Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Haftanın Konusu] Başarı Öyküsü ve Sakatlık...

Valla kardeşim sevgili rekursion un sineğiyle olan sadist ilişkisini her iki şekilde de yarumlayabilirsin.

Mesela burada sadistin yaptığı hareketin yanlışlığına da vurgu yapabilirsin, bu sineğin böylesine sadist birinin elinden nasıl olupta kurtulmayı başarabildiğine de....Eğer kurtulan sineğe övgüde bulunmazsan benzer duruma düşecek her sineğe mücadele etmeden vazgeç mesajı vermiş olursun.

O kurtulan sinek benzer duruma düşecek insanlara bir ışık teşkil edebilir.

Kaldıki siz burda psikoloji biliminin tüm temel argümanlarını da devre dışı bırakıyorsunuz. Psikolojide öğrenme kuramı diye bir şey vardır. Kişi belli bir hareketi yaptığı zaman bir pekiştirgeçe ihtiyaç duyar. Bu ise ödüldür. Ödül bir çocuk için başının okşanması, bir sanatçı için alkış ve bir engelli içinde takdir edilmek olabilir. bunlar sayesinde kişi onaylandığını görür ve mücadelesine devam eder. Bu şekilde takdir edilmenin mevcut sistemi sorgulamamak anlamına geldiğini nereden cıkardınız anlayamadım. İnsan takdir edilince sistemin oyuncağı mı olmak zorunda?

Rekursion yazını okudum ve sorduklarına yazdıklarımda zaten cevap verdiğimi gördüm.
 
Beethoven, müzik yapmak için ihtiyaç duyulan (ya da duyulduğu varsayılan :)) işitme yetisinden yoksun olmasına karşın o besteleri yaptığı için, elbette ekstra övgüye hakediyor ve şaşkınlık uyandırıyor. Buna Rekurison'un karşı çıkması da mümkün değil zaten (umarım yanılmıyorumdur :)) Ama biri gidip "usta sen hem sağırsın hem bu müzikleri yapabiliyorsun" deseydi, heralde Beethoven onu pencereden aşağı atardı :) Çünkü o eserleri, dünyanın en büyük bestecisi olduğu için yaptı ve başkaca bir kıstası da kabul etmezdi, diye düşünüyorum.
Şimdi birisi çıkıp, "Beethoven sağır haliyle 9. Senfoni'yi yaptı. Sense iki kulak, iki el, iki ayakla; altında araban, emrinde hizmetçiler... bi senfoni besteleyemedin" diyerek birilerini fırçalayabilir mi!? Ya da "Ray Charles, Aşık Veysel körken, Michel Petrucciani cüceyken neler yarattı, yuh olsun kör olmayan uzun boylulara" denilebilir mi?! Elbette ki hayır.
Beethoven 9. Senfoni'yi yazdığı için bir dahidir, Ray Charles, Aşık Veysel müzik becerileri, Michel Petrucciani muhteşem sol eli sayesinde varlar... Sağırlık, körlük, cücerlikse, Onlar'ın dışındakiler için magazin malzemesi...
 
Beethoven 9. Senfoni'yi yazdığı için bir dahidir, Ray Charles, Aşık Veysel müzik becerileri, Michel Petrucciani muhteşem sol eli sayesinde varlar...

Çok fazla doğru değil sevgili oturanboğa bu cümle... :D

Neden çok doğru olmadığı sanatın ve sanatçının var olma sebebiyle çok farklı yerlere uzar gider.

Sağırlık, körlük, cücerlikse, Onlar'ın dışındakiler için magazin malzemesi...

yarı doğru bir cümle bu da sevgili oturanboğa... :D

Kuşkusuz onların dışındakiler için magazin malzemesiydi. Ama onların içinde kapanmaz bir yaraydı. Ve var olma sebepleri oldu aynı zamanda.

İşte bu aşamada örnek olarak bu sanatçıları verecekseniz, gerçek anlamda sanatçıları verecekseniz, dikkatli olun demekten başka bir şey diyemiyorum.Zaten bu sebeple de burada Beethoven in doğru örnek olmadığını vurgulamaya çalışıyorum.

Sanatçı hele dahilik sınırlarında dolanan birisiyse, bilinen anlamda normal kurallara uygun sonuçları beklemeyin herşeyden önce. Hele bir de bu şekilde bir engelleri varsa, içlerindeki çarpışmayı anlayabilmemiz olası bile değildir.

Sanatçı kendi kendisini ifade etmede zorlanan kişidir. Zaten zorlanmasaydı ne sanat ne de sanatçı olurdu. Kendini ifade etmenin bir aracı olarak ya müziği, ya resmi yada başka bir sanat alanını seçerken bu anlamda yoğunlaşırken, kendisiyle barışık olmamanın, sancılarından doğar yapıtları...Ya da derin bilinç altlarındaki red etme duygusundan...

Bizler genel anlamda bir çok şeye sanat, ve bir çok kişiye sanatçı dediğimizden sanat ve sanatçı olgusunun gerçeğinden biraz uzak olduğumuzdan söylemeye çalıştığım şeyi anlamakta direnmekle bir yere varamayız.

Buraya almadığın bir ressamı da ben devreye sokayımda anlatmaya çalıştığım düşünceye açıklık getirmiş olayım, tabii kendimce;

Toulose Lautrec....

Fransızların yetiştirdiği bu büyük cücede de kendisini olagan üstü çirkin bulduğundan ve hiç bir kadının kendisini beğenmeyeceğini düşündüğünden genel ev kadınlarına verdi kendisini. Varlıklı olması nedeniyle de onların arasında bir yer edinirken onların resimlerini yapmaya çalıştığı bir esnada ressam oluverdi. Onları resmederken, onların kahkahalarını ve yaşantılarını tuale yansıtırken, kimsenin görmediği aşağılık duygusunun izlerini, ve kendi gözyaşlarını, kadınların gözlerinde, göğüslerinde, ve kahkahalarında gizliyordu...

Aşık Veysel için bir kez daha döndüm, gecenin geç bir vakti olduğundan henüz cevap veren olmamış, bu iyi benim için :D

Aşık Veysel i de Aşık Veysel yapan çok genç yaşta yediği en büyük kazıktır.Bencede dünyanın en büyük sanatçılarından biridir. Kör olmasından çok, evlendiği kadının onu ilk gece bir başkasıyla bırakıp kaçması üzerine dünyasına küsmüş ve kendini dizelere ve müziğe vermiştir.

Dediğim gibi bunlar farklı konular, buradan bir yere varamayız....
 
"Bir şey çok önemli değilse hiç önemli değildir" diyor adamın biri...

Bethooven ın ne şekilde takdir edilmekten yada edilmemekten hoşlanması bir kenara;

Onun duyamayarak duymanın kıymetini ortaya koyması bana güzel ipuçları vermekte hayata dair... Sahip olmadığımız/olamadığımız "şey"leri farketmeye bu kadar meyilli insanlar olmak yerine sahip olduklarımıza meyletsek avutmuş mu oluruz kendimizi? Yoksa samanyolunu verseler yeter mi bize? Sahip olduklarımız sayesinde başlamaz mı "farketmek"...

Ben neye sahibim?...

Das Denken Dankt! (Düşünce Şükreder!) [size=2]*Heidegger[/size]
 
andante' Alıntı:
Ama onların içinde kapanmaz bir yaraydı [eksiklik/sakatlık]. Ve var olma sebepleri oldu aynı zamanda.

Tam da böyle tabii ki. Onlar için eksiklik/sakatlık (başkalarının düşündüğünün aksine!) bir dezavantaj değil, olsa olsa avantajdı. Yani eksikliğin bir dezavantaj olduğunu peşinen kabul etmenin (ve bu eksiklikle başarılı olmaya şaşırmanın) yanlış olduğu ortada...
Hatta bir adım daha ileri gideyim; sakat ve başarılı biri görüldüğünde onu peşinen kahraman, kurban ya da gizemli biriymiş gibi göstermek ayrımcılıktır, içinde hakaret barındırır ve sorunların kaynağını gizler.

Gökhan'ın güzel bir çevirisi geldi aklım:

Kahramanlar, Kurbanlar, Egzotikler ve İnsanlar Üzerine

Eskiden engellilik sıradışı bir şey olarak görülürdü. Engellilere hayretle ve ‘mucize’lermişçesine yaklaşan kitaplardaki sakat beden çizimlerinde bu bedenlerin en alışılmadık bölümleri öne çıkarılır, engellilik de istisnai bir durum olarak nitelendirilirdi.
Modern dönemde kahraman-vari temsiller ağırlık kazandı. Bugün, örneğin, kayalıkları tırmanan tekerlekli sandalye kullanan insanlar gösteriliyor. Bu tür temsillere, spordaki başarıdan çok sakatlığın vurgulandığı, engelli sporlarına ilişkin haberlerde sık rastlanıyor. Kaza geçiren kayakçı Silvano Beltrametti ya da kısa süre önce ölen ‘Superman’ Christopher Reeve üzerine haberler bu nitelikteydi mesela. Kahramanlaştırıcı temsil biçimi, sakatlıklarına “rağmen” uzak ülkelere seyahat eden insanlarla yapılan röportajlarda da gözlenebilen, engelli insanı yücelten bir bakışın [hinaufsehen] mevcudiyetiyle ayırdediliyor.
Bu ‘yücelten-bakış’ perspektifi, duygusal temsil biçiminde tersine çevriliyor. Zaman zaman yardıma muhtaç, acı çeken ve koruma ve desteğe ihtiyaç duyan kurbanlar olarak gösterilen engelli insanlar acıma hissiyle aşağı-görülüyorlar. Bu reklamlarda sıkça karşılaşılabilecek temsil biçimi engelliliği sosyal yardımla çözülebilecek bir sorun olarak yansıtıyor. Benetton’ın, zihinsel engelli çocukları bakıcılarıyla beraber rengarenk kıyafetler içinde gösteren ‘güneş çiçekleri’ kampanyası bu tür temsile bir örnek. Noel zamanı yardım yapılmasını teşvik eden örgütler de, sıkça engellileri mağdur/kurban olarak gösteren temsillere başvuruyor – örneğin Avusturya’daki “Karanlığa Işık” örgütü. Bu tür temsillerde sıklıkla engelli çocuklara yer veriliyor; ki böylece sorunun ciddiyetinin üstü örtülüyor.
Engelliliği egzotik olarak temsil eden başka bir temsil biçimi ise, izleyiciyi izlenenden uzaklaştıran bir bakış aracılığıyla kuruluyor. Engelli insanlar merak ve eğlence nesneleri olarak ele alınıyor bu temsilde. Bu temsil biçimi engelli insanları panayır figürleriymişçesine sunan 'Freak Show’ların karakteristik özelliklerinden biriydi. Bugün bu tür bir sunuma pek rastlanmıyor. Yine de, arada sırada, engelli insanları bir yandan normları problematize ederken öte yandan onları olumlayan bedene bürünmüş çelişkiler olarak sunan medya haberleriyle karşılaşmak mümkün. Normlarla bu müphem ilişki dikkat çekici olduğu için egzotik temsil biçimini reklamlar için de çekici kılıyor.

Benzer bir şekilde az (hatta egzotik temsil biçiminden daha az) karşılaşılan bir temsil biçimi de sıradanlaştırıcı temsil biçimi. Siyasi olarak en etkili temsil biçimi bu; zira engelliliği alışıldık, insani bir deneyim olarak sunuyor. Güven ve yakınlık sağlanması sayesinde izleyici ve izlenen arasındaki ayrım aşılıyor; böylece engelli insanların algılanması normalleştiriliyor. Bu temsil biçimine örnek ‘Lindenstrasse’ dizisi: Bu televizyon dizisinde tekerlekli sandalyede bir spastik ve Down sendromlu bir çocuk ne aklanarak ne de ayrımcı bir şekilde temsil ediliyor. Bunun yerine, bu insanların sıradan/gündelik düşünceleri ve yaşam dünyaları öne çıkarılıyor.

Garland Thomson engelliliğe ilişkin dört farklı temsil biçimini şu şekilde özetliyor: kahramanlaştırıcı temsil biçimi izleyicinin ayrım karşısında hayrete düşmesini teşvik ediyor; duygusal biçim izleyiciye şefkatle tepeden bakmasını (aşağı-görmeyi) öğretiyor; egzotik biçim izleyiciyi yabancı bir nesneye uzaktan bakmaya koşulluyor; gerçekçi biçim ise izleyiciye incelediği nesneyle yanyana gelmesini tavsiye ediyor. Medyada burada ideal-tipler olarak tarif ettiğimiz temsil biçimleri sıklıkla karışık bir halde yer alıyor.
Hasılı, sanatçı işte...

***
SiyahPelerinliAdam'ın değindiği, Rol Model olma/algılanma "misyonu" da var tabii. Benzer eksiklikleri/sakatlıkları olan ve/fakat yaşamda bocalayan kişilere bir örnek ve moral olmak elbette yadsınamaz. Gelgelelim bu, başarılı olan kişiyi kahraman yaparak, imkansızı başaran biri olarak göstererek yapılamaz herhalde.
O'nun başarısı ne kadar "sıradanlaşırsa", başkalarının o başarıya ulaşabilme umudu da o kadar artacaktır.

Kör avukat olmuş...
- Yok baba, o aşmış. O kim biz kim... Biz sıradan bi körüz, ama o!.. :)
 
Çağrı Doğan'ın çevirisini yaptığı, Kenneth JERNIGAN'ın bir makalesinden güzel bir alıntı:

[...] Bir kaç yıl önce, çalıştığım kurum, genç bir kıza, sekreter olarak çalışabileceği bir iş bulma konusunda yardım etmeye girişmişti. Genç bayan, iyi bir daktilo kullanıcısıydı, form doldurabiliyor, not alabiliyordu ve başka açılardan da iş için yeterli bir adaydı. Düzenli biriydi ve istediği her yere bağımsız olarak gidebiliyordu. Genç bayan, aynı zamanda tamamen kördü. Sekreter ihtiyacı olduğunu bildiğim bir firmanın yöneticisini aradım ve söz konusu kör bayanla görüşmeyi düşünüp düşünmeyeceğini sordum. Bana, körlerin ne kadar mükemmel işler yaptığını bildiğini, duruma sempatiyle yaklaştığını fakat somut koşullarının kör bir bayanın çalışabilmesi için uygun olmadığını söyledi. Dediğine göre, işleri aşırı yoğundu, karbon kullanılmak zorundaydı, form doldurmak gerekiyordu. Hız önemli bir koşuttu ve her gün çok fazla iş yapmak gerekiyordu. Dahası, lavabo sekreterlerin çalıştığı yere uzaktı ve kör bayanın lavaboya götürülmesi için çalışanlardan birinin zaman ayırması mümkün olamazdı.

Bu aşamada, ona, son bir kaç yıl içinde, yeni seyahat tekniklerinin geliştirildiğini, söz konusu bayanın seyahat konusunda oldukça iyi olduğunu, istediği her yere kolaylıkla ve bağımsız olarak gidebileceğini söylemek için sözünü kestim. O da benim sözümü keserek, ‘körlerin seyahat konusunda ve kendileri için ne kadar harika işler başardığını biliyorum. Kör olan birini tanıyorum. Bayan X’i tanıyorum ve onun seyahat konusunda ne kadar iyi ve yetenekli biri olduğunu biliyorum’ dedi. Onu ikna etmek için çabalamaya devam ettim. Ama, işim daha da zorlaşmıştı artık. Çünkü, bayan X’i ben de tanıyordum ve o, şimdiye kadar tanıdığım, sayahat açısından en kötü ve en aciz kördü. Körler arasında, bağımsız hareket konusunda yetersiz körlere ilişkin kullanılan bir espiri vardır. “O, kendi yatak odasında kaybolur!” Tahmin ederim, bayan X de öyledir.

Konuştuğum adam kesinlikle samimiyetsiz değildi. Genel görüşün öngördüğü gibi, sıradan bir körün tamamen aciz olduğunu ve hiç bir suretle, bağımsız bir şekilde seyahat edemeyeceğini düşünüyordu. Tanıdığı bayanın, yapabildiklerini yapabiliyor olması dikkate değer ve harika bir şeydi. Kafasındaki kör imgesinden bekledikleriyle karşılaştırıldığında, tanıdığı bayanın performansı sıra dışıydı. Dolayısıyla, ona, kafamdaki bayanın bağımsız olarak seyahat edebildiğini söylediğimde, kafasında bayan X’inki gibi bir seyahat canlanıyordu. Aynı sözcükleri kullanıyorduk ve ikimizde samimiydik, ama söylediklerimiz ikimiz için de farklı anlamlara geliyordu. İyi daktilo kullanıcısı ve yetenekli sözcükleriyle demek istediğimi nasıl yorumlayabileceğini düşününce ürperdim.

Bir sohbet esnasında, biri bana, oh, ne demek istediğini çok iyi anlıyorum; körlerin neler yapabileceğini biliyorum, çünkü kör olan birini tanıyorum dediğinde, korkmaya başlıyorum. Kendi kendime, acaba ne tür bir kör tanıyorsun, diyorum.

Bütün körlerin, bir kör üzerinden değerlendirilmesinin örneklerine çoğumuz yakından şahit olmuşuzdur. Bir kişi, müzik alanında yetenekli bir kör tanıyorsa, bu kişinin bütün körlerin müzik açısından yetenekli olduklarına inanma olasılığı yüksektir. Bir kaç yıl önce, iş yerinde bir kör çalıştırın birini tanımıştım. Tesadüfen, çalışan alkoliğin biriydi ve iş yerinde alkol aldığı anlaşılınca, işine son verildi. Iş veren, hala iş yerinde kör birini çalıştırmayı reddediyor. Dediğine göre, körler çok fazla alkol tüketiyorlarmış.

Bir keresinde, katılımcıların çoğunluğu kör olan bir ulusal toplanteda bulunuyordum ve otel lobisinde bir garson gelip, bana, ‘körler ne kadar neşeli insanlar, bu harika birşey. Bir süredir sizleri gözlemliyorum ve harika vakit geçiriyormuş gibi görünüyorsunuz.’ dedi.

Garsona, ‘peki ama, hiç gören katılımcıları gözlemlediniz mi?’ dedim. Evlerinden ve günlük yaşamın rutin işlerinden uzaklaştıklarında, insanlar gevşerler, rahatlarlar. Körler de, herkes gibi ve herkes kadar, mutlu ya da mutsuz olabilir.

Bütün körleri, bir körden yola çıkarak yargılama eğiliminin yanı sıra, bütün körleri, gören populasyonun en az etkili ve en yetersiz bir ferdinden yola çıkarak değerlendirme eğiliminden de söz etmek mümkün. Başka bir deyişle, bir iş, normal biri, görme yetisine sahip olan biri tarafından yapılamıyorsa, bu işin bir kör tarafından yapıllması nasıl mümkün olabilir? Bunun, şimdiye kadar şahit olduğum en iyi örneği, kör bir gencin, bir mısır yağı fabrikasında çalışmak üzere işe alınması için çabalarken meydana geldi. İş, mısırların pres makinesine doldurulması operasyonunu kapsıyordu. Pres, ara sıra sıkışıyor ve işlemin devamı için operatörün makineyi durdurup temizlemesi gerekiyordu. İşveren, deneme amacıyla, kör adamı işe almaya razı oldu, ama gerekli düzenlemelere son halini vermek için geldiğimiz görüşmede çarkediverdi. Işveren, gören çalışanlarından birinin elini prese kaptırdığını, açıkladı. Çalışan dikkatsiz davranmış, makineyi çalışır haldeyken temizlemeye çalışmıştı. İşveren, operasyon çok tehlikeli! çünkü, gören bir adam bile incindi, bu pozisyonda bir körü çalıştırmayı kesinlikle düşünemem, dedi. Gerçi bunu yapmadık ama, ille de mantık izlenecekse, ona, bundan sonra, bu pozisyonda gören birini çalıştırmaması gerektiğini söyleyebilirdik. Sonuçta, hatayı yapan kör bir adam değildi.
[...]
Bir zamanlar mobilya yapıp sattığım bir mağaza işletiyordum. Masa, sigara sehpası, lamba gibi şeyler tasarlayıp yaparken, ölçü, kesme, doğrama, matkapla delme, rendeleme ve zımparalama gibi işlerle uğraşıyordum. En son aşamayı oluşturan boyama ve cilalama dışında bütün işlemleri kendim gerçekleştiriyordum. Nihayetinde mantıklı ve gercekçi olmak gerektiğini düşünüyordum. O zaman biri bana kalkıp, kendimi, yetersiz olduğum konusunda kandırdığımı, kör bir insanın cila yapamayacağı görüşünü sorgulamadan kabul etmemem gerektiğini söylese herhalde bundan çok alınır ve ona şunları söylerdim: Bütün hayatım boyunca kör olduğum için kör bir insanın neler yapabileceğini bildiğimi düşünüyorum, biraz mantıklı olmalısınız. Kör birisinden kamyon kullanmasını bekleyemediğiniz gibi, ondan mobilya cilalamasını da bekleyemezsiniz.

Daha sonra California’ya Körler Icin Rehberlik Merkezi’nde ders vermeye gittiğimde körlerin gerçekten de cilalama işini yaptıklarını gördüm. Yavaş yavaş, ben de yapabildim. İtiraf etmeliyim ki bu tecrübe beni derin düşüncelere itti. Mesele mobilyacılık yaptığım dönemde cilalama işi için sürekli birilerini kiralamış olmam değil. Belki de böylesi daha karlıydı, çünkü böylece zamanı daha verimli ve karlı bir biçimde kullanabilmiştim. Asıl sorun o zamanlar hiç sorgulamadan bu işin körler tarafindan yapılamayacağını kabullenmiş olmamdı. Körlerin yetileri konusunda ilerici bir tutum sahibi olduğumu düşünen ben, hiç farkında olmadan teslim olmuştum. Bu tecrübe kafamda bugün de canlılığını koruyan soru işaretleri oluşturdu: Acaba, körlerin kapasitelerini aştığını sorgulamadan kabullendiğim kaç iş, aslında körlerin kolayca yapabilecekleri işlerdir? Görmenin ön koşul olduğunu düşündüğüm kaç işin, aslında ön koşulu sadece kavrama yetisinden ibaret, içinde yaşadığım kültürün şartlandırmaları ve hayal gücümün sınırlamalarından dolayı ben de olmayan bir kavrama yetisi?
K
 
Kenneth JERNIGAN'ın başka bir makalesinden alıntı:

Kör bir insana “herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki kör olduğunu unutuyorum, senin herkesten farksız olduğunu düşünüyorum” demekle, gerçekten iltifat mı edilmiş olur? Diyelim, bir Amerikalı Fransa’ya gitsin ve orada biri ona şöyle desin: “Herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki Amerikalı olduğunu unutuyorum, senin herkes gibi olduğunu düşünüyorum.” Bu bir iltifat olur muydu? Tabii ki, görmeyen kişinin sürekli tetikte beklemesi, her an sinirlenmeye ya da üzülmeye hazır olması gerekmez; incelikli davranıp söyleneni kastedildiği şekliyle alması, yani iltifat olarak kabul etmesi, ancak bunun gerçekte iltifat olmadığının da farkında olması gerekir. Bu ifadenin gerçek anlamı şudur: “Görmeyen insanlar için aşağı seviyede ve sınırlı olmak, diğer insanlardan farklı ve çok daha güçsüz olmak normaldir. Tabii ki, sen hâlâ görmeyen bir insansın ve hâlâ benden çok daha fazla sınırlısın, ama bunu o kadar iyi telafi etmişsin ki, benden daha aşağı bir seviyede olduğunu nerdeyse unutuyorum”.

Körlükle ilgili toplumsal tavırlar her alana yayılmıştır. Bunlar yalnızca görenleri değil, körleri de etkileyen tavırlardır. Bu, yüzleşmemiz gereken en can sıkıcı sorunlardan biridir. Körlere dair yaygın kanılar çoğunlukla körler tarafından da benimsenir. Körler, kendilerine diğerlerinin baktıkları pencereden bakma eğilimindedirler. Çoğu zaman sınırlılıklarına ilişkin yaygın görüşü kabul ederek bu sınırlılıkların gerçeğe dönüşmesine hizmet ederler.

Yıllar önce, o zamanlar genç bir sosyoloji öğretmeni olan, ve şimdi Amerika Yahudi Braille Enstitüsü’nün başında bulunan Dr. Jacob Freid, ilginç bir deney yapar. Çalıştığı üniversitede, fotoğraf tanımlama konusunda zenci ve beyaz öğrencilere bir test uygular. Fotoğraflardan birinde, resimler, heykeller ve çiçeklerle güzel bir şekilde dekore edilmiş bir oturma odasında oturan zenci bir kadın vardır. Kendilerinden fotoğraftaki kadını tanımlamaları istenen öğrenciler, kadının temizlikçi, hizmetçi, aşçı, çamaşırcı, ev işlerine bakan yardımcı kadın, ya da dadı olduğunu söylerler. Bu testte önemli bir veri sunan şey, zenci öğrencilerin beyaz öğrencilerle aynı tanımlamaları yapmış olmalarıdır. Fotoğraftaki kişi, zamanının en tanınmış zenci kadını olan Mary McLeod Bethune’dur. Bu kişi Bethune-Cookman Üniversitesi’nin kurucusu ve rektörüdür; Franklin D. Roosevelt’in başkanlık döneminde çok yüksek bir mevkide çalışmıştır; yüksek eğitim dünyasının en parlak ve prestijli isimlerinden biridir. Bu örnek bize eğitimin de, doğa gibi, boşluklara tahammülsüz olduğunu, azınlık grubundan olan insanların, kendileriyle ilgili doğru ve tam bilgiye sahip olmadıkları durumlarda, yanlış ve adaletsiz olsa bile çoğunluk grubunun şablonlarını kabullendiklerini gösteriyor. Sivil haklarla ilgili büyük tartışmaların ve protestoların yaşandığı günümüzde bile, eminim ki birçok zenci bu fotoğrafı yine geleneksel şablonlarla tanımlayacaktır.
K
 
hehehe ortalik alevlenmish gene :)... karishmish da biraz... inanin bisheyler yazmamak icin zor tutuom kendimi, ama bu hafta sonu evde degilim, yarin akshama kadar sabretmek zorundayim...

yazilanlari zevkle okudugumu ve sorularima gelen yanitlar icin teshekkür ettigimi shimdiden söyleyebilirim...

kendinize iyi bakin!

[size=2]not: sinegime o kadar da fazla takmayin kafayi ;)[/size]
 
Kör bir insana “herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki kör olduğunu unutuyorum, senin herkesten farksız olduğunu düşünüyorum” demekle, gerçekten iltifat mı edilmiş olur? Diyelim, bir Amerikalı Fransa’ya gitsin ve orada biri ona şöyle desin: “Herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki Amerikalı olduğunu unutuyorum, senin herkes gibi olduğunu düşünüyorum.” Bu bir iltifat olur muydu? Tabii ki, görmeyen kişinin sürekli tetikte beklemesi, her an sinirlenmeye ya da üzülmeye hazır olması gerekmez; incelikli davranıp söyleneni kastedildiği şekliyle alması, yani iltifat olarak kabul etmesi, ancak bunun gerçekte iltifat olmadığının da farkında olması gerekir. Bu ifadenin gerçek anlamı şudur: “Görmeyen insanlar için aşağı seviyede ve sınırlı olmak, diğer insanlardan farklı ve çok daha güçsüz olmak normaldir. Tabii ki, sen hâlâ görmeyen bir insansın ve hâlâ benden çok daha fazla sınırlısın, ama bunu o kadar iyi telafi etmişsin ki, benden daha aşağı bir seviyede olduğunu nerdeyse unutuyorum”.


Benim kişisel fikrim bu paragrafta ifade edilen düşüncenin engelli olmaktan ötürü ortaya çıkan kompleksin oldukça süslü ve makyajlı bir şekilde ifadesinden başka bir şey olmadığıdır.

Gözleri görmeyen bir kişinin hayatla mücadele etmesi, sağlıklı bireylerin yaptığı işleri başarıyla gerçekleştirmesi vb kelimenin tam anlamıyla takdire şayandır. Ancak kişi görmek gibi mucizevi bir yetiden mahrum olarak gerçekleştirdiği bu eylemi sıradan insanların yaptığı sıradan eylemlerden biriymiş gibi ortaya koymaya çalışırsa bence bu, bu kişinin körlüğünü normal bir durummuş gibi kabul edememesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü durumunu normal olarak kabul etse diğerleriyle aynı olduğu düşüncesine kapılmazdı. Özünde iç çatışmaların ve kendini bir kör olarak net bir şekilde konumlandıramamanın yansıması olarak değerlendiriyorum.

Bu sözlerim belki çok tepki çekecek ama bu kişi hakkında düşündüğüm şey tam olarak budur.

Demek bir adam tek koluyla yüzerek manş denizini geçtiğinde kendisini tebrik eden kişileri "onu gizil bir aşağılamaya maruz bıraktıkları için" suçlamalı öyle mi? Bu kompleks değilse kompleks nedir acaba?
 
Doğrusu şu ana kadar yazılanlar arasında siyahpelerinli adam ın yazdıklarını oldukça ciddiye aldığımı hemen belirteyim. Gerçekten te önemli olan sahip olduklarımızın farkına varılmasıdır.

Sahip olmadığımız bir çok şey var. Onların peşinde giderek, sahip olduklarımızla bir şeyler üretemeyecek duruma geldiğimiz anda asıl tartışılması gerekenler ortaya çıkmalı.

Engelli sanatçıların bu anlamdaki başarılılarının örnek alınmaması ve örnek olarak gösterilmemesi sanırım anlaşılmıştır. Aynı şekilde engelli olmasalarda bir sanatçının yaptıklarıyla kendimizi kıyaslamaya kalkışdığımızda yarı yolda kalacağımız kesindir.

Benim anlayamadığım bir şekilde her zaman birileriyle bir kıyas içinde olmak zorunda olup olmadığımızıdr. Sanırım bu yarışı eşitlik ilkesiyle de birleştirerek kendi kendimize yaratıyoruz.

Ben eşitliğe inanmam. Ve daha da ileri giderek eşitliğin en büyük eşitsizlik olduğunu kabul edenlerdenim.Kişileri ve onların özelliklerini olduğu gibi kabul etmek dururken, bunları bir kıyas yaparak avantaj yada dezavantaj biçimlerine sokarak işleri gereğinden fazla çıklımaz hale bizler getiriyoruz.

Sanırım içimize sindirmekte zorlandığımız şey; kendimizi olduğu gibi kabul etmemek. Tüm sorun burada. Sadece engelliler için değil, diğer insanlar içinde daima yazılı basın, görsel basın vs. tarafından bizlere bir şablon çizilerek kendimizi red etmek öğretiliyor.

Bu konuda çok başarılı olduklarını söyleyebilirler. Kutlamak gerekiyor gerçekten. Ve engelliler olarak ta bu anlamda iç dünyamızda yaşanılanlar epeyce fazla olduğundan , diğer insanlarında aynı duygu ve düşüncelerde olabileceğini hiç hesaba katmadan, tek hakarete uğrayan, tek zorluklarla yaşanlar sadece engellilermiş gibi algılayıp,zor olan dünyayı iyice zorlaştırmakta ustalaşmış olduğumuz ortada.

Kulağa hoş geliyor açıkcası, engelli bir bireyin başarısı ne kadar sıradanlaştırılırsa..... :D

Başarı nedir gerçekten ben bunu anlamakta zorlanmaya başladım açıkcası...

Başarı insanın kendi olanaklarını zorlayarak , sonuca ulaşma biçimiyse, başarı da alkışlanan, kişinin verdiği mücadele gücüdür. Ve bu nasıl bir aşağılamayı içinde barındırır anlamakta zorlanacağım sonsuza kadar.

Sanırım anlaşamama noktamız burası.

Kişinin verdiği mücadele gücü.....

O kadar göreceli bir kavram ki bu insan olduğu sürece. Engelli veya engelsiz olması önemli değil. Şimdi siz bizlere özellikle engellilerin bir başarısı söz konusu olduğu zaman, onun verdiği mücadeleyi bir kenara atın diyorsunuz.

Aman tanrım!!!! gerçekten işin içinde sakat olmanın dayanılmaz ağırlığı ve sancısı var..........
 
Bir kişiye şaşırmak, onu olağanüstü saymak için, önce o kişinin o şaştığınız şeyi yapamayacağını peşinen kabul etmeniz gerek. Değil mi?
Cevabınız "hayır"sa, o zaman tartışmaya gerek yok zaten. Demek ki siz, çevrenizde otomobillere, yürüyen insanlara, uçaklara vs. bakarak şaşkın şaşkın geziyorsunuz...
Ama "Evet"se cevabınız, o zaman soruyorum size:
Sizce tekerlekli sandalye kullanan biri ya da kör biri ya da spastik biri... (hatta yoksul biri) okul birincisi olamaz, yemek yapamaz, kendi başına seyahat edemez, bilgisayar uzmanı olamaz, sanatçı olamaz... mı da, bunları başardığında/yaptığında şaşıyorsunuz ve bu başarısını olağanüstü buluyorsunuz? Bunları yapmakla, yapması imkansız olan birşeyi mi yapmış oluyor bu sakatlar?
Peki, sakın sizin o sanılarınızda bir terslik olmasın! Sakın yanlış olan, sizin o "yapamaz-edemez"lerin bir önyargı olarak zihninize kazınması olmasın!

“herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki kör olduğunu unutuyorum, senin herkesten farksız olduğunu düşünüyorum” demek, tam da yazıda dile getirilen incelik gibi, özünde saygı ve sevgi olsa da, bilmeden, sakatlığı küçük görmek anlamına geliyor kanımca.
Demiyorum ki ortada her zaman bir kötü niyet var. Ama bu tip bilinç altında yerleşik önkabuller, aslında sakatların ötekileştirlip ayrımcılığa uğratılmasının temelindeki en yıkılması gereken tabulardır.

Başarı elbette övülür! Herkesin başarması için elbette gerekirse destekler verilir... Ama yukarıda ifade etmeye çalıştığım "sıradan"lıkla...

"Sağır Beethoven", "cüce Michel Petrucciani ", "kör Ray Charles", tekerlekli sandalyeli Stephen Hawking", "tekerlekli sandalyeli Franklin Roosevelt", "tekerlekli sandalyeli Frida Kahlo"... Vay beee! Sakatlar ama akıllarını ve ruhlarını kullanabiliyorlar, süper! Pegasus, sen ki tekerlekli sandalyedesin, nasıl okul birincisi oluyorsun hayret! Ali-Ayşe... sakatsınız ve üniversite bitirdiniz he, vallahi şaştım kaldım! Ne! avukat, mühendis, bilgin, sanatçı, ahçı, tıpçı, sosyolog, öğretmen, yönetici, milletvekili, bakan.. mı oldunuz? E çüş diyorum yani! Helal ki helal. Vallahi helal size! Hem sakat hem de... Aman allahım, "herşeyi o kadar iyi yapıyorsunuz ki sakat olduğunuzu unutuyorum, sizin herkesten farksız olduğunuzu düşünüyorum"! :)
 
Ben aynı fikirleri paylaşmıyorum.Şöyle ki sakat bir insanın evden çıkması bile,iki kat efor harcaması demek.(sağlıklı insanlara kıyasla)Elbetteki her şeyi başarabiliriz.Ama burası Türkiye.Ulaşım,mimari ve ahlaki sorunlar biz sakatların belini büküyor.bunları göz önünde tutarsak özürlü olarak bile yaşamak takdire şayan bence.
 
Bülentcim az sonra evden çıkıp arkadaşlarla cumhuriyet bayramını kutlayacaz. Bu nedenle kısa kesiyorum. Ama seni böyle inanmadığı şeyleri söylerken görmek hüzün veriyor bana :)

Hadi kasma kendini ve kabul et, senin yazdıklarının bizim dediklrimizle hiç ilgisi yok. Biz senin dediğin gibi engellilerin başarısına şaşırmıyoruz. Bu tamamen senin aforizman. Bizim dediğimiz engelli ve yarışa geriden başlayan birinin sağlam insanların gerçekleştirdiği başarıları gerçekleştirmesi durumunda takdire şayan oldugudur ve bunun aşağılanmakla bir alakası yok.

Askerliğimi yaptığım komando okulunda en az yirmi kiloyu bulan tesisatla on km koşu yapardık. Bu koşu esnasında başımızdaki çavuş tesisatsız koşar birde bizimle dalga geçerdi :) Onun kadar hızlı değilmişiz ! :) Yani şimdi sen o çavuşu geçtiğimiz takdirde bunun takdir edilesi bir durum olmadıgını eğer takdir edilirsek bunun bize yönelik bir aşağılama içerdiğini düşünmemizi istiyorsun. Ben de sana PES! diyorum...


Bir sakat olmanın başarıya giden yolda görece engel teşkil ettiği, üzerinde tartışılması gereksiz bir gerçekliktir. Buna rağmen başaranları takdir etmeyi motive edici bir yaklaşım olarak görmeyip şu çok kızdığın faşolara benzer şekilde davranıp öküzün altında komplolar, önyargılar araman senin gibi aydın bir kardeşime yakışmıyor.

Daha da yakışmayanı bizim söylediklerimizi çarpıtma eğilimin. Ki bunu da sanki biz sakatlar başarılı olamaz gibi br düşünceye sahipmişiz gibi kouşarak yapıyorsun. Yahu kardeşim bu şekilde düşünecek en son kişi benim :):) bunu çok iyi biliyorsun. Dikkatini çekerim ben konuşuyorum burda...
 
Biz sakatlar... :)

böyle başlayan cümleler hakkında önyargıya sahip değilim, elbette bir cümleye "biz sakatlar..." yahut "siz sağlamlar..." şeklinde başlanabilir...

...ancak bi takım izafi ve ehline malum konularda cümleye böyle başlamayı çok gereksiz bulurum... Biz sakatlar derken neyi kasteder ki insan? Kaldıki konuştuğumuz şey elle tutulamayacak kadar muğlakta iken... Yahut birşeye "zor" derken zihnimizde tasavvur ettiğimiz güçlük ne kadar benzer ki birbirine? Bazı "zor" lukları bu kadar "kolay" mukayese edip değerlendirme imkanımız neye dayanır?

Elbette "Marifet iltifata tâbîdir" ancak
"Hâl" ehline malûmdur(*)...

[size=2]malûm(*): kuşkusuz bilinen[/size]
 
"Tek koluyla Manş'ı geçmek" de, "30 kiloluk yükle koşmak" da fiziksel güç isteyen durumlardır. Eğer biri, fiziksel eksikliğine rağmen fiziksel güç gerektiren bir şey yapmışsa, bu elbette ekstra övgüye değer ve şaşılacak bir şeydir. Bunda bir sorun yok ki. Sorun, akıl-beceri-ruh-motivasyonla elde edilebilecek olan eğitim/meslek/sanat edimlerinin/başarılarının, sakatlar söz konusu olduğunda, sanki sakatlarda bu akıl-beceri-ruh-motivasyon eksikliğinin olması bir veriymiş, sakatlığa rağmen başarılı olmak şaşılacak bir şeymiş gibi bir önkabulün olmasında.
Kör bir insana “herşeyi o kadar iyi yapıyorsun ki kör olduğunu unutuyorum, senin herkesten farksız olduğunu düşünüyorum” demek, körlerin ...ları yapmasına şaşırmak demektir aynı zamanda. Üst mesajımda şaşırmaya karşı dile getirmeye çalıştığım da buradan hareketleydi.
Sence bir körün traş olması, makyaj yapması, giyinmesi, okul birincisi olması, iyi bir işte çalışması, kendi başına seyahat etmesi, evlebnmesi, milletvekili olması... şaşılacak bir şey mi? Bir körün orta seviyede bir eğitimle (tıpkı kör olmayan çocuklardaki gibi!) birçok şeyi öğrenmesi ve geliştirmesinin nesi şaşılası?
Evet, pratikte çevremizde çok kör(sakat) görmediğimiz için, onların yukarıda dile getirdiği övgüsüne elbette "oha ne demek istiyorsun sen" diye tepki vermemeliyiz. Bu bizi itici yapar. Ama burada yapılan tartışmalar göz ardı edilmeden, karşıdaki kişiyi bilgilendirmek ve olası her platformda bu fikirleri dile getirmek de şart. Aksi halde, okul birincisi olan muhteşem başarılı "kahraman sakatlar"ın ve sürekli yardıma muhtaç vasatın altında kalan "dilenci sakatlar"ın (ha bir de sezgileri güçlü, gayipten haber alan falcı sakatların) dışında kalan, "sıradan sakatlar"ı, kendi ellerimizle gizlemiş oluruz.
İşte bunun için diyorum ki, pegasus'un okul birincisi olması, tıpkı diğer okul birincilerinde olduğu gibi, muhteşem br başarıdır. Pegasus'u tanıyan biri olarak, bu başarı beni hiç hiç hiç ama hiç şaşırtmıyor! Çünkü O çok akıllı, istekli, güçlü ve idealleri olan biri; tıpkı diğer okul birincilerinde olduğu gibi :)

Son olarak kendimden küçücük bir örnek vereyim.
6 yıldır engelliler camiasının içindeyim. Bugüne dek ondan fazla televizyon ve gazeteden arayıp röportaj yapmak istediler. "Benim gibi başarılı" bir sakatın haber değeri taşıdığına inanıyorlardı. Hepsine (ama hepsine,) başarılı biri olmadığımı, bir siteyi idare etmek için gereken şeyin tekerlekli sandalyede oturmakla ilişkisi olmadığını, sürekli evde olduğum ve dünyaya bakışımla/siyasal görüşümle örtüşen sivil toplum hareketlerine özel bir önem verdiğim için, bu başarının kaçınılmaz olduğunu, bu anlamda şaşılacak bir şey olmadığını ve haber değeri taşımadığımı söyledim. Eğer isterlerse, şahsımla ilgili değil, sitenin misyonu ve yapmak istediklerimizle ilgili olarak röportaj yapmak isterim tabii, dedim.
Sonuç mu? "O zaman biz başka birine bakalım Bülent bey"! :)

Bence sakatların kahramanlaştırılmaya değil, sıradanlaştırılmaya ihtiyacı var.
Bir şehirde pegasus okul birincisiyken, aynı şehirdeki başka bir okulda başka bir öğrenci sakat olduğu için okula alınmıyorsa, bu, sakatların okumasının hala şaşılası olmasındandır! Ve bence kahramanlaştırılan her sakat, bu şaşılasılığın temeline çimento taşıyor.
 
insan fiziksel-duygusal-ruhsal bir bütündür ve bu bütünlüğün herhangi bir tanesindeki değişim diğerlerini etkileyecektir. yani engelli insanın engeliyle alakası olmayan bir işi başarmış olması bunu ekstra bi efor sarf etmeden yaptığı ya da sağlıklı bir insanla aynı şartlarda başarmış olduğu anlamına gelmez.

en başta engelli olmanın başarılmış, üstesinden gelinmiş bir iş üzerindeki değilde insanın genel anlamda psikolojisini nasıl etkilediğine bakmak gerek. içimizde hayatı ülke ortalamasının üzerinde kotarmış, birçok açıdan diğerlerine fark atmış olanlarımız var. meslekler bölümüne bakın. sadece maratoncu, 100 mt. engelli koşucusu, sırıkla yüksek atlamacı gibi bedensel/ruhsal tamlık gerektiren işler haricinde hemen hemen her iş kolundan, farklı platformlardan insanlar var. öğretmeni, mühendisi, avukatı gibi daha çocukken insanlara idealize edilmiş meslek sahibi insanlar. ama (saçma gelebilir belki bunun anketini de yapabiliriz) hiçbirimiz ne kadar güzel bir hayat yaşıyor olursak olalım sakat/özürlü/engelli olmayı istemezdik. hayatta başardıklarımız sadece şu anki durumumuzun bizde yarattığı etkiyi en aza indirdi. çaresizlik, zavallılık hissetmemizin önüne geçti belki ama hiçkimse iddia edemez(en azından ööle umuyorum :mrgreen: ) ben mutluluğumu hayatımı sakatlığım üzerine kurdum die.

hal böyleyken yani aslında içinde olunması istenmeyen(ama katlanılabilen) bir durumdayken hayata tutunup buna takılmamış olmak, bedensel/zihinsel becerilerini yoğunlaştırıp bunları sonuçlara dönüştürebilmiş olmak bana göre "özel" kategorisine katılabilecek bir durumdur ve bunu yapan kişi de özeldir.(çok gündelik şeyler özel olmayabilir -osurmak gibi-) abartılması sinir bozacaktır elbette.

peki bütün bunların dillendirilmesi, emsal edilmesi,örnek gösterilmesi aslında bi aşağılama mıdır? yani şööle sorsak bütün bu örneklemeler, parmakla göstermeler aşağılamak yada ayrımcılık adına mı yapılmaktadır. kesinlikle hayır!!! farkına varılmadan böyle bişeimi yapılmaktadır? Amaç gönülden takdir etmekse deildir. Mezuniyetimi hatırlıyorum J arkadaş sırayla herkesi takdim ediyordu. Hemen hemen herkesin ailesi oradaydı. Sıra bana geldiğinde arkadaş herhangi bir gaza getirici cümle sarf etmemesine rağmen (sadece ismimi sööledi) sanki oradakiler yalnızca benim için gelmişler gibi dakikalarca alkışladılar. aileleriyle kavga edenler oldu bu yüzden (”ama baba benim ortalamam ona kaç basar biliyomusun, hem ingilizcesi de benim yarım deil, beni nie o kadar alkışlamadın ya!! -baba : ulan git başımdan eşşooolusu bulamadınmı lan bi tekerlekli sandalye söööleseydin gönderirdik parasını sıpa - arkadaş : ama baba nerden aklıma gelirdi söz bak yüksek lisansa yapcam bende bööle bişei vs.)

neydi oradaki insanları o an o kadar etkileyen. Merdivenlerden kaplumbağa hassasiyetiyle inişim mi? Bu halime hiç aldırmayışım mı? Bilmiyordum benim yaptığım bana göre diğer arkadaşlarımdan farklı deildi. Ama dışarıdan bakan birisi için başka şeyler ifade ediyordu. Matematikte rasyonel sayılardan paydası (yani böleni yani küçülteni yani engeli) büyük olan sayı paydası daha küçük bi sayıyla aynı değeri taşımak için daha büyük bir paya sahip olmalıdır. Yani belki görünüşte aynı yerdesiniz ama aslında bölenlerimiz daha büyük olduğu için çabamız daha büyük görünüyor. Ve öyle de.
 
Açıkcası etkilendim gadjodilo,

Gerçekten son derece net bir şekilde düşünceler, son derece espirili ve aynı zamanda gerçekçi bir dille ifade edilmiş.

Acaba diyorum ister istemez kendi kendime, insanları bir çok katogoriye ayırmışken, düşünceleri etkileyen ve doğal olarak düşünceler karşısında tavrını belirleyen olgu; onun biyofili ve nefrofili yaklaşımlarımıdır?

Valla bu tanımları ben uydurmadım, ben sadece öğrendiklerimden yola çıkan birisiyimdir. Bunlar psikoloji bilimiyle uğraşanların yaklaşımları. Onların büyük bir kısmını çok ciddiye almasam da, içlerinde gerçekten son derece saygın bilim adamları da var bu konuda.

Biyofiliyi; yaşama duyulan sevgi şeklinde özetliyorlar. Bu özellikleri taşıyan insanların hayatı seven, ilişki kurduğu herşeyle kendisine ve çevresine hareket kazandıran, canlılık kazandıran bireyler olduklarını anlatmaya çalışıyorlar.

Negrofili özellik taşıyanlarında bunun tam tersi, hemen herşeyi ölü bir madde gibi algıladıkları cansız ve mekanik tipler olduklarını savunuyorlar.

Hemen her şeyden bir kıl olma durumu, acabalarla dolu bir yaşam, pek tatlı olmasa gerek. Ama ne yazık ki toplumsal gerçeklerimiz bizlerin biraz negrofili özellikler taşımamıza daha çok etken olduğunu da akıldan çıkarmamamız gerekir.

Burdaki tartışmanın özüne döndüğümde ise; ben böyle bir durumu ister istemez görüyorum. Belki farkında değiliz, bu tartışmayı yaparken farkındalık yaratmaya çalışıyoruz falan gibi söylemler gerçekten yadsınacak şeyler değil elbette ama,insanın zaten dünyayla barışık olmama durumuna katkısı da kaçınılmayacak gibi değil.

Birileri bir yerlerden sürekli olarak kulaklarımıza bir şeyler fısıldıyor.

O yanlış bu yanlış, bu aslında şu, vs. vs.... tartışırken gerçekten gözümüzden kaçırdığımız bir şey bu. Her şeyden önce kendi toplumsal özelliklerimizi hiç yokmuş gibi ele alıyoruz. Bizim tüm davranışlarımızda hareketlerimizde geçmişten gelen toplumumuza ait özellikleri bir kenara atıyoruz.Daha çok kuşkucu, hoşgörüsüz, yaklaşımların yeşermesine sebep oluyoruz.

Bizim toplumumuzda gerçekten burada yazılı olanların, yani gizli bir aşağılamayı yapmak istemenin, yada yapmanın yattığını asla kabul etmiyorum.Büyük bir sevgiyle, hatta biyofili bir yaklaşımla yaşamımıza bir derinlik katıyor bu başarıları yeri geldiğinde öne çıkartmamız ve bunu alkışlamamız. Ama sizler bizden tüm bunları bir kenara atmamızı ve negrofili bir yaklaşımla olaylara bakmamızı hızla öğütlüyorsunuz.

Ve en azından burada bizim gibi düşündüğü anlamında değil, bir biyofili yaklaşımı görebilmek son derece anlamlı benim için.

Sana bu sebeple teşekkür ediyorum sevgili gadjodilo!!! Umarım bir hakaret olarak ele almamışsındır bu cümlemi :D
 
OturanBoğa' Alıntı:
Bence sakatların kahramanlaştırılmaya değil, sıradanlaştırılmaya ihtiyacı var.
Bir şehirde pegasus okul birincisiyken, aynı şehirdeki başka bir okulda başka bir öğrenci sakat olduğu için okula alınmıyorsa, bu, sakatların okumasının hala şaşılası olmasındandır! Ve bence kahramanlaştırılan her sakat, bu şaşılasılığın temeline çimento taşıyor.

Bülentcim, "kahramanlaştırmak" ve "sıradanlaştırmak" öylesine soyut ve göreceli kavramlar ki, bir tanım getirmek bile hayli zor! ;)

Her şeyden önce; bunlar da, yere, zamana ve kişiye göre anlamları, çok değişen ve üstelik hukuk, yasalar vb. gibi "genel kabul"ü bile olmayan kavramlar..

Birilerinin "kahraman" gördükleri bir şahsı, bir başka birileri, sırf siyasi, felsefi, dini görüşleri nedeniyle yerin dibine batırabiliyor, başka birileri de gayet "sıradan" görebiliyor.

Bu, daha çok "toplumsal bilinç düzeyi" ile ilintili ve orantılı, bence.. Bilinç ne kadar çok olursa, kahramana o kadar az gerek duyuluyor.. Kahraman olmak isteyen kişilerin işleri, yüzyıllar hatta onyıllar öncesindeki kahramanlardan çok çok çok çok daha zor!

Çünkü, bilgiye ulaşmak çok daha kolay, kahraman adaylarının sayıları daha çok, o adayların arasından sıyrılıp "kahramanlaşmak" hiç de kolay değil!!!

Gel gör ki; canım yurdumda, bu işler, pek çok benzeri gibi, olması gereken şekilde değil de "kafasına göre takıl"dığından doğru kestirimlerde bulunmak daha da zor oluyor! Çelişkiler ülkesi Türkiye'm, Aziz Nesin gibi bir usta yazar yaratmıştır.. Onun bir kaç kitabını okumak yeter, yurdum insanını tanımak için!


"gizil bir aşağılama" konusuna ben de katılmıyorum. Çünkü, "aşağılama" yapmak için daha yükseklerde bir yerlerde olması gerekir, aşağılamayı yapanın.. Kariyer olarak daha yukarda olması yetmez.. Yani, beyin gücüyle, bilinci, kültürü vb. ile daha yukarılarda olması gerekir.. O yüzden; pegasus'u, Libertarian'ı ya da başarı göstermiş başka bir engelliyi alkışlarken aşağılayan insanların onlardan –kendi alanlarında- daha üstün olmaları gerekir! Zaten, beyin gücü, bilinci, zekâsı, kültürü vb. daha üstün olanlar da alçakgönüllü ve değerbilirdirler. Öylelerinin sözlüğünde de "aşağılama" diye bir kavram yoktur!
 
rica ederim, yanlış anlamadım tabi ki ama....
bu başlıkta faklı bi kaç boyut var ve ben sadece bir tanesi hakkında düşündüklerimi dile getirdim. sıradanlaşma , engelli insanların topluma tamamen entegre olduğu, herhangi bir ayrımcılığın uygulamada olmadığı gibi düşünsel olarakta insanların kafalarından tamamen uzaklaştırıldığı,farklılığımızın hissettirilmediği bir toplum hepimizin özlemidir. herhangi birimizin sağlıklı insanlarla aynı kulvarda elde ettiği aynı sonuçların herkesin olduğu gibi sıradan kabul edildiği bir toplum aslında sağlıklı, olması gereken ve doğru toplumdur. hayatımız yaşaması güç bi haldeyken bunları nötürleyecek her türlü düzenleme devletin görevi ve insanlık hakkıdır. ve bütün bunlar öylesine hasssas düşünülerek ve detaylı olmalıdır ki sonunda orada yaşam sakat insanların sıradan başarılarının sıradan algılanabileceği kadar doğal bir hale gelmelidir. mümkünmüdür? birazcık nefrofili olucam burada :)
 
Burada övgüde bulunan biri var da onu suçluyor/eleştiriyor değiliz ki.
Bence bu önemli bir ayrıntı.
Velev ki kişisel ya da gadjodilo'nun başından geçtiği gibi topluca bir övgü söz konusu olsa, bu da doğrudan eleştirilemez. Bu, yukarıda alıntıladığım ve benim de iki-üç kere tekrar ettiğim gibi, en azından nezaket icabı böyledir.. Çünkü övenlerin niyetleri mutlaka çok içten ve olumlayaraktır...

Gelgelelim, bunları dile getirmekle beraber (sakatların varolan imajı ve sakatlarla ilgili önyargıların kemikleşmiş varlığı veriyken,) herkes için sıradan olan şeyler bir sakat tarafından yapıldığında şaşırtıcı/övgüye değer bulunuyorsa, bence bunun üzerinde durup düşünmek gerek.
Sakatlık bazen dezavantajdır, bazen avantaj, bazense etkisiz. Ben diyorum ki: Birini ya da bir olayı değerlendirirken, onun tüm koşullarını bilmek/gözönüne almak gerek. Bunu yapmayıp, sakat = 'dezavantajlı=yetersiz' diye bir önyargıyla herşeye yaklaşıp, "osursa da başarı" sayarsanız (ki ben %90'ının bu bilinçte olduğunu düşünüyorum,) o zaman, bilmeden de olsa sakatları küçük görüyorsunuz demektir. Ve bence, bu küçük görme işi bilinçli yapılmıyor diye, görmezden gelinmemeli; nezaketle, bilgelikle, dikkatle ve hoşgörüyle gerekli açıklama yapılmalı...

Bu ülkede sakatlık ve sakatların imajı düpedüz dilenci kıvamında mı?
El cevap:

  • Ankete katılanların yüzde 76,7’si özürlü kişilerin televizyonda “yardıma muhtaç” kişiler olarak yansıtıldığını belirtiyor. yüzde 48,9’u özürlü kişilerin toplum yaşamına katılımda yetersiz bireyler olarak yansıtıldığını düşünürken, kendine acıyan bireyler olarak yansıtıldığını düşünenlerin oranı yüzde 38,7... Ankete katılanların yüzde 26,4’ü özürlü kişilerin televizyon programlarında “çok yetenekli” olarak yansıtıldığını belirtirken, özürlü kişilerin normal bir kişi olarak yansıtıldığını düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 12,2...
    K
Dyorum ki: bu bakış ortadayken, aman dikkat!
 
gadjodilo' Alıntı:
Hemen hemen herkesin ailesi oradaydı. Sıra bana geldiğinde arkadaş herhangi bir gaza getirici cümle sarf etmemesine rağmen (sadece ismimi sööledi) sanki oradakiler yalnızca benim için gelmişler gibi dakikalarca alkışladılar. aileleriyle kavga edenler oldu bu yüzden (”ama baba benim ortalamam ona kaç basar biliyomusun, hem ingilizcesi de benim yarım deil, beni nie o kadar alkışlamadın ya!! -baba : ulan git başımdan eşşooolusu bulamadınmı lan bi tekerlekli sandalye söööleseydin gönderirdik parasını sıpa - arkadaş : ama baba nerden aklıma gelirdi söz bak yüksek lisansa yapcam bende bööle bişei vs.)
hö? anlamadim?! :? :)

gadjodilo' Alıntı:
neydi oradaki insanları o an o kadar etkileyen. Merdivenlerden kaplumbağa hassasiyetiyle inişim mi? Bu halime hiç aldırmayışım mı? Bilmiyordum benim yaptığım bana göre diğer arkadaşlarımdan farklı deildi. Ama dışarıdan bakan birisi için başka şeyler ifade ediyordu.
dishardan bakanlara gördügünü sandiklari sheyin pekte algiladiklari gibi olmadigini anlatmaya calishioruz biraz da burda... seni hic tanimayan, mezuniet töreninde merdivenlerden inishini izlerken senin o koskoca hayatinin sadece bikac dakikasina shahit olan insanlarin seni herkesten fazla alkishlamasinin nedeni ne olabilir?... pes etmen gerekirken pes etmeyishin olabilir mi?... haline bakmadan hayata devam edishin, diploma bile alishin??... bir sakattan hic beklemedikleri bir sheyi gördükleri icin olabilir mi?... belki de o merdivenlerden yamulup yumularak inishini seyretmeye dayanamadiklari icin uzun uzun alkishlamishlardir, ne dersin? :)... sahi neden diplomayi ayagina kadar getirtmedin de o merdivenleri ciktin? :)...

sanirim sordugum bu sorular andantenin bahsettigi negrofili yaklashimina girior... hepimiz de birilerine dishardan bakioruz, her sheyi dogru algiladigimizi iddia edemeyiz, kesinlikle!... ama neyi neden düshündügümüzü elimizden geldigi kadar sorgulamaya calishabiliriz... bu sitede bulunushumun bir nedeni de bu, bir nevi kendimi daha iyi sorgulayabilmek, taniyabilmek icin... yoksa sakatlari, engellileri bilmem neleri icinde bulunduklari zor durumlardan kurtarmak, birilerinin hayatini kurtaran kahraman olmak icin degil :), egoistimdir de biras 8)... bilirsiniz "ayrimcilik" kelimesini mesajlarinda pek fazla kullananlardanim... "ayrimcilik" derken kasten yapildigini iddia etmiorum aslinda, daha cok farkinda olmadan yapilior gibime gelior ve kendimi asla bunun dishinda tutmuyorum... kasten yapilan ayrimciliktansa bu farkinda olmadan ve hatta bazen iyi nietle bile yapilan ayrimciligi cok daha zararli buluyorum nedense... ve herkes, hepimiz neyi neden yaptigimizi biraz olsun sorgulasak hayat herkes icin cok daha kolay olucak gibime gelior, biraz beylik laflar gibi oldu belki ama böyle düshünüorum... toplumumuzun gecmishten gelen özelliklerini bir kenara atalim demiorum ki, sadece biraz daha sorgulayalim diorum bu özellikleri... eger bu kushkucu, hoshgörüsüz yaklashimlari yeshertmek oluyorsa bilemicem artik :? ...

Rekursion' Alıntı:
sunulan sakatlara ait bashari öyküleri ile bi yandan saglamlara sakatlari ashagilayan "sakat kadar olamadin!" mesaji verilirken diger yandan da öykü kahramanlarina yagdirilan sözde "övgülerlerle" insanlarin beyni "uyushturularak" hakiiki problemleri (her tarafta uluorta yapilan ayrimciligi) görmesi engellenmeye calishilior... bütün dikkatleri üzerinde toplamayi hak eden ayrimcilik meselesi arka plana ittiriliverilio caktirmadan!... bunlar yetmiomush gibi "basharisizligindan" engelli bireyin ta kendisi sorumlu tutuluyo...
tükürdügünü yalamamak olarak algilanmasin ama yaklashik sekiz ay önce yazdigim bu sözlerimin aslinda hala arkasindayim... yalniz kasten yapiliormush, büyük bi planin parcasiymish gibi ortaya koyushum tuhaf olmush gercekten :) (her ne kadar bazilarinin ishine yariosa da bu durumlar)... bunun sebebi andantenin dedigi gibi konuya bodoslama dalishim olmush... bodoslama dalmam da bu konuda biraz yarali olmamdan ileri gelior galiba... üniversiteye bashladigimda bir sözde arkadash tarafindan böyle uyuz bi bashari öyküsüne alet edilerek gazeteye cikarilmishtim... hic ama hic hosh degildi inanin... ortada öyle kayida deger bir bashari bile yoktu :)... sözde bashka sakatlara örnek olucaktim, almanya'da yashayan türk sakatlara... razi olushumun tek sebebi sahip oldugumuz haklardan haberi olmayanlarin onlari arashtirmasini teshvik etmekti... cünkü ben biraz gec arashtirmaya bashladigimdan bir cok haktan faydalanamamishtim... peki sonuc neydi?... üniversitenin önünde arabamla cekilmish boy fotografimin altina yazilmish duygu yüklü bir yazi... haklardan hemen hic bahsetmeyen, sadece beni anlatan bi yazi... nasil da azimli olushumu, nasil da pes etmeyishimi, kaderime nasil da karshi koyushumu anlatan bi yazi... ben bile aglicaktim nerdeyse okurken :)... halbuki öyle azim, hirs kiiiiiiim ben kim?! :)... haklara kisaca deginilmish ve öyle ortaya konulmushtu ki sanki ben cok azimli ve basharili olushumdan dolayi alman devleti bana yardim ediormush... kahramanlashtirilmishtim adeta... ne ishe mi yaradi?... yaklashik bir iki yil boyunca bir cok insandan övgüler aldim... ilk defa karshilashtigim ve hic tanimadigim amcalarin/teyzelerin "ah kizim ah, gurur duyuyoruz seninle, gögsümüzü kabarttin" ya da "oku kizim oku, oku da kendini kurtar" gibi cümleleriyle karshilashtim... zamanla sinir bozucu oluyor inanin... belki o yaziyi okuyup neler yapip yapamicani arashtiran sakatlar olmushtur, bilemicem... ama konu biraz farkli ele alinsaydi bunlarin sayisi cok daha fazla olurdu bence... toplumumuzun gecmishten gelen özelliklerinden biri olan kahraman öykülerine düshkünlügünün tatmin edilmesi daha cok önemsenmishti nedense :?...

ha! burda yazilanlari okuduktan sonra "azmin basharisi"-öykülerinin kahramanlarini ashagiladigi konusunda eskisi kadar emin degilim... ama yine de sicak bakamiorum azmi hersheyin önüne koyan bu öykülere... yakin tarihte bakabilecekmishim gibi de görünmüyor...


Pegasus' Alıntı:
Valla kardeşim sevgili rekursion un sineğiyle olan sadist ilişkisini her iki şekilde de yarumlayabilirsin.

Mesela burada sadistin yaptığı hareketin yanlışlığına da vurgu yapabilirsin, bu sineğin böylesine sadist birinin elinden nasıl olupta kurtulmayı başarabildiğine de....Eğer kurtulan sineğe övgüde bulunmazsan benzer duruma düşecek her sineğe mücadele etmeden vazgeç mesajı vermiş olursun.

O kurtulan sinek benzer duruma düşecek insanlara bir ışık teşkil edebilir.
peki sinekler icin hangisi daha faydali olur?... sadistin yaptigi hareketin yanlishligina vurgu yaparak ortadan kaldirmaya calishmak mi yoksa "üzülmeyin, eger böyle bir duruma düshecek olursaniz kurtula da bilirsiniz. bakin kurtulan bashka sinekler de var, yeter ki azmedin" mesajini vermek mi?... her ikisi de faydali olabilir bana göre, ama dogru bir uslupla yapilirsa... sadece sadist eli ve ölen sinekleri vurgulamak ümitsizlige yol acabilir belki ama sadece kahraman sinekleri vurgulayarak da ayni duruma düshecek olan sineklerin sayisi azaltilamaz bence... ve o kurtulan sinek ne kadar kahramanlashtirilirsa diger sineklere verilmesi gereken ümit o kadar azalir... ha! eger sadist rekursion'un elinden kurtulma teknikleri ögretiliorsa o ayri tabe ;)...


felsefe konusunda, "varolushculuk" gibi "deterministlik" gibi kavramlar konusunda biraz cahil oldugum icin 29 numarali mesajindaki yaptigin uzunca girishi tam olarak anladigimi iddia edemem, sevgili pegasus... ama sonuc olarak yazdiklarini anladigimi düshünüyorum ve sana katiliorum... hatta bazi cümlelerinle benim söylemek isteyipte -görüldügü üzere- anlatmayi beceremediklerime tercüman oldun adeta, sag ol ;)...

Pegasus' Alıntı:
Medyada başarı öyküleri verilen engellilerin bu yaptıklarının sadece kendi başarıları olduğunu öne süren ve bu başarının gerçekleşmesi için başarılı olan bireye sağlanan koşulları gözardı eden yaklaşım kınanmalıdır. Çünkü bu durumda başarılı kişiyi ulvileştirmek eğilimi baş gösterir. Bunun kaçınılmaz sonucu ulvi olmayanların suçlanmasıdır. İşte medyada başarılı engellilerin öne sürülmesi aşamasında "bakın bu engelli şunları başardı" denilirken o kişilerle aynı başarıları gerçekleştirmeyenlerin gizlice suçlanması bu yüzdendir.

Eğer bu haberler kişilerin x koşullara sahip olunca x başarıları elde edebileceğine yönelik bir vurgu içerirse işte bence gerçek bir haber niteliği taşır ve toplum bilgilendirilmiş olur. Bu sayede engelli bireylerin başarısı determinist motifleri biraz daha öne çıkartılarak kollektif bir nitelik kazanır. Bu haberleri izleyen insanlar bu durumda "tüm engelliler için benzer koşulları yaratırsak benzer başarıları elde etme şansları olacaktır" şeklinde düşünmeye başlarlar.
bu söylediklerini cok önemli buluyorum... sinegimle biraz buna dikkat cekmek istemishtim aslinda... bence de varolushculugun ve deterministligin dogru kombinasyonu önemlidir... ve bunlarin dozaji kishiden kishiye degishmesi gerekebilir... varolushculuk -eger dogru anladiysam tabe- kulaga her ne kadar hosh gelse de herkesin bu kadar güclü olamiyacagi da göz ardi edilmemeli... gercek anlamda cevresinden etkilenmeyen, kimseye ihtiyac duymayan, kendi kendine yetebilen pek cok insan örnegi bulamiorum... düshünüorum, düshünüorum bitek hz. mevlana gibileri gelior aklima... ben her ne kadar "mevlana" olmak istesem de degilim malesef ve bir "mevlana" oluncaya kadar cevremden etkilenmeye devam edicem... ve bu "hedefe" ne kadar uzaksam deterministlige, cevremin destegine (en azindan köstek olmamasina) o kadar ihtiacim var... sizler ne kadar "mevlana" oldunuz bilemicem, arkadashlar, ama sürekli varolushcu yaklashimlar sergilenerek biz zayif vatandashlar biraz gözardi edilmior muyuz?... böyle yaparak yolumuzda bize destek olunmak istenior belki, ama abartildigi zaman biraz köstek olunmuyor mu?

anlatmaya calishtiklarima karshi o kadar cok mesaj gelmish ki hangi birine yetishecegimi shashirdim :p :

andante' Alıntı:
Her ne kadar senin için, övgü gereksiz bir şeyse de bir başkası için tam tersine çok önemli bir olgu haline gelebilir. Bunların hangisi doğru diye soracak olursan, yazdığım gibi övgülerden yana değilim. Ama dünyada ne kadar insan varsa, o kadar da algılayış olduğundan, sana uyan bir şey bir başkasına uymayabilir.

Sen övgülerden nefret ederken, bir başkası için tetikleyici bir unsur olabilir. Bu sebeple bu konuyla bunu bütünleştirirken, bizim cephemizi de görmek zorundasın anlaşabilmemiz için.

Sana ne mutlu ki bunlara ihtiyaç duymuyorsun. Duymak isteyen kulaklar olduğunu da unutmamak gerekiyor.
"bizim" derken kimleri kastettigini tam anliamadim ama senin cepheni görüyorum (en azindan görmeye calishiorum, emin olabilirsin) ve söylediklerini kabul ediorum... elbette bazi insanlar icin övgü tetikleyici olabilir, cok önemseyebilirler... duymak isteyen kulaklari fark ettigimde ben de övgümü esirgemem ve hatta bazi durumlarda benim de övgüyle tetiklendigim olmushtur... ama tam da dedigin gibi dünyada ne kadar insan varsa o kadar da algilayish oldugundan rahatsiz olanlari da unutmamak gerek... karshilashtigimiz her insani tetikleyici övgüye, alkisha muhtac olarak görmedigimiz gibi, her sakati da peshinen buna muhtac kabul edemegiz... duymak isteyen kulaklarla istemeyen kulaklari ayirmak icin biraz olsun caba sarfetmeliyiz... ben de cephemi biraz olsun gösterebilior muyum?...

bakirköy akil hastanesinin parkini bilir bir cogunuz, insanlarin oraya koshmaya, jogging yapmaya gittigini de... bir gün biraz temiz hava almak, hareket etmek icin bastonlarimi alip orda koshushturup duran insanlarin arasina katildim... kaplumbaga hiziyla ilerlerken kac kishiden övgü, alkish, "mashallah" topladigimi anlatsam gülersiniz :)... kendimi eve kapamayip, ara ara insan icine cikmami tetiklemek icin miydi acaba hic tanimadigim insanlardan aldigim o övgüler, tebrik edishler?... yoksa idman yapa yapa bir gün onlar gibi koshar hale gelmemi tetiklemek miydi istedikleri?... anliamadim pek?... ashagilamak, hakaret etmek icin ya da herhangi bashka bi kötü niyetle yapmadiklarindan eminim ama yine de sacma geldi bana, cok gereksizdi :)... hatta yanimdan gecerken "sizi tebrik ediorum hanimefendi!" diyen bir kadina "neden?" diye sordugumda beni duymamishti bile, cok hizli koshuyordu... kizmadim, önce shashirdim sonra güldüm... ama beni övmeye ihtiyac duymalarini pek hosh bishey olarak görmüom acikcasi... belki de ishin asil hakaretimsi, "ashagilayici" yönü budur... biliorum söylediklerim pek negrofili oluyor belki ama yanimdan kosharak gecerken bana bi "aferin" savuran kadin bir dilencinin yanindan gecerken bozuk para atan biri kadar samimi, sevgi dolu ve biofili gelior bana...

ya da romantik bir aksham yemegi esnasinda aldigim iltifat: "senin en cok hoshuma giden yönün sakatligini hic kendine dert etmeyip, hayat dolu olushun"... yaw neden hayat dolu olmicakmishim, ölmedim ki daha?!!!!... neyse, zaten begenmemishtim kendisini, agzi kokuyordu :twisted:...

inanin böyle tuhaf övgülerledense yashli teyzelerin/amcalarin "vah yavrum, kolay degildir, allah yardimcin olsun" diye benim icin üzülmelerini cok daha samimi bulup tercih ediorum :)...

SiyahPelerinliAdam' Alıntı:
Yahut birşeye "zor" derken zihnimizde tasavvur ettiğimiz güçlük ne kadar benzer ki birbirine? Bazı "zor" lukları bu kadar "kolay" mukayese edip değerlendirme imkanımız neye dayanır?
bunu ben de merak ediorum...

andante' Alıntı:
Benim anlayamadığım bir şekilde her zaman birileriyle bir kıyas içinde olmak zorunda olup olmadığımızıdr. Sanırım bu yarışı eşitlik ilkesiyle de birleştirerek kendi kendimize yaratıyoruz.

Ben eşitliğe inanmam. Ve daha da ileri giderek eşitliğin en büyük eşitsizlik olduğunu kabul edenlerdenim.Kişileri ve onların özelliklerini olduğu gibi kabul etmek dururken, bunları bir kıyas yaparak avantaj yada dezavantaj biçimlerine sokarak işleri gereğinden fazla çıklımaz hale bizler getiriyoruz.
ishte tam da bunu demeye calishiordum... ben sadece mutlu olmaya calishirken birileriyle yarishiormushum gibi algilanmak, onlarla kiyaslanip övülmek ya da yerilmek, her ikisini de hosh karshilamiorum...

hem sevgili andante kafami karishtiriorsun, yarisha bir-sifir geriden bashlayip (eshitmish gibi) yarishan ve kazananlari alkishlamak gerek derken böyle bir kiyas yapmish, kishilerin özelliklerini avantaj/dezavantaj bicimine sokmush olmuyor muyuz zaten?

shöyle bir durum düshünelim: ben de herkes gibi mutlu olmaya calishiorum, bu konuda herkesle eshitim cünkü insanim, ölmedim, yashiorum, hayat doluyum... ve diyelim ki üniversitede okumayi sectim kendime... üniversiteyi kazanan herkes gibi buna hakkim var... bu konuda da herkesle eshitim cünkü "sakatlar üniversiteye gidemez" diye bir kanun yok... ama gel gör ki saglam arkadashlarima göre ben bedenen (ve bazen de ruhen) cok daha fazla yoruluorum... bu biraz sakatligimin dogasi geregi oluyor biraz da etraftaki olumsuz shartlardan... özel hayatimin bir kismindan vazgecmek zorunda kaliorum... dolayisiyla hayattan aldigim tat azaliyor... shimdi kac secenegim var?

1.) "yok, olmicak bu ish" deyip, o sevdadan vazgecip, beni bu kadar yormayan bashka "mutlu olma yollari" arayabilirim kendime... bulabilirsem helal bana (eh, hic bishi bulamassam dilenci olabilirim) :p... gerci böyle yapmakla "her sheye ragmen zor olani bashardi" diye övülmekten, alkishlanmaktan vazgecmek zorunda kalicam, alkishlardan gelen mutlulugu tadamicam ama olsun! :)...

2.) bu sevdamdan vazgecmeyip, canimi dishime takip, gecemi gündüzüme katip, "özel hayat ta neymish?!" deyip hersheyimi bu yola koyarak zor olani basharabilirim... gerci bu ishin sonunda yorgun, bitkin düshme ve hatta yari yolda kalma tehlikesi var ama olsun... ne de olsa diploma dishinda bashka büyük bi ödül daha beklicek beni: alkishlanmak, övülmek ve belki de yeni bir "azmin zaferi" öyküsüne kahraman olmak... bunlar dururken kime gerek hayattan tad almak?... cileden cikmish halimi, cektigim zorluklari, hersheyimi telafi eder bu alkishlar... hem "azmin" neleri basharabiliceni herkese gösterme, insanlarin hayatini biyofilileshtirme misyonunu yüklenmekten daha kutsal, daha onur verici, daha mutlu edici ne olabilir ki?!... :)

3.) ne okuma sevdamdan ne de hayati bashka türlü tatmaktan vaz gecmeyip ikisini de -mümkün oldugu kadar az yorularak- bir arada yürütmenin yollarini arayabilirim... gerekirse "shuna bakin! kendisine acindirmaya calishior" diye yerilme 'riskine' girerek, 'zayif' görünme riskine girerek "hey insanlar, mutlu olma arzusunda sizlerle eshitim ama ben sizler gibi degilim, cabuk yoruluyorum. shu, shu, shu cok zor gelior bana. shunu, shunu, shunu yapabilmek icin shu, shu, shu kolayliklara ihtiyacim var, bunlar olmuyorsa bana bashka bir yol gösterin" diye yaklashabilirim insanlara... gerci böyle yapmakla azmimin karizmasi cizilebilir, o "güzelim" öykülere kahraman olmaktan uzaklashabilirim belki ama olsun... mutlu olmami biraz olsun kolaylashtiracaksa kolaylik dilenior gibi görünmeye, zayif görünmeye raziyim... ve inanin bana, uygun bi dille anlattiginizda profesörler, docentler, asistanlar vs.ler öyle güzel cözümler bulabilio, öyle kolayliklar gösterebiliolar ki siz de onlar da shaship kaliosunuz :)... bashkalari da faydalanabilsin diye o kolayliklari kanunlashtirasiniz gelior :)...

shimdi bunlarin hangisi sahip olduklarimin farkina varmaya, olmadiklarimin peshini birakmaya daha yakin oluyor?... bunlarin hangisini yaparsam kendimi bashkalariyla kiyaslayarak "eshitlik ilkesini" (artik bu herneyse anlamish degilim) de katip yarish yaratmish, ishleri gereginden fazla cikilmaz hale getirmish oluyorum?...

valla hic kimse kusura bakmasin, birilerinin hayatini biyofililestiricem diye benim hayatimi negrofilileshtirmem kendi acimdan pek hosh olmuyor :)... bunun tersini yapmaktan da kacinirim elbette... orta yolu yok mu bu ishin?...

bence en bashtan shu "hangimiz engelimizi daha az takioruz" - yarishmasini bi kenara biraksak artik iyi olucak...


pek uzun oldu gene mesajim...
kisa ve öz konushmayi tez zamanda ögrenmem gerekio...
hem sizleri hem kendimi yoruyorum böyle, cok özür dilerim...
:p negrofili yüklü rekursion.unuzdan sevgiler...
 
kendi diliyle;

coshmush coshmush :)

cok mutevazisin dicem de, övgümden rahatsız olcak die tereddut etmekteyim... =P




Ben hala şu söze kulak verme taraftarıyım;

"Bir şey çok önemli değilse, hiç önemli değildir..."

Mutlu olmak yada mutsuz olmak için sadece engelinizi değil, sahip olduğunuz, algıladığınız, farkettiğiniz, farkedemediğiniz olumlu yada olumsuz herşeyi kendinize neden kılabilirsiniz... Teki dışında hiçbiri birbirinden taşıdığı mahiyet açısından farklı değildir. Ve bilimsel bir etiket yapıştırmak farklı ve bizzat olanı ifadeye yetmez...

birşeye "zor" derken zihnimizde tasavvur ettiğimiz güçlükler birbirinden çok farklı olsa bile... Bazı "zor" lukları bu kadar "kolay" mukayese edip değerlendirme imkanımız bulduğumuz neden'den dolayıdır...

Peki kazanan?

Neden*ini en doğru seçen!..

40 ıma kadar ukalalığı mütevaziliğe yeğleyenlerdenim :)
 
kisa ve öz konushma dedikleri bu oluyo heralde, siyahpelerin... ;)

örenicek miyim ne? :)
yok, coshmaktan daha cok hoshlaniom galiba :p
 
maslowun ihtiyaçlar hiyerarşisi vardır. kimse canı tehlikedeyken açlığı, açken toplum içinde kabul görmeyi düşünemez. çünkü ihtiyaçlar gereksinimler öncelik sırasına göre karşılanır.
işi gücü olmayan,eğitim alamayan, geleceği hakkında endişeli olan bir engelli için birincil öncelikler bunlardır. bütün bu sorunlar bi kenarda çözülmeyi beklerken bu konunun başlığı gibi meseleleri kritize etmek heralde biraz elit bi kaygı olacaktır. yada puanlamada sıralamada biraz gerilerde yer alacaktır. sapla samanı ayırmak gerek. her seferinde ama her seferinde meseleleri hangi şartlar altında değerlendirdiğimiz çok ama çok önemli. türkiyede yaşıyoruz.
Bu ülkede sakatlık ve sakatların imajı düpedüz dilenci kıvamında mı?

ahanda tamda ööle. batıdan doğuya gittekçe dahada garip bulanık bi bakış açısı var.
 
haklisiniz tabi arkadashlar, türkiye'nin shartlari, oranin shartlari, buranin shartlari, toplumlarin özellikleri vs. hepsi de göz önünde bulundurulmali mutlaka... ama biraz da bir engellinin ish güc bulamamasi, egitim alamamasi, gelecegi hakkinda endisheli bakarak yashamak zorunda olmasinin altinda yatan onun "toplum icinde kabul görememesi" degil mi... bunlar birbirini etkileyen tek sebeb degil elbette, bircok bashka nedenler de var, ama etkiliorlar bana göre...

"sakatlar toplum icinde kabul görmüyor" demek de yanlish olur zaten (en azindan büyük cesaret ister)... ama büyük oranda gözardi ediliorlar, toplum icinde görünmeleri pek beklenmior... sakatlara uygun olmayan yapilanma olsun, ish bulmakta zorluk cekmeleri (kanunlarla ishe aldirilmak zorunda kalmalari) olsun, toplum icinde görüldükleri zaman alkishlanmalari olsun, hepsi bunun birer kaniti degil mi?... ve birbirini etkileyen gercekler.. pek kolayca birbirinden ayirilabilecek sapla saman gibi gelmior bana...

tabi ki daha önemli problemler olabilir, hani diorum ki hemencecik siralamaya koymayip paralel olarak yürütülmeye calishilsa bu ish?...

ama aslinda siyahpelerin hakli,
cok önemli olmadigina göre bu ish, hic ama hic önemli degildir...

birkac sakatin alkishlanmasiyla bashliyan bu konuda dünyanin sonu gelmish gibi yazi yazmam da sacma olmush gercekten :)...

tekrar diom: haklisiniz...

:) iyi geceler...
 
hernedense yazdıklarının sacma yada bos seyler olmadıgından o kadar eminim ki...

anlamlandıran sensin aslında, benimkisi cumlenin sonunda ki noktayı koymak bile degil, hatırlatmak sadece...

başlığın çok faydalı olduğu kanaatindeyim, bu başlıkta cevap bulmak önemsiz kendimce, ne mutlu doğru soruları bizlere gösterebilen sizlere...

hürmetle...
 
ama biraz da bir engellinin ish güc bulamamasi, egitim alamamasi, gelecegi hakkinda endisheli bakarak yashamak zorunda olmasinin altinda yatan onun "toplum icinde kabul görememesi" degil mi... bunlar birbirini etkileyen tek sebeb degil elbette, bircok bashka nedenler de var, ama etkiliorlar bana göre...

kesinlikle...

niçin engelli insanlar kendi bütünlükleri içinde kabul görmüyorlarda, illa ki sağlıklı insanlara benzeme, yada onlar gibi olabilmelerine göre daha mükemmel kabul ediliyorlar? niçin ben sağlıklı insanlara paralel bi hayat sürdüğüm zaman daha makbul oluyorum? niçin gariplikleriyle, zorluklarıyla kısacası tüm farklılıklarıyla hayatım olduğu gibi kabul görmüyor? niçin her defasında bu farklılıklar hissettiriliyor? hepsi ama hepsi belki bilinçaltı düzeyinde bile olsa var olan bir ayrımcılığın türevleridir. kabul....

ama maalesef türkiyenin (gitmek için kırk takla attığım, yakında iltica talebiyle büyükelçilik önlerinde sabahlayacağım bu ülke) bu sorunları tartışmak için bence sağlıklı ve ciddi reformlarla geçmiş bi 10-15 seneye ihtiyaç duyuyor. bi defa engellilerin sorunlarının türkiyenin ekonomik, siyasal sorunlarından bağımsız bie şekilde ayrı bir kulvarda, dünya normlarında çözüm bulacağını beklemek hayalden ibaret. ülkenin çözülmeyi bekleyen o kadar çok temel sorunu var ki, ne zaman bunlara el atılırsa engelli insanlar içinde güzel günler o zaman başlayacak demektir.

o yüzden ben, bu kadar hassas, anlaşılmak ve kabul görmek için daha yüksek hayat standardı ve demokrasi anlayışı gerektiren meseleler üzerinde düünülmemiş olmasını doğal karşılıyorum. bütün bunlara ulaşmış insnaların bunları artık bir hak gibi talep etmeleri de hiç garip gelmiyor.

ister pesimizm deyin ister ne derseniz deyin. en azından ortalama insan ömrünü ve şimdiki yaşımı dikkatte aldığımda(ve tabi ki ülkenin seyrini) tünelin sonunda ışığı seçemiyorum. umarım yanılırım.....
 
Rekursion' Alıntı:
bi sinek yakaladigimi düshünün... ve bu sinegin kanadinin birinden tutarak ucmasini engelledigimi... ve sinegin var gücüyle cabalayarak gerekirse parmaklarimla tuttugum kanadinin kopmasini saglayip diger kanadi ile de "yarim yamalak" ucup elimden kurtuldugunu... shimdi sinegin "azmi" ve cirpinishlarina mi shashmali yoksa sinekle piskopatca bu oyunu oynayan bana mi shashmali?... "her sheye raamen kendini kurtardi" diye sinege övgüler yagdirmak mi daha dogru ve faydali olur yoksa sinege ishkence eden ben'i ayiplayip durdurmak mi??... hadi elimden kurtulmayi basharamiyan bashka bi sinegi düshünelim... ömrünün sonuna kadar elimde kalip öldügünü düshünelim... bu durumda "kendi sucu! yeteri kadar cabalasaydi diger sinek gibi o da kurtulurdu" demem yapabilecegim ayiplarin en doruk noktasina gelmes mi???... "öbür kanadini tutmamishtim, elindeki bu firsatin kiymetini bilseydi, serbest kanadini iyi kullansaydi" demeye hakkim olur mu hic??
Sevgili Rekursion orjinal bir bakış açısı olmuş. Tebrikler.
Demekki bu mantığa göre:
Engellilerin başarıları büyük olasılıkla kendi gayretlerinden, başarısızlıkları ise toplumun gayetsizliğinden yada düşüncesizliğinden kaynaklanıyor demek çok yanlış olmaz.
 
Sakatlar ve başarı...

- Herkes için 'normal' sayılan evreler/gelişmeler, sakatlar söz konusu olduğunda neden 'başarı' oluyor?
"Eğer yolunuzun üzerinde hiç bir engel yok ise, o yol sizi hiç bir başarıya götürmez" diye bir söz duymuştum. Bence doğru bir söz. Örneğin Bir üniversitenin her hangi bir bölümüne giriş için sınav yapılır 90 alan o bölüme girecektir. sınava girenlerin arasında görme engelli bir aday vardır. 90 alan herkes o bölüme girer ama o bölümün en başarılısı görme engelli adaydır. Çünkü onun önündeki engeller daha fazladır.
 
Ah benim canım!!!

Şimdi nerden başlamalı??? :D

Herşeyden önce, neyi neden düşündüğünü o kadar güzel dile getiriyorsun ki, ve bunu yapmaya da devam et. Bu konu da kimsenin sana karşı bir tavrı söz konusu bile değil, olamazda.

Sanırım nelere benim karşı olduğumu yazdığım yazılardan çıkarmışsın. Çok farklı şeyler düşünsek bile, asla düşünceler mantıksız ve yanlış bulunamaz. Hatta tam tersine öylesine güzel bir karşılıklı alışveriş ki bunlar, kimsenin aklına gelmeyen bir şey bir başkasının aklına gelebiliyor ve insanın önünde ufuklar açılabiliyor.

Bu anlamda ben halimden son derece memnunum. :D

" Bizim " derken, senin dışında fikirlerde bulunan hemen herkesi işin içine katıyorum. Gelişmenin en güzel şekli, farklı düşünceleri anlamaya çalışmaktan geçer çünkü. Ne kadar farklı düşünce varsa, o konuyu anlayabilmemiz bir o kadar derinlemesine olur.

Kuşkusuz, övgülerden rahatsız olabilecekler de işin içine katılmalıdır.

Örneğin ben;

Övgü söz konusu olduğunda rahatsız olduğum ve olmadığım durumlar birbirinden farklıdır.

Eğer kendimle ilgili bir konu da kesin bir bilgim varsa, bunun bir başkası tarafından dile getirilmesi herşeyden önce farkında olmanın verdiği hazzı bende yaratır. Hoşuma gider....

Ama bildiğin gibi, her zaman Hipokratın bir cümlesini çok sevmişimdir ve sıkça kullanırım;

Bir şeyin ilaç mı zehir mi olacağına kullanılacak miktar belirler...

Eğer övgü bana hiç uymayan bir nitelik taşıyorsa, bu beni aptal yerine koymanın bir başka şeklidir benim için. Ve çok rahatlıkla, duyduğum bu hissi ona geri bildirimle vermeyi ihmal etmem.

Çünkü;

Aptal olacaksam, kendi seçimimle olurum. :D Ve zaman zaman aptal olmayı da pek fazla severim. Ama bir başkasının ne adına olursa olsun benim iznim olmadan bir şekilde bana dokunmasına ses çıkartmayacak biri değilimdir.

Şimdi gelelim bizim işin özüne;

Daha önce de dediğim gibi, övgü benim açımdan çok fazla önem taşımaz. Ama dünyayı elimden geldiğince kendi penceremin dışında ki pencerelerden de bakmayı kendime ilke edindiğimden, övgülerin büyük bir kısım tarafından istendiği gerçeğini red edemezsiniz.

İnsanlar şu yada bu şekilde övülmekten çok fazla rahatsız olmuyorlar. Doğal da, bizler dünyada yaşantımızı sürdürürken, yani insan olarak, o kadar çok zorluklarla baş etmek zorundayız ki, bu zorluklar derin bilinç altımızda bir çok yaralanmaya sebep olabiliyor. Ve bu yaraların bir şekilde iyileşmesini beklemekle geçen yaşantımızda, bir övgünün bazen tüm dertlere deva olduğu da bir gerçek.

Burada sakatların başarıları için yapılan övgünün hakaret olduğu ortaya atıldı.Dediğim gibi tepki buradan geldi tarafımdan.

Yine söylediğim gibi eşitliğe pek inanan biri değilimdir. Bunu farklı yorumlamayın ama. İnsan olmanın getirdiği bir eşitliğimiz olsa da ve yine hak hukukta da bir eşitliğimiz olsa da, bunların dışında, hepimiz son derece farklı algılara, düşüncelere sahip bireyleriz. Hepimizi bir tek insan gibi eşitlik ilkesiyle topladığımızda işin içinden çıkamayız.

Derse giriyorum ve karşımda onlarca öğrenci.... Müzik öğrenmek için karşımdalar. Değil mi????

Şimdi ben bu karşımdaki onlarca öğrenciye aynı ve eşit davranışı mı gösterdiğimi sanıyorsunuz???Hayır. Eğer bunu yapmış olsam, yani eşit davranmış olsam inanın en büyük eşitsizliği yapmış olurum.

Öğrencilerin müzik dersi için başarılı olabilmelerinde, müziksel ve ritmik zekalarının iyi olması kuşkusuz işlerini kolaylaştıracaktır. Ama benim karşımda her zaman farklı zekalara sahip öğrenciler var.

Kimi dilsel-sözel anlamda bir yetenek geliştirmiş, kimi mantıksal, kimi görsel, kimi vucutsal, .... Ve ben hepsine müzik öğretmek adına müziksel ritmik zekaya göre davranmış olsam, başarılı olacaklar sadece bu zekaya sahip olanlar olacaktır. Öyleyse ben, tüm zekalara hitap edecek onların algılayışına göre davranacak bir yöntem içersinde olmak zorundayım. Bu da öğrenciyi tanımamla söz konusu olacaktır.

Bu benim mesleğim ve ben bunu yapmak zorundayım.Ama toplumda kaç kişi kişilerin algılayışına göre davranma ve model oluşturmayı başarabilir. Hatta ben, okul dışında bunu tüm insanlara uygulayabilirmiyim???

Doğal olarak toplum tarafından ön kabulu olmuş şeyleri, sadece bana uymuyor diye elimin tersiyle itmem yanlış diyorum kısaca. Toplum özellikle Türk toplumunda aklına hakareti getirmeden, sadece insana gaz verdiğini düşünerek, kendine göre insanca bir yaklaşımla sakatların bir başarısını gördüğünde bunu övüyor.

Eşitlik başka anlamda da yok gördüğün gibi. Bu toplum daha önce de yazdım defalarca, sakatlar yokmuş gibi bir şehir planı içersinde, sakatlar yokmuş gibi bir eğitim modeli içersinde vs. vs.... Bana eşit olduğunuzu söyleyemezsiniz. Ve sizler buna ayrımcılık diyorsunuz... Dışardan bakıldığında evet sakat olmayanlara endeksli bir yaşam var gibi gözükse de ,bazı konularda da toplumsal algılayışımız açısından sakatlar asla ikinci sınıf vatandaşı olarak ele alınmıyor.

Bu çok farklı bir konu. Daha da deşilebilir aslına bakacak olursan.Şimdi bu ülkede ki bu gerçekleri bilen biri olarak, sakat bir vatandaşımızın, her şeye bu salakça tüm olumsuzluklara karşı gelerek, gücünü kullanabildiği ölçüde kullanmak istemesi sonucunda elde ettiklerini ben başarı olarak görürüm.Burada ona övgüde bulunurken, gücüne duyduğum saygıdan yaparım.Ve onu överken bu anlamda, asıl yapmak istediğimim siyasetin, toplumun sahip çıkmadığı bir gerçeğe herkesten fazla çalışarak gücünü ortaya koyarak elde eden bu insanı değil tam tersine bu düzeni eleştirmek adınadır.

Benim yaşantımda avantaj yada dez avantaj yok. Ama bu dünya benden ibaret değil.Benim dünyamda ister sakat olsun ister olmasın tüm bireylerin gücünü ortaya koyarak elde ettiği herşey başarıdır . Bu güç son derece göreceli bir kavram olduğundan herkes başarılıdır benim dünyamda.Ama insanların büyük bir kısmı olaylara böyle bakmıyorki, farkında bile değil çoğu şeylerin. Bu sebeple siz sakatların bir başarısı karşısında bu düzene rağmen bu elde edildiyse bunu dile getirme biçimi sizlerin algıladığı gibi hakaret değil diyorum sadece. Onlar için avantaj dez avantaj varrrrrrrrrrrr.Ve ister istemez bu sonuç onları büyülüyor. Olaya bir de bu açıdan bakın. :D

Biz toplum olarak dünyanın her yerinde kahramanlara genellikle ihtiyaç duyarız. Bunu sakın olumsuz bir şey gibi algılamayın. Yaşantısında kahramanlar olmayan insanlarda vardır ama genele baktığımızda kahramanları başkaları yaratmadan biz kendi kendimize yaratırız.

Neden?????

Çünkü kahramanlar, bir şekilde bu dünyada yapamadığımız şeylerin yapılmasını sağlayan ve bizlerin yalnız olmadığını bizlere simgeleyen varlıklardır.

Şunu demiş olsanız arkanızda olacağım.... :D

Bizim başarılarımızla bizleri kahraman yapanlar, kendi yapamadıklarının bir karşılığını bizde gördüklerinden dolayı aslında kendileri için seviniyorlar....

Bu anlamda sevgili oturanboğanın tam tersi bir düşünceyi paylaşıyorum.

Aman biz kim o kimmmmmm, biz bir işe yaramayız gibi bir komplekse kapılanlar olduğu gibi, ki bunlar ne adına olursa olsun kendilerini kötü hissedeceklerse bunu başaracaklardır, dediğim gibi zaten onlar nekrofili tiplerdir :D Büyük bir çoğunluk kendi adına gizli bir duygu için kahramanlar yaratıyorlar.
 
Üst Alt