Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[hodbin] Engelli jurnal

hodbin

Üye
Üyelik
10 Mar 2006
Konular
75
Mesajlar
146
Reaksiyonlar
0
Not: Belki gerçek, belki hodbinin zihninin ürünü

Diyalog



Kadın: geçen gün “yükünü hafifletebilirim demiştin”
Erkek: evet, ama senin yeterince ilgini çekmemişti.
Kadın: vaz mı geçtin?
Erkek: evet.
Kadın: neden?
Erkek: fazla müdanasızsın.
Kadın: bana yardım etmeyerek, burnumu sürtmek istiyorsun öyle mi?
Erkek: belki… belki de böyle kalman için doğru olanı yapıyorumdur.
Kadın: nasıl?
Erkek: müdanasız kalabilmen için, kolaya alışmaman gerek, yoksa zorlanırsın. Kolayı seçenler, kibirlerini ve gururlarını muhafaza edemez.




06 Şubat 2009 Cuma
 
Dün Gölcük’teydim.

Kaldırım kenarına park etmiş bir arabanın penceresinden bakarken; kaldırımda akan sele, takıldı gözlerim. Düzinelerce yüz önümden gelip, geçti. O yabancı yüzler nereden gelip nereye gidiyorlardı, ne düşünüyorlardı? Hangi cazibenin etkisiyle, hangi kuvvetin iteklemesiyle bu deveran sürüp gidiyordu? Acaba benim onlarla ilgili olduğum kadar onlar da ilgililer miydi benle? Hiç birinin içine girip, yüreğine değemedim. Hangisinin içindeki dünya, benimkine benziyordu göremedim. Gözlerimiz buluşsa bir an, ya onlar kaçırdı gözlerini, ya ben indirdim. Biyolojimin ruhuma etkisi olsa gerek: daha çok cinsi latife çevrildi projektörlerim, en güzel, en orantılı olanlarına, en sakat olmayanlarına ... Yoldan geçenlerden biri de ben olsaydım, muhakkak dikkatim başka tarafa dönecek, çirkin bedenimde güzel bir şeyler aramayacaktı. Ne sefil bir dünya, ben dahi fırsat buldummu kendime ihanet ediyorum.

Merakımın bütün kaynağı hormonlarım olabilir mi? Yoksa ruh diğer yarısını mı arar hep? Onun hasretiyle, onun eksikliğiyle mi yanar. Diğer yarısını, yani ezelde ayrı kaldığı: ince, naif, duyarlı, duygusal, ayrıntıcı, fedakar parça.
 
Bende bir hal var

Bende bir hal var: hafızam, neyi muhafaza edeceği konusunda normalden farklı bir seçicilik yapıyor.


Nedir hafıza: bize kim olduğumuzu söyleyen, zekânın işleyeceği verileri biriktiren bir arşiv. Zekâya da, uyum sağlama kabiliyeti, diyelim.


Hafızanın kapasitesi ve çalışma prensipleri, ham madde ihtiyacını karşıladığı zekânın en önemli belirleyicileri.


Benim belleğim, şartlanmayla ilgili olduğunu düşündüğüm nedenlerle, bazı konularda yeterince zeki olmadığım kanaatinin doğmasına yol açabilecek denli zayıf çalışıyor. Başka bazı konularda zekâmın yüksek derecelerine tesadüf edilmemiş olsa, aptal damgası yemem işten bile değil.


Daha yıllar öncesinden başladı galiba her şey. Tv başında oturuyor ve saatlerce izliyordum. Günümün büyük bir bölümü onunla geçiyordu. Sabah bir dizi için uyanıyor, gece bir filmi kaçırmamak için geç yatıyordum. Rüyalarım (ki Freud’a göre bilinçaltımın yansımalarıdır) bilimkurgu filmlerini aratmıyordu. Ekrandakiler gerçek hayattakilerden daha çok ilgilendirir hale gelmişti beni. İşte o sıralar ben farkında olmadan hafızamın hangi olayların daha gerçek, daha değerli olduğu konusunda kafası karışmış olmalı.


Belleğim, gündelik hayatın verilerinin yeterince önemli olmadığı inancıyla gündelik konuşmaları, olayları es geçerken; ekranda ve ya kitaplarda gördüklerini kalın çizgilerle kaydetti. Zihnim çevreme yabancı, başka iklimlerin bilgileriyle doldu. Bu da çevremdekilerden farklı bir dil konuşur olmama neden oldu. Öyle ki: yalnızlık hissim, kendim gibilere duyduğum özlem içimi yiyip bitiriyordu.
 
karabet

[FONT=Arial, sans-serif]Bu gün bir kuş sürüsü gördüm, göğümde.[/FONT]
[FONT=Arial, sans-serif]Ne el ettiler ne durdular bir an[/FONT]
[FONT=Arial, sans-serif]Oysa demişti bana, damarımdaki kan:[/FONT]
[FONT=Arial, sans-serif]Bir gün geçecek o sürüyü bekle,[/FONT]
[FONT=Arial, sans-serif]Seni ancak onlar alır, bu yürekle.[/FONT]
 
Filmler

Not: hodbin televizyonun karşısında büyüdü.


Annem emzirmedi beni, o filmlerin emzirdiği kadar.
O yüzden, ne babama benzerim ne de anneme.


Bu ülkede ya da başka bir yerlerde
Yabancı bir iklimin göğüslerine teslim edilmiş,
Emdikçe yabancılaşmış, emdikçe
Ecnebi hayallerle, ızdıraplarla dolmuş
Melez çocuklardan biriyim ben de


New York’un sokaklarında kaybolmuş,
Bir tespih tanesi kadar yalnız,
Fatih’in Çarşamba’sında yere düşmüş,
İçi şarap kokan bir kadeh kadar düşman,
Ruhu paramparça bir kozmopolit
 
Çığlık

Bağırıp duran mı, boğulup duran mı;
Bir şey var içimde.
Nağmelenip nağmelenip te,
Şarkı olamayan
Nedir?
Genç yazarlarımızdan birinin maya dediği,
O şekillenme döneminde,
Ruhuma işlenen yarıklar mı,
Yoksa genlerimde taşıdığım
Meşum bir tohum mu?
Böylesine bir tesirle ruhumu saran,
Kurtulamadığım...
Her zayıf anımda boğazıma sarılan.
Belki ikisi de…
 
Derinliklerden çıkıp gelmiş eski bir dosta rastladım bugün.. Bir psikopatın takip ettiği genç kız, tam kurtulduğunu sandığı anda, onu yanı başında bulur da; nasıl bir korku yerleşir gözlerine. İşte öyle bir korku hissettim içimde. Burun deliklerimden içeri boşaldı sanki zehirli nefesi. Yüreğime dolandı, boğazıma alışkın pençesi.

Bu yeterli bir tasvir herhalde, beyin hücrelerimde iş tutmuş o depresyon ya da kendini ona benzer belirtilerle ortaya koyan illeti anlatmak için.

Ben onu insanlarla ilişkilerimden tutun, cennete gitme ihtimalime kadar, her şeye tehdit görürken; o beni en sadık dostlarımdan göremeyeceğim bir bağlılıkla takip etmekten geri durmuyor.

Kelemi özleyişim mi veriyor ona bu cesareti? Yazılarımın çoğu, onun bana musallat olduğu dönemlerde yazıldı. Izdıraplarını verirken kucağıma, elime de bir kalem tutuşturuyordu. Ya da ben elime kalemi alıp, içime doğru kazıyordum; hangi kompleksin kıvrımında, hangi ihtiyacın karanlığında saklanıyordu, o sarmaşığın kökleri, arıyordum.
 
Değişim korkusu

Kanaatlerim genelde insan merkezli ve değişimden yana olmasına rağmen, içimde beliren bir korkuya da engel olamıyorum: Değişim korkusu.



Her halde bu korkunun kaynağı, yaptıklarımızın ya da kayıtsız kaldıklarımızın, sonunda hiç tahmin edemeyeceğimiz neticeleri ortaya çıkarabilecek olmasıdır.


Doğadan koptuk, metropollerdeki gri binaların soğuk ve daracık odalarına mahkûmuz. Küresel-popüler kültür, bulduğu her delikten içimize giriyor. Hiç olmadığı kadar hızlı değişiyoruz. Cinsellik, pornografi vıcık vıcık... Ensest Avrupada bir yerlerde meşruiyetini bu gün yarın ilan edecek. İnsan eti, kan sinemada en azgın günlerini yaşıyor. O görüntüleri istifra etmeden izleyebilen insanın midesi, bir gün hem cinsinin etini, tavuk eti kadar iştah açıcı bulacaktır. Çok uzakta değil, içimde, bir psikopat büyüyor, zihnimin karanlığında canavarlar...


Dünyanın rayından çıkmasını engelleyen görünmez bir güç varmış gibi, kendini hayatın akışına bırakmış, hiç gam duymadan olanı biteni seyrediyoruz. Benimse değer tanımayan bu çağda; yaşamın, örneklerine bilimkurgu filmlerinde dahi rastlayamayacağımız karabasanlara dönüşmesi ihtimali hastalıklı psikolojimle birleşip boğazıma dolanıyor bazen.


Akla ne kadar güvenebiliriz ki? Yaşam bir labirent, akılsa gözümüzün görebildiğinden ilersini göremiyor.


Dünya hızla değişiyor ve attığımız her adım daha önce hiç ayak basılmamış bir yere geliyor. Deneyimimiz yok, bu iklimde nefes alabilecek miyiz, bilmiyoruz. Kocaman kocaman binalarda üst üste dizilmiş, göğün mavisini görmeden, yeşile hasret, renk namına yalnız grinin tonlarının arzı endam ettiği, ailenin parçalandığı, bireyin yalnızlığını, tehdit eden tek şeyin, etrafını saran teknolojiler olduğu, ahlakın ortadan kalktığı...


Hatırlayın daha geçenlerde televizyon kanalları ilk klonlanmış bebeğin bilinmeyen bir yerde yaşadığını söylüyordu. Annesiz babasız fabrikalarda üretilen insanlar… İnsan fıtratı bunu kaldırabilir mi çıldırmaz mıyız, insanlıktan çıkmaz mıyız?


Daha önce böyle bir korku mevcut muydu bilmiyorum. Fakat her geçen gün daha fazla insan tarafından hissedildiğinden eminim.. Çevrecilik, küreselleşme karşıtlığı hep bu korkunun yansımaları olmalı.
 
Yazamıyorum

Yazmak istiyorum. Klavye elimde kanatlansın istiyorum, olmuyor. Neden yazamıyorum? Eskidende zor yazardım. Sancılı saatlerin arkasından elimde birkaç satır, birkaç dize ya olurdu ya olmazdı. Ama ne zamandır o birkaç satıra da hasretim. Yazdıklarımı ifşa edecek olmam, yazamayışımın nedenlerinden biri olabilir.

Devletlerin gizli belgeleri aradan elli yıl geçtikten sonra açıklayabilme cesaretini anlayabiliyorum. Daha önceleri de ilerideki okuyucum için yazıyordum fakat bu okuyucu, bildikleri ile beni etkilemeyecek, berki tehdit etmeyecek müphem biriydi. Oysa şimdi beni okuyacak olanların kimler olabileceğini biliyorum. içinde bulunduğum duyguların, ilişkilerin etkisinden uzaklaşmadan, bu yazıların onların eline geçebileceğini de biliyorum. Bu biliş kalemimi rahat hareket ettirmemi zorlaştırıyor. Ne diyor Cemil Meriç “her otobiyografi bir müdafaanamedir”.
Okumayı bırakmış olmam ve ya yeterince okumuyor olmam da yazamayışımın muhtemel nedenlerinden biri. Yo hayır muhtemel değil, kesin en önemli neden.
 
Sermayeden yiyorum

Bir olay oluyor, siz o olay üzerine bir espri yapıyorsunuz. Aradan zaman geçiyor, hafızayı beşer nisyan ile maluldür sözü bir kez daha doğrulanıyor. Siz aynı olay üzerine aynı espriyi daha önce yapmamış gibi yine yapıyorsunuz.
Bu neye işaret eder? O olay üzerine başka espri yapılamayacağını ya da sizin bu yetenekten mahrum olduğunuzu mu? Yoksa o zamandan beri kendinizi geliştirme fırsatlarını değerlendirememiş olmanızı mı? Benim açımdan sonuncusu galiba.
 
Üst Alt