Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Fotoğrafların Diliyle Gündem (1)[Hadi Konuşalım/ DÜNYA]

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

andante

Üye
Üyelik
11 Ocak 2005
Konular
23
Mesajlar
755
Reaksiyonlar
0
Sevgili arkadaşlar,

Şimdiye kadar fotoğraf bölümünde bir çok şeyi paylaştık sizlerle. Yeni bir paylaşım yaratmak istiyoruz artık.Fotoğrafların anlatımda ne denli başarılı olduğunu bilmekteyiz. Bu seri de sizlerin düşünceleriyle ve sizlerin cümleleriyle bir yolculuğa çıkacağız.

Bu yeni sayfamıza bir kaç fotoğraf ekleyeceğiz.Ve bu fotoğrafların sizlerde uyandırdığı duygularla oluşturduğunuz cümleleri bir yazı dizisi haline getireceğiz.

Sizler buraya fotoğraf eklemeyeceksiniz. Sadece fotoğrafların sizlerde uyandırdığı cümlelerle düşünce ve duygularınızı yazacaksınız.

İlk yazı dizimiz evrenin ve üzerinde yaşadığımız mavi gezegenimizin serüveni olacaktır, Şimdi sizlere bu serüvene davet ediyor ve hoşgeldiniz diyoruz.
 
Hadi bakalım şimdi sıra beyin fırtınasında. Herkes konuşmaya başlasın bakalımmmm. :wink:
 
Küçüklük/hiçlik/aidiyet/merak/boşluk/heyecan/karanlık/heyecan/umut...

  • Stronsium 90

    Acayipleşti havalar
    bir güneş, bir yağmur, bir kar.
    Atom bombası denemelerinden diyorlar

    Stronsiyum 90 yağıyormuş
    aşa, süte, ete,
    umuda, hürriyete
    kapısını çaldığımız büyük hasrete

    Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm
    Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı
    Ya dünyamıza inecek ölüm

    Nazım Hikmet
 
Ne büyük bir sukünet değil mi?
Bu kadar mı özlenir sessizlik?
Bir toz bulutu olup savrulup
Kaybolmak
ve belki de büyümek
sessizliğin dinginliğinde....
 
30 küsur yıl önce Erıch Von Dänıken'in TANRILARIN ARABALARI adlı kitabı yayımlanmıştı. Daha sonra bir Sovyet yazar: "TANRILARIN ARABALARI YOK!.." diye bir kitap yazdı. O iki kitabı okuduktan sonra "uzay"ı kapsama alanım dışına çıkardım. :p 'Uzay ve gelecekten' çok 'Dünya ve geçmiş' ilgimi çekmeye başladı..

İlginçtir.. 3 yıl kadar önce iki kitabı da scanerda taradım e-book haline getirdim. Tam istediğim gibi olmasa da, yine de okunabilir halde. İsteyen arkadaşa Word belgesi olarak gönderebilirim. ;)
 
Adem ile Havva...

Bu gezegende bir erkek ve bir kadınla başlatıldı yaşam..
hem çok uzun hem akreple yelkovan arasına sıkışmış kısa bir an,
bir darlık gibi...
 
BU DÜNYAYA HER BAKTIĞIMDA BİR UMUTSUZLUK KAPLIYOR İÇİMİ Kİ SORMAYIN :(

HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA SÖNEN BİR YILDIZ GÖRÜYORUM KARŞIMDA.ÇOĞU ZAMAN VE BELKİDE UMUTLANMAK İÇİN, POLYANACILIK YAPIP DÜNYAMIZIN GÜZELLİKLERİNDEN BAHSEDERİZ.AMA NE YAZIK Kİ DURUM HİÇ İÇ AÇICI DEĞİL ARAKADAŞLAR. KÜRESEL ISINMA,BUZULLARIN ERİMESİ,DÜNYANIN GÜNEŞ İLE ARAMIZDAKİ KALKANI ZIRH'I OLAN OZON TABAKASININ HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA İNCELMESİ MAHŞERE DOLU DİZGİN BİR ŞEKİLDE GİDİYORMUŞUZ İZLEMİ UYANDIRIYOR.YUKARDAKİ RESME BİR BAKIN LÜTFEN ! YUKARDAN NE KADAR GÜZEL VE PIRILTILI GÖRÜNÜYOR DEĞİLMİ? İÇİ SENİ DIŞI BENİ YAKAR MİSALİ GÜZELİM DÜNYAMIZA VERDİĞİMİZ ZARARLAR İNSANLIK VE YAŞAM İÇİN DÖNÜLMEZ KABUSLARIN BAŞLANGICI GİBİ GELİYOR BANA.
 
Hemde ne doludizginlik....

Öylesine güzel ki aslında dünya.....

Ve hepimize yeter, insan gibi yaşamayı becerebilirsek eğer :)













 
[size=4]Telli telli telli şu telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni şimdiki bana

Sakın çıkma patika yollara
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya

Telli telli telli şu telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna

Telli telli telli şu telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara[/size]

Ne yazık ki biz büyüdük ve kirlettik dünyamızı.
 
Ne kadar müthiş, harika, muhteşem.....

Bu arada bana başka birşeyde hatırlattı. Dünyanın görünen kısmında Amerika kıtası var. Sanırım Türkiye arkada ve gece... Bu da bana artık uyku vaktimin geldiğini hatırlattı :D :D (Saat 23.30)

Arkası yarın...
 
ünlü astrofizikçi Carl Segan kainatta tüm okyanuslar ve denizlerdeki kum tanelerinden daha fazla yıldız ve gezegen olduğunu söylüyordu.
dünyamız da o kum taneciklerinden sadece biri..
insanlar ki bu büyüklüğün yanında mikroskobik canlı türleri gibi..
50 milyar ışık yılı uzaktaki galaksiler..(bilmeyene açıklayayım: saniyede 300.000 km hızla giden bir aracınız olsa o araçla o galaksiye ancak 50 milyar senede ulaşabilirsiniz demek)
ve ortalama 70-80 yıl yaşayabilen insan..
ve dert ettiğimiz, kafaya takıp kahırlandığımız bu yüzden yaşamı çekilmez kıldığımız bi sürü problem..bitmez tükenmez tartışmalar..
bu büyüklükleri düşündüğümde hepsi ÇOK KOMİK VE ANLAMSIZ GELİYOR BANA.
peki asıl düşünülmesi gereken ne?
işte ben onu düşünüyorum.
bulursam size de söylerim.
 
Sevgili arkadaşlarım;

Sanırım küçük bir açıklama yapılması gerekiyor yapmaya çalıştığımız iş için. :D

Fotoğraf bölümünde genellikle internet üzerinden kopyalanan fotoğrafların paylaşımını yaptık sizlerle. Tek tek arayacağınıza onları kendi sitemizde de bulabilmek bence de çok hoş şeylerdi.

Ama aslında iki şey daima daha öncelikliydi bizler için.

Önce kendi el emeğinizle yarattıklarınızın paylaşımı ve böyle bir yeteneğimiz yoksa, ki bu olmayabilir, fotoğraf denilen sanatın düşünme yeteneğimizi geliştirmesinin sağlanması.

Bu sebeple fotoğraflarla düşünmeyi sağlamak, ve duygularımızı da bunun içine katarken gündem de olan bir olayı da yakından takip etmek için böyle bir başlık açtık.

Bildiğiniz gibi ilk olarak üç tane evren ve dünyadan oluşmuş fotoğrafları koyduk.İstediğimiz sizlerin bu fotoğrafları gördüğü zaman hissettiklerinizi yazmanızdı. BU fotoğraf dizisi günümüze kadar güzellikleriyle birlikte çirkinlikleri ve dünyaya ait her şeyi içinde barındıracak.

Fotoğraflara bakarken sorgulayacağız, hisleneceğiz, ne bileyim bir çok duyguyu birden yaşayacağız. Çünkü üzerinde yaşadığımız bu dünya yok olmaya doğru hızla ilerliyor.

Kuşkusuz yapabileceklerimizde vardır.

İşte bunların bir yansımasını istiyoruz fotoğraflara bakarken. Sonuçta da sizlerin cümleleriyle ortak bir metin hazırlayacağız. Bu yazı buraya düşüncelerini ve duygularını yazan tüm üyelerin cümlelerinden oluşacak. Kısacası seri bittiği zaman sizin cümlelerinizle engelliler.biz in imzasını taşıyan bir metin çıkacak.

Bu sebeple lütfen fotoğraflara bakarken içinizden geldiği gibi duygu ve düşüncelerinizle yola çıkın.

Bakın ben bu ilk üç fotoğrafa bakarken neler hissediyorum;

Müthiş bir güzellik. Kocaman herkesi kucaklayabilecek kadar eşsiz büyüleyici bir varlık.Bu fotoğrafları çekenler özellikle uzay çalışmaları için dünyadan kilometrelerce uzaktan dünyaya baktıklarında gördükleri güzelliği fotoğraflarla anlatılamayacak kadar eşsiz olduğunu söylüyor.

Garip bir büyülenmeyle dünyaya döndüklerini okuyabilirsiniz çeşitli kaynaklardan.

Ürpertici bir duygu bu aynı zamanda. Bende bazen yalnızlık duygusunu da hissettirmiyor değil bu fotoğraflar. Hiç bir sesin olmadığı o duygunun nasıl olabileceğini merak etmiyor değilim.Bunu bilenler vardır içimizde değil mi? :)

Ve diğer fotoğraflara baktığımda ise inanın kendimden geçiyorum. Hem orda olmak hemde olmamak arasında gidip geldiğim bir gelgit yaşıyorum onlara baktığım zaman.

Dağların yüceliği ve güneşin sadece zirveyi ışıttığı o fotoğrafta elimle tutmak istiyorum sanki zirveyi. Tadını duyabilmek, kokusunu hissedebilmek istiyorum açıkcası tüm güzelliklerin.

Yunuslar gibi özgür olmayı da arzulamıyor değilim aynı zamanda.

Ve içimden şarkı söylemek ya dünya sen ne güzelsin demek geliyor, aşık olmak gibi bir şey bu duygu benim için.

Anlatabiliyormuyum?

Engelliler.biz in sevgili üyeleri, hep tartıştık genelde, ama çoğu zaman dokundukta birbirimize yazılarımızla da biz olduğumuzu bir kez daha gösterelim diyorum.
 
[size=4]Dünya Nasıl Kurtarılmıştı

Stanislaw Lem


Bir gün mucit Trurl, n ile başlayan herhangi bir şeyi imal edebilen bir makine yaptı. İşini tamamlayınca, nilüferler, nohutlar ve nilaygırları yapmasını emrederek makineyi denedi; makine bütün bunları yaptı; sonra nafta dolu nargileler ve son derece nalâyık kimi narkotiklerle neticeyi netleştirmeye nail oldu. Makine bu emirleri de harfiyen yerine getirdi. Hala makinenin kabiliyetinden emin olmayan Trurl, ona birbiri ardına nimbuslar, nezleotları, naneruhu, namlular ve natrium yaptırdı. Bu sonuncuyu yapamıyordu; fena halde sinirlenen Trurl makineden bir açıklama istedi.

“Hayatta duymadım,” dedi makine.

“Ne? İyi de bu sodyumdan başka bir şey değil ki. Hani şu metal, şu element...”
“Sodyum s ile başlıyor. Ben yalnızca n’lere bakıyorum.”

“Ama Latincesi natrium.”
“Bak ağbicim,” dedi makine, “eğer olası her dilde n ile başlayan her şeyi yapabiliyor olsaydım, Alfabenin Tüm Harfleriyle Başlayan Her Şeyi Yapabilen Bir Makine olurdum, çünkü aklına gelecek her nesnenin illa ki şu ya da bu yabancı dilde n ile başlayan bir karşılığı vardır. İşler bu kadar kolay değil. Ben senin programladığın sınırların dışına çıkamam. Yok sana sodyum.”

“Pekâlâ,” dedi Trurlve ondan bir nimşeb yapmasını istedi—ufak bir nimşebdi ama, leyliliğinde hiçbir eksiklik yoktu. Ancak bu noktadan sonra Trurl arkadaşı MucitKlapaucius’u davet edip ona makineyi anlattı; makinenin yeteneklerini o kadar ballandıra ballandıra anlattı ki sonunda Klapaucius’un tepesi attı ve makineyi bir de kendisinin sınamasının mümkün olup olmadığını sordu.
“Lütfen, rica ederim, buyur” dedi Trurl. “Ama n harfiyle başlamak zorunda.”

“N?” dedi Klapaucius. “Peki, haydi Natura yapsın bakalım”.
Makine vınladı ve göz açıp kapayana kadar Trurl’un bahçesi natüralistlerle doldu. Birbirleriyle tartışıyorlar, diğerlerinin paramparça ettiği tuğla gibi kitaplar yazıyorlardı; uzakta alev alev yanan ateşler görünüyordu, üzerlerinde Natura’ya kurban edilmiş olanların etleri cızırdıyordu; gök gürüldüyordu, mantar şeklinde, acayip duman sütunları yükseliyordu; herkes aynı anda konuşuyor, kimse kimseyi dinlemiyordu, ortalık her türlü muhtıra, dilekçe, mahkeme celbi ve sair vesikalarla doluydu; bu esnada köşede birkaç tane yaşlı adam oturmuş kâğıt parçacıklarına ateşli ateşli bir şeyler yazıyorlardı.

“Fena değil, değil mi?” dedi Trurl gururla. “Doğanın ta kendisi, itiraf et!”
Ama Klapaucius tatmin olmamıştı.

“Ne, bu güruh mu? Bunun Natura olduğunu söylemeyeceksin bana inşallah?”

“O zaman makineden başka bir şey iste” diye atıldı Trurl. “Ne istersen iste.” Bir an için Trurl ne isteyeceğini bilemez gibiydi. Ama birazcık düşündükten sonra makineye iki görev daha vereceğini, eğer bunları başarabilirse gerçekten de Trurl’un iddia ettiği her şeyi başardığını teslim edeceğini söyledi. Trurl bunu kabul etti; bunun üzerine Klapaucius Negatif’i istedi.
“Negatif?” dedi Trurl. “Negatif de neymiş?”

“Pozitifin tersi, tabii ki” diye yanıtladı Klapaucius sakince. “Negatif tavırlar, bir fotoğrafın negatifi, mesela. Bana hayata Negatif’i hiç duymamış numarası yapma. Haydi bakalım makine, iş başına!”
Oysa makine zaten işe başlamıştı. Önce antiprotonlar üretti, sonra antielektronlar, antinötronlar, antinötrinolar; en sonunda bütün bu antimaddeden kafalarının üzerinde bir hayalet bulutu gibi parlayan bir antidünya ortaya çıkana kadar çalışmaya devam etti.

“H’m” diye homurdandı Klapaucius, keyfi kaçmıştı. “Bu Negatif mi şimdi? Peki… haydi
tatsızlık çıkmasın diye kabul edelim… gelelim üçüncü komuta: Makine, Noksan imal et!”

Makine ses çıkarmadan durdu.

Klapaucius zaferin keyfiyle ellerini ovuşturdu, ama Trurl dedi ki:

“E ne bekliyordun? Noksan imalatı istedin, işte sana noksan imalat!”
“Düzeltmeliyim: ben Noksan imalatı istedim, noksan imalat istemedim.”

“Noksanla noksan aynı şey değil mi?”
“Yapma, yapma. Noksan imal etmesi gerekiyordu, ama hiçbir şey yapmadı, böylece ben de kazanmış oldum. Çünkü, sevgili ve çok akıllı dostum, Noksanlık senin o bildiğin, tembelliğin ve ataletin çocuğu olan noksanlıklardan değil, dinamik, amansız Noksanlıktır, mükemmel, biricik, her yerde olan Namevcudiyettir, o kendi naşahsiyeti çerçevesinde nihai ve ekber olandır!”

“Makinenin kafasını karıştırıyorsun!” diye bağırdı Trurl. Ama aniden metalik bir ses çınladı: “Allah aşkına, nasıl böyle didişebiliyorsunuz? Tabii ki Noksanın, Noksanlığın, Namevcudiyetin, Nabedid’in, Nabud’un, Nakz’ın ne olduğunu biliyorum, çünkü bütün bunlar n başlığı altına inceliyor, aynen Nah, Nanay ve Niyazi gibi. Dünyanıza son kez bakın o zaman, beyler! Kısa süre sonra hiçliğe karışacak.”
Mucitler kavgalarını unutarak donakaldı, çünkü Makine sahiden de Noksan imal etmeye başlamıştı: birer birer, nesneler dünyadan yok oluyordu, böylece, yok edilen şeyler artık var olmayı bırakıyorlar, sanki hiçbir zaman var olmamış gibi oluyorlardı. Makine çoktan nolarları, nayzebleri, nokları, nekleri, nallirevanları, neotremleri ve namüterdaları yok etmişti. Bazen de azaltmak, küçültmek ve eksiltmek yerine arttırıyor, genişletiyor ve ekliyor gibiydi; çünkü sırasıyla nonkonformistleri, nadanları, nafileliği, nahakkı, nahalefleri, necaseti, nekesliği, nevmitliği, nifakı, nikbetleri, nekrofiliyi ve nepotizmi yok etmişti. Ama bir süre sonra Trurl ve Klapaucius’un etrafındaki dünya gözle görülür derecede seyrelmeye başladı.

“Aman Allah!” dedi Trurl. “Umarım bu yüzden başımıza bir iş gelmez!”<
“Korkma,” dedi Klapaucius. “Gördüğün gibi Evrensel Noksanlık’ı imal etmiyor, yalnızca n ile başlayan ne varsa onların noksan olmasını sağlıyor. Bu da toplam noksanlık açısından bakarsan devede kulak bile değil. Binaenaleyh, benim bu makineye biçeceğim değer de, sevgili Trurl dostum, beş paradan epey noksan.”

“Yanılmayın,” diye cevap verdi Makine. “Doğrudur, n ile başlayan her şeyle başladım, ama bunu yapmamın nedeni onları daha iyi tanımamdan başka bir şey değildi. Yaratmak başka iş, yok etmek tümden başka bir iş. Dünyayı silip atabilirim, çünkü n ile başlayan herhangi bir şeyi, her şeyi—her şey her şey demek olmak üzere—yapabilirim, Noksanlık da benim için çocuk oyunu. Bir dakikaya kalmadan siz de, başka her şeyle birlikte, namevcut olacaksınız. İyisi mi, Klapaucius, çok geç olmadan sen bana gerçekten ve sahiden de programlandığım her şeyi başardığımı söyle.”
“Ama—”diye itiraz etmek üzereydi Trurl, ama tam o anda fark etti ki, bazı şeyler gerçekten de yok oluyordu, ayrıca bunlar yalnızca n ile başlayanlar değildi. Mucitlerin etrafında artık hiç grunçeon, targalisk, şupo, kalinatifakt, tist, vorç ve priton kalmamıştı.

“Dur! Hepsini geri alıyorum! İptal! Çüş! Noksanlık yapma!” diye bağırdı Klapaucius. Ama makine durana kadar bütün braşasyonlar, olusterler, lariyler ve zitler yok olmuştu. Makine hareketsiz duruyordu. Dünyanın hali berbattı. Gökyüzü özellikle hasar görmüştü: yalnızca birkaç tane, birbirinden ayrı duran ışık kaynağı kalmıştı gökyüzünde—o zamana kadar ufku şenlendiren o muhteşem vorç ve zitlerden hiçbir iz yoktu.
“Gauss aşkına!” diye bağırdı Klapaucius. “Grunçenloar nereye gitti? Benim gözümün bebeği o pritonlar nerede? O latif zitleri yel mi aldı?!”

“Artık yoklar ve hiç bir zaman da olmayacaklar”, dedi makine sakince. “Yalnızca senin emrini yerine getirdim, daha doğrusu yerine getirmeye başladım.”

“Ben senden Noksan imalat istedim, ve sen… sen…”
“Klapaucius, zaten olduğundan daha salakmış numarası yapma”, dedi makine. “Eğer bir kerede Noksan yapıverseydim, bir vuruşta her şey yok olurdu, Trurl, gökyüzü, Evren, sen, hatta ben de. Bu durumda kim emrin yerine getirildiğini, benim becerikli ve kabiliyetli bir makine olduğumu söyleyebilir, bunu kim duyabilirdi? Ve kimse bunu kimseye söyleyemeyecekse, zaten artık var olmayacak olan ben nasıl haklı çıkabilirdim?”

“Peki, tamam, lütfen bu konuyu kapatalım,” dedi Klapaucius. “Senden tek bir ricam var, eğer mümkünse, sevgili makine, lütfen zitleri geri getir, onlarsız hayatın hiç tadı yok…”
“Yapamam ki, z ile başlıyor” dedi makine. “Tabii ki nadanlığı, nifakı, nekrofiliyi, nevraljiyi, nevrasteniyi, necaseti ve nafileliği geri getirebilirim. Ama diğer harfler için elimden bir şey gelmiyor.”

“Zitlerimi isterim!” diye böğürdü Klapaucius.
“Maalesef, zit mümkün değil” dedi Makine. “Dünyaya iyi bir bak, nasıl kocaman, esneyen boşluklarla delik deşik olduğunu gör, nasıl noksanlıkla dolduğunu, noksanlığın yıldızlar arasındaki dipsiz boşluğa nasıl yayıldığını, nasıl üzerimizdeki her şeyin onunla sınırlandığını, nasıl her madde parçacığının arkasında, karanlıkta noksanlığın saklandığını gör. Bu senin eserin, seni gidi kıskanç! Gelecek kuşakların seni hayırla anacağını hiç sanmıyorum…”

“Belki de… anlamazlar, belki de kimse fark etmez,” diye inledi beti benzi atmış Klapaucius, uzayın siyah boşluğuna inanamaz gözlerle bakarken; meslektaşı Trurl’un gözlerinin içine bakamıyordu. Onu n ile başlayan her şeyi yapabilen makinenin yanında bıraktıktan sonra, Klapaucius evine sıvıştı—ve bugüne kadar dünya Noksanlık ile delik deşik bir halde, tümden tasfiye edilme yolunda durdurulduğu anda nasılsa öyle kaldı. Sonradan, başka bir harfle başlayan her şeyi yapan bir makine üretmek için gösterilen hiçbir çaba da sonuç vermedi; korkarım, artık vorçlar ve zitler gibi muhteşem olguları bir daha hiç göremeyeceğiz—artık olmayacaklar.[/size]

Uzun bir hikaye ama paylaşmak istedim sizlerle resimlerin anlatmak istediklerini bu hikayenin içerisin de bulabiliriz diye düşündüm. Bu resimleri buraya koymamızda ki asıl amacı biraz daha anlatırım diye düşündüm. Bu yüzden de bu hikayeyi sizlerle paylaştım. Dünyamızı noksanlık ile delik deşik hale getirdik sonradan başka bir harfle başlayan her şeyi düzeltecek bir makina yapamadık. Peki neler kaybettik sizce? Haydi arkadaşlar hepimiz yaşıyoruz bu dünyada neler kaybettik ve kaybedeceğiz sizce? Bizden birşeyler katalım şu resimlere bir daha bakalım neler görüyoruz bize neler anlatıyor resimler? Bana çocukluğumu hatırlatıyor yarınlara hiç birşey kalmadığını gösteriyor. Peki size ne anlatıyor?
 
ARKADAŞ

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele

Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gun gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş



nedense bu kareleri gördüğümde bu şarkı geldi aklıma

bir tohum gibi canlanır yüreğimiz aşk yüreğe düştüğünde
dualar ederiz yalan çıkmasın insan evladı olsun diye
dilimiz damağımız kurur heyecandan içeriz suyu kana kanaa
bir bakarsın volkan olur yerden kesilir ayaklarımız göklerdeyizdir
Sonra sevgiye kavuşur dinginliğe geçeriz doya doya yaşarız sevgimizi bir ömür boyu inşalllah inşallahhh
 
Uykulu bir hal ile uyanıklık arası biçimsiz hülyaların hışımına uğramış bir bitkin biriyim şimdi.Bilincin ARAF'ında hiç bir mutlak duruma ait olamayacak kadar gerçeklik dışıyım.Odamın camına atılan ufacık taşlar saniyelere sarılmış,onlarla aynı periyodun izini sürüyor.Dost insanlar ellerinde sanayii kirleri ve makine kulpları çevirmekten elleri nasır bağlamış.
'O'nunsa sol ellerinin parmak uçlarında bir sertlik sezdim...Otopsi raporlarına göre bir müzisyen olabileceğinden dem vuran dedektifler toplu bir biçimde akciğer kanserinin amansız ellerine(nasırsız eller) yakalanmış olsa gerekti ki...Toplu eyleme karar kılınmıştı...Pipo yasaklanmış!Tütün toplayan ellere inat!

Tütününse karasal iklimde yetişebildiğini öğrendiğimde ilk deneyimimi çoktan yaşamıştım.Mahalle bakkalı türlü yalanlar haricinde vermezdi parasıyla da olsa.Daha o zamanlardan türk tütününe heves salmıştım ki.Tohumlarını bulup saksıda yetiştirsek diye söylenip dururdum.

Hep boyumdan büyük işlere kalkıştığımdandır diye düşünürüm...Ülkemde yaş ortalamamları hep düşük olmuştur nedeni ben miyim acaba diye?Anne babaların taze sevişmelerine suç bulmazdım hiç.Çocuklarını başı boş bırakmaları hiç aklımdan bile geçmezdi.Suçlu bendim,vicdani hukukum nihai kararını o yaşta vermişti.

'Kırılgan bir çocuğun zihnine doluşan kızılderili ruhları'...Algı kapılarından, buyrun içeri girin.Şimdi taşlaması durmuş.Pencereme şeytan muamelesi çeken ,viziteyi çoktan ödemiş sakallılar diyarındayım.Cesaretimle gurur duyarım.Ne kadar korkak yetiştirilsem de...Pencereyi açtım ve sırtın koyun kendimi bıraktım.Sahne-dalış(stage-diving) hayallerimi gerçekleştirmenin peşinde.Vücudum helyum gazıyla dolu ve bir çocuğun elinden ipi kayıp gitmiş bir balon kadar hain.ÇOCUK GÖZÜ YAŞLI KALIR GERİDE..gözleri uçuşan balona kilitlenmiş..
Heads are turning towards the sky!!!!
Çocuk bir kere almıştır tadını yükseklere bakmanın.İlk tecrübesinden yaslıdır,hırslıdır.Göğün sırrını merak eder...
Astronot olmaya merak salar.Yaygın bir çocuk hayali olmakla birlikte bulaşıcıdır bu.Fizyolojik olarak hacimce genişleyen bedenler karar değişikliğine doğru yol alır.
Astronomi yerini doktorluğa bırakır(doktorluk toplumsal bir üstünlüğe sahip olarak yükselmektir onun toy zihninde)
Kalpazanlığa döner amaç-kısa yollu yükselmeler vardır aklında-
Esrar'a döner sonunda...
Don't drink and drive,please smoke and fly....Uç bakalım..
Algı kapıları,batının ön gördüğü dozda girişebilirsin.Yine nasırlı ellerin toprağa iliştirdiği ceteneleri görmezden gelirler.Gök şahittir,ben de şahitim.Kanada bayrağına esin kaynağı olmuş yaprağa benzettiler.Akasya dediim..cık...

...Akli dengemin yerinde olmadığı tespit edildi,serbest bırakıldım...Ne anlattım ki ben? :D
 
Dilin kemiği yok ama kemiği kırar, demiş atalar.

Sözün gücü anlatılmak istenmiş.

Şimdi gel de anlat bu sözle burada hissettiklerini.

Hangi kelimelere yüklesem elimdeki anlamları, çoğu elimde kalıyor yine.

Çaresizliğin en büyüğü bu mudur?

Üstelik kelimelere yüklediğim anlamlar da gittiği yere girmeyecek biliyorum.

Gidilen diyarların vasfınca çoğalıp azalacak sözcüklerimin taşıdığı anlamlar. Belki de bambaşka bir vasfa bürünecek.

'Araba' desem ne belirir ki zihninizde? Mercedes de olur bizim Levent n hurdası da. Sizce, bizce şekillenir anlam.

Yani diyeceğim o ki; zordur anlatmak. Gel bana aşkı anlat hadi. Yükle kelimelerin sırtına, bak taşıyabilir mi dizleri kelimelerin...

İşte, sözcükler yetersiz olunca, yürektekileri anlatmaya böyle fotoğraflar gerekir. Söylenenlerden çok daha fazlası hissedilir çünkü.

Ben bişey demeyeceğim, 'hissedececeğim' desem ancak hani.

Aşk mı kardeşlik mi desem dağların omuzdaşlığına...

Birlikte olmanın tamamlanmanın dayanılmaz büyüsü nasıl hissedilmez ki...

Tıpkı kozanın (Dünya) dışında görülen devasa boşluk karşısında ürkülmesi gibi.

Ama bu ürküntünün içinde bir yerlere serpilmiş umut tohumları...Kozanın sıcaklığı ve dışarının gizlediği olasılıkların çekiciliği.

Ve geleceğin inanılmaz yolculuları. Kahramanlıklar da değişecek mi?

40 bin kelime girdi ingilizceye ikinci dünya savaşında. daha önce hiç bilinmeyen.

Dünyayı terketsek ve açılsak derinliklerin kahredici sonsuzluğuna nece olur dilimiz?

Bambaşka gerçeklikler karşısında nasıl bir çaresizlik yaşarız. dilde karşılığı olmayınca nasıl düşünebiliriz ki?

Bambaşka diyarlardan dönerken ya da dönmeden çıkarken diyelim, hepimizin ermeni ya da türk olması ne kadar önemli olacak ki?

İnsan tasavvur edebildiğince düşünür. Tasavvur edemediklerimi tasavvur etmeye çalışıyorum. Dünyanın küçüklüğü, kozamızın küçüklüğü, Platon un mağarasından çıkmak gibi gölgeler dışı bir dünyanın fotoğrafını seriyor önümüze.

Bunları düşündükçe büyüyor ve küçülüyorum. Aynı anda büyümek ve küçülmenin duygusunu kelimelere dökmeyi bilmiyorum.
 
Canımmm Öretmenimm Parmağımı kaldırıp havaya bir şeyler istemek ve yazabilmek için izin istiyorum. Müsade edersen eğer :)

Formun Bu Bölümün de Fotograflara bakarak yorum yapmak çok güzel bir durum olmak ile birlikte,Bu form da yazan yada bu formu takip eden üyelerin çekmiş oldukları fotografları bu bölümde mercek altına alsak nasıl bir durum olur acaba ?

Demem o ki; formu izleyen ve burada olan tüm dost ve izleyenler belkide duygularını yada düşüncelerini bu yolla dışa vurabilir ve daha açık bir ortam oluşur kanısındayım.. Yani Nacizane efendim :)

saygılar sevgiler.
 
Sevgili dostum,

Bildiğin gibi özellikle üyelerimize ait her türlü olgu benim tarafımdan muhabbetle karşılanır. İnternetten fotoğraf kopyalamaktansa arkadaşlarımızın kendi el emeklerinin sergilendiği alanların çoğalması benim en büyük düşüm burada.

Zaten üyelerimize ait eserleri burada yayınlamaktayız. Burada biz çok daha farklı bir şey yapmayı amaç ediniyoruz.Üyelerimizin fotoğraf dilini çözmesini sağlayabilmek ama daha önce, yorumda bulunabilmesini sağlamak.

Bu bizim için çok önemli. Biz fotoğrafları belirlerken belli bir konu etrafında bir yol üzerine kurguladık gelişimi.Ve amaç fotoğraftan çok düşünmeyi ve üyelere ait kelimelerin gelişimini sağlamak. Kısacası biz burda fotoğrafı bir amaç için değil bir araç gibi kullanıyoruz. :D

Bunun dışında internetten fotoğraf ekleyip burada bence fazla ağırlaşmaya sebep olan bir nedeni kendi fotoğraflarımızla yapsak dünya benim olacak. :D
 












Steve Mc Curry İn objektifinden bu dünyada her renkten ve çeşitten başka güzellikler....

Ne kadar masum ve güzel değil mi? fotoğrafları bu sebeple seviyorum bir de, hiç bir şey değişmiyor, bu çocuklarda büyümedi değilmi? :wink:
 
Şimdi size baktıkça şunu düşündüm. Bize yani büyüklerinize bize nasıl bir dünya bırakacaksınız dediğinizi. Ne derseniz haklısınız size bıraktığımız dünya bize bırakılan dünya değil. Sahip çıkamadık ve ne kadar kötülük varsa yaptık. Yarınlarımız olan sizlere en kötü haliyle bıraktık. Umarım siz sizden sonra gelen nesile güzel bir dünya bırakırsınız çocuklar.
 
Yazık size be çocuklar....

Kocaman parıldayan gözlerinizdeki ışıltının aydınlığında mahzun bakmaya devam ederken; yalnız kaldınız.......
 
Çocuk oyunlarıdır hayatın prototip kurguları.Kostümsüz provalarıdır evliliklerin evcilikleri,

arz ve talebin kovalamacaları, Hipokrat dans eder ‘tıp’ denince donar kalır

‘felç’ geçirir de işe yarar, antik çağın heykeltıraşları yontarlar bu felçli

adamı çocuğun gözleri önünde olur bunlar.Çocuk tiyatrosu izlencelerinden

etkilenip yazar tarihi Heredot belki de Odyssey i dertli dertli okurken kör

ozanımız reenkarne olup Şatıroğlunun körlüğüne ruhunu gizleyiverir.Kör

çocuk ne yapar eder kavrar dünyayı.Görebilseydi yine kavrardı;sözümona

sanata yordamı vardır çocuğun sıkı sıkı kavrar güzelliği tazecik zihniyle


Körlüğün görememekle ilgisi yoktur bazen.Çocuk olmanın da yaşla alakası

yoktur.Kimi çocuk olamadan büyütülür,hayat sevincini ‘absorbe’ eden

aygıtın emeçleri çocuğun her bir yanını iyice kavrar.Sülük bile daha

merhametlidir.Ebeveyn bir vampirden daha acımasız,bir parazitten daha

noksandır.
Çocuk düşünür:Mutualist rejimin gerekçelerini görür.Pasta yemesi

öngörülen kişi de çocuktur.

Çocuğum olsun ismi Magna olacak;nüfus müdürlüğüne bir iade-i ziyarette

bulunup onbir haneden oluşan numaralı bürokratik varlığımın bana verdiğ

haklara dayanarak soy ismimi Carta yaptıracağım.

İsmiyle yaşasın derler.

Doğsun.Sol kulağına bir Şaman türküsü fısıldayayım.Pagan kardeşlerinin

yanına salayım;özgürcülük oynasın,orkide taklidi yapsın,görsünler kızımı

nasıl da yakalıyormuş haşeratları.Canlarını acıtmadan salıveriyorlarmış

tekrar doğaya.

Bir ‘Beşeriyatname’ yazmak gerekli.Tüm gerçeklikleri hapsetmeli

içine.Emperyalizmi,liberalist demokrasiyi,diyalektik yoksunu dogmatik

kutsallıkları….

Çocukları salmalı kalan boşluğa.

Atom çağının kıyamete tekabül ettiğinin habercisiyim.İsrafil sur’a

üflemeden önce netten download ettim sur taksimlerini deccalin göz

bebeğinde yansıdı ‘tracklist’i.beşeri inanışlar takviminin son yaprağında bir

çocuk resmi olsun istediler,kamuoyu çocuktan yanaydı.Deklanşörler önem

kazandı,çocuğa tetik çeken parmaklar çocuk fotografileri çekiyordu .
 
1 Mart 2007 tarihinde bir eylem planı vardı ülkemizde..

Ve sitemizde de duyuruldu bu eylem;

Bugün saat 19:55'de tüm dünyada küresel ısınmaya dikkat şekmek için küresel bir eylem gerçekleştirilecek.
Saatler 19:55'i gösterdiğinde herkes enerji tüketen tüm araçları kapatacak ve dünya 5 dakika boyunca tüket(il)meyecek!
Bilgisayarlar, elektirkli ev aletleri, otomobiller... Aklınıza ne geliyorsa. Sadece 5 dakika ayırarak bu küresel eyleme destek verebilirsiniz...

Dünyamızın bugününde yaşarken geleceği oldukça karanlık gören ben, yapmamız gerekenler var diye fotoğraf bölümünde arkadaşım Oya ile birlikte bu çalışmayı başlattık.

Ne yazık ki bu eylem değil ses bir fısıltı bile getirmedi aslına bakacak olursanız. Ne denli bir vurdumduymazlık içersinde olduğumuzun , yada bizlere bir şey olmaz mantığımızın bir yansıması mı bu nedir bilemiyorum.

Ya da o seneye daha çokkkkk var diyemi düşünmekteyiz?

Bilemiyorum ama ben şu karikatürü çok seviyorum;



Evet hasta olan dünyamıza bakan doktor; korkarım ki size insan virüsü bulaşmış diyor. :D :D :D :D :D

İnsan olmanın onurunu anlatttığımız günler epey geride kalmışa benziyor. Bu vurdumduymazlık ve önemsememe sürdüğü sürece de insanlığımızdan daha kaç kere utanacağız?
 
Resimlere bakınca bir utanç tablosu var karşımızda ve bu utanç tablosunu biz yarattık ne yazık ki. Bunu görüyorum ve utanıyorum insan olduğuma. Ama diğer yandan duyarlı olduğum için kendimle gurur diyorum. Bu yok oluşun neresinde olduğumu bildiğim için ve buna tepki verdiğim için kendimle gurur duyuyorum.

Biz bu başlığı açarken Sanemle bir anlamda bir şeylere hep beraber parmak basarız diye düşünmüş resimlerle gündemi yaratıp bu kadar önemli hayati bir meseleyi engelliler.biz olarak ta işleriz diye düşünmüştük. Ama ne acıdır ki aynı Türkiye’de yapılan eylem gibi bizim sayfamızda da sönük geçti eylemimiz. Toplum olarak böylesi önemli bir konuda bu kadar duyarsız kalışımız bizim insan olarak bir utancımız diyorum ben.

Dünyada ki saat farklılığına rağmen herkes bu eyleme katılırken Fenerbahçe- Gençlerbirliği kupa maçı nedeniyle Türkiye bu eyleme gerekli ilgiyi göstermedi. Parmakla sayılacak kadar az insanla bu eylemdeki utanç yerimizi aldık. Aynı bu sayfalara yansıyan gibi. Sanemle biz yazdık, biz çizdik. Bir iki duyarlı dostlarımızın katkısıyla bu konuya dikkat çekmeye çalıştık. Peki bu kayıpta bu yok oluşta bizim hiç mi payımız yok. Şimdi daha fazla bir şey söylemeyeceğim sadece resimlere şöyle bir kere dikkatlice bakın diyorum. Mesela birinci resme bakın biyolojik değişimi görün, mesela eyvah diyen ayıya bakın anlayın onlara yaptığımızı, mesela nesli tükenen pandalara bakın onları yok ederken ne kazandığımızı yada ne kaybettiğimizi düşünün, mesela okyanustaki mercanların yok oluşu neye sebep olur bunu düşünün, güneşe bakın bakın ki görün bir gün böyle patlayıp söneceğini öleceğini görün ve dünyanın en sondaki resimde nasıl yok olduğuna bakın bakın ki bu eylemde ve bu sayfada neden yer almadığınızı ve neden yer almanız gerektiğini düşünün. Çok geç kalmadan düşününün. Yarın artık çok geç kaldık dememek için düşünün. Tabii düşünmek için geç kalmadıysanız…
 
Olur mu hiç! :D muhteşem fotoğraflarla kendimizi kandırmak varken geleceği görmek olur mu?????

Şimdi de Jill Freedman, Ken Light, Sebastion Salgado gibi tanımış fotoğrafçılardan siyah beyaz kareler...

Henüz yok olmayan ama bazı konularda çoktan yok olmuş dünyamızdaki karanlık noktalar. :!: :shock: :(
















 
Yaaa bayanlar!.. Bu sayfaya gelip de sitem dolu mesajlarınızı okuduğumda, gülmekten cevap yazamıyorum.. (Kusura bakmayın :oops: ) Çünkü aslında, daha önce de birkaç yerde belirttim, genele yapılan sitemlere "ifrit" olurum. :evil: Burada o konuya girecek değilim..

Sevgili Oya, "düşünmek"ten dem vuruyor da.. Sanem Hocam, geçenlerde birkaç yerde yazmıştık hatırlarsın: Ülkemizin ortalama eğitim düzeyinin ilkokul 3 seviyesinde olduğunu.. Sen daha iyisini bilirsin, değil ilkokul 3'te, üniversite düzeyinde dahi "düşünmek" nasıl olur, nasıl yapılır, yolu, yordamı nedir? Öğretiliyor mu acaba? E.. bunu ilkokul 3 düzeyindeki insanlardan istemek haksızlık olmuyor mu? Düşünmeyi bilmeyen insana da "niye düşünmüyorsun" demek komik oluyor, bence..

Sonra, "kişisel tepki"den gurur duymayı anlayamıyorum. :? Çağımızda tepki: ancak ve ancak bilinçli + örgütlü olduğunda işe yarar! Sonucundan gurur duyulur.. Çünkü ancak o zaman ses getirir, kalıcı olur.. Yoksa "tavşan dağa küsmüş, dağ duymamış" modunda kalır..



Haa.. Bir de "Muhteşem Fotoğraflar" başlıkları bundan böyle olmayacak!! Kendimizi kandırmayalım, diye.. ;)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt