Fatih türbedarı Amiş Efendi, küllî irade-cüzî irade ayrımının mecazen kabul edilebileceğini, hakikatte irade'yi cüzî ve küllî şeklinde ikiye bölmenin ise O'na ortak koşmak (şirk) olacağını söyler; zira O'ndan gayrı mevcud olmadığı için, haklı olarak O'nun iradesinden gayrı irade de olmayacağını kabul eder.
“Bir şeyin olup olmaması nezdinde müsavi değilse nakıssın evlâdım!” sözü ona aittir. Yani bir şeyin olup olmaması senin için aynı değilse, isteklerinin olup olmamasını eşit görmeyi beceremiyorsan henüz kemâline erememiş ve eksik kalmışsın demektir.
Rıza ve teslimiyet makamıdır burası. Söylemesi kolay, yapması zordur. Ne garip değil mi, tam da iradesizlikle, iradesizliği seçmekle, kendimizi suyun akışına bırakmakla suçlanacağımız makam. Hani Yunusumuzun, “ne varlığına sevinirim, ne yokluğuna erinirim” dediği şu makamların makamı: sırr'ul-esrar.
Gerçekleşmesini şiddetle istediğimiz arzu ve hayallerimiz varsa, ister hırs ve ihtiras denilsin, ister azim ve gayret, peşinden koşmaya değer bulduğumuz 'şeyler' (!) uğruna yanıp tutuşuyorsak, böylesi bilgece öğütleri onayacak gücü kendimizde nasıl bulabiliriz? Bulabilir miyiz? Üstelik bahanelerden, vesilelerden çok bizzat vehmimizce değer atfettiğimiz bahaları gerçek kabul ediyor, tesadüf olarak adlandırdığımız o mini mini nedencikleri görmeye tenezzül bile edemiyorsak? Kaybedeceğimiz için korku, kaybettiğimiz için üzüntü duyduğumuz şeylerin çokluğuyla büzüşmüşken ruhlarımız, sahip ve malik olduklarımızın ve olacaklarımızın yokluğunu nasıl içimize sindirebiliriz? Hâl böyleyken, hâlimiz böyleyken, Amiş Efendi'nin bilgece öğüdünden nasıl yararlanabiliriz?
Ey talib! Hakikaten talib-i hakikat isen eğer, henüz yolun başındayken, âlemde her ne olup bitiyorsa 'Kün!' (Ol!) emrinin tezahüründen ibaret olduğunu anlamaya çalış! Yapmayı değil sadece, yapmamayı da iste!
En nihayet ne olmuşsa, o olana razı ol; olduktan sonra değil, olmadan önce de razı ol! Çünkü isteyen veya istemeyen sen değilsin, sen sadece istiyor ve istemiyor görünensin!
DÜCANE CÜNDİOĞLU