Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Haftanın Konusu] Kendimiz olabilmek...

nehir_oz1982

Yeni Üye
Üyelik
30 Eyl 2006
Konular
1
Mesajlar
4
Reaksiyonlar
0
OturanBoğa Not:
  • Kendimiz olabilmek...
    “İnsanın kendisi olmasına en büyük engel, çevresindeki öteki insanlardır. [... Çünkü] insanların en büyük zevki, öteki insanları kendilerine benzetmektir.”
    * Başkaları “böyle” olmamızı istiyor diye mi “böyleyiz”? Başka bir deyişle, hayatımıza başkalarının idealleri mi yön veriyor?
    * Sizi tanımlayan temel özelliklerin (dindar, dinsiz, milliyetçi, islamcı, sosyalist, çalışkan, akıllı, şirin, güçlü, “namuslu” vb.) neler olduğunu düşündünüz mü? Bu temel özellikler tıpkı en yakınınızdaki diğer insanlarınki gibiyse eğer, bu aynılığı, bu “kesin doğruluğu” hiç sorguladınız mı?

    “Uzun bir günün, hatta akşamın ardından insanın yalnız başına kalıp, kendi koltuğuna oturup kendisi olabilmesi, yıllar süren uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra yolcunun kendi evine dönmesine benziyor.”
    * Olmak/yapmak isteyip de olamadığınız/yapamadığınız şeyler var mı?
    * Kendiniz olmakta güçlük çekiyor musunuz?
    * Seçme şansınız olsa nasıl bir toplumda yaşamak isterdiniz?

******
Yenilenen Dünyada Özlenen Eskitilmiş Duygular

Uzunca bir yoldan geçtikten sonra aldım elime kalemi ve bir sonuca bağlanabilecek bir şeyler yazmak değil amacım. Kuralları olmayan duyguların yansıması diyebiliriz sadece… Herkesin kendince yorumlayabileceği düşünce ve duygularımı paylaşmak istiyorum..

Her geçen gün kalabalıklaşan dünyada çoğalıyor yalnızlığımız, tüm insani değerlerimiz hızla kayboluyor ve köşeye sıkıştırılıyor duygularımız. İyiye ve güzele dair ne varsa inandığımız, kirletiliyor.. Daha anne karnındayken başlıyor bizim için yazılan çirkin oyunlar,bize verilen rolü oynamak zorunda kalıyoruz, hayatımız çalınıyor en sevdiklerimiz tarafından. Çocukluğumuzdan bu yana yaşamak istediklerimizi değil de bize yakıştırılanı yaşıyoruz. İçimizdeki her duygu bastırılıyor korku hariç. İyilikten korkuyoruz, sevmekten, sevilmekten, paylaşmaktan… Atacağımız her adım engelleniyor korkularımızla ve sahte hayatlar yaşanıyor hepimizin dahil olduğu… İçtenlikle sarılamıyoruz sevdiklerimize, arkasında kirli oyunlar arıyoruz her gülümsemenin, inancımızı kaybediyoruz. Doğuştan varolan saf ve temiz duygularımızı gizliyoruz derinlere.. Kendimizi temize çekmek ihtiyacı duyduğumuz anlarda çıkarıyoruz tozlanmış duygularımızı, nasıl kullanılacağımızı bilmiyoruz ve önce kendimizi kandırıyoruz.

İçten olmayan hiçbir eylemi doğru bulmuyorum ve içten gelmeyen hiçbir yardımı iyilik saymıyorum ben… Sevmek içten gelmeli,süslü sözler söylemek aşk değildir. Paylaşmak ama her şeyi iyiyi kötüyü hayata dair her şeyi paylaşabilmek gerekir. Oysa biz dahil olamıyoruz hayata ve sadece seyrediyoruz dünyayı. Hayat bize değmeden akıp gidiyor çünkü korkuyoruz fakat gülmek kadar ağlamanın da hayata dair olduğunu ve bu gerçeğin dışında kalarak yaşayamayacağımızı unutuyoruz çoğumuz.
Korkuyoruz..

Evet biz gerçek hayattan korkuyor ve sahte hayatlar yaşamayı tercih ediyoruz. Hiçbir duygu bize ait değil ve hiçbir fikrimiz yok belki sadece olması gerektiği gibi yaşıyoruz fakat olması gerekenler bizim istediklerimiz ( hayallerimiz ) değil.

Her insan hayatı kendi bildiği gibi yaşamalı, herkesin gittiği yoldan gitmek doğru bile olsa ( ki bu tartışılır ) kendi seçiminiz olmayan bir doğru sizi ne kadar tatmin edebilir ki! Yanlış yapacaksak bile bu bizim yanlışımız olmalı. Doğrularımız kadar yanlışlarımızı da görüp ve her halimizle kendimizi sevmeliyiz, sonrası kendiliğinden gelecektir zaten. Kendimiz kadar insanları, bütün canlıları, doğayı, hayatı seveceğiz ve o zaman bu dünyada sadece yaşamak zorunda olan bir varlık değil de yaşamayı bilen ve seven bir insan olacağız…Ben yaşıyorum sesimi duyan var mı ? :)

imral
 
Not: Arkadaşlar, burada amacımız pilot-doktor-avcı-mühendis-sporcu olup olamamayı sorgulamak değil. Lütfen üstteki mesajı iyice okuyun... Amacımız kişilik yapımızı, inançlarımızı, hayata bakışımızı ve hayattaki yerimizi düşünmek ve sonucun ne kadarının kendi öz irademizi ve isteiğimizi yansıttığını sorgulamak.
 
Kendimiz olabilmek... “İnsanın kendisi olmasına en büyük engel, çevresindeki öteki insanlardır. [... Çünkü] insanların en büyük zevki, öteki insanları kendilerine benzetmektir.”
* Başkaları “böyle” olmamızı istiyor diye mi “böyleyiz”? Başka bir deyişle, hayatımıza başkalarının idealleri mi yön veriyor?
* Sizi tanımlayan temel özelliklerin (dindar, dinsiz, milliyetçi, islamcı, sosyalist, çalışkan, akıllı, şirin, güçlü, “namuslu” vb.) neler olduğunu düşündünüz mü? Bu temel özellikler tıpkı en yakınınızdaki diğer insanlarınki gibiyse eğer, bu aynılığı, bu “kesin doğruluğu” hiç sorguladınız mı?

-Başkalarının benim hayatıma ihtiyacı olmadığını ,dolayısıyla kimsenin idealleri yok yön veren,hayatımın tek anarşisti benim..
Çevremdekiler ne kadar güçlü ve iyi kalpli olduğumu daha birçok şey söyleselerde en belirgin bunlar,
En azından,ben o anlarda mutlu olduğumu düşünüyorum.
İyi kalpli kurban rolünü oynamak mutluluk veriyor bana..
Bu kesin doğruluğu hiç sorgulamadım,;çünkü benim hayatımı mahveden ben değilim ,onlar mahvetti.
Birilerini suçlu ilan etmek hoşuma gidiyor..
Fakat ;sorgulamam da grekirse rastladığım en iyikalpli insan benim galiba :roll: ..
“Uzun bir günün, hatta akşamın ardından insanın yalnız başına kalıp, kendi koltuğuna oturup kendisi olabilmesi, yıllar süren uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra yolcunun kendi evine dönmesine benziyor.”
* Olmak/yapmak isteyip de olamadığınız/yapamadığınız şeyler var mı?
* Kendiniz olmakta güçlük çekiyor musunuz?
* Seçme şansınız olsa nasıl bir toplumda yaşamak isterdiniz?
[/color]Uzun bir günün ardından,kaybolduğumu düşünüyorum, hatta kaybolmuşların ermişi olduğumu..

Kendimi olduğumdan farklı biri zannederek yaşamak;
kederlerim ,kendime acımalarım ,kızgınlıklarım ,karamsarlığım içimdeki gerçek beni susturmak adına yaptıklarım bunlar..
Seçme şansım olsa;saklanan ,gizlenmeye çalışılan ,herşeyi bilinen insanlar arasında yaşamak isterdim.Belki ozman herkes herkesi tanır,kendinde olmayanı kolayca taşıyan birini bulur.Yanlış hayatı yaşayan mutsuz insanlar olmazdı..
NOT:
hayata bakışım kişilk yapımı sorgulamanın benden başka kime ne faydası olucak ki!Özürlülerin psişik kişilik problemleri filan mı araştırılıyor?
sevgilerrr..
 
BEN 2 SENE ÖNCESİNE KADAR HEP KENDİM GİBİ OLMAYA ÇALIŞTIM ÇÜNKÜ RAHMETLİ DEDECİĞİM BENİ ÖYLE BİR YETİŞTİRDİKİ KENDİM OLMAKTAN BAŞKA ŞANSIM YOKTU.YALNIZ 2 SENE EVVEL BÜYÜK BİR ŞİRKETTE İŞE BAŞLAYINCA ETRAFIMDA İNSANLARIN ÇOK KİBAR GÖRÜNÜMLÜ OLMALARI NEDENİ İLE BENDE KENDİM GİBİ DEĞİLDE ONLAR GİBİ KONUŞMAYA VE DAVRANMAYA BAŞLADIM.FAKAT HİÇ BİR TANE BİLE ARKADAŞIM YOKTU NEDEN YOK DİYE KENDİMİ SORGULADIĞIMDA BAKTIMKİ BEN BEN DEĞİLDİM NE ARKADAŞI ARIYORDUM.VEEE YİNE KENDİM OLAMAYA KARAR VERDİM MUTLU SON VE DOĞRU TAHMİN ŞUAN ŞİRKETTEKİ HERKESLE ARAM SÜPER (YİNE ENGELLİ OLAN VE KENDİ OLMAYAN BİR ARKADAŞ HARİÇ ).YANİ KARŞIMIZDAKİ İNSANLAR NASIL OLURSA OLSUN BİZ KENDİMİZ OLDUĞUMUZ SÜRECE KAZANIRIZ BENCEE
 
Tabiki aile,çevre,arkadaş ve dost çevremiz kişiliğimiz üzerinde etkili.Bize verilen,bizden beklenen hayatı yaşıyoruz.Her ne kadar zincirleri kırmayı istesekte olmuyor-olamıyor.
Soyadı kanunu çıktığında herkes kendine soyadı seçecekmiş.Korkak olanlar cesur,yüreksiz insanlar yürekli,dayanıksız insanlar Yılmaz vs soyadları seçmişler.Aziz Nesin ise ''Bana her Aziz Nesin dediklerinde ''ben neyim''diye düşünmek istiyorum.O halde benim soyadım NESİN olsun demiş.
Bu manada ben şöyleyim demek zor geliyor bana.
.Yapmak-olmak isteyipte yapamadığım o kadar çok şey varki...
.Bazen zorlanıyorum.
.Fikirlerin özgürce dile getirilebildiği,karşısındakinin görüşlerine saygılı ve herhangi bir tartışmadan sonra o tartışmanın orada kalacağı bilinci olan bir toplumda yaşamak isterim.
 
yazdığım bu yazının başında da özellikle belirtiğim gibi kesin düşünceler belirtmek ve bunları kabul ettirmek gibi bir fikrim yok.bu yazıyı okuyup herkes kendi hayatını gözden geçirip kendince yorumlamalı.
hepimizin dikkatle üzerinde durması gereken şey;biz hayatımızın ne kadarına sahibiz,kendi duygu ve düşüncelerimizi ne ölçüde yaşayabiliyoruz..bu sorunun cevabı belkide hayatımıza yeni bir yön vermemizi sağlayacaktır.
arkadaşlar hepinizden ricam bu yazı okuyup geçmeden kendinizce bi yorum yapınız...

sesimi duyanlara selammm :)
 
İçinden geldiğince, olduğun gibi yaşayabilmek çoğu zaman kişinin güç, yetki derecesine bağlıdır. Gelin görünki bazen hayattaki yetkilerin artması da içinden geldiği gibi yaşamamakla mümkün olabiliyor.
 
Bu konu her açıldığında aklıma; Sezen Aksu'nun söz ve müziğini yaptığı, Tarkan'ın ünlendirdiği "Hepsi Senin mi?" şarkısının sözleri gelir.. (Aslında bence, Şarkı Tarkan'ı üne kavuşturdu.. Veya her ikisi de..)

[size=4] Başkası olma, kendin ol
Böyle çok daha güzelsin
...
[/size]


Yüzyıllar öncesinde Mevlana ve Şeyh Bedrettin bir şeyler demişler bu konuda:

Mevlana' Alıntı:
[size=4] Ya Olduğun Gibi Görün Ya Da Göründüğün Gibi Ol! [/size]

Şeyh Bedrettin' Alıntı:
[size=4]Başkasının fikriyle içtihat etme![/size]

Ya da günümüz Türkçesiyle: Başkasının düşüncesiyle yargıya/anlayışa/kavrayışa varma!



Bütün bunların, toplumsal boyutta bir anlam ifade etmesinin yani lafta kalmamasının; geçen hafta "okumak" konusuyla bir bölümüyle de olsa ele alınan (ama benim katılmadığım :p ), genel olarak Kişisel ve Toplumsal Bilinç düzeyinin yüksekliği ile doğru orantılı olduğunu düşünüyorum. Yani kişi, kendisini ne kadar sağlıklı ve akılcı yetiştirirse, kişiliği o denli sağlam olacaktır, o denli "kendisi" olacaktır.. Ve bu bilinç düzeyi ne denli yaygınsa, çoğunluğu kapsarsa, o kadar anlamlı olacaktır! Tersi durumda, yani, çoğunluğun emeklediği yerde koşan kişilerin bacaklarını keserler! Netekim yaşadık! ;)
 
:) ÖNCELİKLE HERKEZE MERHABA :)

Bu başkaları kavramı bence biraz farklı bir durum,nedeni de bunu belirlemek önemli. Bu başkası ailemizden birileri ise durum değişir. Çünkü belli bir kültüre ulaşana kadar ailenizin çizdiği yolda ilerlemek her engellinin aşması gereken bir nokta.
insanın kendini tanımlaması bence biraz zor bir nokta sadece hal ve hareketleri ile başkalarının değerlendirmesidir.Kimine çok hoş gelen sözler yada şakalar başkalarına ters gelebilmesi gibi...
Asıl mesele ideal derken bu olgunluğa ulaşabildiğimizden de emin olmamız gerekir ki bu konuda gereken her inceliğide takip ederek gereken noktaya gelinmeli. Ama bu çerçevede ideali yanlış yönlerede çekmemek gerekir biz engelliler her ne yaparsak biraz dengeli yapmak zorundayız ki arkamızdan gelen arkadaşlarımıza iyi örnek olmalıyız.Netice itibarı ile düzgün hareketlerle yani özendirici olabilmemiz yapacağımız işlerin başarısıyla kalıcılık ve kaliteli olmasına özen gösterirsek işte o zaman neyi neden yaptığımızı iyi bilerek bilinçlendirilen ve özendirilen toplumun bireylerinede öz bilgi vermiş oluruz.


UMARIM SORUYU YANLIŞ DEĞERLENDİRMEMİŞİMDİR. :p :p :p
 
Konu çok düşündürücü ve sorgulatıcı, ama cevap yazması ve görüş ifade edilmesi de bir o kadar güç.
nehir_oz1982'nin yazısını okuduğumda bu zorluğu görüyordum tabii, ve maddelerken elimden geldiğince işi kolaylaştırmaya çalıştım ama, yok, beceremedim. Kendim bile yazmakta zorlanıyorum :)
Geçmişten bugüne yolculuk ederek, birçok şeyin değişmiş olabileceğini ve artık geçersiz olduğunu da bilerek, düşüncelerimi ifade etmeye çalışıcam:

Çevremizdeki insanların çoğu zaman bizleri kendimiz olmaktan alı koyduğunu düşünüyorum. Bu herşeyde böyle değil elbette ama, birçok konuda böyle bence.
Çok istememize rağmen sevgilimizin elini tutamamak istediğimiz yerde; çocuğumuzu koklaya koklaya öpememek büyüklerimiizn yanında; babamıza "seni seviyorum" diyememek mesela, kucaklayamamak doyasıya; başımızı örtmek istemediğmizde bunu söyleyememek büyüklerimize; üniverite okumak isteyip, söyleyememek ailemize; dine inanmamamıza rağmen Cuma'lara gitmek ya da inanmamıza rağmen gidememek; dar pantolon ya da kısa etek giymeyi çok istememize rağmen "ne derler" diyerekten satın alamamak; renkli iç çamaşırlarına bakamamak vitrinde, içimiz can atsa bile; misafirliğe gittiğimiz birilerinin güzel kıyafetlerini kimse görmeden giymek ve aynanın karşısında kendimizi seyretmek hayal kurarak; güzel kızı güzel güzel öperken güzel erkek bir sahnesinde bir filmin, çok istesek de kafanmızı çevirmek zorunda kalmak utana utana; bir cinsel fantazimizi kocamıza söyleyememek, kocamızla filmdeki gibi sevişmemek, yanlış anlar diye; düğünde güzel bir adamdan hoşlandığımızda onun yanına gidememek mesela, ilgilendiğimizi ona belli edememek; zil-zurna sarhoş olmak isteyip, olamamak; enfes görünümlü bir kırmızı şarabın tadını hep merak etmek, ama bir türlü tadamamak korkudan; balığın yanında rakı içmeyi istemek, ama içememek, korkudan; sinemaya gitmek istemek tek başına, ama gidememek, korkudan; bir yazar için "haklı, ben de onun gibi düşünüyorum" diyememek herkesin içinde açık açık; toplumun genel doğrularına ters bir düşüncemiz olduğunda, yutmak zorunda kalmak dilimize gelen düşüncelerimizi...
Hasılı, olmak/yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak/istemek zorunda kalmak, istediğimiz gibi olamamak yani, kendimizi kendimize yabancılaştırmak bir bakıma, maskeyle dolaşmak her yerde... bir tek akşam olup evimize döndüğümüzde (bazen odamıza çekilmek zorunda kaldığımızda bunun için hatta,) ayaklarımızı uzatıp kendimiz olduğumuzda, aklımıza düşen yorgunluğun sebebinin bu maske olduğunu bildiğimizde... İyice yorgun hissettiğimizde yani... Sorgulayabilmek hayatı, ve değişmek için güç toplamak bir bakıma kendi kendimize... Kendimiz olabildiğimiz bir toplumu hayal edebilmek...
Böyle şeyler işte :)

Not: Çok salla-kalem oldu ama, düzeltmek için baksam, altndan çıkamam diye düşündüm :)
 
Kayahan bir şarkısında “yine bana hasret kaldı” demişti ya, işte bana da sanırım yine şeytanın avukatlığı düştü. :)

Buyurun..


Öncelikle, istediklerimizi yapamamak acaba sandığımız gibi kötü bir şey midir? İstediklerimizi yapabileceğimiz bir sistem olsaydı neler yapardık acaba? Mesela zaman zaman öldürmek istediğiniz müdürünüz, hocanız, müşteriniz vb yi gerçekten öldürebileceğimiz bir dünya da yaşasaydık daha çok mu mutlu olurduk? Bunları önleyen çağdaş hukuk sitemlerinde bile insanın neler yapabildiği düşünülünce ‘istediğimizi yapamamayı’ kolektif otoriteye biat etmeye tercih etmek pek mümkün olmuyor maalesef. Yani, iyi ki yapamıyoruz demek her daim yanlış olmayabiliyor.

Peki yazıda geçen “geçmişte istediklerimizi yapıyorduk da şimdi değişti her şey” şeklinde özetlenebilecek söz ne denli doğrudur? “Ah o eski İstanbul” derler ya bazı büyükler. Yemyeşil konaklar içinde mutlu mesut, saygıda kusur eylemeyen insanların yaşadığı bir zaman vardır! Geçenlerde Eczacıbaşı eski İstanbul ile ilgili fotoğraflar yayımladı. Gördük ki o eskiye düzülen methiyeler aslında düzen insanların kendi çocukluklarına duyduğu özlemlerden başka bir şey değilmiş! Fotoğraflara baktığınızda evet ağaçlar içinde bazı güzel konaklar görebiliyorsunuz; ama asıl gerçeklik pis elbiseleriyle dolaşan insanların gözlerindeki açlığın arkasından gülümseyen ölüm... İstanbul un geneli son derece izbe sokakların, çaresiz yoksul insanların, eğitimsiz cahil kitlelerin 31 Mart isyanında olabildiği gibi bir avuç eğitimliyi kılıçtan geçirebildiği, daha eskilerde lale devri isyanlarında olabildiği gibi inanılmaz yağmaların olduğu bir şehirdi. İstanbul, bizzat bazı yaşlı büyüklerimden duyduğum kadarıyla hiç de o şiirlerdeki gibi bir yer olmamıştır. İnsanları da asla ve asla şimdikilerden daha kültürlü daha saygılı vb değilmiş. Bunlar hoşa giden ve referans noktası olabildiği için hep el altında tutulan hoş ama boş laflar.

Öyleyse eskiyi referans alarak mutsuzluklarımıza sebep arama çabalarında yanlış birşeyler var. Çünkü tüm eksiklerine rağmen yeni her zaman eskiden daha gelişmiştir. Bu evrensel diyalektiğin kanunu gereğince böyledir. Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma bilen insanların sayısı sadece yüzde üçtü. Bu kadar cahil kitlelerin çok saygılı insanlar olabileceğini hafsalım almıyor. Bu yüzden eskiye methiyeler düzerek şimdinin boynu bükük bırakılmasına 'Hayır' diyorum.

Peki, bunları geçelim efendim. Projektörü insana tutalım. Dünüyle bugünüyle insanı anlamaya çalışalım. Burada, şöyle bir soru tam yerinde olabilir;

İnsan davranışlarının kökenindeki etmenler nelerdir? Yani neden davrandığımız gibi davranıyoruz?

İnsanlık tarihi bu sorunun cevabını vermek için ortaya atılan düşüncelerin tarihidir.

Psikoloji, insan davranışlarının kökeninde ihtiyaçlar piramiti olduğunu söyleyen Maslow gibi psikologlardan, insan davranışını aşağılık kompleksiyle açıklayan Adlere, Freud gibi bu davranışları üçlü bilinç etmenlerinin birbirleriyle olan çatışmalarından doğduğuna inananlarına, hayat için anlam arayışına atfedenlere, zihnin bilişsel yapısına , sadece davranışlara bakarak açıklamak isteyenleri olabildiği gibi hümanistleri de davranışların iplerinin tamamen bireyin kendi elinde oldugunu öne sürebilmiştir. bu düşüncelere daha bir çok farklı açıklama katılabilir, bunlar sadece birkaçı...

Yine bu davranışın kökeninde sınıf ilişkilerinin ve bu ilişkilerin kökeninde yatan ekonomk altyapının rol oynadığını söyleyen Karl Marks a, Oradan bu davranışları kişinin içinde bulunduğu aile, cemaat vb gibi unsurlardan etkilenerek şekillendirdiğini söyleyen sosyoloji bilimine ve buradan insan davranışlarını biyolojik yani genetik özelliklerle açıklamak isteyen biyolojiye, yetmedi bu davranışları içinde yaşanılan çevreyle olan uyum çabalarının ürünü sayan Antropolojiye kadar daha çok farklı bilim dalının kendine göre oldukça geçerli söyleyecekleri vardır.

Arkadaşlar insanların hangi tavrı, hangi tutumu neden ve hangi süreçlerden geçerek sergilediğine dair öne sürülen her düşünce kendi içinde haklılık payına sahiptir. Günümüzde davranışlarımızın nasıl şekillendiğini eklektik model denen bir sistemle irdeleyen bilim adamları Bio-psiko-sosyal modeli öne sürüyor.
Peki bu ne demektir? Buna göre davranışlarımızın biyolojik temelleri olabilir. Mesela bazı suç eğilimli insanların bu davranışlarının beyinlerinde sağduyulu düşünmeyi sağlayan ön korteksin gelişmemesine bağlayan doktorlar vardır. Hatta bu tür insanların işlediği suçların gerçekten suç sayılıp sayılmaması bile ciddi ciddi tartışılmaktadır.

Aynı şekilde psikoloji bilimi bireyin çocukluktan itibaren yaşadığı olaylardan nasıl etkilendiğini çok başarılı olamasa da yeterli bir bilgiyle gözler önüne koymaktadır. Yani davranışların psikolojik boyutunu...

Yine sosyoloji bilimi, içinde yaşadığımız toplumun sahip olduğu değerlerin bizim davranışlarımıza yansımalarını net şekilde ortaya koymuştur. Bir toplum içinde yaşayan insan, başka şekilde zaten davranamazdı.

İşte davranışlarımızın kökeninde biyolojik,sosyolojik ve psikolojik unsurların oluşturduğu bir kombinasyonun rol oynadıgını öne süren açıklamaya bio-psiko-sosyal model deniliyor.

Ancak günümüz insanının ekonomik sebeplerle davranışlarını yönlendirdiğini söylemeye artık gerek bile yok. Bu nedenle bu üçlü sitemin bile insanı anlamaya yetmeyebileceğini söylemek zor değil.


Kaldıki bu bu üç etmenin hangisinin birey üzerinde daha etkin olup davranışa yön verdiğini bilemeyiz. Çünkü davranışlarımız bunlardan biriyle değil bu etmenlerin kombinasyonuyla ortaya çıkar. Ama baskın unsur yere, zamana, koşullara göre değişebiliyor.

Şu an aklıma gelen bir başka etmen de sayabiliriz; davranışın tarihsel boyutu Evet bugün belli bir hareketi gerçekleştiriyorsak bunun tarihte mutlaka bir kökü vardır. Hiçbir olgu tarihsel sürecinden koparılarak anlaşılamaz. Ancak tarihsel süreç ise öznel bir yapıdır. Bu yapının ortaya konulurken kendine içkin barındırdığı sübjektiflik bir sorundur. Yani onsuz davranışların kökeni anlaşılamasa da onun nasıl cereyan ettiğinin ortaya konulması hiç de kolay değildir.

Bundan kastettiğim şudur; Mesela biz Türkler bugün belli ananelere sahibiz ve bunların davranışlarımıza büyük etkisi vardır. Ama eğer atalarımız tarihin derinliklerinde batıya değil de doğuya doğru yönelmiş olsalardı belki de bugün Japon ananelerine göre eyleyecektik. İşte geçmişte atılan her adım bugünü ve bugün atılan hr adım yarını inşa eder. Bu gerçeğin davranışlarımızda da etkisi vardır.


Peki, ben girdiğim ve toparlamakta zorlandığım bu ayrıntıları neden anlattım? Çünkü insan dediğimiz canlının neden belli şekilde davrandığını anlamak hiç de sandığımız kadar kolay değildir, demek için.

Bakın "insan davranışlarının kökeninde haz aramak vardır" gibi üzerinde dursak çıkamamaktan korktuğum düşüncelere girmiyorum bile.

Hani uğraşmayın anlayamazsınız, demek istemiyorum ama bu işin o denli kolay olmadığını söyleyelim yeter.

Çünkü insan dediğimiz canlıya tutulan her ışık çok daha büyük karanlıkların kapısını açıyor. Bildiklerimiz çoğaldıkça kendimiz hakkında bilmediklerimizin ne kadar da çok olduğunu anlıyoruz.

Çoğu zaman melek sandığımız, şiirsel cümlelerle tanımlamaya çalıştığımız ruhumuzun aslında hiç te sandığımız kadar masum olmaması yüzünden işte bugün 'istediğimiz her şeyi yapamayacağımız' "kurgusal" kurallar oluşturmak zorunda kaldık. hukukun bile özü bu değil midir?

Buna çağdaş insan 'Yönetilmenin erdemi' diyor. Bazıları da tüm insan ilişkilerini iktidar ilişkilerine indirgeyip (belki de öyledir ama bu sorumluluk duygusunu dışlayan bir teoridir) bu duruma "iktidarın trajedisi" diyebiliyor. Bilemiyorum kim haklı...

Okuyoruz, araştırıyoruz, kendimize göre yorumluyoruz. Kimbilir belki bir gün neden böyle eylediğimizin sırrına vakıf oluruz.

Sevgiyle :):):)
 
Pegasus' Alıntı:
Öncelikle, istediklerimizi yapamamak acaba sandığımız gibi kötü bir şey midir? İstediklerimizi yapabileceğimiz bir sistem olsaydı neler yapardık acaba?

Özgürlüğün aslında hiç ilgisinin olmadığı suç işleme özgürlüğü olarak görülmesi ya da görülmesinin istenmesi bizi çağdaş toplumlardan ayıran en önemli bakış açılarımızdan birisi ve bence ilerlememizi önleyen temel sorunlardan. İnsanlara suç işlerler diye özgürlüklerin baştan kısıtlanarak, denetlenerek verilmesi. Doğal olarak da çoğu zaman verilmemesi. Bir kavramdan bahsedilirken hakların değil yasakların anlatılması. Bir düşüncenin bizi hangi düzleme çıkartabileceğinin, yaşama nasıl mutluluk katabileceğinin değil de insanların bunu kullanarak hangi sorunlara yol açabileceğinin hesaplanması. Bu mantıktan yola çıkılarak insanların özgürleşmesine katkı sağlanması değil de gücü elinde tutanlarca güdülmeye çalışılması. Livaneli'nin deyimiyle doğulu toplumların kendi insanlarına negatif seleksiyon uygulaması.


Pegasus' Alıntı:
Peki, ben girdiğim ve toparlamakta zorlandığım bu ayrıntıları neden anlattım? Çünkü insan dediğimiz canlının neden belli şekilde davrandığını anlamak hiç de sandığımız kadar kolay değildir, demek için.

Bunun nedeni tam tersine çok basit. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır. Topluluklar halinde yaşar. Toplumu oluşturan bireyler arasında yaşam süresince iletişim ve etkileşim vardır.
Sen sadece seçimini yapmalısın, bu iletişim ve toplumsal yaşam insanların birbirlerinin kişiliklerine, benliklerine, tercihlerine saygı duyan şekilde mi olacak yoksa tam tersine denetleyici ve denetleyen ile gücü elinde tutanın öznel hayat görüşleri doğrultusunda diğerlerine baskı kuran ve güden şekilde mi olacak.
Daha önce bir yazında söylemiştin hani, hangi toplumlar daha mutlu yaşıyor? :)

Selamlar, sevgiler. :)
 
Neptune beni boş arsaya çağırmanı gülümseyerek kabul ediyorum ama fazla abartmıcam :)

Doğru o lafı ettim ben bilerek ve isteyerek. dediğimin nasıl hoşuna gideceğinin farkında olarak.

Ama daha önce o mutlulukların sebeplerine ilişkin çok şeyler de söylemiştim. İstersen onları da anımsa :)

Senin benim kastettiğimi sandığın neden aslında sebeplerden sadece birisiydi. Diğerlerini de unutmamalı. yukarda bahsettiğim tarihselci bakışa ufaktan yanaşırsan gerçeğin ucundan sen de ısırabilirsin. yoksa salt varolanı istediğin gibi yorumlarsan tabi seni gülümseten anlamlar da cıkar.

Livaneli halt etmiş. Bugünlerde bir kitap okudum. susan Sontag. amerikalı bir yazar ve bence Livaneliden daha akıllı :) Başkalarının acısına bakmak adlı bu eserin sonunda Avrupa ve Amerikanın kültürlerini ele aldıgı bir konusma metni var. Bu konusmayı Almanya da kendisine verilen ödül esnasında yapmış. Kısaca batının kendini pazarladıgı değerleri ne pahasına koruyabildigini sorguluyor.

Evet batının mutlulugu vb gerçektir ama bu olgu nasıl devam ettiriliyor? Ne pahasına sürdürülüyor? bunkları sormak lazım. Benim yazımdaki yobazlıkların olmaması bu toplumun mutlulugunun sebeplerinden biridir tabi. Ama sadece birisi. Bak bakalım Benzinin litresi 100 doları gecince o çok mutlu topluma neler oluyor. Ve o litrenin o fiyatı geçmemesi ne pahasına saglanıyor?

Livaneli nin dediğini yabana atmıyorum. Aslında yasakçı zihniyeti de kastetmemiştim. Sen öyle almak istedin. Ama özgürlük dediğin sandıgın gibi homojen bir şey midir? Yani belirli bir sıonır var da biz o sınıra mı set çekiyoruz? O senin bahsettiğin özgürlük koşulların bir ürünü değil midir aynı zamanda? Hani çok sevdiğin relativizm? Şartların relativizmi? :)

"Tercihini yapmalısın sadece" öyle mi? Yahu kirgegart dan satre a ordan heideger e gel beri camu ya duysalar gülümsetirdin adamları. Demek tercihlerimizi biz seçiyoruz. Vay anasını yav... Demek agrı dagında koyun otlattırılan çoban tercih ettiğinden çoban öyle mi? Sana göre geneleve düşen her kadın da zevk için yapar o işi herhalde... Demek bir insan doğasında öyle oldugu için fırıncıdır ve istediği için o iştedir. Ben de hukuk okuyamamayı yök nedeniyle değil kendim istemediğim gerçekleştirmedim.

Hayranım sana...
 
[size=6]* Başkaları “böyle” olmamızı istiyor diye mi “böyleyiz”? Başka bir deyişle, hayatımıza başkalarının idealleri mi yön veriyor? [/size]

Başkaları derken bu "başkalarının" olmak zorunda olanlar yanii aileler için geçerli olmaması gerekiyor.Çünkü doğumunuzdan itibaren başkalarının eline veriliyorsunuz ve hayatınızın her karesinde vardır ve olmakta zorundalardır.

İnsan dünyaya "her şey olma"potansiyeli ile gelir.Ama bunların şekillenmesi aileye, eğitime ve çevresine bağlıdır.Çocuğun hayatta nasıl bir kişilik sergileyeceği,6-7 yaşına kadar aldığı eğitimle yakından ilgilidir.Çünkü Temel Karakterler bu yaşlarda atılıyor.İstenilsede istenilmese de başkalarıyla doğrudan ilişki içindesinizdir ve yönlendiriliyorsunuz.
Bu yaşlarda insana Temel Karakterler sağlam zeminde verildikten sonra ilerdeki başkalarından fazla etkilenilmez bence.İdrak edip kendini tanıdıktan sonra insan,kendine göre hayatını yönlendirecektir.

Ayrıva insanın kendisi olabilmesi için kendisinde de bir şeylerin olması gerekiyor.Aksi taktirde o boşlukları haliyle başkaları dolduracaktır. bunada engel olamazsınız.Sonrada hayatım başkaları tarafından yönlendiriliyor derseniz malesef özeleştiri gerektirir.

Sırf başkalarının dedikleri olmasın diyede gerçekler göz ardı edemeyiz veya toplumdan,toplumun temel yapısı olan ailede. veya çevremizdekilerden de uzaklaşamayız.sonuçta topluluklar halinde yaşamak üzere yaratılmışız.Burdaki önemli olan şey,rollerin kim tarafından ve neden verildiğini bilerek,ayırt edebilmek,yaşanılanların veya verilenlerin objektif değerlendirebilmek ve iyileri alıp kötüleri eleyip atabilmektir.
Hiç bir hal ve şart bizi hayata katılmaktan alıkoymamalı.Farkını/ farkındalığını,başarılarını,kişiliğini,karakterini önce kendin kabul edip ondan sonra başkalrına kendin olduğun gibi benimsetmek en harika olanıdır sanırım.



  • Kendimiz olabilmek...

    *
    * Sizi tanımlayan temel özelliklerin (dindar, dinsiz, milliyetçi, islamcı, sosyalist, çalışkan, akıllı, şirin, güçlü, “namuslu” vb.) neler olduğunu düşündünüz mü? Bu temel özellikler tıpkı en yakınınızdaki diğer insanlarınki gibiyse eğer, bu aynılığı, bu “kesin doğruluğu” hiç sorguladınız mı?


  • İnsanın kendini tanımlandırması için bir kaç kelime yetersizdir ve sınırlandırılmış olur. Sahip olduğu karakterler çoktur ve farklıdır. Herkesde olması gereken özelliklerdir ama bu özellikler başkasında var diye de sorgulamak olası bir şey değildir.

    Ama herkes o özellikleri kendi kapasitsi ölçüsünde değerlendirir ve yansıtır.
 
Sevgili pegasus’a bu uzun yorumundan dolayı öncelikle teşekkür ediyorum ancak geçmişi referans alarak mutsuzluklarımıza bir gerekçe aramak gibi bir amaç taşımayan yazımda aslında anlatılmak istenen geçmişe bir özlem teması üstünde durmak değil de yaşamak istediklerimizin ve duygularımızın bir şekilde (genel de üstünde durduğum konu korku ve öteki insanların etkisiyle) engellendiğidir…değişen dünya şartlarını ve yenilenmeyi kötülemek saçma zaten..her geçen gün insanların daha kaliteli yaşabilmesi için çabalayan o kadar insana (bilimadamları vs.) haksızlık olur bu..yaşamak istediklerimizin ne kadarını ve ne ölçüde yaşabiliyoruz..korkularımız ve öteki insanların etkileri..duygularımızı yaşayıp rahatça ifade edebiliyor muyuz..kendi hayatımızın ne kadarına sahibiz.. bunları sorgulatmaktı amacım..
Yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum :D
 
OturanBoğa' Alıntı:
...

Çevremizdeki insanların çoğu zaman bizleri kendimiz olmaktan alı koyduğunu düşünüyorum. Bu herşeyde böyle değil elbette ama, birçok konuda böyle bence.
Çok istememize rağmen sevgilimizin elini tutamamak istediğimiz yerde; çocuğumuzu koklaya koklaya öpememek büyüklerimiizn yanında; babamıza "seni seviyorum" diyememek mesela, kucaklayamamak doyasıya; başımızı örtmek istemediğmizde bunu söyleyememek büyüklerimize; üniverite okumak isteyip, söyleyememek ailemize; dine inanmamamıza rağmen Cuma'lara gitmek ya da inanmamıza rağmen gidememek; dar pantolon ya da kısa etek giymeyi çok istememize rağmen "ne derler" diyerekten satın alamamak; renkli iç çamaşırlarına bakamamak vitrinde, içimiz can atsa bile; misafirliğe gittiğimiz birilerinin güzel kıyafetlerini kimse görmeden giymek ve aynanın karşısında kendimizi seyretmek hayal kurarak; güzel kızı güzel güzel öperken güzel erkek bir sahnesinde bir filmin, çok istesek de kafanmızı çevirmek zorunda kalmak utana utana; bir cinsel fantazimizi kocamıza söyleyememek, kocamızla filmdeki gibi sevişmemek, yanlış anlar diye; düğünde güzel bir adamdan hoşlandığımızda onun yanına gidememek mesela, ilgilendiğimizi ona belli edememek; zil-zurna sarhoş olmak isteyip, olamamak; enfes görünümlü bir kırmızı şarabın tadını hep merak etmek, ama bir türlü tadamamak korkudan; balığın yanında rakı içmeyi istemek, ama içememek, korkudan; sinemaya gitmek istemek tek başına, ama gidememek, korkudan; bir yazar için "haklı, ben de onun gibi düşünüyorum" diyememek herkesin içinde açık açık; toplumun genel doğrularına ters bir düşüncemiz olduğunda, yutmak zorunda kalmak dilimize gelen düşüncelerimizi...
Hasılı, olmak/yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak/istemek zorunda kalmak, istediğimiz gibi olamamak yani, kendimizi kendimize yabancılaştırmak bir bakıma, maskeyle dolaşmak her yerde... ..

Hiç birimizi ağaç kovuğunda bulmadılar ;) , Robinson Crusoe, bir roman kahramanı sadece! –Ki o bile daha önce içinde bulunduğu toplumun yaşayabilmek için yaptığı üretim çabalarından çıkardığı tecrübeleri kullanarak hayatta kalmayı becerebilmiştir.

Bülentçim, bu tartışmada verilen örneklerin tümü, insan denilen toplumsal canlının oluşturduğu o yüce yapının sadece üst bölümünü ilgilendirir. Yani, insanın toplumsal yaşamını düzenleyen; "siyasî, felsefî, hukukî, artistik, dinî vb kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar"la sınırları çizilen ve o sınırların içerisinde yaşama sanatını öğreten, eğitim-öğretim kurumunu ilgilendiren örneklerdir bunlar.

Demem o ki; bu tür örnekleri kişisel, bireysel vb. tanımlamalarla toplumdan, toplumsallıktan bağımsızmışçasına düşünmeye/göstermeye çalışmak içinden kolay kolay çıkamayacağımız yanlışlara neden olabilir. ;)

Aylar önce haftanın konusu yapmış olduğun "saçmalama özgürlüğü" konusundaki sorulara benziyor bu örneklerin bir bölümü. Sen, çaktırmadan o konuyu gündemde tutmaya uğraşıyorsun ama yemezler.. :p Buradaki ilk mesajımda dediğim gibi, "Kişisel ve Toplumsal Bilinç" düzeyinin yüksekliği ile doğru orantılıdır insanların karakterlerinin gelişmesi, kişiliklerinin sağlam oluşu, senin deyiminle "kendisi ol"uşları.

nehir_oz1982' Alıntı:
...yaşamak istediklerimizin ne kadarını ve ne ölçüde yaşabiliyoruz..korkularımız ve öteki insanların etkileri..duygularımızı yaşayıp rahatça ifade edebiliyor muyuz..kendi hayatımızın ne kadarına sahibiz.. bunları sorgulatmaktı amacım..
...

Sevgili nehir_oz1982, askerdeyken evine mektup yazdığında ayıp sayıldığı gerekçesiyle karısına selam yazAMAyan insanların yaşadığı bir ülkedeyiz. :shock: :evil: "Töre", örf, adet, gelenek, görenek vb. arasında bir kaç kişi "kendisi gibi" olmuş kaç yazar? :(


Geçen hafta,
bahadir4926' Alıntı:
...

bir Alman vatandaşının ortalama günlük okuma süresi 24 dakikaymış
bir Türkün ise 12 saniye.
.....

Bunlar sadece rakamdır.. Fazla takılmamak gerekir.. Ama yine de bir şeyler anlatır.. %12.000 gibi bir rakam vardır. Ve bu rakam olduğu sürece biz daha çoook konuşuruz bu konuları. :(

Biraz karamsardım bugün.. Kusura bakmayın. :oops:
 
“To be or not to be.” Shakesperare’nin de belirttiği gibi “Olmak yada olmamak”. Bütün mesele bu işte...Hayatımızın ne kadarına sahip çıkabiliyoruz,ne kadar kendimiz olabiliyoruz ya da kendimiz olmak istiyor muyuz,bu soruların karşılığını bulmak pek de kolay değil.
Kendimiz olabilmek ve kendimiz kalabilmek oldukça zor gibi görünüyor bana.Toplumun insanı çepeçevre sarması ve bu çemberin dışına çıkarsan cezalandırılacaksın ya da yalnız kalacaksın gibi tehditlerle insan ne kadar kendi olabilir ki.Kendi fikirlerini ortaya koyan ve o doğrultuda yaşamak isteyen insanlar hep yalnız kalır bu da bir anlamda kendin olabilmek anlamına geliyor belki de…Ama yalnızlıkla birlikte kendin olmak bir şey ifade eder mi? Benim yalnızlık fobim yok ama bazı şeyler insanlarla birlikte paylaşıldığı zaman anlam kazanır. Son dönemin filmlerinden “Uzak” adlı sinema filmini izlerken aydın yalnızlığını düşündüm,kendi olabilmiş ama yalnız bir insanın hayattaki yalıtılmışlığını hissettim.Hem kendin olmayı başaracaksın hem de yalnız kalacaksın bu herkesin göze alabileceği bir durum değil.Bu duruma varoluşsal yalnızlık demek istiyorum.Hem varolmayı gerçekleştirip hem de yalnızlığı tercih etmek.Ya da yalnız kalmak zorunda olmak…

Ben Varoluşumu gerçekleştirdim diyen kişilere de gülerim çünkü savunduğumuz fikirlerin ne kadarı bizim, üstüne ne koyduk da bize ait bir fikir oldu.Savunduğumuz fikirlerin ve ideolojilerin içinde bulunduğumuz ailemizden ve çevremizden almamız,inandığımız dini sorgusuz kabul etmemiz bize aitlik verir mi? Bizden önce birileri tarafından düşünülüp, yaşama geçirilip bizim de onlardan bir sentez yapıp bize aitmiş gibi savunmamız bu durumda bu düşünceler bizi ne karar biz yapar?Bence bir düşünceyi savunmakla yine bir şeylerin kurallarına girip o düşüncenin içinde erir gideriz.Ve yine biz kendimiz değil başka bir şey oluruz…

Sen, kendin olabilmeyi başardın mı diyecek olursanız ben hem
kendimim hem de değilim.Yaşadığımız toplumda çemberin dışına çıkmaya cesaret edemedim,etsem yalnızlıkla da savaşmam gerekiyordu toplumla savaştığım gibi.Ben varoluşsal yalnızlığa cesaret edemedim,ettiğim zamanlarda hep tepkiyle karşılandım.Sonra sivri taraflarımı törpüledim,keskin taraflarımı yuvarladım ve toplumun istediği kıvama ulaştım .Şu anda toplumun,ailemin ve çevremin istediği gibi bir insanım.Maske artık değişmiyor. Suratım kullandığım maskeyi, beynim rolümü kanıksadı.Her duruma ve zamana farklı bir maske değil,her zaman sadece bir tane maskem var.Kendim olmayı fikirsel anlamda gerçekleştiremedim.Yanlış anlaşılmasın bir düşüncem, bir yaşam felsefem,hayata dair fikirlerim var ama onları başkalarından aldım,sentez yaptım, beynimin süzgecinden geçirdim bana ait bir şey oldu ancak yine de benim özgün fikirlerim değil.Ayrıca,topluma rağmen birey olmaya çaba harcadım,ben de bir birey olarak varım dedim ve kendime bir yol açtım kocaman dünyada. Küçücük bir yol açtım ama benim için büyük bir yol…Tek başıma ve kendi ayaklarım üzerinde duracak gücüm de var .Ama ben de herkes gibiyim,sıradanım yani tek farklı yanım, kendim olabildiğim şey, tek varoluşsal gerçekliğim sakat oluşum….Bu da insanın kendisi olabilmesi mıdır acaba? :D
 
Çok doğru sehribanu, başetmek çok zor birşey. Büyük bir gücü gerek. Bir de bu "başetme" işi bize öğretilmediği için... iyice zor. Biz hep sinmeyi öğrendik!
Bu, yüzleşme ve güçlenme konusunu daha sonraki haftalarda Haftanın Konusu yapacağım...
 
OturanBoğa' Alıntı:
[size=4]Çok doğru sehribanu, başetmek çok zor birşey. Büyük bir gücü gerek. Bir de bu "başetme" işi bize öğretilmediği için... iyice zor. Biz hep sinmeyi öğrendik!
Bu, yüzleşme ve güçlenme konusunu daha sonraki haftalarda Haftanın Konusu yapacağım..[/size]

Teşekkür ederim Oturanboğa.
Evet,hep sinmeyi öğrettiler,çık kendin ol demedi kimse.Hep birilerinin uzantısı olmak zorunda bırakıldık....Ve hala da öyleyiz.Kendimiz olmak için daha çok savaşmamız gerekiyor.
Ben çok sevdim haftanın konusunu .Diğer konuları da merakla bekliyorum Oturanboğa. :D
 
SLM

BU VE BUNA BENZER KONULAR AÇILDIĞINDA HEP ŞUNU DÜŞÜNÜRÜM BEN OLMAK NEDİR NEİŞE YARAR YADA GERÇEKTEN BEN OLUNABİLİR Mİ.
YADA BÜYÜK BÜYÜK KELİMELERLE İŞTE BU BENİM DİYEN İNSANLARA HEP GÜLMÜŞÜMDÜR BU NASIL BÜYÜK Bİ İDAA BEEE.

ARKADAŞLAR OLMAK YANİ REEL MANADA OLMAK ANCAK İNSANIN ÖZGÜR İRADESİ İLE OLABİLECEK BİŞEYDİR. ÖZGÜR SEÇİMLELERLE OLABİLECEK BİRŞEYDİR. ÇÜNKÜ SEÇİM YAPABİLECEKSENİZ Kİ BU SEÇİMLER SONUÇLARI İHTİBARİ İLE KİM OLDUĞUNUZU BELİRLECEK ÖLE DEİL Mİ? ÖYLEDİR DİYENLERLE TARTIŞMAYA DEVAM EDELİM...

PEKİ BÖLE BİR SEÇME İMKANIMIZ VAR MI???? NE DERSİNİZ VAR MI

YOK YOK ARKADAŞLAR BÖLE Bİ ŞANSINIZ VE İMKANINIZ YOK ÇÜNKÜ TAAAAA BAŞTAN BÖLE İMKANI ELİMİZDEN ALMIŞLAR DAHA DOĞRUSU BÖLE Bİ İMKANI HİÇ SAĞLAMAMIŞLAR. ÇÜNKÜ İNSAN DÜNYAYA GELMEYİ YASAMAYI HİÇ SEÇMEMİŞ BUNA SADECE MECBUR KALMIŞ YANİ FELSEFİK DİLLE DÜNYAYA FIRLATILMIŞ. DOYALISIYLA YAPTIĞI HİÇBİR TERCİH GERCEK ANLAMDA KENDİN AİT OLMAYCAK ÇEVRELENDİĞİ KOŞULLANMALARLA İLGİLİ BİR KONU PEGASUS BUNLARI AYRINTISI İLE YAZMIŞ DAHA FAZLA DEŞMİYECEĞİM.
SAYGILAR....
 
tüm sorgulamalarımın altına tek bir karara imza atıyor

kendim oluşumun en büyük ispatı yaşam tarzımdır
ecelimle ölmek istemiyorum eğer ecelimle ölürsem kendimi yaşamış saymayacağım
bana göre eceliyle ölen insanlar sıradan insanlardır
hayatta tek örnek aldığım insan

DENİZ GEZMİŞ
 
Pegasus' Alıntı:
"Tercihini yapmalısın sadece" öyle mi? Yahu kirgegart dan satre a ordan heideger e gel beri camu ya duysalar gülümsetirdin adamları. Demek tercihlerimizi biz seçiyoruz. Vay anasını yav... Demek agrı dagında koyun otlattırılan çoban tercih ettiğinden çoban öyle mi? Sana göre geneleve düşen her kadın da zevk için yapar o işi herhalde... Demek bir insan doğasında öyle oldugu için fırıncıdır ve istediği için o iştedir. Ben de hukuk okuyamamayı yök nedeniyle değil kendim istemediğim gerçekleştirmedim.

Hayranım sana...


Sevgili Pegasus,

Kimseye istemediği bir şeyi sürekli yaptıramassın. Belki bir süre ama emin ol uzun süre değil. Eğer o insan o şekilde yaşıyorsa bireysel ya da toplumsal olarak seçimini veya kabulünü o yönde yapmıştır. İstersen sonra bunu istediğimiz kadar açabiliriz, örneğin söylediğin hayat kadınlarının hemen hiçbirinin bu işi - nasıl başlamış olurlarsa olsunlar daha sonra - zorunluluk ile yaptıklarını düşünmüyorum zira çok daha zor durumda olup da onlar gibi yaşamayan birçok kadın olduğunu da görüyorum. Ayrıca onları da yargılamıyorum, yaptıkları iş yasal ve isteyen istediği işi yapar. Bu yüzden ne "hayat kadınları kader kurbanıdır" sözünü çok fazla ciddiye alıyorum ne de çobanlık ya da fırıncılık gibi meslekleri küçümsüyorum. İnsanları oldukları gibi kabul etmek bana daha doğru geliyor.

Yazımdaki tercihi bireysel veya toplumsal olarak sosyal yaşamda insanın iki farklı bakış açısını nitelemek için söylemiştim, şanssızlıklar, mesleki seçimler ya da YÖK ve üniversite sınavındaki puanlamalar için değil. Tabii bunu siyah ve beyaz gibi keskin bir sınırla ayrıramassın ama genel sosyo-kültürel yaklaşım mutlaka bir tarafa daha iyi oturur.

Çoğu zaman süregiden gerçek dünyadaki basit ve somut olguları zamanı ve mekanından kopartıp bir felsefe kuyusunun içine atıyorsun ve soyutlaştırıp karıştırarak içinden hiç çıkılamaz hale getiriyorsun. Sonunda olayın gerçekliği ortadan kalkıp üzerinde konuştuğumuz olgu simgesel rölatif kavramlara dönüşüyor. Üstelik bir de beni rölativist olmakla suçluyorsun. :) Ayrıca ben özel yaşamım dışında son derece gerçekçi olduğumu düşünürüm, YÖK ile de duygusal bir yakınlaşmamız olmadı. :)

Evlendiğinde eşin sana "banyodaki musluk damlatıyor" dediğinde contasını değiştirtmek yerine Masonizm'den girip Freud'dan çıkarsan seni kapının önüne koyar haberin olsun. :) :)

Sevgiler. :)
 
spastik' Alıntı:
...

ARKADAŞLAR OLMAK YANİ REEL MANADA OLMAK ANCAK İNSANIN ÖZGÜR İRADESİ İLE OLABİLECEK BİŞEYDİR. ÖZGÜR SEÇİMLELERLE OLABİLECEK BİRŞEYDİR.
...

Oğuzcuğum, özgürlüğü; isteyenin, istediği zaman, istediğin yerde, istediği şeyi yapabilmesi, olarak tanımladığımızda haklısın, konunun içinden pek çıkılamıyor. :(

Ama özgürlük olarak, "zorunlulukların bilince çıkmasıdır" tanımını kullanırsan sorun kalmaz! ;)

Özgür irade de, özgür seçimler de bu tanıma göre anlam kazanır..

Önceki mesajımda sözünü ettiğim, "Saçmalama Özgürlüğü" konusundaki mesajlarımın birinde:
[size=4] ...

"Benim saçmalama özgürlüğüm var" diye iç çamaşırlarınızla sokağa çıkın bakayım? Ya da "ben istediğimi yaparım" diye otoyolda, sol şeritten 120 km.'yle gidin bakalım. Bütün arabalar üzerinize doğru gelirken. Kaç saniye dayanabileceksiniz?

Hatta en basiti: "engelliler.biz" yazmak için, -e-, -n-, -g-, -e-, -l-, -l-, -i-, -l-, -e-, -r-, -.-, -b-, -i, -z-, (hoşuma gittiği için uzattım. :twisted: Kusura bakmayın. :oops: ) karakterlerini sırasıyla yazmak zorundayız! "Özgürüm", "zorunluluk tanımam" diye başka karakterlerle ya da sıralamasını bozarak yazın bakalım.. Siteye girebiliyor musunuz? :evil:
... [/size]

Camiye mayo ile gidemezsiniz!.. Aynı şekilde çıplaklar kampında da elbiseyle dolaşamazsınız. Adı üzerinde: Çıplaklar Kampı. :twisted: Toplumun her yerinde "kurallar" var.. Bu kuralları öğreten/inceleyen/uygulayan kurumlar var! (Hukuk, ahlak kuralları, gelenek görenek vb.) İşte bu kurumlar, özgürlük kavramının tanımındaki "zorunlulukları", diğer bir ifadeyle "sınırları" çizer! Sana da der ki: "Bu sınırlar içerisinde istediğin yere gidebilirsin!"

İşte bu sınırların genişliği, önceki mesajlarımda söylediğim: "Kişisel ve Toplumsal Bilinç" düzeyinin yüksekliğine bağlıdır. Ama her ikisinin de aynı oranda yüksek olması gerekir! Biri yüksek biri alçak olursa burada tartıştığımız konudaki sorular hep sorulur!..



Sevgili sehribanu, mesajını biraz parçalamam gerekiyor.. :oops:

sehribanu' Alıntı:
“To be or not to be.” Shakesperare’nin de belirttiği gibi “Olmak yada olmamak”. Bütün mesele bu işte...

Buna katılmıyorum. :( Çünkü, siyahla beyazın arasında -aynı zamanda ikisinin birleşiminden oluşan- "gri" de var. Ve milyonlarca tonu var! ;) Pek çok şeyi, kesin çizgilerle biri birinden ayırmak mümkün olmuyor!


sehribanu' Alıntı:
Toplumun insanı çepeçevre sarması ve bu çemberin dışına çıkarsan cezalandırılacaksın ya da yalnız kalacaksın gibi tehditlerle insan ne kadar kendi olabilir ki.

Yok.. O kadar olumsuz bakmak doğru değil! Tamam, sınırlar/çember var ama o çemberin genişlemesi de mümkün! Bu çemberin genişlemesinde çaba harcamak/pay sahibi olmak bütün mesele! ;)


sehribanu' Alıntı:
Kendi fikirlerini ortaya koyan ve o doğrultuda yaşamak isteyen insanlar hep yalnız kalır bu da bir anlamda kendin olabilmek anlamına geliyor belki de…Ama yalnızlıkla birlikte kendin olmak bir şey ifade eder mi? Benim yalnızlık fobim yok ama bazı şeyler insanlarla birlikte paylaşıldığı zaman anlam kazanır.

Valla paylaşımın mutlaka "reel" olması şartı yok, bence.. "Sanal" da olabiliyor.. Gerçi birbirinden çok farklı ama sonuçta aynı mutluluğu hatta zaman zaman daha çoğunu alabiliyorsun. Somut örnek, bu site ve ben! :p


sehribanu' Alıntı:
Son dönemin filmlerinden “Uzak” adlı sinema filmini izlerken aydın yalnızlığını düşündüm,kendi olabilmiş ama yalnız bir insanın hayattaki yalıtılmışlığını hissettim.Hem kendin olmayı başaracaksın hem de yalnız kalacaksın bu herkesin göze alabileceği bir durum değil.Bu duruma varoluşsal yalnızlık demek istiyorum.Hem varolmayı gerçekleştirip hem de yalnızlığı tercih etmek.Ya da yalnız kalmak zorunda olmak.

"Kendin olmak" yalnız kalmak değildir! Sadece kendin gibi düşünen insanları bulamamışsın demektir, yalnızlık. "İnsan, çevre yaratığı ve çevre yaratıcıdır!" Çevreni yaratamamışsan eksik bir şeyler var demektir.."Yalnızlık" o zaman söz konusudur.. Kendin olduğun için değil!


sehribanu' Alıntı:
Ben Varoluşumu gerçekleştirdim diyen kişilere de gülerim çünkü savunduğumuz fikirlerin ne kadarı bizim, üstüne ne koyduk da bize ait bir fikir oldu.Savunduğumuz fikirlerin ve ideolojilerin içinde bulunduğumuz ailemizden ve çevremizden almamız,inandığımız dini sorgusuz kabul etmemiz bize aitlik verir mi? Bizden önce birileri tarafından düşünülüp, yaşama geçirilip bizim de onlardan bir sentez yapıp bize aitmiş gibi savunmamız bu durumda bu düşünceler bizi ne karar biz yapar?Bence bir düşünceyi savunmakla yine bir şeylerin kurallarına girip o düşüncenin içinde erir gideriz.Ve yine biz kendimiz değil başka bir şey oluruz…

"Sentez yaptık" diyebiliyorsak bu tamamen bize aittir! Çünkü, baba diyalektiğe göre; Tez: Beynimiz/düşüncelerimiz, Antitez: Dışardan alınan düşünceler, Sentez: İkisinin çatışmasından doğan yeni düşünceler.. Ve "inkârın inkârı" kuralına göre de sentez anında tez (ama öncekine göre farklı) haline dönüşür. Bizden önceki birileri de aynı yöntemle düşünmüşlerdir. Onların düşünceleri (burada) antitezdir.



sehribanu' Alıntı:
....Kendim olmayı fikirsel anlamda gerçekleştiremedim.Yanlış anlaşılmasın bir düşüncem, bir yaşam felsefem,hayata dair fikirlerim var ama onları başkalarından aldım,sentez yaptım, beynimin süzgecinden geçirdim bana ait bir şey oldu ancak yine de benim özgün fikirlerim değil.

"Özgün fikir" olayına takıldım, burada.. Nasıl bir şey olması gerekiyordu, niye olamadı? Bence, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, "beyin süzgecinden geçirdim", "sentez yaptım" diyebiliyorsan sana aittir.



sehribanu' Alıntı:
Ayrıca,topluma rağmen birey olmaya çaba harcadım,ben de bir birey olarak varım dedim ve kendime bir yol açtım kocaman dünyada. Küçücük bir yol açtım ama benim için büyük bir yol…Tek başıma ve kendi ayaklarım üzerinde duracak gücüm de var .Ama ben de herkes gibiyim,sıradanım yani tek farklı yanım, kendim olabildiğim şey, tek varoluşsal gerçekliğim sakat oluşum….Bu da insanın kendisi olabilmesi midir acaba? :D

Yeni bir yol açmak yerine, var olan yollardan birinde "bir çakıl taşı olabildim" demektir önemli olan! Ayrıca, "topluma rağmen" demek de doğru değildir bence.. Çünkü bazı durumlarda nefret etsek bile onsuz olamıyoruz! "Birey" olmak da hiç ısınamadığım bir kelime! :( Onun yerine "insan olabilmek" deyimini kullanmayı tercih ederim. ;)
 
Konu gene farklı bir yöne gitti :)
"Hayat o kadar da özgür olamaz, bu ütopyadır" bakışı ve o bakışı desteklemek için verilen örnekler burada dile getirilen konuyla ilgili değil ki. Elbette kimsenin sınırı olmayan özgürlüğü olamaz, elbette camiye mayoyla ya da çıplaklar kampına çarşafla gidilmez, elbette istedi diye kimse birini öldüremez, tecavüz edemez vs.vs. Buna benzer uç "örnekler"den yola çıkılırsa tabii ki özgürlükleri ağza bile almamak ve hatta özgürlükleri yoketmek için birsürü yol kolayca bulunabilir! :)

Ama burada bahsedilenler hem yasa dışı olmayan, hem başkasının özgürlüğüne zarar vermeyen, hem de Avrupa ve Amerika gibi toplumsal gelişimleri bizim kat be kat ilerimizde olan ülkelerde zaten yaşamın içinde olan ve uygulanan özgürlükler; yani öyle ütopik şeyler değiller.
Birileri aile/toplum baskısı yüzünden nehir_oz198'in,sehribanu'nun ya da benim yukarıdaki mesajımda saydığım gibi KENDİSİ OLAMIYORSA ve bunun açmazını yaşıyorsa, bence bu felsefenin dipsiz kuyusuna atılamayacak kadar açık ve görünür bir sorundur. Ve bu açmaz, "kimse o kadar özgür olamaz" diyerek örtülmemeli.
 
Baben demiş k:
Sevgili sehribanu, mesajını biraz parçalamam gerekiyor..

Sevgili Baben Abi ,eline sağlık benim mesajı öyle bir parçalamışsın ki ben bile toparlayamayacağım. :D :D :lol:

sehribanu demiş ki:
“To be or not to be.” Shakesperare’nin de belirttiği gibi “Olmak yada olmamak”. Bütün mesele bu işte...

Baben demiş ki:
Buna katılmıyorum. Çünkü, siyahla beyazın arasında -aynı zamanda ikisinin birleşiminden oluşan- "gri" de var. Ve milyonlarca tonu var! Pek çok şeyi, kesin çizgilerle biri birinden ayırmak mümkün olmuyor!

Ben de biliyorum Baben abi diğer renklerin siyahla beyazdan oluştuğunu, kendimize özgün şeyleri ortaya koyarken de binlerce düşünceden oluştuğunu. Ancak demek istediğim şey hiç bir şeyin tam anlamıyla bize ait olmadığını, benim başkalarından aldığım şeylerle ben kendim oldum, varoluşumu gerçekleştirdim demenin bana çok anlamlı gelmediğini belirttim. Sizin benim düşünceme katılmanız zaten gerekmiyor. Ben sadece fikrimi belirttim. Benim düşünceme katılsaydınız zaten tek düze bir dünya olurdu o da renksiz ve kuru bir şey olurdu. Aşık Veysel der ki: ”Kim okurdu kim yazardı fikir başka başka olmasa.” Fikrlerin de tartışılması gerekiyor ama kimse kimsenin fikrini kabul etmek zorunda değil.Benim naçizhane görüşüm bu.Herkesin görüşüne de saygılıyım.Bacon bu konu da en güzel cevabı veriyor :"Düşüncelerinden nefret ediyorum ama düşünceni ifade etmen için de hayatımı ortaya koyuyorum." diyor. Böyle bir düşünceyi hepimizin hayat felsefesi yapması gerktiğini düşünüyorum.....Özellikle de bizim gibi farklı düşüncelerin,farklı inançların çok fazla olduğu bir ülkede.Böyle bir hayat felsefesi hiç de fena olmaz. :D


Baben demiş ki:
Yeni bir yol açmak yerine, var olan yollardan birinde "bir çakıl taşı olabildim" demektir önemli olan! Ayrıca, "topluma rağmen" demek de doğru değildir bence.. Çünkü bazı durumlarda nefret etsek bile onsuz olamıyoruz! "Birey" olmak da hiç ısınamadığım bir kelime! Onun yerine "insan olabilmek" deyimini kullanmayı tercih ederim.

Ben gerçekten kendime bir yol açtım Baben abi, açılmış yola çakıl taşı dizmek çok basit kalır. Bir ara ben size hayat hikayemi anlatayım o zaman siz karar verirsiniz. Çakıltaşı mı yol mu olduğuna.

İnsan olmak kelimesi çok genel bir şey gibi geliyor bana.Herhangi bir insan,biz zaten canlı olarak insanız. Birey olmak tek bir kişiyi ifade eder. Ve benim için birey olmak önemlidir. Bir toplumun parçasıyım ama tek başıma da varım mesajını veriyor.

Sevgilerimle.... :D :D

Not:Alıntı kısmını yapamıyorum,kusura bakmayın.Bu nedenle karışık oldu,anlamakta zorluk çekebilirsiniz.
 
kendim hakkinda, kendim olabilmem ya da olamamam hakkinda bishi yazmak istemiorum...
bu ishin altindan kalkabilicemi hic sanmiom :)...
spastik arkadashimizin yazdiklariyla ilgili bir iki shey söyliyp cekilicem aranizdan...

okulda, en sevemedigim derslerden biri olan filozofi dersinde öretmenimin "zorla" kafama soktugu sheylerden biri shuydu:
  • -bir insan ne zaman hürdür?
    -iki shey arasinda secebildigi zaman...
yani örnegin, popomu iki tane -birbirinin ayni olan- sandalyenin hangisine koyucami secebiliosam hürümdür :)...
hem de bu hesaba göre agri daginda koyun otlattiran coban olmak ile milyoner olmak arasinda secim yapabilen bi insanla ayni oranda hürüm :)...
hür olmak icin cok shey gerekmiomush...
o -birbirinden güzel- sevgili sandalyelerimi elimden alsalar bile, ayakta durmak ile yere oturmak arasinda bi secim yapabilirim...
hem de hürrietimden bi gram bile ödün vermeden :D...
ayakta durmaktan yorulursam yere oturmak ile uzanmak arasinda secerim...
vs. vs.
ta ki son nefesimle birlikte hürriyetime veda edinceye kadar ;)

"zindana atilmish bi mahkum sokaklarda hür hür koshan bi cocuk kadar hürdür, ne de olsa hücresinin hangi köshesine kivrilip oturacagini secebilir" diycem ama bana kizarsinis diye cekiniom :)... filozof amcalar "hür" diosa hürdür :p, benim aklim ermess bu ishlere...

"insanlar kendilerine sorulmadan dünyaya firlatildilar, hürriyet bunun neresinde?" diye soruyosan, buraya firlatilmadan önce acaba insanmiydik gibi bi soru ishareti belirio beynimde... hem belki de sormushlardir ama hatirlamiosdur, hehehe... olamas mi? :)

neyse firlatilmak deyince aklima geldi:

shaaarrrr, shaaaarrrr (yagmur sesi oluyo bu)...
riders on storm...
riders on storm...
into this house we're boooooorn...
into this world we're thrown...
like a dog without a booone...
an actor out alone...
riders on the storm...

girl ya gotta love your man...
take him by the haaaaand...
make him understand...
the world on you depends...
our life will never end...
gotta love your man...

yeah!
wow!
huh!...

tamam, tamam, sustum :)... siz bana aldirmayin, rahatiniza bakin... güzel, güzel tartishmaya devam edin... heyecanla ve ilgiyle takip ediom bütün yazilanlari... bishi daha sölicem ondan sonra the doors.u dinlemeye gidicem, canim cekti shimdi :)

neptune' Alıntı:
Sen sadece seçimini yapmalısın, bu iletişim ve toplumsal yaşam insanların birbirlerinin kişiliklerine, benliklerine, tercihlerine saygı duyan şekilde mi olacak yoksa tam tersine denetleyici ve denetleyen ile gücü elinde tutanın öznel hayat görüşleri doğrultusunda diğerlerine baskı kuran ve güden şekilde mi olacak.

walla saygi duyan shekli secerek hürriyetimi kullanmak isterim... insanlar birbirlerinin kishiliklerine, benliklerine, tercihlerine saygi duyarak iletishimi ve toplumsal yashami sürdürmeye calishiyorsa o toplumda otomatikmen baskiya cok daha az gerek duyulur, belki de hic duyulmaz diye düshünüyorum... cok mu ütopik bi düshünce oluyo bu? :?

bu arada: bana da "insan" kelimesi "birey" kelimesinden daha sicak gelio nedense...

hosh sohbetler...
 
arkadaşlar gerçektende sevgili Oturanboğa'nın dediği gibi konuyu farrklı yönlere çektiniz yahuu :p
Şehribanu çok güzel noktalara değinmiş yorumunu çok beğendim..öyle sanıyorumki şehribanu zorlu bir hayat mücadelesi içinde kişiliğini çok iyi geliştirmiş..tebrik ederim. karakterimizin güçlenmesi için bence her zaman kendimizi sorgulamamız eksik olduğumuz noktaları tespit edip geliştirmemiz gerekir.fikirlerimizi başkalarına kabul ettirmek amaç olmamalı..ortaya koyduğumuz düşünce herkesin hayatını sorgulatmalı ve kişi kendince bir yorum çıkarmalı..herkesin yorumu tabiki aynı olmayacaktır..
kendin olmakla özgür olmak ayrı ayrı ele alınmalı..konumuzun dışına çıkmadan yorumlarımızı yazarsak bence daha güzel olur :twisted:
:p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p :p
 
Nehir_öz1982 demiş ki:
Şehribanu çok güzel noktalara değinmiş yorumunu çok beğendim..öyle sanıyorumki şehribanu zorlu bir hayat mücadelesi içinde kişiliğini çok iyi geliştirmiş..tebrik ederim.

Teşekkür ederim Nehir. Hayat böyle birşey zaten hiç bir başarı kolay kazanılmıyor....
Sevgilerimle....:D
 
nehir_oz1982' Alıntı:
karakterimizin güçlenmesi için bence her zaman kendimizi sorgulamamız eksik olduğumuz noktaları tespit edip geliştirmemiz gerekir.fikirlerimizi başkalarına kabul ettirmek amaç olmamalı..
katiliom bu sözlerine, sevgili nehir_oz1982, ve hatta benimsiorum... ama bilmez misin ki, biz site üyelerinin (hepimizin olmasa da bi cogumuzun) en büyük özelliklerinden biri de topic konusunu cok güzel bi shekilde saptirmaktir :p... hüeheheee... baben "laf lafi acar" dio genelde bu duruma... alishtim artik, hatta sevmeye bashladim bu ishi... bashlik altina yazilmish bütün mesajlari, konuyla alakasizmish gibi görünenleri dahil, memnuniyetle okudum, hem de hic bi baski altinda kalmadan :p... halimden memnunum yane...

ortaya koydugumuz düshünce herkesin hayatini sorgulatmali kishiler kendince yorum cikarabilmeli diosun ama bashlik altina yazilmish hangi mesajin bu söylediklerine aykiri oldugunu iddia edebeliriz ki?... (eh, benimkine diyebiliris :))... buraya yazilan cogu düshünceleri -alakasizmish gibi dursa bile- kendimi sorgulamak icin kullanabilirim pekiala :)...
 
Hasantalay' Alıntı:
tüm sorgulamalarımın altına tek bir karara imza atıyor

kendim oluşumun en büyük ispatı yaşam tarzımdır
ecelimle ölmek istemiyorum eğer ecelimle ölürsem kendimi yaşamış saymayacağım
bana göre eceliyle ölen insanlar sıradan insanlardır
hayatta tek örnek aldığım insan

DENİZ GEZMİŞ

Bu konuya hiç girmeden bir tek soru sorup aradan çekileceğim. Dikkatimi çektiği için oda. Sorumun muhatabıda Hasantalay. Şimdi eğer sizin teziniz doğru ise Atatürk sıradan biri miydi? yada İnönü yada Edison yada.... bir çok tarihe mal olmuş insan? Yada bizlerden biri öldüğünde sıradan mı oluyor size göre? Her insan bir değerdir. Bunun sıradan olup olmadığını siz değil ancak ve ancak bıraktığı izler belirler. Bu izler ister kendi çevresinde kalır isterse toplumlara mal olur. Sonuçta bıraktığı izlerle anılır iyi yada kötü. Bu genellemeyi yaparken sanırım fazla düşünmediniz. Yoksa böyle bir hata yapmazdınız diye düşünüyorum.

Ve tekrar özür böyle araya girmek istemezdim konuyla alakası olmayan bir konu ama dedim ya dayanamadım. :wink: Neyse ben kaçtım siz tartışmanıza devam edin. :wink:
 
Üst Alt