SANCILAR...
Ey insan!
Çevrende bunca çığlıktan bihaber nasıl yaşarsın???
Belki çığlıkların sessizliğinden.
Ağaç çığlıkları
Kesilirken haykırılan ama kimsenin duyamadığı...
Anlatılanlardan anladığım bu benim, hepimiz sessiz çığlıklar haykırıyoruz etrafımıza.
Kimimiz sağır, kimimiz topal, kimimiz kör....
İnsan doğasına atfedilen en doğal uzuvlara ,yetilere sahip olmayışımızla sancılanıyoruz.
İnsanların kendilerinde olanın olmayışını kavramakta yaşadıkları zorlukla sancılarımız katmerleniyor.
Oysa gittiğimiz yolun tabelalarını biz dikmemiştik.
Sonra, yolculardan hiç kimsenin aslında kendi tabelasını dikemediğini, olsa olsa koşullarca belirlenmiş bir şansla ellerine biraz daha güçlü bir dal parçasının verildiğini görürüz.
Ah! oniki yaşında tecavüze uğramış kürt kızı.
Ailesi namus deyip peşine düşmüş.
Kaçıp hayatın dikenleriyle boğuşmaya kalkmış.
Ona "varoluşçuluk" demişler. "Kaderin senin elinde hadi kalk savaş hayatla" demişler, salyalı ağızlarıyla...
Bir sessiz haykırışta ondan...
Acaba oda mı engelli???
Nedir ki insanın istediği? Yada nedir ki insanın istemediği?
Acı dolu bir türkünün ezgisinde eriyişken hayat dediğimiz.
Ve mutluluklar hep bir başka baharlara gizlenmişlerse tüm acımasızlıklarıyla....
Korkan insanların, delicesine, köpekçesine korkan insanların soluklarıyla yüzleşmek.
Korkunun gerçek yüzünü görmek; yok oluş...
Ve insanların büründükleri duygusuzluk giysileri...
Hani yaşamı koşullar belirlerdi ya ve inkar; kaos teorisi...
Determinizm susar mı böyle anlarda???
Çocukluklarımızdan kalan mavilere aşığız belkide.
Bir tutam maviyedir açlığımız, çocukluğumuzun baharlı gökyüzünden.
Ne bileyim papatya kokamayışımızadır başımıza taç yaptığımız.
Ve artık büyüdüğümüze, annemizin o eski şefkatinedir özlemlerimiz.
Neden sevmiyoki insanlar bizi? ANNEMİZ GİBİ???
Bi sağır kulak kaç özlem barındırır bağrında?
Görmeyen bir göz kaç manzara eder?
Yürüyemeyen bacak, sen kaç kavuşmasındır aslında???
Kaç kucaklayış ampute bir kol?
Çaresizlik mi bu avuçlarında olduğumuz?
Yoksa kendimize çektiğimiz dikenli duygu telleri mi?
Neden bölünsün ki uykularımız ve neden sussun ki sevgililerimiz?
İşte böyle anlarda “seni seviyorum” lar ağaçlara kazınır.
Usulca kulaklara fısıldanması gerekirken
Ah insan! de bana seninle misin?
Seninleysen nasıl sevmezsin seni?
Bak bilmem nerde bir ceylan daha geldi dünyaya
Tamda vişneler kızarırken.
Son model bir mersedes çekmiş ağanın oğlu da...
Bizim oralarda ağaçlar kesilip otobanlar yapıldı.
Gelişiyoruz vesselam...
Ah insan! ne bu sanışın?
Çığlık atmaya esrik,
Bi dur bi düşün da uşağum!
İstesen bir rüzgar estirebilir misin?
Oysa yanaklarını okşuyor sen faturaları düşünürken...
Kaç güzel kız güzel uşak baktı sana elleri boş
Ve kaç milyon kuş ötüşü saymadan sen.
En son ne zaman izledin güneşin doğuşunu???
Ey biçare! sakatlık mıdır sancın?
Yoksa alamadığın için üzüldüğün o palto mu?
Alamadığın bir paltoya üzüldüğün için üzüldün mü?
Hem de aslında hiç ihtiyacın olmadığını fark ederek
Aslında alamadıkların için çektiğin sancıların anlamsızlığını
Ruhuna kazınmaya çalışılan gizli emri;
TÜKETMELİSİN
Ve bu emirle gelen sancını,
Sağlamların başka şeylere yüklemesi gibi sakatlığına yüklediğini...
Belki de bunca sessiz çığlığın ortak tınısını fark ettin...
Güzel! hoş geldin...
Ey insan!
Çevrende bunca çığlıktan bihaber nasıl yaşarsın???
Belki çığlıkların sessizliğinden.
Ağaç çığlıkları
Kesilirken haykırılan ama kimsenin duyamadığı...
Anlatılanlardan anladığım bu benim, hepimiz sessiz çığlıklar haykırıyoruz etrafımıza.
Kimimiz sağır, kimimiz topal, kimimiz kör....
İnsan doğasına atfedilen en doğal uzuvlara ,yetilere sahip olmayışımızla sancılanıyoruz.
İnsanların kendilerinde olanın olmayışını kavramakta yaşadıkları zorlukla sancılarımız katmerleniyor.
Oysa gittiğimiz yolun tabelalarını biz dikmemiştik.
Sonra, yolculardan hiç kimsenin aslında kendi tabelasını dikemediğini, olsa olsa koşullarca belirlenmiş bir şansla ellerine biraz daha güçlü bir dal parçasının verildiğini görürüz.
Ah! oniki yaşında tecavüze uğramış kürt kızı.
Ailesi namus deyip peşine düşmüş.
Kaçıp hayatın dikenleriyle boğuşmaya kalkmış.
Ona "varoluşçuluk" demişler. "Kaderin senin elinde hadi kalk savaş hayatla" demişler, salyalı ağızlarıyla...
Bir sessiz haykırışta ondan...
Acaba oda mı engelli???
Nedir ki insanın istediği? Yada nedir ki insanın istemediği?
Acı dolu bir türkünün ezgisinde eriyişken hayat dediğimiz.
Ve mutluluklar hep bir başka baharlara gizlenmişlerse tüm acımasızlıklarıyla....
Korkan insanların, delicesine, köpekçesine korkan insanların soluklarıyla yüzleşmek.
Korkunun gerçek yüzünü görmek; yok oluş...
Ve insanların büründükleri duygusuzluk giysileri...
Hani yaşamı koşullar belirlerdi ya ve inkar; kaos teorisi...
Determinizm susar mı böyle anlarda???
Çocukluklarımızdan kalan mavilere aşığız belkide.
Bir tutam maviyedir açlığımız, çocukluğumuzun baharlı gökyüzünden.
Ne bileyim papatya kokamayışımızadır başımıza taç yaptığımız.
Ve artık büyüdüğümüze, annemizin o eski şefkatinedir özlemlerimiz.
Neden sevmiyoki insanlar bizi? ANNEMİZ GİBİ???
Bi sağır kulak kaç özlem barındırır bağrında?
Görmeyen bir göz kaç manzara eder?
Yürüyemeyen bacak, sen kaç kavuşmasındır aslında???
Kaç kucaklayış ampute bir kol?
Çaresizlik mi bu avuçlarında olduğumuz?
Yoksa kendimize çektiğimiz dikenli duygu telleri mi?
Neden bölünsün ki uykularımız ve neden sussun ki sevgililerimiz?
İşte böyle anlarda “seni seviyorum” lar ağaçlara kazınır.
Usulca kulaklara fısıldanması gerekirken
Ah insan! de bana seninle misin?
Seninleysen nasıl sevmezsin seni?
Bak bilmem nerde bir ceylan daha geldi dünyaya
Tamda vişneler kızarırken.
Son model bir mersedes çekmiş ağanın oğlu da...
Bizim oralarda ağaçlar kesilip otobanlar yapıldı.
Gelişiyoruz vesselam...
Ah insan! ne bu sanışın?
Çığlık atmaya esrik,
Bi dur bi düşün da uşağum!
İstesen bir rüzgar estirebilir misin?
Oysa yanaklarını okşuyor sen faturaları düşünürken...
Kaç güzel kız güzel uşak baktı sana elleri boş
Ve kaç milyon kuş ötüşü saymadan sen.
En son ne zaman izledin güneşin doğuşunu???
Ey biçare! sakatlık mıdır sancın?
Yoksa alamadığın için üzüldüğün o palto mu?
Alamadığın bir paltoya üzüldüğün için üzüldün mü?
Hem de aslında hiç ihtiyacın olmadığını fark ederek
Aslında alamadıkların için çektiğin sancıların anlamsızlığını
Ruhuna kazınmaya çalışılan gizli emri;
TÜKETMELİSİN
Ve bu emirle gelen sancını,
Sağlamların başka şeylere yüklemesi gibi sakatlığına yüklediğini...
Belki de bunca sessiz çığlığın ortak tınısını fark ettin...
Güzel! hoş geldin...