Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Ölüm hakkı (ötanazi) konusundaki görüşler... [Tartışma]

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
673
Mesajlar
58,087
Reaksiyonlar
502
Bu tartışmayı açarken,

1- Yaşamın güzelliklerinin görmezden gelinmesine sebep olmaktan
2- Ölümü çok kolayca tercih edilebilir bir kararmış gibi göstermekten
3- Ötenazinin geride kalanlar için nasıl da zor olduğunu unutturmaktan
4- Sakat ya da hasta olmanın ölümü çağrıştırmasından
5- Sakat ya da hastaların, birileri tarafından yük olarak algılanmasına sebep olmaktan özellikle kaçındığımızı vurgulamak istiyoruz.



***
“İçimdeki Deniz” filmini çoğunuz izlemiş ya da duymuştur. Filmde Ramón Sampedro’nun ölüm hakkı (ötanazi) için giriştiği mücadele konu ediliyor... Ölümü gıdım gıdım getirip insanın boğazına tıkan ve/fakat -acı da olsa- gülümseten bir dram.

  • * Ötanazi, "isteyene" uygulanmalı mıdır? “Uygulanmamalıdır” diyorsanız, isteyen intihar edebiliyorken, çeşitli koşullardan dolayı elinden gelmediği için ölümü seçemeyenleri böylesi bir tercihten men etmek ne kadar adildir?
    * Ötanazi hangi koşullarda talep edilebilir?
    * Ötanaziye olumlu/olumsuz karar verme hakkı kimlere ait olmalıdır, neden?
    * Ötanazi ve intihar aynı şey midir?
    * Ölümü seçmek, “geride kalanlar”a bir haksızlık olur mu?
    * Koşulların oluştuğunu düşünürseniz, ölümü seçer miydiniz?
Not: 'Ötanazi' kelimesinin orijinali Yunanca 'ευθανασία -ευ [eu] [iyi], θανατος [thanatos] [ölüm]' kelimesinden geliyor. Latincesi 'euthanasia', Türkçeye tam çevirisi "İyi Ölüm"
Not Not: Ramón Sampedro'nun aşağıdaki hikayesini okuyup görüş yazarsanız çok daha güzel olur...

*****
[size=7]İçimdeki Deniz[/size] (Denizden Uzak)
Mar Adentro

B0006Z2FRK.01._SCLZZZZZZZ_.jpg


Türü: Dram
Yönetmen: Alejandro Amenábar
Senaryo: Alejandro Amenábar , Mateo Gil
Görüntü Yönetmeni: Javier Aguirresarobe
Müzik: Alejandro Amenábar
Oyuncular: Javier Bardem (Ramón Sampedro) , Belén Rueda (Julia) , Lola Dueñas (Rosa) , Mabel Rivera (Manuela) , Celso Bugallo (José) , Clara Segura (Gené) , Joan Dalmau (Joaquín) , Alberto Jiménez (Germán)
Ramon Sampedro'nun yaşamı, 30 yıldır bir yatakta geçmektedir. Gençliğinde geçirdiği bir kazadan beri hayatla tek ilişkisi deniz manzaralı penceresidir. Bir de sükunet içerisinde ölüp gitmektir emeli.
Genel Bilgiler: 2004, İspanya / Fransa / İtalya , 125 dk.

2004 yılı Venedik film festivali Jüri Büyük ödülü, gerçek bir yaşam öyküsü olan ve denizdeki dalış kazasından sonra felç olan İspanyol bir Dalgıcın ötanazi için mücadelesini anlatan, 'Mar Adentro' (Denizden Uzak) filmine verildi.
Filmde rol alan Javier Bardem, 'Ramon Sampedro' karakteriyle En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü.

Hayatına giriveren iki kadın, avukat Julia ve köylü kızı Rosa'dan birinin ellerinde tadacaktır bu enteresan adam ölümü. Kadınlardan hangisi onu gerçekten seviyorsa, onun eliyle gelecektir kurtuluş, bu boynundan aşağısı felç olmuş adama...

[size=4]11 ölüm meleğinden biri yedi yıl sonra konuşurken Ramon Altın Küre aldı

Ayşen GÜR

Ramon Sampedro, yıllarca yalnız başını oynatarak yaşadı. Ötanazi hakkını kullanmak için mücadele verdi ama isteği mahkemece reddedildi. Sonunda 11 arkadaşı ona yardım etmeye karar verdi ve onu hep birlikte öldürdüler: Biri siyanürü aldı, biri bardağa koydu, biri son dakikalarını filme çekti... Vasiyetnamesi İspanya’yı altüst etti.

0,,172418,00.jpg

Binlerce insan ‘Sampedro’nun ölümüne yardım ettim’ diyerek dilekçe verdi. Bütün bunlar 7 yıl önce oldu ama unutulmadı. Şimdi Ramon’un hikayesi bir film olarak bütün dünyada ödül topluyor. Geçen hafta Altın Küre alan ‘İçimdeki Deniz’ 11 Şubat’ta Türkiye’de gösterilecek. Ramon Sampedro, en büyük zaferini öldükten sonra kazandı.

37 yıl önce Ramon Sampedro Camean, İspanya’nın Galicia bölgesinde yaşayan 26 yaşında bir denizciydi. Bir yardan denize atladı ve bel kemiğini kırdı. Boynundan aşağısı tutmuyordu. Bu durumda tam 29 yıl 4 ay 20 gün yaşadı. Ağzıyla kalem tutarak yazmasını öğrendi, şair ve yazar oldu. Sağlıklı insanların yaşamın kutsallığı üzerine attığı nutuklara yıllarca dayandı. Elinde olsaydı, çoktan hayatına son verecekti. Ama sadece kafasını oynatan bir insan nasıl intihar edebilir? Yasalar, iyileşme ihtimali olmayan ve acı çeken hastaların intiharına yardım edenler için hapis cezası öngörüyordu.

Ramon ölüm hakkını elde edebilmek için yıllarca uğraştı. 1997 sonunda davası İspanya Anayasa Mahkemesi’ndeydi, ancak oradan da ‘hayır’ cevabı alacağı kesin gibiydi.

Kasım 1997’de bir apartman dairesi kiraladı. Her şeyi planladı. 11 arkadaşından her birine bir görev verdi. Biri siyanürü satın aldı, öbürü suya kattı, üçüncüsü bardağı hastanın başucuna yerleştirdi, dördüncüsü içebilmesi için bardağa bir kamış koydu... Herkesin suçlanamayacak kadar küçük bir rolü vardı. Onbirinci kişi de 12 Ocak 1998’de Ramon’u ölünceye kadar filme çekti.

Ceza Yasası’nın 143. maddesi bir kişinin intiharına yardım edenler için 2-5 yıl, eğer bu yardım ‘ölümü bilfiil gerçekleştirmeye’ kadar vardıysa 10 yıl hapis cezası öngörüyordu. Savcı, Ramona Maneiro hakkında bir dava açtı. Fabrika işçisi Ramona, birkaç yıl önce Ramon’a aşık olmuş ve bir daha hiç yanından ayrılmamıştı. 11 ölüm meleği içinde en fazla sorumluluğun onda olduğundan şüpheleniliyordu.

VASİYETNAMESİ ÜLKEYİ KARIŞTIRDI

Birkaç hafta sonra, Ramon’un vasiyetnamesi İspanyol basınında yayınlandı. ‘Sayın Yargıçlar, Sayın Siyasi ve Dini Yetkililer...’ diye başlıyordu vasiyetname. ‘Biraz önce seyrettiğiniz görüntülerden sonra (son anlarını gösteren film) size soruyorum; biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir?

Vicdanlarınızın vereceği cevap ne olursa olsun, benim için saygınlık bu değildir. Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum. Buna rağmen bu duruma 29 yıl, dört ay ve birkaç gün boyunca tahammül etmek zorunda kaldım. Bunu daha fazla yapmayı reddediyorum!

Gördüğünüz gibi yanımda içinde siyanür potasyum bulunan bir bardak su var. Onu içtiğimde, kendi irademle sahip olduğum en özel, en meşru mülkiyete, yani bedenime son vermiş olacağım. Bu özgürlük eylemine sizler ‘intihara yardım’ adını takmışsınız. Ben ise bu eylemi, bir insanın gerçekten ‘benim’ diyebileceği tek şeye, yani bedenine ve onunla birlikte ne varsa, yani hayata, bilince egemen olmasına destek verenlerin insani yardımı olarak adlandırıyorum.

Beni seven, beni benmişim gibi seven yakınlarıma ceza verebilirsiniz. Bütün bu sözlerime rağmen yine de ceza vermeyi kararlaştırırsanız, size şunu tavsiye ediyorum:

Bacaklarını ve kollarını kesin bana yardım edenlerin, çünkü ben onlardan kaderimi paylaşmalarını istedim...’

ASIL ÖLÜM MELEĞİ ŞİMDİ KONUŞTU
Bu vasiyetnamenin yankıları büyük oldu. Ramon’un yakınları basit bir metni imzaya açtılar: ‘Ramon Sampedro’nun ölümüne yardım ettim.’ Bin kişinin imzaladığı metin, Ramon’un sevgilisi Ramona’nın avukatına ulaştırıldı. Artık o, suçlanabilecek tek kişi olmaktan çıkmıştı. Saygın Ölme Hakkı (DMD) Derneği, benzer bir metni imzaya açtı. İspanya’nın her yerinden insanlar bu çağrıya cevap verdi.

Ölümü hakkındaki soruşturma bir yere varmadı ama Ramon’un mahkeme serüveni öldükten sonra da devam etti. Ötanazi talebini, o öldükten sonra İspanya Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geri çevirdi. BM İnsan Hakları Komisyonu da, Ramon artık ölmüş bulunduğuna göre, isteğinin bir anlamı kalmadığına karar verdi.

Evet Ramon ölmüştü ama unutulmamıştı. 2004’te, ‘İçimdeki Deniz’ adlı film, onu ölümsüzleştirdi. Filmin geçen hafta ABD’de Altın Küre aldığı sıralarda, Ramon’un sevgilisi Ramona Maneiro, İspanyol Tele 5 televizyonunda onun ölümünde asıl sorumluluğu kendisinin üstlendiğini, onun isteği üzerine siyanürü suya karıştırıp pipeti bardağa koyduğunu açıkladı. Yani esas ölüm meleği Ramona’ydı. İspanyol basınında geçen hafta Ramona hakkında yeniden soruşturma açılıp açılmayacağı, onun bir sevgili mi bir katil mi olduğu tartışılıyordu. Ama Ramon çoktan unutulmayacak bir sembol haline gelmişti bile.

Kaynak [/size]
 
* Ötanazi, isteyene uygulanmalı mıdır? “Uygulanmamalıdır” diyorsanız, isteyen intihar edebiliyorken, çeşitli koşullardan dolayı elinden gelmediği için ölümü seçemeyenleri böylesi bir tercihten men etmek ne kadar adildir?
_BENCE BİR İNTİHAR ŞEKLİDE BU...ALLAHIN BİÇTİĞİ ÖMRÜ YANLIZCA ALLAH ALIR....HASTA TABİKİ İSYAN EDER ÇEKER ZOR BİR DURUM AMA ÖLDÜRMEYEN ALLAH ÖLDÜRMEZ....BİRDE YANİ YA DÜZELİRSE....KOMADAN ÇKAN İNANLAR VAR BUGÜN....GÜNÜMÜZDE...BEN ADİL BULMUYORUM ÖTENAZİYİ.....
* Ötanazi hangi koşullarda talep edilebilir?
BENCE TALEP EDİLMEMELİ YANİ SON NEFESİNE KADAR DOĞAL ÖLÜM OLMALI...CAN ÇEKİŞECEK AMA ALLAH KATINDA BUNUN USULU ÖLE.....EĞER GÜNAHI OLMASAYDI ZATEN BU DİNENDE İZİN ŞEKLİNDE BEYANAT VERİLİRDİ BEN KARŞIYIM....BİR İNSANA ÖTENAZİ UYGULATAMAM DÜŞÜNMEMDE....BÜYÜK SÖZÜME TÖBE...
* Ötanaziye olumlu/olumsuz karar verme hakkı kimlere ait olmalıdır, neden?
OLUMLU BAKMADIĞIM İÇİN BU HAK KİMSEDE OLMAMALI....
* Ötanazi ve intihar aynı şey midir?
EVET AYNI ŞEYDİR.....BUNU DÜŞÜNEN İNSAN SAĞLAMKENDE AYNI DUYGUYA EĞİLİM GÖSTERMESİ NORMAL BİŞİDİR.....
* Ölümü seçmek, “geride kalanlar”a bir haksızlık olur mu?
TABİKİ HAKSIZLIK OLUR VİCDANENDE RAHATSIZ OLUR ENGEL OLSAYDIM KEŞKE DİYE....
* Koşulların oluştuğunu düşünürseniz, ölümü seçer miydiniz?
HAYIR SEÇMEM ÇÜNKÜ HER KOŞULDA ALLAHIN VERDİĞİ CANI EMANETİN VAKTİ GELENE KADAR TAŞIRIM DOĞRUSU BUDUR
 
1- Her isteyene hoptadak ötenazi uygulansın diyen kimse yok/olamaz da zaten. Konuya örnek olan yukarıdaki hayat hikayesi gibi ekstrem durumlar için tartışalım burada.
2- "Sen" dindarsın, günah sayarsın; başkası dindar değildir, acısına son vermek ister...
3- Önemli olan "senin" değer yargılarınla başkasının hayatı üzerinde söz söyleme hakkının olup olmaması.
4- İnsanın kendine ait en temel şey olan bedeni üzerinde başkasının (kendi değer yargılarını öne sürerek) söz sahibi olması bana pek mantıklı gelmiyor doğrusu :)
5- Ramon'u anlatan şu sözlere ne diyorsunuz?: "Elinde olsaydı, çoktan hayatına son verecekti. Ama sadece kafasını oynatan bir insan nasıl intihar edebilir?"
Ramon "aciz" durumda olduğu için, onun bu acizliğinden yararlanıp, onun bedeni üzerinde söz söylemek, onun acizliğini "kullanmak" değil mi? Zira en küçük bir fırsatını bulsa, kimseye söz hakkı tanımayacaktı!


Not: Henüz olmadığı için gönül rahatlığıyla yazabilirim: Lütfen sadece kendi görüşünüzü yazın. Başkalarına kişisel olarak saldırıda bulunmayın. Ve buraya görüş yazarken, görüşünüzün tam ama tam karşısında bir görüşün de başkaları tarafından yazışabileceğini sakın unutmayın. Ve eğer o tam zıt görüşe saygı göstermeyecekseniz, lütfen bu tartışmaya katılmayın :)
 
Yine sorular var.... :D

Hiç bir tartışmaya gitmeden bu sefer sadece sorulara yanıt verecem;

Filmi seyrettim , gerçekten olağanüstü bir filim bu vereceğim yanıtlar ise bu filmi seyretmeden önce de sahip olduğum düşüncelerdir.

1)* Ötanazi, "isteyene" uygulanmalı mıdır? “Uygulanmamalıdır” diyorsanız, isteyen intihar edebiliyorken, çeşitli koşullardan dolayı elinden gelmediği için ölümü seçemeyenleri böylesi bir tercihten men etmek ne kadar adildir?

Ötenazi isteyene uygulanmalıdır.

Kişi eğer bunu kendisi yapamıyorsa , soru da ki gibi bu isteğini yerine getirememek bana göre adil değildir.

2)* Ötanazi hangi koşullarda talep edilebilir?

Kesinlikle tıbbın hiç bir şekilde cevap veremeyeceği ve hastanın tüm hayatına acı veren bir yaşam biçimi söz konusuysa.

3)* Ötanaziye olumlu/olumsuz karar verme hakkı kimlere ait olmalıdır, neden?

İşte bu soru gerçekten cevap verilmesi oldukça zor sorulardan bir tanesidir.Sevgi hep evet demek değilse, sevgi bazen de hayır diyebilmekse, insanın yaşamının devam edip etmemesinin kararını kişi kendi başına verip bunu uygulayamıyorsa onun acısını dindirebilecek kişi en yakınındaki kişi olmalıdır. Vasileri ve hukuk bu konuda tıbla beraber hareket etmek zorundadır.

4)* Ötanazi ve intihar aynı şey midir?

Kişinin kendi iradesiyle ölümü seçme özgürlüğü olduğuna göre aynı gibi algılanıyor ilk bakışta. Ancak ötenazi çok daha anlamlı bir şey . Çünkü intiharların çoğunluğu büyük bir hastalığın iyileşememesi gibi bir süreci içinde barındırmıyor.

Buna rağmen, insana dünyaya gelirken yaşama isteği sorulmadığından ölümü bir şekilde seçmesini çok yanlış bulmuyorum.Bu hakkı olabilmeli bir insanın.

5)* Ölümü seçmek, “geride kalanlar”a bir haksızlık olur mu?

Zaten ölüm olgusunda bana soracak olursanız en büyük acılarımızın kaynağı kaybettiğimiz kişinin kendisinden çok kendi bencilliğimizle içimizde oluşan bir yaradır.Ölüm de en çok kaybettiğimiz kişinin ardından yapamayacaklarımızın derin acısı vardır. Bir çeşit bencilliğimizdir gözyaşlarımız ve acılarımız.

Bu sebeple ölümü seçmek geride kalanlara bir haksızlık olamaz.

6)* Koşulların oluştuğunu düşünürseniz, ölümü seçer miydiniz?

Kesinlikle evet.
 
Hani bazen düşüncelerinizi anlatacak kelimeler bulamazsınız. Belkide ne düşüneceğinizi bilmiyorsunuzdur. Her ikiside haklı olan iki çocuğun ağlayarak anlattıklarını dinler gibi her ikisininde haklı gerekçeleri olduğunu bildiğiniz iki farklı fikir karşısında şaşıp kalmak....

İzleyipte çok etkilendiğim, sarsıldığım filmlerden biridir bu film. Benzer bir film daha izlemiştim. O filmdede hasta kişi kendi kararıyla sevdiklerini bir araya toplayıp damarlarına aşırı dozda uyuşturucu zerkederek ölüyordu. Bu ölüm anı bir veda ritüeline dönüştürülmüştü ve anlatılmak istenen böyle bir vedanın sanıldığı kadar fena olmadığıydı sanırım. Her iki filmdende derin sarsıntılarla çıkmıştım.

Evet insanlar gözünü kırpmadan ölüyor dünyanın her yanında. İsrailin bombalarına karşı bile bile direnende dudağında ölüme karşı umursamaz bir gülüşle çekiyor kendi ipini. Ölmekten başka çaresi olmayanlar çaresizce ölümü kutsamak zorunda kalıyor. Birilerinin yaşamdan haz alması için birilerinin ölmesi, acı çekmesinin şart olduğu bir garip dünyadayız.

Ama ötenazi bütün bunlardan çok farklı bir şey. Güçlüye karşı direnmek ve ölüm pahasına , daha iyi günler uğruna ( Bu bir hayal bile olsa) ölmek çok başka; 'Vazgeçişi' temsil eden ötenaziye cevaz vermek başka bir şey. Kendilerine ölümden başka seçenek kalmayanların direnmek için ölümü kutsaması başka bir şey. Çünkü burda aslolan bu ölümü kucaklamanın üzerinden bir direnişe, bir tutunmaya el vermektir. Ama ötenazi başka bir anlam içerir, hiç bilinmeyen bir diyardan esen bir rüzgar gibi...Çünkü direnmek için ölüme gidenler bu ölümleriyle aslında yaşamı temsil ederler. Çünkü onların ölümleri bir yerlerde yaşam yeşersin diyedir. Ama ötenazi hepimizin kollektif bilincini alt üst eden bir 'Vazgeçiştir. Bu nedenlede değerlendirirken inanılmaz zorluklarla karşılaştığımız bir kararla karşı karşıya kalırız.

Konuya şöyle içine hapsedildiğimiz değerlerden sıyrılarak bakmak ne kadar zor değil mi? Hemen dinler, gelenekler, beklentiler, kalıp doğrular, dogmalar içimizde bir yerlerde yerleştirildikleri yerden bağırmaya başlarlar. Bizim sesimiz duyulmaz olur bu bağırtıların arasında. Kendi düşüncelerimiz midir ağzımızdan dökülenler yoksa değil mi bilemez oluruz.

Ben bu bağırtılar susana kadar bekleyip ardından sakince düşünmek istiyorum. Ramon gibi çaresiz biri vazgeçmek isterse bu vazgeçişin korkutucu rüzgarına rağmen ona saygı duymak gerektiğini düşünüyorum. Ama bu ancak Ramon gibi biri için geçerlidir.

Yıllar önce sonunda gözyaşlarımı tutamadığım bir kitap geldi aklıma. Gothe'nin "Genç Werther in Acıları" adlı kitabıydı bu. Bu kitapta deliler gibi sevdiği Lotte yi değerli bir adama kaptıran Werther bu adamla artık kafaya koyduğu intihar hakkında felsefi bir tartışmaya girmişlerdir. Albert "ölümün yaşamayı seçmekten çok daha kolay bir yol" olduğunu söylüyor ve ölümü seçmeyi bir tür korkaklık olarak nitelendiriyordu. Werther ise "insan denilen canlının hayatın sunduğu acılara belli sınırlar içerisinde ancak dayanabileceğini ve belli bir manevi acı karşısında ölümü seçmenin korkaklık olmadığını , bunu yapan insana korkak demenin alevler içinde yanan birinin ölmek istemesi karşısında ona korkak demekle aynı şey olduğunu" söylemişti.

Evet Gothe belli acılar içerisinde elindeki en önemli şeyden yani hayatından vazgeçmek isteyen birini anlatıp kitabın sonundada kahramanına bunu yaptırarak edebiyat dünyasında tüm dünyayı saran bir şok dalgası yaratmıştı. Bu konuda Werther ya da Ramon çok farklı denilebilir. Ben bu farkın sanıldığı kadar büyük olduğu konusunda şüphelere sahibim. Acı eğer dayanılmaz bir hal aldıysa acının formu ister fiziksel kaynaklı olsun isterse manevi kaynaklı kişinin dayanamadığı bu acıdan kaçma hakkı vardır diye düşünüyorum. Tabi bunu söylerken bu kaçışın nasıl bir trajedi olduğunun da farkında olarak. Bu tıpkı günah işlemek gibi bir şey. Kimbilir nasıl günah işleme özgürlüğümüz olmasa günah olamayacağı gibi hayatımız gibi sahip olduğumuz herşey de belki ondan vazgeçebilme özgürlüğümüz varsa anlamlıdır.
 
BENCE BEYİN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞEN HASTALAR İÇİN İYİLİK

BİLE SAYILABİLİR
 
HASAN....BUNU BENDE DÜŞÜNDÜM TERS GELMESİNE RAĞMEN...
HASTA BİTKİSEL YAŞAMDAYSA VE BEYİN ÖLMÜ%99.9 GERÇEKLEŞMİŞSE...O ZATEN TIPPEN ÖLÜ...MAKİNELERLE ZORLA YAŞATMANIN ALEMİ YOK AMA BU DURUM İÇİN GEÇERLİ....
AMA BAZI HASTALAR....ÖTENAZİ UYGULANAN ÜLKELERDE...HASTA BİLİNÇLİYKEN HASTALIĞININ EN İYİ DÜZEYİNDEYKEN SIRF İLERİYİ DÜŞÜNEREK...BİLİNCİNİ KAYBETME...FONKSİYONLARINI KAYBETME..YÜRÜYEMEME..KONUŞAMAMA....GİBİ YETENEKLERİNİ KAYBETMEMEK İÇİN ÖNCEDEN BU HAKKI UYGULATMAK İSTİYO....BELKİ HASTALIĞIN SEYRİ DEĞİŞİKLİK GÖSTERİP GELİŞME SAĞLICAK...BUNLARA GEREK KALMICAK....
BİRDE SÖLE DÜŞÜNMEK GEREK.....BU HAKKI UYGULATMAYAN ÜLKELERDEKİ VATANDAŞLAR NE YAPSIN....ONLARINKİDE CAN....AMA ÇEKİYOLAR...YATAN VAR İNLEYEN VAR..ÖLÜMEMİ TERK EDİLSİN....
BİRDE SÖLE BİR TABİR VAR HALK DİLİNDE ALLAH ÇEKTİRMESİN KESİNLİKLE ÖLE....3 GÜN YATAK 4.GÜN TOPRAK...HASTALIK ÇOK ZOR BİŞİ BAKANADA BAKTIRANADA ZOR DERLER...BU AÇIDANDA BAKSAM BİLE....
NE DEMEK BAKILACAK....ANNE BABA KARDEŞ....EVLAT...ÖLÜME TERKETMEK NE DEMEK... :!:
 
"Bu yaşam çekilmez, öl!" demekle, "ben bu yaşamı istemiyorum ve ölmek istiyorum" demek arasında hiç mi fark yok?

İntihar ve ötanazi farklı şeylerdir.
İntiharda kişi karar verir ve yapar. Ve intiharı düşündürecek şeyler -ötanaziye kıyasla- bambaşka şeylerdir ve çoğu zaman anlıktır...
Ötanazide ise sürekli çekilen ve onulmaz tıbbi bir durum vardır. Kişi çektiği acılara ve çaresizliğe kendi rızasıyla ve uzun süreli bir düşünüm sonrasında bir son vermek ister; ama buna gücü yoktur (sadece başını oynatabilen biri nasıl kendini öldürebilir?). Ölmek ister! Acısına son vermek ister!..
Onu o acılara katlanmaya mecbur bırakma hakkını kim, neye göre kendinde bulabilir?
İlla "sizin kafanızdaki" ulvi şeyler için mi ölünür? O zaman ölmek hak da, acılarıma son vermek için ölmek isteyince mi hak değil?


Not: İnsanlar intihara müdahale edemez, etmeye çalışır sadece. Karar kişinin kendisindedir. Ve intihar anlık bir karardır. O anda vazgeçirilebilir umudu barındırır insanlarda. Ama ötanazi bambaşkadır... Yine insanlar vazgeçirmeye çalışabilir tabii, ama yine karar kişide olmalıdır!
 
Filmi birçok defalar izledim. Gerçekten etkiledi beni ölüm fikrini insanın yüzüne bu kadar vurup da bunu kaliteyi bozmadan ve rahatsız etmeden izlenilebirliği sağlayan üstün yönetmen Alejandro Amenabar’a hayranlık duymamak elde değil. Film hakkında sonu olmayan övgü cümleleri kurmanın yeri değil şimdi ancak yönetmenin fazla göze batmayan ancak tüm filmi bu şekilde izlenebilir kılan küçük bir teknik detayı veya üstünlüğü ilgimi çekti. O da “ötanazi” fikrini izleyiciye empoze etmek yerine bunu farklı bakış açılarından ele almasyıdı…

Bu farklı bakış açıları çok gel gitler yaşatmıştır bana izlerken. Bir Ramon’un gözlüğünden, bir de onu kaybetmek istemeyen ailesi ve yakınlarının gözlüğünden bakınca iki tarafa da hak vermemek elde değil gibiydi. Gerçek hayat hikayesinden uyarlanmış olduğundan olsa gerek tamamen verilebilecek gerçek tepkileri, gerçek duyguları olduğu gibi yansıtmış film…

İşte filmin bu gerçeklik özelliği sayesinde tamamen buradan yola çıkılarak bile irdelenebilir bu konu…

Ötanazi (sonundaki –nazi ekinden midir yoksa ölüm içerdiğinden midir)ilk etapta kulağa çok korkunç gelen bir kelime. Bilimsel açıklaması da pek iç açıcı değil gerçi:

“ötanazi; insan hakları, kişilik hakları, yaşam hakkı bağlamında ve felsefik, teolojik ve ahlakî açılardan oldukça tartışmalı bir konudur. Doktrinde asiste intihar olarak da adlandırılmaktadır.
Kabul edilen tanımlamaya göre, kısaca ölüm hakkı da denilebilir. Tedavisi mümkün olmayan kronik hastalıklarda, hayattan umudunu kesmiş hastanın ağrısız bir metodla ölümüne izin verilmesidir. Farklı ülkelerde farklı uygulamalar mevcut olmakla beraber, Türkiye'de yasal değildir. Yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na göre, hastaya ötanazi uygulayan fail (hekim), tasarlayarak (taammüden) adam öldürme hükümlerine göre yargılanır ve ağırlaştırılmış müebbet (ömür boyu) hapis cezasıyla cezalandırılır.
* Temelde aktif ve pasif ötanazi şekilinde uygulanmaktadır.
• Aktif ötanazide, doğrudan (direkt) uygulama söz konusudur. Öldürücü madde, kurtarıcı tedavi uygulanması imkansız olan hastaya doğrudan verilir.
• Pasif ötanazide, dolaylı (indirekt) bir uygulama söz konusu olup, hastayı hayatta tutan makineler kapatılır ya da geçici - kısmi tedaviye yönelik ilaçların verilmesi kesilerek, ağrının giderilmesi dışında bir tedavi uygulanmaz.”

İçinde “ölüm” geçen hiçbir cümle pek sempatik gelmiyor sanırım kulağa. Sanki unutmakla yükümlü olduğumuz bir olgu gibi üzerinde konuşmamayı ve hiç düşünmemeyi tercih ediyoruz çoğu zaman. Ama bazen hayatın karanlık taraflarına da bir göz atmak lazım...

Açıklamalara göre ülkemizde ötanaziyi uygulayan kişi taammüden adam öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkum oluyor. Çoğu ülkelerde de bu böyle yani ötanazi yasal değil. Bunun ne kadar doğru olduğu yıllardır birçok ülkede gündemdeki en popüler tartışma konularından biri olmuştur...

İspanya’da Ramon Sampedro’nun verdiği savaş gibi Amerika’da da aşağı yukarı onun durumunda olan birçok insan kendi ölüm hakkını kullanmak için yasalarla mücadele içine girmişlerdir. Tabii bir çoğu Ramon kadar cesur olamadı veya bir çoğunun yakınları Ramon’un yakınları kadar cesur olamadı. Kendi bedenleri, kendi hayatları üzerinde başkalarının verdiği kararlara boyun eğmek zorunda kaldılar (Amerika’da Terri Schiavo’nun yaşadığı dram bunun farklı bir varyasyonudur)...

İşin içine ölüm girince insan biraz allak bullak oluyor açıkçası. Yaşamak her ne olursa olsun her şeye rağmen yaşamak en tercih edilmesi gereken bir seçim gibi görünür çoğu zaman. Ancak Ramon Sampedro’nun şu sözünü okuyunca çok başka bir açıdan bakılınabiliyor olaylara; “Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.”. Evet yaşamak bir hak olmalı mecburiyet değil...

Yukarıdaki sorulara kişinin tüm manevi zaaflarından ve değerlerinden sıyrılıp rasyonel cevaplar vermesi gerçekten zor. Ancak ben en azından bunu yapmaya çalışacağım...


* Ötanazi, "isteyene" uygulanmalı mıdır? “Uygulanmamalıdır” diyorsanız, isteyen intihar edebiliyorken, çeşitli koşullardan dolayı elinden gelmediği için ölümü seçemeyenleri böylesi bir tercihten men etmek ne kadar adildir?

*Evet isteyene uygulanmalıdır. Gerçekten istiyorsa ve eğer hayattan alabileceği en ufak bir haz kırıntısı dahi kalmadıysa, etrafına bakıp da hayatın tüm güzelliklerini göremiyorsa ve ölümle gerçek huzura kavuşacağına inanıyorsa o huzura giden yol açılmalıdır o kişiye...

* Ötanazi hangi koşullarda talep edilebilir?

*Bu soruyu cevaplandırmak gerçekten çok zor. Ramon Sampedro gibi hayatının büyük bir bölümünü yatağa bağlı olarak geçirmiş bir adamın ölmek isteyişini düşünelim. Hayat sadece günlük aktivitelerimizi eksiksiz bir biçimde yapabildiğimiz kadar mı değerli? Sadece hareket etmekten mi ibaret hayat? Yoksa çok daha ötesinde birşeyler var mı?...

Ramon gözlerini kapadığı an hayallerinde uçarak kumsaldaki sevgilisinin yanına gidip dudağına bir öpücük kondurabiliyordu. Hayallerinde özgürdü Ramon. “Bu o’na yeter” veya “her şeye rağmen sonuna kadar yaşanmalı hayat” denilebilir ama bu O’na yetmiyordu. Bir kaya kadar sert oturmuş bir kişiliğe sahip bu adam tekerlekli sandalye kullanmayı reddedicek kadar belki aptalca bir onur taşıyordu içinde. Özgürlüğüne inanılmaz düşkün bu adama sadece hayallerinde uçmak yetmiyordu...

İşte bu tip bir durumda ötanazi talep edilebilir ve uygulanabilir (edilmiştir de ve her şeye rağmen uygulanmıştır da)...

* Ötanaziye olumlu/olumsuz karar verme hakkı kimlere ait olmalıdır, neden?

*Her şekilde kişinin kendisine ait olmalıdır bu karar. Her ne kadar doğmayı biz talep etmiyorsak bile kendi vücudumuz ile ilgili kararları kendimiz alabilmeliyiz. Bunun aksi birşey tamamen kişiye haksızlık olur gibi geliyor bana. Kişinin isteği olmadan nasıl öldürmemiz haksızlıksa, ölmeyi isteyen ancak kendi imkaları bunu yapmaya el vermeyen bir insanı zorla yaşatmak da haksızlıktır...

* Ötanazi ve intihar aynı şey midir?

**Her ne kadar sonucu (ölüm) ve kişiyi o sonuca iten nedenler çok tatsız da olsa intihar keyfi birşeydir. Kişinin psikolojik problemleri ile tamamen ilintilidir intihar etmek ve irade tamamiyle kişinin kendi elindedir...

Ötanazi de ise durum çok farklıdır. Bir şekilde sağlık problemlerinden dolayı köşeye sıkışmış bir insanın kendi içinde belirlediği nedenlerinden dolayı ölüm hakkını kullanmak istemesidir. Ortada keyfi birşey yok. Eğer kontrol kişinin elinde olsaydı zaten “ötanazi” denilen birşey olmazdı...


*Ölümü seçmek, “geride kalanlar”a bir haksızlık olur mu?

*Geride kalanlar için büyük bir haksızlıktır belki evet. Ama geride kalanlar için hayatı bir işkence şeklinde yaşayan kişi için hiç haksızlık değil midir acaba?...

“Yukarı tükürsem sakal aşağı tükürsem bıyık” türünde bir olay bu. Hangi tarafa baksan haklı birer nedeni var...

* Koşulların oluştuğunu düşünürseniz, ölümü seçer miydiniz?

* Evet seçerdim. Ama benimle beraber yakınlarım da ölümü seçer miydi bilmiyorum. Ötanazi’daki esas sorun da bu değil mi zaten?

Bazen yaşamak için gerçekten ölmek gerekir...
 
OturanBoğa' Alıntı:
[size=4]İntihar ve ötanazi farklı şeylerdir.
İntiharda kişi karar verir ve yapar. Ve intiharı düşündürecek şeyler -ötanaziye kıyasla- bambaşka şeylerdir ve çoğu zaman anlıktır...
Ötanazide ise sürekli çekilen ve onulmaz tıbbi bir durum vardır. Kişi çektiği acılara ve çaresizliğe kendi rızasıyla ve uzun süreli bir düşünüm sonrasında bir son vermek ister; ama buna gücü yoktur (sadece başını oynatabilen biri nasıl kendini öldürebilir?). Ölmek ister! Acısına son vermek ister!..[/size]

SONUÇTA BENİ ÖLDÜRÜN DEMEKTE KİŞİNİN KENDİ RIZASI....İNTİHARDA KİŞİNİN KENDİ SEÇİMİ YANİ BURDA ORTAK NOKTA ÖLÜM....ÇIKIŞ KAPISI...İKİ OLAYDA TAMAM ÖTENAZİ TIBBİ BİR DURUM OLABİLİR AMA İNTİHARDA OLUMSUZLUKLAR SONUCUNDA OLUŞAN BİŞİ DEĞİLMİDİR?
BURDA İNTİHAR KONUSUNU TARTIŞMIYORUZ ASLINDA AMA ÖLÜM OLAYI ONUNDA HASTANIN KENDİ RIZASIYLA BUDA BİR ÇEŞİT İNTİHAR TÜRÜ....
Yaşam ve Ölüm Arasındaki Sınırı Belirleme Hakkı Kimin?
kim veriyor bu hakkı...okuyun...
Yaşamla ölüm arasındaki sınıra müdahale başlıyor!!!İlk önce iğne kola batırılıyor. Bir diz üstü bilgisayarı ise yatağa oturmuş hastanın bacaklarının üstüne yerleştiriliyor. Bilgisayar ekranında “yapmak istediğin şeyden emin misin?” yazısı belirdikten sonra ikinci kez aynı soru geliyor; “gerçekten emin misin?”. Hasta emin olduğunda “tamam” tuşuna basıyor ve damarlarına ölümcül dozda uyuşturucu zerk ediliyor. 30 saniye sonra hasta derin bir uykuya dalıyor, 5 dakika sonra ise yaşama veda ediyor. Böylece ötenazi gerçekleşmiş oluyor.
İNSAN KENDİNİ NASIL ÖLDÜRÜR YA GÖZ GÖRE GÖRE..Türkiye'de pasif ötenazi var
Tedavisi olmayan bir hastalığa yakalananların-ya da yakınlarının- isteği üzerine hastanın yaşamına son verilmesine ötenazi deniyor. Pasif ötenazi ise hastaya yaşaması için gerekli müdahalelerin yapılmamasıyla gerçekleşiyor. Yani hasta ölüme terk ediliyor. Hekimler, yetersiz sağlık şartları yüzünden bunun yüzde 20 oranında, -hatta yoğun bakım ve kanser ünitelerinde yüzde 60- uygulandığını kabul ediyorlar.
M.K 56 yaşında ve akciğer kanseri... Kanser, akciğerini sardıktan sonra, başka organlara da sıçramış. İlaçlarını alıyor almasına; ama ameliyat olması gerekiyor. Aylar önce konuştuğumuzda, “Doktorlar üç ay ömür biçti ama ameliyat olursam bu süre uzayabilirmiş” diyordu. Muzaffer Bey, ameliyat umuduna, ameliyatla yaşamının bir süre uzaması umuduna sıkı sıkıya sarıldı. Ne de olsa sosyal güvencesi vardı. Yıllarca bir fabrikada işçi olarak çalışmış; az biraz maaşla zar zor ev geçindirmiş, çocuk okutmuş; SSK primleri de tıkır tıkır ödenmişti. Muzaffer Bey, bir türlü hava dolmayan ciğerlerine aldırmadı, “Ne de olsa ucunda yaşam var” diye SSK kuyruklarında saatlerce, günlerce bekledi. Sıra ona geldiğinde, bilgisayarın ardındaki genç kadın, ölüm iğnesinden daha acı sözleri bir çırpıda söyleyiverdi: Ameliyat bir yıl sonra... Muzaffer Bey’in o kadar vakti yok, ama ameliyat tam bir yıl sonra! İşte bu, pasif ötenazi türünden sadece biri.
[/list]
 
TARAFSIZ BAKARSAK OLAYA ; İNSANIN YAŞAMA HAKKI OLDUĞU GİBİ , ÖLME HAKKI DA OLMALI BENCE. AMA DİĞER ARKADAŞLARIN DA DEDİĞİ GİBİ DİNEN BAKARSAK OLAYA KESİNLİKLE YAPILMAMALI
 
İçimdeki Deniz benimde çok etkisi altında kaldığım bir film oldu hayatımda. Bir de aynı duyguyu Milyon Dolarlık Bebek (Million Dollar Baby) filmini izlediğimde de hissetmiştim.

İzleyenler bilir filmde box maçı esnasında başına aldığı ağır darbe sonucu felç kalmış bayan bir boksörden bahsediliyordu.

Orda da boksör kız hayatında kazandığı onlarca başarının ardından yatağa bağımlı kalmayı hazmedememiş ve defalarca intihara kalkışmıştı.

Fakat her denemesi doktorlar yada onu seven kişiler tarafından engelleniyordu. Kız filmin sonunda en yakın dostu olan antrenöründen hayatına son vermesini istemiş, önceleri buna şiddetle karşı çıkan antrenör sevdiği kadının mutsuzluğuna dayanamayıp aşırı dozda ilaç şırınga ederek ölmesine yardımcı olmuştu.

Antrenörün boksör kıza yaptığı yardımı, Ramon'a yapılan yardım gibi yerinde buluyorum. Herkesin seçme hakkı olmalı. Sırf bedeni yetersizliğinden ötürü ya da sırf ailesi/sevdikleri onu yanı başında istediği için yaşamak zorunda olmak o kişiyi müebbet hapise mahkum etmekten ne farkı olabilir ki?
 
yeditepe' Alıntı:
benim anlatmak istediğim şey ramonun boyundan aşağısının felç olması ve durumunun yaşamasına engel teşkil ettiğidir. bu durum için biz "dayanamadıgı zaman elbette kişisel olarak ölmek isteyebilir" diyebiliriz.
ama ramon gibilerin bu "sakat ve yaşanılması zor" haline bakıp, aynı bizim de kullandıgımız bu "beden"i, perihan mağden ve bunun gibiler de oldukça "rezilce" gorebilir.
ama bizler burda sadece -kişilerin tercihini- göz onune alırken onlar sadece bu sakatlıgın ne "rezilce" olduguna bakacaklardır.ve bu durumdaki kişilerin yaşama hakkını -perihan mağdenin yaptığı gibi- sorgulayacaktır.

Biz daha önceden de bu film hakkında düşüncelerimizi dile getirmiştik.

http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?t=15602

Orda da belirttiğim gibi filmdeki Ramon karakterinin aşık olunası bir karakter olduğunu düşünüyorum.

Hiç bir yaşam Perihen Maden gibileri beni eleştirir yada benim gibileri yargılar kaygısıyla sürdürülemez.
 
Selamlar arkadaşlar,

Ötenaziyi tartışmadan önce ötenazinin ne olduğunu tam olarak belirlememiz gerekir. Önce adını koyalım, sonra tartışalım.

Ne olduğu konusunda birçok farklı görüş var örneğin Pathetique'in tanımı ama bu tanım Pathetique'in aldığı yerde aslından çevrilirken oldukça değiştirilmiş.

Pathetique'in aldığı yerin kaynağındaki tanım şöyle: Yunanca iyi-ölüm anlamına gelen ötenazi, katlanılamayan bir hayat yaşadığı algılanan bir insan veya hayvanın yaşamına acısız veya çok az acı ile, ölümcül dozda zerk, yüksek doz ilaç veya yaşam desteğinin çekilmesi ile son verilmesi işlemidir.

Dikkat ederseniz bu tanımda genel düşüncenin aksine ölümcül bir hastalıktan veya çok ciddi ölçülerde felçlerden, vs söz edilmiyor. Anahtar nokta "katlanılamayan bir hayat". Bunun içine yaşlılığı da, çocuğunuzun şizofreni hastası olmasını da, insanlarla ilişki kuramamayı da, belki fakirliği de, hatta felsefik olarak ve intihar eden Nietzche'nin yaptığı gibi insanların kötülüğünü de koyabilir, ondan sonra hayatı "katlanılmaz olarak" hissedip ötanazi isteyebilirsiniz. Eğer böyle yaparsanız da belki de ölümcül bir hastalıktan yakınan bir hastadan daha az haklı da olmadığınızı da iddia edebilirsiniz.
Ayrıca dikkat edilecek çok önemli bir nokta da ötenazinin yalnızca kişinin isteğine ya da katlanılamazlık algısına bırakılmadığı, ikinci ya da üçüncü şahıslarca da bu kararın verilebileceğidir ki bu çok önemli bir noktadır. Bu açıdan bakıldığında aslında öjenik kavramı ile açıklanması gereken Nazi T4 ötenazi programı bile bazı görüşler doğrultusunda ötenazi kavramı içine sokulabilir;

94px-EnthanasiePropaganda.jpg


Posterdeki yazı şu: Kalıtsal sorunları olan bu kişinin yaşam süreci 60000 marka mal olmaktadır. Alman vatandaşları, bu sizin de paranız.
(Pegasus yav bu toplum-birey çatışması her taşın altından çıkıyor. :) )

Ben ötenaziyi pratik olarak ve talep ve eylemin hangi taraftan geldiğini belirtmeden "yaşama son verilmesi hakkı" olarak tanımlıyorum.
Aslında Ramón Sampedro'nun hikayesinde tam bir ötenaziden bahsetmek de olanaklı değil. Sampedro yardım ile intihar etmiş. Bana sanki böylelikle intiharının vicdani yükünü ve sorumluluğunu kendisi için epey hafifletirken birçok insanın üzerine de yıkmış. Bunu ötenazinin kapsama alanı içine belki ucundan sokabilirsiniz ama ötenazi bu eylemdir diyemessiniz. Aşağıda nedenini yazıyorum:

Ötenazi'nin tanımında sıklıkla tam bir fikir birliği olmadığı için, Avusturalya Hükümeti'nin yaptığı gibi bazı kaynaklar ötenaziyi değil de farklı şekillerini ayrı ayrı tanımlamışlardır:

Voluntary euthanasia: Gönüllü ötenazi, kişinin isteği üzerine hayatına son verilmesi.
Non-voluntary euthanasia: Kişi ölüm eyleminin tam farkında değildir. Ne rızası ve izni ne de karşı çıkışı vardır. (Bilinci kapalı olan bir hastanın yaşam desteğini sonlandırmak gibi.)
Involuntary euthanasia: Kişi hayatına son verilmesini reddetmektedir, istememesine rağmen hayatına son verilir. (Bu tabii cinayetle eşdeğerdir.)
Active euthanasia: Aktif ötenazi; ölümü hızlandırmak veya gerçekleştirmek için müdahalede bulunulması.
Passive euthanasia: Pasif ötenazi; kişinin ölmesine izin vermek. Örneğin yaşam desteği vermemek, gerekli ilaçlarını temin etmemek bunun örneklerinden bir kısmı.

Aslında yine ötenazi ile ilgili farklı kavramlar var, hekim yardımıyla intihar, son uyku, vs gibi ama bu kavramlar - Sampedro'nun yaptığı gibi - tam olarak ötenazinin karşılığı değil.

Bence burada herşeyden önce gerçekçi bir tanıma ihtiyacımız var, ama bu tanım kişisel ve algısal değil, hukuksal olmalıdır. Bu yüzden bence her kafadan bir ses çıkmadan önce resmi bir kaynakla başlamamız gerekir. Ben bulamadım, eğer siz de bulamassanız saros1'den yardım istememiz doğru olur diye düşünüyorum. Ancak ondan sonra kavramı tartışmamız gerekir.

Selamlar.

Not: Kaynaklara göre çeviri hatalarım varsa düzeltin lütfen.
 
Benim aldığım yerin herhangi bir kaynağı yok Neptune çünkü aldığım veya senin kaynak olduğunu sandığın yer aslında bir kaynak değil (wikipedia'nın Türkçe versiyonundan alınmış bir bilgiydi bu). Bu kaynak sandığın yere sen de birşeyler yazarak bu tanımı değiştirebilirsin sen onun İngilizce versiyonuna bakmışsın ve sanırım orada biri kendi bakış açısına göre yazmış bu bilgiyi. Ben de çok araştırdım diğer tanımlarla karşılaştırdım ve ötanazi'nin en akla yatkın tanımı olarak bunu seçtim...


Herneyse konu o değil şimdi...

Bunun içine yaşlılığı da, çocuğunuzun şizofreni hastası olmasını da, insanlarla ilişki kuramamayı da, belki fakirliği de, hatta felsefik olarak ve intihar eden Nietzche'nin yaptığı gibi insanların kötülüğünü de koyabilir, ondan sonra hayatı "katlanılmaz olarak" hissedip ötanazi isteyebilirsiniz..

Demişsin. Şimdi benim inanılmaz psikolojik problemlerim var diyelim depresyondayım şöyle mi diyecem "doktor bu aralar her şey üstüme üstüme geliyor bir el at be! öldürelim beni" :D ...

Kendimi ölümü arzulayacak kadar bunalımda hissediyorsam ve bunu kendi ellerimle yapmaya kadir isem neden ötanazi talep edeyim? onu anlamadım. İntihar ederim! :) ...

Bu açıdan bakıldığında aslında öjenik kavramı ile açıklanması gereken Nazi T4 ötenazi programı bile bazı görüşler doğrultusunda ötenazi kavramı içine sokulabilir;.

Nazi T4 ötanazi programı, salt faşist bir ruhla ari bir ırk yaratmak için ötanazi'nin Naziler tarafından bu barbarca eylemlerine alet edilmesidir. Naziler felsefeyi de kendilerine göre yorumlayıp ideolojilerine alet olarak kullandılar müziği de. Ötanazi de buldukları birçok sıra dışı yöntem gibi engelli insanları öldürmelerine uydurdukları bir kılıftan başka birşey değildi. Bu anlamda ötanazi kavramı içerisine girmesi gibi birşey mümkün değil...

Aslında Ramón Sampedro'nun hikayesinde tam bir ötenaziden bahsetmek de olanaklı değil. Sampedro yardım ile intihar etmiş. Bana sanki böylelikle intiharının vicdani yükünü ve sorumluluğunu kendisi için epey hafifletirken birçok insanın üzerine de yıkmış.

Ramon Sampedro ötanazi hakkı için savaştı onu elde edemedi ancak elde etmek için çabaladı. Burada tartışılan da bu savaşın (sadece Ramon için değil onun durumuna benzer veya yakın olan herkes için) ne kadar etik olup olmadığı veya ne kadar doğru olup olmadığıdır. Ramon Sampedro'nun ötanazi uygulayıp ya da uygulamadığı değil...

Bakış açılarına göre fikirler de değişiyor işte Neptune o yüzden her kafadan bir ses çıkıyor gibi durabilir. Önemli olan da bu farklı bakış açılarından gelen fikirleri yakalamak, değerlendirmek gerekirse de kendininkine birşeyler katmak sanırım...
 
Yine olabildiğince karıştı burası... :D

Kendi kendime yorum yapmayacağım diye söz vermiştim ama, o kadar çok yorum var ki burada ister istemez yapmak ihtiyacı duyuyorum.

Önce filimle mi başlayalım;

sahi ya şimdi burada çok önemli bir konu var: Ramon un yaptığı ne????

Ya arkadaş adamın kendisini öldürebilme yetisi olsaydı, ve yaşamak değilde, yaşamın tersini seçseydi yaptığı işe biz intihar diyebilirdik. Burada sevgili Ramon numuzun uzun yıllar bu hastalıkla mücadele etme gerçeği var. Olmayacak çok şeyi başarmış. Doğru ağzıyla yazı yazmayı öğrenmiş, hatta yazar olmuş.....

Buraya kadar yaşam adına yaptıklarına alkışşşşşşşşş istiyoruz. Ve alkışı da hak ediyor Ramon kuşkusuz.

Ama bir süre sonra her şey ama her şey ona çok anlamsız gelmeye başlıyor. Ölüm onun herşeyi, en büyük tutkusu haline gelebiliyor. Yaşamaktan buktığı, yaşamak istemediği, ailesine yük olmaktan yorulduğu vs. vs... gibi bir sürü etkeni buraya yazabiliriz.

Yine de sonuca bakalım. Sonuçtan adam yaşamla bağlarını kopartmak istiyor. Bunu isteyebilir, ve bunu yapabilme özelliği olmadığından onu ölüme götürecek yol ötenaziden başka bir şey değildir.

Gerçekten ramon intihar mı etti, ötenazi mi uygulandı vallahiiii müthiş bir soru bu aslına bakarsanız....

Tabikii tanımlar yeri ve zamanı geldiğinde önemlidir. Ama ben her zaman tanımlardan bir parça da nefret etmişimdir. Çünkü tanımlar daraltır anlamı.

Arkadaşlarımdan bazıları yaşamın güzelliğinden söz ediyor. Ne kadar acı çekmiş olmalarına rağmen , hatta zaman zaman o acı çekme anlarında ölümü düşünmüş olmalarına rağmen, yaşamı seçmiş olmalarından dolayı gurur duyuyor.

Kimsenin buna itirazı yok. Yaşam gerçekten inanılmaz güzeldir ve bir o kadarda aptalcadır. Burada benim itirazım yine acıların bir şekilde nicel karşılığının yapılmış olmasında.

Benim acım öylesine büyüktü ki, ben buna rağmen dayanabildim... vay be ne müthişsin diyeceğim başka bir şey diyemeyeceğim bu koşulda.

Aynı bizler bazen tayfunlarla mücadele ederken sendelemeyiz de, bir meltemde yıkılıveririz. Bu sebeple olayları yorumlarken gerçekliklerimizi başkalarının geçekliğinin üstünde görmek son derece saçma.

Konumuz ötenaziyse ben bir kez daha böyle bir durumda bunu büyük bir yüreklilikle isteyeceğimi bir kez daha açıklıyorum.

Bildiğiniz gibi bazı hastalıklar genetiktir. Benim babamda alzhmeir hastalığından ölmüş biridir.Asla tedavisi olmayan ve kesin ölüm sonuçlu bir hastalık... Büyük bir olasılıkla benim de alzhmeir olabilme durumum var. Bunu öğrendiğim anda intihar edeceğimden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Olur da bir şekilde bunu başaramazsam, bana başarırmışım gibi geliyor da, belli olmaz o son dönemleri yaşamak istemediğimi açıkca buradan herkese duyuruyorum. Birisi benim için bunu yapar umarım.Hayattan zevk almadığımı, yaşamı önemsemediğimi düşünüyorsanız yanılırsınız. Tam tersine hayatı son derece ciddiye aldığım ve yaşamdan acayip bir keyif aldığım için bu anlamda ölümü tercih ederim.

Çünkü o kadar yakından tanık olduğum bir hastalık ki bu. Hiç bir engelin olmuyor aslına bakarsan. Kendini öldürmen Ramonla kıyaslanamayacak şekilde kolay gibi gözüküyor. Ama öyle bir hastalık ki ; kaybolmuş , ne olduğu bilinmeyen, korku dolu, boş ve asla ama asla kendin olamadığın bir labirentte dolanıyorsun.

Bildiğin , yaptığın herşey artık yok. Kendin bile yoksun. Babam aynada kendisine soru sorulduğunda bu kim diye, cevabını veremiyordu.

Hastalık senden herşeyini alıyor, sadece ete ve kemiğe bürünmüş bir canlı gibi dolanıyorsun. Burada sizlere yaşamak nedir diye soruyorum sadece nefes alabilmekmidir hııı? Ama inanın tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir acı içinde bakıyorsunuz etrafa. Öyle bir an geliyor ki yutmayı bile unutuyorsunuz. O çok bildiğiniz her yemekte yaptığınız istem dışı hareketi bile yapamıyorsunuz bir an.

Ve benim babam nefes almayı unuttuğu için boğularak öldü.Kelimelere yansıtıldığında çok kolay gibi geliyor bunlar. Ama hiç bir şey aslını yaşatamaz kelimelerle. Eğer ülkemizde ötenazi olsaydı inanın o çok sevdiğim babamı bu acısından kurtarırdım. Çünkü bu şekliyle yaşamaya asla layık değildi. Olaylara sadece bedensel çirkinlikler diye zırvalayan bir salak kadının penceresinden bakmayın.

Herkes, tüm canlılar yaşamın içinde ölümü de yaşayacaklarsa,bu en büyük gerçeğimiz, ölümde şerefli olsun kardeşim, insanca olsun.
 
Pathetique' Alıntı:
Bu kaynak sandığın yere sen de birşeyler yazarak bu tanımı değiştirebilirsin sen onun İngilizce versiyonuna bakmışsın ve sanırım orada biri kendi bakış açısına göre yazmış bu bilgiyi. Ben de çok araştırdım diğer tanımlarla karşılaştırdım ve ötanazi'nin en akla yatkın tanımı olarak bunu seçtim...

Tabii, zaten özellikle o yüzden sadece tartışmadan önce tanım belirlenmesi gerektiğini belirtir bir yazı yazdım. Wikipedia dışında ayrıca resmi kaynak alıntısı da olan yazımda çeşitli görüşleri, ötenazinin çekilebileceği uçları ve subjektif değerlendirmelerle ortak bir noktaya varılamayacağını anlatmak istedim. Ben henüz - Ramón Sampedro'nun eylemi üzerine yaptığım genel bir yorum hariç - ötenazi hakkında kendi fikrimi yazmadım. :)

Ayrıca resmi tanım üzerine fikir birliği ortaya çıktığında bunların bir kısmının uzun süredir zaten yasalar ve tıbbi etik içinde uygulanageldiğini, hatta hasta hakları ile bir kısmının uygulanmasının yasalarla teminat altına alınmış olduğunu da anlatmayı düşünmüştüm. Ötenazi genel olarak sanıldığı gibi bir tabu değil ve insanlarla arasında çok sıkı bir duvar yok.

Ölüm subjektif bir olgu değil. Ölüm ciddi ve gerçek bir olgu. Bu aslında yalnızca ölenin hayatına son verilmesi de değil, ölümün kalan dünyada bir sürü sosyal, kültürel, hatta bazen ekonomik yansımaları olur. Bunlar düşündüğünden çok farklı noktalara gidebilir. Buna ilk başta ihtimal vermeyebilirsin ama bu tür bir ölüm bulaşıcıdır da. Hatta bu konuda konuşmak bile birtakım insanlara bu yönde cesaret verebilir. Ama, belki de ölümden uzak, ölümü tanımayan birçok kişiye sanki bu yolun soylu ve romantik bir masalsı çıkış gibi görünmesi ve gösterilebilmesi beni biraz şaşırttı. Bu yüzden biraz yanlış yerden başladık gibi geldi bana. :)

Ötenazinin ne olduğunu masalsılığından çıkartıp gerçek dünyaya taşımak gerekiyor. Hem bunun için hem de üzerinde gerçekten tartışabilmek için öncelikle ne olduğunun ortaya konması, bunun felsefik değil de realistik olarak belirlenmesi, bunun üzerinde ciddi kanuni yaptırımlar olduğunun akılda tutulması ve bunun için de en doğrusunun kabul edilmiş hukuksal tanımı ile başlanması gerektiğini düşünüyorum. Tabii istersen ayrıca bu tanımın değişmesi ya da gelişmesi için de tartışma yapılabilir. Ama öncelikle neyi tartıştığımızı bilelim. :)

Selamlar. :)
 
Yahu ben de yazılanları okudukça, lafı bu kadar dolandırmanın gereği yok diye düşünüyordum. Öyle olsaydı da, böyle olsaydı da, falandı, filandı da, adı şu olsaydı, bu olsaydı...
Kestirmeden gitmeli, açık ve seçik olmalı. Derken Andante yukardaki yazıyı yazdı. Aynen katılıyorum. Beni de zahmetten kurtardı. Teşekkürler...:)

Hatta organ bağışında olduğu gibi, belki de ileriye dönük bir istekte (adına ne denir bilmiyorum artık) bulunabilmeli kişi. İnsanın kendi kendine karar veremeyeceği bir duruma ne zaman düşeceği belli mi olur?

Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur

Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır

..........

Hayat benim el, ne karışır?????
 
Evet, neptune'nin dikkat çektiği -kötü- sonuca varmaması için bu tartışmanın, bazı şeylerin altını özellikle çizmekte yarar.
Aşağıdaki satırların bu kaygıları giderebileceği konusunda hemfikir olduğumuzda bunları bu başlığın ilk mesajına ekleyeceğim..?

Bu tartışmayı açarken,

1- Yaşamın güzelliklerinin görmezden gelinmesine sebep olmaktan
2- Ölümü çok kolayca tercih edilebilir bir kararmış gibi göstermekten
3- Ötenazinin geride kalanlar için nasıl da zor olduğunu unutturmaktan
4- Sakat ya da hasta olmanın ölümü çağrıştırmasından
5- Sakat ya da hastaların, birileri tarafından yük olarak algılanmasına sebep olmaktan

özellikle kaçındığımızı vurgulamak istiyorum.



***
Şu kitap gözüme çarptı:

  • [size=7]Ölme Hakkı / (Ötanazi)[/size]

    t10488.jpg


    Yazar: Sibel İnceoğlu
    AYRINTI YAYINLARI / İnceleme Dizisi
    1999

    Sibel İnceoğlu, Ölme Hakkı adlı çarpıcı kitabında yaşama hakkına yüklenen dini ve ahlaki değerleri tartışmaya açarak yirminci yüzyılın yükselen değeri özerkliğin, yaşama hakkını sınırlayan bir hak olup olamayacağınu sorgulamaktadır. Dini bakış açısı "yaşamın kutsallığından", klasik laik bakış açısı "yaşamın dokunulmazlığından" söz ederek yaşama hakkından kişinin kendi iradesi ile vazgeçmesini reddederler. Kişinin yaşamına özgür iradesi ile son verebileceğini savunan tez ise "yaşamın niteliği"ni temel alır; bu teze göre, yaşam, katlanılmaz hale geldiğinde terk edilebilecek bir şeydir. Tıp bilimi ve kullandığı teknoloji modern insana yaşamı uzatabilme olanaklarını sunmuştur, fakat diğer yandan bazı durumlarda ölüm uzun ve acılı bir bekleyiş haline gelmiştir. Bu tür olaylarda, hasta, yaşamının bu son bölümünde dayanılmaz acılara katlanmak zorunda kalmakta, yakınlarının ya da hastane personelinin bakımına muhtaç olmakta, zevk aldığı şeyleri yapamaz hale gelmekte ve yaşamına anlam kazandıran hemen her şeyden mahrum olmaktadır. Bu ölümü bekleyiş sürecine hastanın müdahale etme, diğer bir değişle kendi kaderi veya ölümünü belirleme hakkının olup olmadığı son otuz yıldır Batı'nın gündeminde yer alan bir tartışma konusudur. İnceoğlu'nun kitabı bu tartışmayı Türkiye'ye taşımakta, hem yaşam ve ölüme ilişkin etik değerlerdeki hem de ötanaziye ilişkin normatif alandaki değişimi Türk okuyucusuna sunmaktadır.

    Bugün dokunulmaz olarak kabul ettiğimiz yaşam, kişinin kendisi tarafından terk edilebilir mi? Kişi, pek çok alanda sahip olduğu ya da sahip olmam için mücadele verdiği özgürlük be haklarına, yaşam kalitesinin çok düştüğü, acı çektiği, tıbbın olanaklarının tükendiği bir noktada ölme hakkını neden ekleyememektedir? Yaşam, dini ve toplumsal bir değerden çok, kişinin özerk bir biçimde karar vermesi gereken bir konu değil midir? Kişinin kendi bedeni ve yaşamı üzerine ne kadar özerkliği vardır? Belli bazı hastalıklarda hasta tedaviye devam etmek zorunda mıdır? Yaşamı uzatmayı sağlayan solunum yada beslenme araçları gibi yaşam destekleyici araçlar devreden çıkarılabilir mi? Hasta ölümün kendiliğinden gerçekleşmesini beklemeksizin öldürülmeyi talep edebilir mi ya da kendisi bilinçsiz durumda ise yaşamının sonuna ilişkin bu kararı başkaları verebilir mi? Yazar, tüm bu sorulara kişisel özerklik ekseninde cevap aramaktadır.

    Batı'da bazı ülkelerde kabul edilen ötenazi uygulamalarını da örnekleyen ve tanıtan Ölme Hakkı adlı bu kitabın, okuyucuya farklı bir bakış açısı sunacağını, onu yaşam ve ölüm üzerine yeniden düşündüreceğini umuyoruz.
    (Arka Kapak)
***
Kitap hakkında bişeylere bakarken, Can Dündar'ın bir yazısını gördüm (gerek yok ama, işi Erbakan'ın kişiliğine dökme saygısızlığını göstermeyelim e mi.)

  • Erbakan'ın laik kararı

    Bazen Araf'ta asılı kalır insan...
    Tetikte titreyen bir parmakta...
    Ya da yüksek bir binanın çatısında...
    Hayat ve vefat, iki koldan çekiştirir.
    Ölüm, bir parmak hareketindedir; hayat, bir adım geride...
    Karar, tetiği çekecek, adımı atacak olana kalmıştır.
    Daha zoru ise, Araf'taki kararı bir başkasının vermesidir.
    Gün gelir, insan denen muhteşem mekanizma bozulur; yürek atmayı sürdürürken beyin durur.
    Çileyi uzatmamak için yüreği de susturmak zorunludur.
    İşte o an, bir hastane odasında, yaşam destek ünitesinin başucunda bir insan, hayat boyu onunla birlikte (çoğu zaman da onun için) atmış bir yüreğin durdurulmasına onay verir.
    Bir fişi çeker ve koparılmış bir bitki gibi günden güne solan en yakınını, bilinmezin ülkesine gönderir.

    * * *
    Erbakan'a başsağlığı dilerken eşinin yaşam desteğinin kesilmesi kararında nasıl bir acı yaşadığını hissedebiliyoruz.
    62 yıllık bir canın, 38 yıllık bir beraberliğin fişini çekme kararının, bir ülkeyi savaşa sokmaktan çok daha zor olduğunu tahmin edebiliyoruz.
    Sevdiğinin daha fazla acı çekmemesini istemenin, "ölümü göze alacak kadar sevme"ye eşdeğer olduğunu biliyoruz.
    Şevket Kazan, Hoca'nın karar anında mütevekkil bir edayla başını kaldırmadan "Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz" dediğini söylüyor ve şu itirafını aktarıyor:
    "İnsan öleceğini biliyor, ancak kabullenemiyor".

    * * *
    Erbakan Hoca'nın, eşinin ölümüyle yüzleşmesinde son derece insani dersler var.
    Hatırlarsınız, 2 yıl önce vali Recep Yazıcıoğlu bir trafik kazasından sonra bitkisel yaşama geçtiğinde, kardeşi fişten çekilmesini istememiş, "Bu işi vücudun sonlandırması daha uygun" demişti.
    Bunun üzerine Yazıcıoğlu'nun doğal yoldan ölümü beklenmişti.
    Sibel İnceoğlu'nun "Ölme Hakkı" kitabında (Ayrıntı, 1999) ayrıntılarıyla anlattığı gibi, tutucu İslam yorumu, acı çekmeyi Allah'ın düzeninin bir parçası, cennette ödüllendirilecek bir inanç testi olarak görür. Bu yüzden acı çekeni bu sefaletten kurtarmak için öldürmeyi, Allah'ın hükmüne ve yaşamın kutsallığına müdahale sayar.
    "Allah'ın verdiği canı ancak Allah alır. Ölüme kaçmak Yaradan'ın işine karışmaktır".
    Bu meyanda merhamet, cinayettir.

    * * *
    Erbakan'ın metanetle aldığı karar, bu yorum karşısında daha da anlam kazanıyor.
    Çünkü insan hayatının, her şart altında sürdürülmesi gereken bir kutsallık taşıdığını söyleyen "yaşamın dokunulmazlığı tezi"ne karşı dünyevi aydınlanma düşüncesi, "Hayat kutsal bir emanet değil, katlanılmaz hale geldiğinde terk edilebilecek bir yolculuktur" görüşündedir.
    Hayat konusunda devlete ve inanç sistemlerine karşı insanın özerk iradesini savunan bu laik değer yargısına göre "Kişi (veya yakınları) kendi ölümü üzerinde söz sahibi olmalıdır".
    Asıl günah, iradesini yitirmiş bir insanı Araf'ta oyalamaktır.

    * * *
    Erbakan, "zor karar"la eşinin hissiz bedenini Hakk'a kavuştururken önemli bir mesaj verdi:
    Hayatımızın "aç-kapa" tuşu doğumda elimizde değildi, ölürken de elimizde olmayabilir.
    O zaman en yakınlarımıza düşen, Araf'taki acılarımıza son vermektir.
 
Bu da Can Dündar'ın konuyla ilgili başka bir yazısı:

  • ..Ve nihayet Azrail de sahnede!

    Yarın Amerika'da bir konser olacak ve sahnede birisi ölecek. Bu, büyücünün cam fanusunda görünen bir kara kehanet değil; bir konser davetinin taahhüdü...
    Amerikalı hard rock grubu Hell on Earth ("Yeryüzünde Cehennem"), Florida'ya bağlı St. Petersburg kentinde vereceği konserde bir hayranlarının sahnede intihar edeceğini, web sitesinden (www.hellonearth.com) duyurdu.
    Hell on Earth, "sıra dışı şovlar"ıyla adını duyurmuş bir topluluk... Sahnede bir ineğe tecavüz etmek ya da fare leşlerini süt dolu bir miksere atıp, bu "kokteyl"i izleyicilere içirmek gibi atraksiyonları var.
    Ama bu sonuncu şov, en iddialısı...
    Çünkü bu kez işin içinde ölüm var.

    * * *
    Her şey, grubun 33 yaşındaki solisti Billy Tourtelot'nun internet adresine yollanan bir hayran mesajıyla başladı. Ölümcül bir hastalığın pençesine düştüğünü söyleyen hayran, eyalet yasalarının kendisine ötanazi (yaşamına son verme) hakkı vermediğini yazıyor ve "ölüm hakkı"na dünyanın dikkatini çekebilmek için bir yol bulduğunu söylüyordu:
    Topluluğun 4 Ekim St. Petersburg konserinde sahneye çıkıp bir konuşma yapacak ve sonra da tüm seyircilerin gözleri önünde intihar edecekti.
    Grup üyeleri başta bu teklife kuşkuyla baktı. Ama sonra hastayla tanışıp biraz araştırma yapınca işin ciddiyetini fark ettiler.
    Sonucu Billy Tourtelot geçen hafta açıkladı ve "istemli ötanazi hakkına karşı duyarlılık yaratmak için 4 Ekim konserimizde, tedavi şansı olmayan bu hayranımızın intihar etmesine izin vereceğiz" dedi. Metot olarak başa poşet geçirmeyi düşünüyorlardı. Konser, bu en çarpıcı bölümüyle birlikte internet üzerinden yayımlanacaktı.
    Ardından hayranın teşekkür açıklaması geldi:
    "Acılarıma son vermeme yardımcı olduğu için gruba teşekkür ederim. Elbette bir doktorun yardımcı olmasını tercih ederdim, ama yasalar buna izin vermiyor. Bize de ya acılarla yaşamak ya da başımızın çaresine bakmak kalıyor."

    * * *
    Tabii kıyamet koptu.
    Polis şefi bu suça izin vermeyeceklerini açıkladı. Federal savcı grup hakkında "intihara teşvik" suçlamasıyla soruşturma başlattı.
    Tourtelot "Biz kimseyi teşvik etmiyoruz, sadece istediğini yapma şansı tanıyoruz" diye itiraz etti:
    "Şayet bir insan ülkesi için ölebiliyorsa, niye kendisi için de ölemesin" dedi.
    Tartışma büyüyünce konserin verileceği salonun yetkilileri "şovun" iptal edildiğini açıkladı. Bunun üzerine grup, konseri eyalet sınırlarının dışındaki bir arazide yapacağını duyurdu.

    * * *
    Ancak bu da kolay değil. Çünkü ABD'de aktif ötanazi yasak... Örneğin California'da, "6 ay içinde öleceği 2 doktor tarafından belgelenen hastaların, istediği yer ve zamanda ölümüne cevaz verilmesini" öngören tasarı, 10 yıl önceki bir referandumda reddedildi.
    Bu da, insan bedeninin kime ait olduğu tartışmasını doğurdu:
    İrademiz dışında meydana gelmiş bu bedenin varlığına son vermeye hakkımız var mı, yok mu? Acılar içinde kıvranan bir vücuda ölüm izni vermemek ona eziyet sayılmaz mı? Ötanazi bir hak mıdır, suç mu?
    Bunlar ilginç tartışmalar. Ancak son gösteriyle gündeme gelen olayın, insanoğlunun serüveni açısından ilginç bir boyutu var. Bizim, köprü intiharlarından tanıdığımız bir boyut bu:
    "Can vereceksem, bari kameralar önünde ya da sahnede vereyim, cesedim meşhur olsun" demek... Ölümü bir şova dönüştürmek...
    "Gösteri toplumu", sonunda Azrail'i bile sahneye çağıracak kadar cazibe kazanmışa benziyor.
    Evet, biraları kapıp internet başına geçin bugün; ekranda ölüm var.
 
Bir Hukuk sitesinde konuyla ilgili bir makale buldum: www.hukuki.net/hukuk/index.php?article=424

Bu uzunca makaleden bazı alıntılar yapmak yerinde olacak:


  • [...Ö]tanazi, ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp biliminin verilerine göre iyileştirilmesi olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi halidir. Tıbbi bir tanıma göre ise ötenazi; hastaların tolore edilemeyen ızdıraplarını sona erdirmek amacıyla öldürücü bir ajanın medikal yoldan uygulanmasıdır. Bir başka tanıma göre ise ötenazi, tedavisi olmadığına karar verilen ağrılı veya ağrısız hastaların özgür iradesi ile veya iradesinin alınmadığı hallerde kanuni mümessil veya mirasçılarının izni ile tıbbi yoldan yaşamına son verilmesidir.
    [...] Ötanazi farklı kriterler esas alınarak çeşitli türlere ayrılmıştır. Kişinin, iradesine dayanıp dayanmaması bakımından, iradi (volonter), irade dışı ötanazi (nonvolenter), aktif bir eyleme dayanıp dayanmaması bakımından, aktif-pasif ötanazi, ötanaziye kişinin kendi rızısının veya kanunen yetki verilmiş, yakınlarının rızasına göre, iç-dış ötanazi mahkeme kararına veya, tıbbi konsültasyon sonucunda alınacak karara göre gerçekleştirilmesi açısından, kazai- medikal ötanazi gibi ayırımlara tabi tutulmuştur [Makalede bu türler hakkında açıklayıcı bilgiler mevcut]

    [...]Kura-nı kerim, insan hayatını hem insanın kendisine, hemde üçüncü kişilere karşı korumuştur. Bu nedenle, bir insanın öldürülmesi ne kadar günahsa, insanın, tanrının yarattığı ve ancak tanrının son vereceği, hayata, hayata son vermesi (intihar) da bir o kadar günah addedilmiştir. “ kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah onu gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır. ( Nisa Süresi, 93.). “ Diriltende öldüren de Allah’tır. Allah istediklerinizi görür. ( Ali İmran Suresi,156 ) Ölümün kişinin bizzat kendi eliyle veya üçüncü bir şahıs tarafından gerçekleştirilmesine razı olma hali, ölümün temennisi dahi islama aykırıdır. [...] Kuran-ı Kerim, Hayatın insana Allah tarafından verilen bir emanet olduğu ve ona son verme hakkında Allaha ait olduğu esasına dayanır. .
    [Hiç bir din ötanaziye onay vermez ve yasaklar]

    [...] ÖTANAZİYE FARKLI HUKUKİ YAKLAŞIMLAR
    A. Ötanaziye karşı Olan Görüşler
    Doktrinde birçok yazar, ötanaziyi eleştirmiş ve bunun kasten adam öldürme suçundan farklı olmadığını ileri sürmüştür. İnsan değeri açısından ötanaziye karşı çıkılarak, yaş sağlık durumu ne olursa olsun hiçbir hayatın diğerinden farklı değerde olmadığı hekimin her durumda ve bütün vasitalarla, hastayı kurtarmak ve onun hayatını uzatmak zorunda olduğu belirtilmiştir. İnsanlığın gelişimi insanların öldürülmesi ile değil tedavi edilmesi, tıbi bakım görmeleri ile gerçekleştirilebilir. Tbbın sürekli gelişmesi karşısında, bir hastanın tedavisinin imkansız olduğunun mutlak olarak kabul edilmesine imkan yoktur.
    Ötanazi, hastanın iradesi yönünden de değerlendirilmiştir. Kendisinin öldürülmesine razı olan kimsenin aklı melakelerinin bozulmuş olması ve itibarla muteber bir rızaya ehil olmamamsı muhtemeldir.
    Ötanazinin kabakine yapılan en büyük itiraz. Bu ameliyenin kötü’ye kullanmalara müsait olmasıdır.
    Bir diğer eleştiri ise, hekimin ızdıraplı yaşayışa son verme saikinin de ceza hukuka yönünden öneminin bulunmamasıdır.

    B. Ötanaziye Taraf Olan Görüşler.
    Ötanazi ve intihar birbirine yakın kavramlardır. Nasıl ki intihar insanın kendi hayatının sahibi olması dolayısıyla ve buna kendi eliyle son verebilmesi sebebiyle cezalandırılmazsa, bunun üçüncü bir şahıs tarafından gerçekleştirilmesinde cezalandırılmaması gerekir. Hastanın kendi akibetini kendisinin tayin etmesi ve bedenine yapılacak hertürlü müdaheleyi reddedebilmesi hakları üstün hukuk ilkeleridir. Bu hukuka uygunluk sebebidir denilerek, pasif ötanazinin cezai mesuliyeti gerektirmediği savunulmakta.
    Ötanazi adeta, illiyet rabıtası yönünden değerlendiren bir görüşe göre hekimin fiili ölümü meydana getirecek, diğer sebebin yerine geçmiştir. Ölümün sebebi hekimin fiili değil, bundan önce gelen tıbbi fizyolojik sebeplerdir.
    Bir başka görüş, ölüme kadar, kaderi sadece, uyumak, yemek yemek, içmek, inlemek, ve çürümek olan kimselerin yaşamasının anlamı bakınınamaktadır. Yaşama imkanı kalmayan bir hastayı bir süre daha yaşatarak ona acı vermeninde tıpla bağdaşır bir yönü yoktur. Bu gibi hallerde, rahat bir ölüm sağlamak daha insani bir davranış olacaktır

    [Ülkeler arasındaki uygulamaların mukayeseli hukuk değerlendirmesi makalede yer almaktadır]

    [...] TÜRK ÖZEL HUKUKUNDA ÖTANAZİNİN YERİ
    Yaşamak tüm özgürlüklerin ilk şartıdır. Bu nedenle yaşama hakkı başkalarının tecavüzlerine karşı korunmakla kalmaış, kişinin kendi fiilerine karışı da korunmuştur. Yaşamacılık esası, devlet tarafından, vatandaşına karşı bir vazife olarak algılanmıştır. A.I’nın. “ Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı 17. maddesi “Herkes, yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve yetiştirme hakkında sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan, bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” hükmünü içermekle, devletin yaşama hakkının, korunması gerektiği hususundaki vazifesinin bilincinde olduğunu göstermektedir. TMK. 23. mad. “ Kimse hak ve fiil ehliyetinden kısmen de olsa vazgeçemez.” Kimse, özgürlüklerinden vazgeçemez, ve onları hukuka ve ahlak aykırı olarak sınırlayamaz.” Hükmüyle, kişinin temel hak ve hürriyetinin, kişinin bizzat kendisine karşıda korunacağını göstermektedir. Kişi yaşamı kadar, bedeni ve sağlığı üzerinde de istediği gibi tasarrufta bulunamaz. Bütün bu düzenlemeler yaşam hakkının, vazgeçilmez ve devredilmez olduğunu göstermekte. Peki bu mutlak hakkın tek hakimi olan kişi, bu hakkından vazgeçerse, yani buna yönelik rızasınını Türk Özel Hukukunda anlamı ne olacaktır sorusuna, mevcut mevzuat kapsamında Cevap aradığımızda, rızanın geçerlilik şartları karşımıza çıkmakta. Mağdurun rızasının ona karşı izlenen fiilin hukuka aykırılığını önleyebilmesi, razı olma işleminin muteber olmasına bağlıdır.

    [...] ÖTANAZİ HAKKINDA TÜRKİYE’DEN BAZI BİLİMSEL VERİLER
    Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde yapılan bilimsel araştırma sonucunda, Türk insanın ötanazi hakkındaki görüşleri ortaya konmaya çalışılmıştır.
    1999 yılında 124 hekimle yapılan bir anket sonucunda
    hekimlerin %74’ü her insanın kendi hayatı üzerinde, karar verme hakkı olduğuna inanıyor.
    Hekimlerin %65’ i Türkiye’de ötanazinin gizlide olsa uygulandığını düşünüyor.
    %27 ise ötanazi isteği ile karşılaşmış,
    yaklaşık %60’ı ötanazi uygulayan hekime ceza verilmememsi
    %65 ‘i belli koşullarda hayatını sonlandırma seçeneğinin yasal olarak verilmesi
    %88’ i ötanazinin her boyutuyla ülkemizde tartışılması gerektiği fikrinde.

    2000 yılında 82 kişilik hasta grubuyla yapılan anket sonucunda,
    %13 ünün ötanazi kelimesini dahi duymadığı,
    %80’inin herkesin kendi yaşamı üzerinde karar verme hakkına sahip olduğu,
    %66 ötanazinin yasallaşmasına olumlu baktığı,
    %49 ötanazi uygulamasına karşı olmadığını bildirmiş.

    2001 yılında, hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi, 482 kişi üzerinde, yapılan araştırma sonucunda, öğrencilerin
    %52’sinin ötanazinin yasallaşmasını,
    %44’ ü ötanazi uygulayan hekime ceza verilmemesi gerektiğini,
    %42’sinin bugünkü koşullarda istismar edilebileceği endişesi ile, ötanaziye, karşı olduğu sonucu çıkmıştır.
    % 86’lık kesim ise, ötanazinin tartışılması gerektiği sonucu çıkmıştır

    SONUÇ
    Yüzyıllar boyu, belli koşulların gerçekleşmesi ile insen yaşamının iradi olarak sona erdirilmesi (ötanazi) insanların kafasını meşkul, vicdanının rahatsız etmiştir. Teknolojideki dehşetengiz ilerleme ve tıp biliminin insan kopyalamayla vardığı radde, insanları ötanazi talebinden vazgeçirecek kemale erememiştir. Başta semavi dinler olmak üzere pek çok dinin, bırakın ötanazi talebini, ölüm düşüncesini dahi günah sayarak karşı çıkışı ötanazinin bugüne gelişine engel olamamıştır.
    Yüzyıllardır varola gelen ötanazi talebinin, artık hukuk ışığı karşısına çıkarılıp meşru bir zeminde cevaplanması gerekmektedir.
    Kantile mi? Kalite mi? Sorusuna kalite cevabını veren insanın karşısına yaşamın kutsallığı teziyle çıkılması kanaatimce onu acılar içinde soluk alıp vermeye terketmek olur ki bu kişilik hakkına yapılan en büyük tecavüzdür.
    Bu günkü tıbbı teknoloji insanları ötanazi talebinden vazgeçiremiyorsa yaşam destek cihazlarıyla doğal yoldan ölümüne de engel olmamalı ve kanaatimce iradi ve pasif ötanazi yasal zeminine kavuşturulup meşru sayılmalıdır.
 
1)* Ötanazi, "isteyene" uygulanmalı mıdır? “Uygulanmamalıdır” diyorsanız, isteyen intihar edebiliyorken, çeşitli koşullardan dolayı elinden gelmediği için ölümü seçemeyenleri böylesi bir tercihten men etmek ne kadar adildir?

Ötenazi isteyene uygulanmamalıdır.


2)* Ötanazi hangi koşullarda talep edilebilir?

Kesinlikle tıbbın hiç bir şekilde cevap veremeyeceği ve hastanın tüm hayatına acı veren bir yaşam biçimi söz konusuysa,bitkisel hayata girmişse ve hiçbirşeyden haberi yoksa

3)* Ötanaziye olumlu/olumsuz karar verme hakkı kimlere ait olmalıdır, neden?

Vasileri ve hukuk bu konuda tıbla beraber hareket etmek zorundadır.Ancak bu durumda çok zor bir durumdur nihayetinde kişi sevdiğinin ölümüne karar verme duruyla karşı karşıyadır.

4)* Ötanazi ve intihar aynı şey midir?

Ötanazi ölme hakkı olarak bilinse de bu hakkı kim kime vermiş nasıl olmuş buda tarışılması gerekir.Kişinin du dünyaya gelip gelmeme konusunda bir hakkı yoksa ötanazi hakkı da yoktur.
İntihar da toplumsal ve ruhsal nedenlerden dolayı kişinin kendi canına kıymasıdır ki dinimizce kesin olarak yasaklanmıştır.

Yani ikisi aynı şeydir...

5)* Ölümü seçmek, “geride kalanlar”a bir haksızlık olur mu?

ölümü seçen kişi geride kalanlarına bence haksızlık etmiş olur.

6)* Koşulların oluştuğunu düşünürseniz, ölümü seçer miydiniz?

Ölümü birçok kez düşünsemde uygulamaya koymadım bu birazda dini inanç la alakalı birşey
 
İlk yazımda bu konunun özü itibariyle kendi rızasıyla hayatından vazeçmek anlamına gelen intiharla çok kalın çizgilerle ayrılmadığını söyledim.
Şu ana kadar sunulan makale alıntıları da bu çizginin ifade edildiği kadar kalın olmadığını gösterdi.
Aslında iyice düşünülürse her ikisi arasında bir çizginin de varolmadığı aksine bazı farklar oldugu açıkça anlaşılabilir. Bu fark sadece kişinin bedensel olarak kendi hayatına son verme kararını kendinin gerç.ekleştirememesi ve yardım istemesidir.
İyide burada meselenin özü bu edimin ne şekilde gerçekleştirileceği değil ki...
Burada en önemli unsur kişinin herhangi bir sebepten ötürü hayatından vazgeçmesidir.
Asıl mihenk noktası budur. Bu olgunun intihardan farklı şeyler olduğunu ileri süren arkadaşlar siyah kalın yazılarla bu cümlelerinin altını çizmekten çok daha fazlasını yapmak ve kendi argümanlarını destekleyici etkin cümleler sarfetmek zorundadır.
Aksi halde ikna olmayacağım.

Bunun dışında kişi bu edimi sağlıklıysa kendisi değilse bir başkasının yardımıyla gerçekleştirecektir.
Ama önemli olan ve bizi her iki durumdada dehşete düşüren kişinin bu kadar önemli (Bize göre) hayatı nasıl olupta bırakıp gidebildiğidir.
Burda hepimizi derinden etkileyen bir tehdit var ve biz bu tehditten korkuyor gibiyiz.
Sanki bu karar büyüyüp geniş bir kabul sarmalıyla bizide içine alır diye korkar gibiyiz.
Mesele kişinin bedensel bir acı çekmesi üzerine odaklanınca işin özü kaçıyor gibi.. İşin özü kişinin kendi varoluşunun ona bir yük haline gelmesidir. Bu ise bedensel olabildiği gibi zihinsel, manevi de olabilir.

Hayatımın hiçbir döneminde borcunu ödeyemediği ve bu yolla bir takım insanlara haksızlık ettiği için artık hayatından vazgeçmesi gerektiğini ve bu edimin yapabileceği tek onurlu iş olduğunu düşündüğü için harakiri yapan japon iş adamlarına küçümseici gözle bakmadım. Aksine kendi iğrenç hayatlarını ve hedeflerini ne pahasına olursa olsun yaşayarak başkalarını tahakküm altına alırken bunu kutsal bir savunuya dayandıran alçaklardan çok daha saygıdeğer olmuşlardır benim gözümde.
Belkide bizim topraklarımızda ölümün kucaklanışını onurlu bir adım olarak görmeyen kültürümüz hayatın bu denli yozlaşmasına neden olmuştur.
İnsan hayatını her halükarda mistik temellerle kutsayan inançlarımızın en yoğun yaşandığı bölgeler kanın, gözyaşının, sömürünün, gericiliğin bitip tükenmez bir volkan gibi fışkırdığı diyarlar aynı zamanda. Bu bir tesadüf müdür acaba?

Hayatının anlamsız bir yük, bir gereksizlik olduğunu düşünen insan (Haksız bile olsa) bana göre dudak bükülerek değerlendirilecek bir iş yapmamaktadır.
Vatanı için öleni, toplum sırf kendi çıkarına hizmet ediyor diye kutsarken kendi için öleni nasıl olupta yadsıyabilir?
Ben bu meselenin genel bir şemsiye altında incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. O şemsiye i,se "ölme hakkı"dır.
O rock grubunun konserinde ölmek isteyen hasta gibi her gün acı çeken birinin kendi acılarına son vermek istemesi ya da hayatta tüm sevdiklerini kaybetmiş bir insanın her günü azap haline gelmşişken yaşamayı reddetmesi de bence bir haktır.
Bunları söylerken bu dediklerimin ne kadar korkunç ve trajik şeyler olduğunun tamamen farkındayım. Ancak bunları yazarken hep tek bir şeyi düşünüyorum. O da 'benim bu hayatımdan vazgeçmek isteyebileceğim bir hal olduğunda bunun bana bir hak olarak tevdi edilmemesi karşısında ne hissederdim?' sorusudur.
Bu konuya cevap yazarken lütfen bu soruyu dürüstçe yanıtlayıp öyle cevap verin.
 
Selamlar,

Arkadaşlar yaşama son verilmesi hakkını yalnızca ruhsal açıdan sağlıklı ama fiziksel olarak bunu kesinlikle yapamayacak, yani tam felç olan ve bu işin yapılmasını bilinçli iradesiyle isteyecek hastalar için mi düşünüyorsunuz?
Mesajlara bakılırsa kapsam bundan çok daha geniş. O yüzden, arkadaşları istemeden tedirgin etmemek için hiç alıntı yapmadan birkaç noktada sesli düşünmek istiyorum.

Gördüğüm kadarıyla arkadaşlarımızın çoğu ruhsal veya zihinsel düşkünlük durumunu fiziksel düşkünlükten ayrı tutma tutuculuğunu veya yüzeyselliğini göstermiyor. Bunun yanında yaşama son verilirken bu işin yalnızca aktif rıza ile yapılması gerektiğini de düşünmüyorlar.Yani yaşamına son verilecek kişinin durum farkındalığı yoksa yakınlarının da bu kararı verebileceğini söylüyorlar.

Zaten pratik yönden bakarsanız intihar etme olanağı olmayan kaç kişi var ki? Gerçekten intihar etmek isteyenler bu işi yapıyor ne yazık ki. Böyle olunca işin içindeki dikkate değer bir paradoksu atlamamalıyız. Yukarıda yazılanlar doğrultusunda bakılınca ortaya - bence oldukça irkiltici - bir durum çıkıyor. Bence burada aynı zamanda farkındalığı olmayan zihinsel düşkünlerin yaşamına yakınlarının son verme hakkı tartışılmakta. Belki bu humanistik bakış açısı ile tartışılmakta ama bu bana Nazilerin - kendilerince - idealist olan T4 ötanazi projesini hatırlatıyor. "Ama amaç bu değil" de diyemessiniz. Hastalıkları fiziksel, ruhsal ya da zihinsel olarak ayırıp da yalnızca fiziksel sorunları hastalık olarak görmek ortaçağa ait bir yaklaşım. Düzelemeyaceğine ve artık acı çekmemesine karar verirken nasıl aradan fiziksel durumu çekip alıp ruhsal ve zihinsel sorunları yok sayacaksınız?

Peki bu yol açıldığında bu işin nereye kadar gidebileceğini görebiliyor musunuz? Tam bağımlıların topluma ve çevrelerine, hatta kendilerine yük oldukları dile getirilebilir. Hem kendilerine hem çevrelerine acı çektirdikleri söylenebilir. Bir süre sonra ötenazi tercih etmeyen insanlar aşağılanmaya bile başlayabilir. Olmaz demeyin, herşey uygun propagandaya bakar. Düşkünler, yaşlılar, hatta belki tam olmasa bile büyük ölçüde bağımlı yaşam sürmek zorunda olanlar bile çevresel hatta ekonomik baskılarla bu yola itilebilir. İyi niyet ile başlayan bir süreç sonunda öjeniye dönebilir.

Arkadaşlar intihara olduğu gibi, genel olarak anlaşıldığı şekildeki ötenaziye de karşıyım, bunun nedenlerinin bir kısmını yukarıda söyledim ama asıl nedenleri sonraki yazımda anlatırım. :)

Selamlar, sevgiler. :)
 
ÇEKİLEN ÖYLE ACILAR VARDIRKİ DAYANILIR GİBİ DEĞİL AMA ÖTENAZİ'Yİ KİŞİ UYGULAMALIMI BENCE SON NEFESİNE KADAR ALLAH'TAN UMUDUNU KESMEMEK LAZIM ÖLÜM ALLAH'IN EMRİ KİŞİ BUNU BELİRLEMEMELİ BENCE
 
Arkadaşlar herkesin kendine göre bir hayatı vardır.Şöyle düşünürsem bende etrafımda olup bitene tepki veremiyosam,yatmaktan vücudumu ağrılarını hissediyorsam vede ailemden destek göremiyorsam bende ölümü seçebilirdim.Ama bunu ben istiyorum diye yapardım.Aynı şekilde çoçuğumun olduğunu düşünürsem asla izin vermezdim herhalde...
 
Benimde babam sakat ve evet,açıkçası bende babamın ötenazi isteyip istemediğini düşündüm.Başlıktaki sorulara bir yanıt arıyorum ama bulamıyorum..
 
[size=7]Off topic[/size]

esila' Alıntı:
...
Bugün şöyle birşey desem,yarın yazılanlardan birşeyler alabilir,artık başka türlü düşünebilirim.Çünkü bende net değilim.İnsanların fikirleri zamanla değişebilir,yanlış değilki bu?

...

Hatta daha ertesi gün, önceki düşüncene yakın bir yazı okuyabilir, yine görüş değiştirebilirsin. ;)

Sevgili esila,

Tamam.. "tutarlı"olabilmek çok iyi bir şeydir ama; bence, şu sanal dünyada kimse kimseyi tutarsızlıkla, çelişkiye düşmekle suçlamamalıdır, suçlayamaz!

Tabii, "dün dündür, bugün bugündür." cıvıklığına da düşmemek gerek!

[size=4]hergün bir yerden bir yere göçmek ne iyi
hergün biryere konmak ne güzel
bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
dünle beraber gitti cancağızım
ne kadar söz varsa düne ait
şimdi yeni şeyler söylemek lazım
mevlana[/size]
 
[size=7]Bir off topic daha ;)[/size]

Yaa Sevgili esila,

Ben seni hiç bir şekilde suçlamış değilim ki.. Üstelik, senden yana bir yazı yazmaya çalışmıştım.. Ama yeterince açık olamamışım.. :oops:

Kimse kimseyi tutarsızlıkla suçlayamayacağı gibi sen de suçlanamazsın, mealinde bir şeyler söylemek istemiştim sadece.. Hani sen "İnsanların fikirleri zamanla değişebilir,yanlış değilki bu" demiştin ya..
 
Üst Alt