Hadi başlayalım öyleyse;
Bencilce davranıp benim için en büyüklerden biri olarak gördüğüm Andres Segovia ya ne dersin?
Kaynak
Bencilce davranıp benim için en büyüklerden biri olarak gördüğüm Andres Segovia ya ne dersin?
"Gerçeği söylüyorum. Hem de tüm tarafsızlığımla söylüyorum. Gitar insanoğlunun yaratmış olduğu en güzel çalgı benim için."
Andres Segovia’nın kendi kaleminden…
Şu anda Elhamra Sarayı’ndayız. Ben bu rüya evrenine ilk kez on yaşında ayak bastım. Buraya çok uzak olmayan bir yerde, Linares’te dünyaya gelmişim; doğanın ve sanatın güzelliklerine gözümü açtığım yer burasıydı. Ve işte, size çalmak için burada, karşınızdayım. Tanrı’nın benim ruhuma müzik tohumlarını Granada’da ekmiş olduğu için, bir yandan da bu fantastik mimariyi ve yüzyıllarca önce işlenmiş olan ince bezekleri seyredebilmenin ilave hazzını tadabilmeniz için seçtik insanı büyüleyen bu yeri. Ve inanın, burada olmak, insanın cennetin yakınına, yanı başına geldiği duygusunu veriyor insana.
Biraz önce doğduğum yerden söz ettim de, orada, evimizin yakınında bir yerlerde bir gitar dükkanının bulunduğunu söylemedim sizlere. Garip ama bu çalgının ruhu beşiğime kadar gelip buldu beni. İlk yazgım buymuş benim.
Bir gün evimize gitarıyla flamenko çalan biri çıkıp geldi. Onun ilk hoyrat rasguedusunda sandalyemden sıçramış, arka üstü yere düşmüştüm. Ama adam parmaklarını tellerde dolaştırmaya başlayıp herkesin bildiği bir ezgiyi çalmaya koyulunca, gitarın o güzelim sesi içimde bir yerlere derinlemesine süzülüvermişti. Adam bana dönüp, “Bunu çalmayı öğrenmek ister misin?” diye sormuştu. Yalvar yakar başımı sallamıştım dayım razı olsun diye. İki ay içinde, öğretmenimin bildiği her şeyi öğreniverdim; işin aslında, adamın bildikleri pek azdı; dayım benim gitar çalmayı bu denli kolay becerdiğimi görünce, önüne gelene, “Allah Allah, bu çocuk öğrenmiyor, ezberliyor düpedüz” deyip duruyordu.
Gitarın sesi, bizimkinden daha küçük ve zarif bir gezegenden gelen bir orkestranın sesi gibidir. Büyük İspanyol yazarı Eugenio d’Ors bir keresinde şunları yazmıştı : “Piyano sesi nutuk, viyolonselin sesi ise ağıttır. Oysa...bir şarkıdır gitarınki." Tanrı’nın bana bahşettiği müzik yeteneğini geliştirecek araç olarak gitarda karar kıldım ve gitar için yazılmış müzikleri aramaya koyuldum. Bütün öbür çalgıları bir yana bıraktım. O sırada Granada’daki icracıları orta vasat olduğu için, piyanoyu da. Gitar dışındaki çalgılardan hiçbiri beni kendine çekmiyordu. Gitarsa, insanın içine işleyen şiir dolu sesi, ses renklerindeki çeşitliliği, armoni olanaklarının zenginliği ile tutsak etmişti beni kendine. Ve ben de, duyarlı bir sanatçının gitarla ne denli güzel müzik elde edebileceği sezgisine sahip olmuştum.
Benim delikanlılık günlerimde gitarın müziğe yatkın bir çalgı olmadığı kanısı yaygındı; gitar yalnızca şaraplı ve genç kızlı halk eğlencelerinde şarkılara ve danslara eşlik etmek üzere kullanılan bir çalgı sayılıyordu. Oysa ben, sabahları erkenden kalkar otururdum gitar çalmaya. Bir keresinde otel odamda böyle çalışırken, kahvaltımı getiren hizmetkar kadın beni gitar çalarken görmüş, “Hayrola senorito, sabah sabah bunca neşe!” diye haykırıvermişti.
Dördüncü yıl sonunda dostlarım beni hayatımın ilk konserini vermek üzere zorla sahneye çıkardılar. Nasıl bir heyecandı o, anlatamam. Dinleyicilerin karşısına çıkma düşüncesi bile kemiklerime kadar takır takır titrememe yetiyordu. Ama ufacık bir ola, bütün korkumu bir an için de olsa, unutmama neden oldu. Sahneye doğru yürürken-gitarımı bir arkadaşım taşıyordu-ayağı aksayan yaşlı ve kibar bir flütçü yanıma yaklaştı: “Gitar çalacak delikanlıyı tanıyor musunuz?” diye sordu. Gülümsedim, “Hem de çok iyi tanırım,” dedim. “Yakın dostum olur.” “Peki, yeteneği nasıldır acaba?” diye sorgusunu sürdürdü flütçü. "Hiç, hem de zerre kadar yoktur yeteneği,” dedim. “Siz kendiniz değerlendirin.” Benim bu pek de ince olmayan yanıtıma şaştı, “Yoksa kıskanıyor olmayasınız onu?” dedi. Bozulmuştu, arkasını dönerek salondaki yerine oturmak üzere uzaklaştı. Ama, konserden sonra koşarak yanıma geldi, beni kucakladı, “Arkadaşınız gerçekten ama gerçekten benim tebriklerime ve bir o kadar da sizin kıskançlığınıza layık biriymiş.” dedi.
Ertesi sabah, mahalli gazetelerden birinde konserime ilişkin değerlendirmeyi okuyunca, toyluk bu ya, tüm dünyaya ün saldığım sanısına kapıldım.
Kendime verdiğim en zorlu görev, o sıralar oldukça kıt ve de yoksul olan, keman, viyolonsel, piyano vb.nin sahip olduğu yüzlerce harika kompozisyonla rekabet edecek kadar önem taşımayan gitar repertuarını zenginleştirmek oldu. Gitar tekniğimi oluşturmak dört yılımı aldı. Konser kariyerimde kendimi yetersiz sayıda gitar parçası karşısında buldum. Gene de, bu küçük repertuarla dinleyicilerin ve müzisyenlerin, tanınmış İspanyol ve yabancı müzisyenlerin sıcak ilgisini gitara çekebilmeyi başardım, onları rekabete geçirebildim. Çağrıma yanıt verenlerden ilki, İspanyol senfoni bestecisi Federico Moreno Torroba oldu.
İrademin yarattığı bu mucizeye bilseniz nasıl hayret ederim. Pek çok engelin üstesinden gelirsiniz, güçlü bir iradeniz olsun yeter ki; ama sanırım bana şansım da kanat gerdi, tüy gibi hafif parmaklarıyla yaşamımdaki tüm engelleri çekip kaldırdı.
Benim yaşamım, yükselen bir çizgiyi, ağır ağır ama yükselen bir çizgiyi izlemiştir. Her şey kondu benim önüme, akla gelebilecek her şey, ama ben başka hiçbir çağrıya kulak asmadım. İradem işte buradaydı benim, tuttuğum yolda ayak diremekteydi. Geri kalanıysa, benim gök kubbemin gizemli yıldızlarında yatıyordu.
Bilirsiniz, ben kalkıp da başka bir çalgıyı, piyano ya da kemanı filan seçmiş olsaydım, hayatımı berbat eder çıkardım. Gerçeği söylüyorum. Hem de tüm tarafsızlığımla söylüyorum. Gitar insanoğlunun yaratmış olduğu en güzel çalgı benim için.
Kaynak