmışlarsa bu söz geçerliliğini o kadar yitirir. Ve insanlık, kendinden güçsüz olanı ezip yok etmek yerine; kendinde olanı ‘paylaşma’yı öğrendiğinde onurunu kazanır.
Gelişmiş toplumlarda bile sık görülen; yabancı düşmanlığının altında yatan gerçek neden, elimizdeki olanakları daha çok kişiyle paylaşma kaygısıdır. İnsanın doğasında var olan bu bencillik duygusu daima yeni düşmanlıkların yaratılmasında malzeme olmuştur. Topluluğa dışardan katılan bireyin, eski üyelerin ‘boğazlarına ortak’ olma olasılığına karşı bazen gizliden gizliye, bazen de açıkça ‘düşman’ olunur. Tâ ki yabancının, ‘bir dost’ olduğunu, ‘kendisinden bir zarar gelmeyeceğini’, ‘yük olmayacağını’ hatta gerekli ilgiyi, yardımı, sevecenliği vb. görür ise ‘yararlı bile olabileceğini’ gözle görülür, elle tutulur bir biçimde ‘kanıtlamasına’ dek. Bu elbette kolay değildir. Hem de hiç kolay değildir.
Kimi toplumlarda da ‘güçsüz’ olana karşı bir ‘acıma duygusu’ gelişmiştir. Konuşmalarda, bakışlarda, hemen her davranışta aslında ‘ne yapılması gerektiğini bilememekten’ ileri gelen ‘telaşlı bir yardımseverlik’le karışık acıma duygusudur bu. Böyle olması nedeniyle her türlü ‘sömürüye’ de açıktır. ‘Duygu sömürüsü’ bunların başındadır. Özellikle son yıllarda medyada buna yönelik pek çok örnek sergilenmiştir. Konuya, ‘bu zavallı yardım bekliyor’ söylemiyle yaklaşmak yalnızca ‘zavallı’ sayısını artırmaktadır. Oysa ihtiyacı olanlara yardım etmenin toplumsal sorumluluk olduğu bilinci ile konunun kişisellikten kurtarılıp; kurumsallaştırılmasıyla kalıcı çözümler bulunabilir.
***
Yabancılarla güçsüzlerin ortak yanlarının alınıp bir roman kahramanın kişiliğinde birleştirilmesini, yukarda sözünü ettiğim "Boyalı Kuş"ta okuyabiliriz. O romanda anlatılanları da -öylesine dehşet verici olmasa bile- hemen her gün yaşar, duyar ya da görürüz. Her defasında ‘bu son olsun’ desek bile. Ama ne yazık ki, bir başka gün daha da acı veren bir olayı öncekinden ders almadığımızı kanıtlamak istercesine yine yaşar, duyar ya da görürüz.
Doğuştan ya da sonradan özürlü, fiziksel engelli, sakat ya da ne derseniz deyin kimi insanlar, yaşamın gerçeklerini, yukarıda değindiğim gibi sağlıklı insanlardan daha çok çaba sarf ederek, daha fazla yorularak yüklenmek zorundadırlar. Bu nedenle, yaşamın güzel yanlarına daha bir sıkı sarılmak, küçük nedenlerden büyük mutluluklar çıkartabilmek zorundadırlar. Bunu yapabildikleri sürece yaşama savaşında hep ‘kazanan’ olurlar.