Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Görüş] 'Her Şey Satılık'

Baben

Aktif Üye
Üyelik
3 Eyl 2005
Konular
23
Mesajlar
1,613
Reaksiyonlar
0
"HER ŞEY SATILIK"

80'li yılların başında Deniz Türkali'nin tek kişilik enfes bir müzikalini izlemiştim: HER ŞEY SATILIK. O oyundan aklımda kalan bir bölümü paylaşmak isterim: Yetenekli fakat hırslı, ünlü ve zengin olmak isteyen bir piyanist, şeytanla pazarlığa girişir. Şeytan; notalar karşılığında piyaniste ev, araba, şöhret vb. sağlamayı vaat eder. Tabii bunları zamana yayacaktır. Önce "do" notası karşılığı ev, sonra "re" notası karşılığı araba, falan. Piyanist kabul eder.. Bir süre sonra zengin ve ünlü olmuştur ama elinde bir tek notası kalmıştır. O da hiçbir işe yaramamaktadır tek başına..

Günümüzde "notaları" karşılığında şan, şöhret sahibi olmuş aydınımsılardan çokça var. Bunlara "omurgasızlar" da denmekte. Eskiler "eyyam ağası" derlermiş böylelerine. "Her durum ve zamanda fırsat kollayarak büyüklere yaranan kimse" anlamında. Bu tür insancıklar; ne yazık ki, hemen her yerde karşımıza çıkabilmektedir. Hiç bir emek harcamadan, başkalarının emeğini sahiplenerek yükseleceğini sanan kişiler, o emeğin gerçek sahipleri "itiraz hakları"nı kullanıp "yeter artık" dediklerinde kaçacak delik arayacaklardır.

Elbette ki, yapılacak olan; Samuel Beckett'in ünlü "Godot'u Beklerken"indeki gibi "bizi kurtaracak" bir şeyleri beklemek olmamalıdır. Tam tersine; her şeyden önce kendimizi yetiştirmeli, ailemizin ve çevremizin sağlam bir duruşla, alabildiğine mert, alabildiğine dürüst ve alabildiğine kararlı olarak, yaşam kavgasında yer almasını sağlamalıyız.

Bütün bunlar; sağlıklı insanlar için olduğu kadar, engelli insanlar için de geçerlidir. Çünkü aynı dünya üzerinde, aynı çağda, hep birlikte yaşıyoruz. Aynı havayı soluyor, aynı ekmeği paylaşıyoruz onlarla. Ve üstelik iki kat daha zorlanıyoruz yaşarken. Akıllarından dahi geçirmeyecekleri şeyleri yapıyoruz. Engelliler düşünülmeden yapılan kamu binalarında, hastanelerde, caddelerde, kaldırımlarda gücümüzün çok çok üzerinde efor sarf etmek zorundayız..

Zaman oluyor, acıyarak bakıyorlar; zaman oluyor, kendilerine yetmeyen ekmeklerini paylaştığımız için, kaşık düşmanı oluyoruz; kimimiz yaptığımız işlerden dolayı takdirle karşılanıyor, gıpta ile bakılıyor, kimimize 'sanki bu dünyada yokmuşçasına' davranılıyor! Sonuçta; logomuzdaki gibi; "Her şey, her yerde, her zaman, herkes için." Ve yazının başlığının doğrusu; HİÇ BİR ŞEY SATILIK DEĞİL! Belki "kiralık" olabilir. ;)

Nisan 2006

[size=2]Not: Altı çizili yerleri sonradan ekledim. ;)[/size]
 
HERSEY SATILIK

BABEN ABI YINE DOKTURMUSUN BEN 68 KUSAGI KOKUSU
ALIYORUM SENDE HANI MERT DELIKANLI HAKSIZLIGA KARSI
GELEN HAKLININ YANINDA YER ALAN KIRLENMEMIS OLAN
INSAN MODELI YENI INSAN YARATILMALI OKUYAN KULTURLU
KENDINI GELISTIRMIS PAYLASIMCI INSAN TIPI BU DUNYADA
HERSEYIN HIZLA TUKETILDIGI HERSEYIN CARPIKLASTIGI BIR
DUNYADA COK ZORLASTI SENIN GIBI INSANLAR PEK KALMADI
TABIKI BU SISTEMIN BOZUKLUGUYLA ILINTILI BIRAZDA....
 
Bir yerde şu mealde bir söz okumuştum: eskiden her şeyin bir değeri vardı, artık fiyatı var!
Şimdilerde bir şeyin değeri, fiyatının yüksekliği ile eşdeğer. Bir tişort mesela, zart marka 10 lira, zurt marka 100 lira. İkisi de benim için aynı işi görecek giysiler, bu anlamda benim için aynı değerdeler. Ama fiyatlar...
Yaşam (da) değerle değil artık, fiyatla ölçülüyor. Birileri dünyanın diğer bir ucundan bir fiyat belirliyor, herkes ona göre değer biçiyor.
 
Tam da konuyla ilgili olarak yazmış Can Dündar:

[size=4]
k_dundar.gif


Şehir kimi sever?

Duvarlarda dev reklam panolarında iddialı bir tespit göze çarpıyor:
"Şehir güçlüleri sever."
Gün boyu güçsüzler geçiyor afişin altından; işsizler, yoksullar, itilmişler...
Şehrin sevmedikleri, kustukları...
Afiş, kentin tercihini ele veriyor.
Sıradan bir reklam değil bu; bir arabadan fazlasını, bir yaşam biçimini, bir iktidar tercihini, bir ideolojiyi pazarlıyor.
Güçlüyü kutsuyor; ama ne demeli, çoğu reklam gibi nabzı doğru tutuyor.
***
Gerçekten de güçlüleri seviyor şehir...
Bir zamanlar kızları için ilim, irfan, itibar sahibi kısmet niyaz eden analar, para, şöhret, iktidar sahibi damat aramaya başladığından beri böyle bu...İktidara varmanın yolu ortak akıl üretmekten ziyade, güç ittifakları kurmaktan geçtiğinden beri böyle...
O zamandan beri, güce tapan şehir Polat'a özeniyor, Sinan'dan, Yahya Kemal'den, Münir Nurettin'den çok....
"Gücü gücü yetene" diyen bir zihniyet, güçlü olanı haklı olana yeğliyor.
En sportmen, en centilmen olan değil, topa sahip olan ya da topa en güçlü vuran çocuk takım kaptanı seçiliyor.
Kick boks maçları, bilgi yarışmalarından fazla seyirci buluyor.
Hürriyet, itaat karşısında değer kaybediyor.
***
Şehir güçlüleri seviyor ama karşılıksız bir aşk bu...
Güç sahiplerince işgal edilmiş sahillere bakın; en güçlü şirketlerce toprağa gömülmüş zehirli varillere... nefret kusan tribünlere... kan kokan ortaokul kantinlerine... tinerci çocukların yattığı sidik kokulu bankamatik kulübelerine... meydandan kadın kaldırıp kuytuda tecavüz eden küçük "iktidar sahipleri"ne...
Güçlüler şehri sevmiyor, şehrin güçlüleri sevdiği kadar...
***
Bir başka reklamda pencerenin pervazına yakıştıramadığı, güçten düşmüş kocasını değiştirmeyi düşünüyor bir kadın...
Bir diğeri, en güçlü saydığı marka karşısında herkesi susmaya davet ediyor.
İşaretparmağıyla dudakları kilitleyen o işareti iyi tanıyoruz biz...
Evde, camide, okulda, kışlada, hastanede hep o işaretle büyüdük.
Kötü anılarımız var o suskunluk çağrısında...
Gücü seven şehirler, acizleri susturup, vefayı camdan atarak yıkılmaz gibi görünen bir hiyerarşi yarattı.
Hepimizi güçlünün haklılığına, büyük balığın küçük balığı yuttuğuna inandırdı.
Nihat Genç'in "Öyleyse niye Karadeniz bir hamsi cennetidir?" sorusunu duymadı.
Cevaba aldırmadı.
***
Sadece kentte değil, dünyada da bedelini ödüyoruz bu güç takıntısının...
Celladına âşık bir idam mahkûmu gibi işgale uğramış halklara karşı haksız işgalciyi alkışlıyoruz.
Gücümüz yetmiyor güçlünün gücünü kırmaya...
Oysa güç, sorunlarımızın çözümü değil, nedeni...
Sokaktaki şiddetin de, lisedeki vahşetin de, ekrandaki kirliliğin de sorumlusu varoluşu güce dayandıran bu zihniyet...
Hep bir olup bu algılamayı kırmak, gücün yerine kolektif aklı, zorun yerine dayanışmayı koymak zorundayız.
İtibarın kaynağı servet değil, yetenek olmalı.
Kaba kuvvet değil, ince zekâ, üstün yetenek fark yaratmalı.
Şiddetin yerini merhamet almalı.
Tahsil, cehalet karşısında eski itibarına kavuşmalı...
Daha çok araba satmanın yolu da buradan geçiyor, daha huzurlu bir kente ve dünyaya kavuşmanın da...
***
Şehir güçlüyü seviyorsa varsın sevsin.
Ben adaletin şehrine aidim.[/size]
 
Ne kadar da haklısın Baben. Bu ülkede " ne alırsan 1 liraa" Topraklarımız bile.!? :evil:
 
Buna kısaca "yalakalık" diyorlar Babür abi. Kaba bir tabir ama. Böyle... Ne yaparsın... BU şöyle birşey bence. birine iltifat etmek sitediğinde,eğer yağla yapacaksan bu işi, "aaaayyyyy üstündeki ne kadar güzeeeelll" dersin. bunu söyleyen biri içinse o kişinin üstündeki herşey için geçerlidir bu. insanların sırtından da ancak bu şekilde geçinebilir, prim yapar.

ama benim gibiler ,artık bizim gibilere ne denirse, " üzerindeki sana çok yakışmış" der. ve gerektiğinde de "bu kıyafetin üzerinde güzel durduğundan emin misin?bence bir dahaki giyişinde tekrar düşünmelisin" der.....her halikarda da açıksözlüdür. ama olduğun yerde sayarsın, o da işin başka kısmı. :)

En güzeli yüzlerine söylemek bence. pat diye. Ayarlar mı o zaman acaba? (aymak anlamında ;) )
::):):)
 
çok güzel anlatmışsın Babür abi eline sağlık.

Bizler engelli olarak daha fazla çalışmalı,daha çok çaba sarfetmeliyiz.Toplum içinde iyibir makam sahibi olmak için yapmadığı kalmayan insancıklardan olmamalı ve herzaman hayat karşısında dik durmalıyız, hayat satılığa çıkmış olsada.
 
Geçen gün Beyoğlu'nda bir adam bağırıyordu. Gelen geçen ona bakıyordu. Adamın ise hiçbirşey umurunda değildi.

" İNSAN ESKİSİ BUNLAR... İNSAN ESKİSİ... "

Kime söylüyor diye baktım. Bir eskici geçiyormuş yanından. Eskici ona, adam eskiciye bakıyordu. Adam yine bağırıyordu.

"SATILIK BUNLAR, SATILIK..."

Kendi kendime gülümsedim.

Deliler mi akıllıydı? Akıllılar mı deli?
 
Yaa arkadaşlar.. No'olur kusuruma bakmayın.. :oops: Bu ayki yazımın yayım tarihi yaklaştığı halde, daha yeni fırsat bulabildim cevapları yazmaya..

Sevgili KUZEY,
60 doğumluyum ;) 68'lilere yetişemediysem bile ağabeylerimiz vardı. Onlarla birlikte büyümek, onların soluduğu havayı solumak, okudukları kitabı okumak, dinledikleri müziği dinlemek elbette az şey katmamıştır, bizlere.. Teşekkürler.. :oops:

Sevgili Menekşe,
Görüşlerin bu ayki yazıma ilham kaynağı oldu. ;) Sağ olasın..

Bülentçim,
Severim Can Dündar'ı.. Bu yazısı da hoşuma gitti.. ;)

Sevgili Ali Emre Ağabey,
Başımızdakilerin misyonu buymuş. :twisted: Kendi ağızlarıyla itiraf ettiler... :evil:

Dilekcim,
Evet, 80 sonrasının "yükselen değerleri" arasında ne yazık ki baş sıralarda gidiyor.. :( Yeni nesil bununla birlikte büyüdüğü için gayet normal karşılıyor. Yalakalık yapılan kişiler de, o noktaya aynı yöntemle geldiği için ayacaklarını hiiiiiiiç sanmıyorum.. Sadece "Uzaydan mı geldi acaba bu?" diye bakacaklardır. ;)

Abdullahçığım,
Evet, haklısın.. Kullanabildiğimiz bütün organlarımızı engelsiz insanlardan daha verimli kullanmalıyız! Bu kesinlikle "ayrımcılık " değildir. Onların dünyasında değil, "aynı dünyada" hep beraber yaşıyoruz!

Sevgili kardelen,
Tımarhanedeki delilerin, "hey, dışarıdakiler kaç kişisiniz?" demeleri geldi aklıma.. Çok yaşa e mi?. ;)
 
Üst Alt