Evde Bakım Hizmeti ve Bağımsız Yaşam
Bülent Küçükaslan*
BİANET / 15 Ekim 2007
Malum, Avrupa Birliği süreci –iyi kötü- işliyor... Bu çerçevede 20 Mart 2006 tarihinde "Özürlüler Sosyal Politika ve İstihdam" gündem maddesiyle bir oturum gerçekleştirilmiş ve tarama süreci raporu yayınlanmıştı. Oradan anlıyoruz ki, bizim bürokratlarımız (Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın koordinasyonuyla) AB düzenlemelerini inceliyor ve Türkiye’deki düzenlemeleri AB’deki düzenlemelerle eş hale getirmek için plan hazırlayıp, o plana göre Türkiye’de yasal düzenlemeler gerçekleştiriyorlar.
Kulağa hoş geliyor doğrusu... Çünkü biliyoruz ki (eleştirilecek birçok yanı olsa da) AB ülkelerinde yaşayan sakatların her türlü sosyal, ekonomik, sağlık hakları güvence altına alınmakta ve saygın bir birey olabilmenin en önemli koşulu sayılan bağımsız yaşam olanakları oldukça üst seviyede karşılanmaktadır.
Bağımsız Yaşam
Sakatlığı bulunanlar için bağımsız yaşam demek, aslında herkesle gerçekten eşit olabilmek demektir. Ya da şöyle söyleyeyim; Türkçede biz söz vardır ya “Veren el alan elden üstündür” diye (Google bunun Hadis olduğunu söylüyor), işte bu sözdeki “üstün”lere malzeme olmamaktır sakatlar için bağımsız yaşam. Kimseye muhtaç olmadan, kimsenin komplekslerini gidereceği “dev aynası” olmadan, kimseye kendisini tatmin etmesi için malzeme olmadan, kimseyle sadaka/zekât temelinde muhatap olmadan yaşayabilmektir. Saygı görmek, birey olmak, özgür olmaktır.
Pekii, kime karşı özgür, kimle eşit olmaktan bahsediyoruz? Ailemize, komşumuza, arkadaşlarımıza, marketteki satıcıya, otobüs şoförüne, belediyedeki görevliye... herkese, ama herkese karşı.
“Ağır Özürlü”ler
Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmeliğe göre, “(B)eslenme, giyinme, yıkanma ve tuvalet ihtiyacını giderme gibi öz bakım becerilerini yerine getirmede, kendi başına hareket etmede veya iletişim kurmada zorluk ya da yoksunluk yaşayan ve bu becerileri başkalarının yardımı olmaksızın gerçekleştiremeyen” (vurgular bana ait) kişilere “ağır özürlü” deniyor.
Pekii bu kişiler (özellikle bakımları için kendilerine yardımcı olan ailelerinden) nasıl bağımsız olacaklar, muhtaç oldukları kişilere karşı nasıl eşit olacaklar, nasıl birey olacaklar, nasıl tavır alıp tercihlerini ortaya koyabilecekler? Ya da bu kişileri “onların” sorumluluğuna (ve omuzlarına) bırakmak nasıl bir toplumsal ve hukuksal tercihtir?
30 Temmuz 2006 tarihine dek aklımıza gelmeyen sorular bunlar! AB müktesebatına uyum çerçevesinde biraz araştırınca bizimkiler, böyle bir konunun varlığından haberdar olup, burada da birşeyler yapılması gerektiğini “anlıyorlar”; ve o tarihte, Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tesbiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik yayımlanarak, ileri derecede sakatlığı bulunan kişilerin bakım ihtiyaçlarının evde ya da bir kurumda karşılanmasına katkı sunulmaya başlanıyor.
Nedir bu katkılar, ve yararlanma şartları nelerdir?
‘Ağır özürlü’ ibareli sağlık kurulu raporuna sahip, günlük yaşamında kendisine yardımcı olacak birine mutlak ihtiyaç duyan, kendine ait veya hane toplam gelirinin birey sayısına düşen ortalama tutarı bir aylık net asgarî ücret tutarının 2/3'ünden (yani bugün itibarı ile aylık 270 YTL’den) daha az olan kişiler için; İl/İlçe Sosyal Hizmetler Müdürlüklerince, bakıcılara: 1) Yatılı Bakım Merkezlerinden günde yirmidört saat süreyle bakım hizmeti alıyorsalar iki aylık net asgari ücret tutarında, 2) Gündüzlü Bakım Merkezlerinden günde sekiz saat süreyle tam gün hizmet alıyorsalar bir aylık net asgari ücret tutarında (bakım merkezlerinde istihdam edilen bakıcı personel tarafından merkezde ya da evde 4 saat hizmet alıyorsalar asgari ücretin yarısı tutarında), ve 3) akrabaları tarafından günde yirmidört saat süreyle evde bakılıyorsalar bir aylık net asgari ücret tutarında ödeme yapılıyor.
Düzenlemedeki yanlışlar/eksikler
Öncelikle bu düzenlemeler yapılırken de sakatlarla ilgili sivil toplum örgütleriyle istişarede bulunulmadığını hemen söyleyeyim. Yine sakat olmayanlar sakatlar hakkında birşeyler hazırladı ve bizler ancak önümüze geldikten sonra görebildik düzenlemeyi; yani yine özne değil, nesne konumundaydık!
Düzenlemeye gelince, aylık 270 YTL’den az geliri olmak şartı hiçbir AB normuna uymamaktadır. Benim 271 YTL gelirim varsa ne olacak, ya da ağır sakatlığı bulunan birden fazla çocuğa sahipsem, aynı kriter mi uygulanacak bana da? Ya ailem çok zenginse ve/fakat ailemle huzurlu değilsem ve onların bakımına/parasına muhtaç olmak istemiyorsam? Peki ya çalışmak istiyorsam; ayda 1000 YTL maaşla bir iş bulduysam, işe gidip gelmek için araba almam (çünkü toplu taşıma araçları bana uygun değil) ve işyerinde yemek-içmek-tuvalet vb. ihtiyaçlarım için bir yardımcı çalıştırmam gerekiyorsa, o zaman ne olacak? Ya üniversite okumak istiyorsam, okula gittiğim (yani dışarı çıktığım) için bana bakım desteği vermeyecek mi devlet? Peki ya emekliysem ve emekli maaşımla evde bir başıma ya da ailemle yaşıyorsam, ya da benim bakımımla ilgilenen akrabam emekliyse ne olacak? Varolan düzenlemeye göre cevapların hepsi olumsuz!
Devlet beni eve tıkmak mı istiyor, yoksa topluma karışmamı mı? Devlet benim bağımsız ve özgür bir birey olmamı mı istiyor, yoksa ezik bir “hiç” mi?
Bakım Hizmetinin gerekçesini anlamamak
Görüldüğü üzere burada hükümet bağımsız yaşam hakkı diye bir kaygı gütmemiştir. Yaptığı şey, zekât verilecek en uygun kişilerin bulunması ve onlara (Başbakanın sık sık kullandığı üzere) iane verilmesidir.
İane, Radikal 2’nin 15 Ekim sayısında Tennur Koyuncuoğlu’nun ifade ettiği gibi, iyilik düşüncesinden, dini ya da ahlâki bir borçtan, ya da örf ve adetten kaynaklı karşılıksız yardım anlamına gelirken, yani hukuksal değilken, hak, devlet-birey arasındaki güven ilişkisine karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle iane “veren el”ken, hak, kimse “alan el” olmasın diye devletin varolmasıdır.
Başbakan, seçim öncesinde Samsun mitinginde konuşurken, “Öğrencilere ders kitaplarının ücretsiz temin edilmesiyle ilgili olarak bana soruyorlar” diyordu, “fakire veriyorsunuz tamam, ama zengine neden veriyorsunuz?”. Bu soruya Başbakan şu cevabı veriyormuş (mitingde de güçlü bir sesle tekrarlıyor): “Öğrencinin zengini fakiri olmaaaaaz! Öğrenci öğrencidir”
Evet, Sayın Başbakan, bağımsız yaşamak isteyen sakatların da zengini fakiri olmaz. Bağımsız yaşam bir haksa -ki haktır-, o zaman bu eksik düzenlemeyi tamamlamak da zaruriyettir; ve bu hem insan haklarının hem de örnek aldığımız AB normlarının gereğidir.
* Engelliler.Biz Platformu Yöneticisi / Engelliler.Biz: Ayrımcılık illeti ile sorunu olup, haksızlıklara karşı taraf olanların mekanı!
Bülent Küçükaslan*
BİANET / 15 Ekim 2007
Malum, Avrupa Birliği süreci –iyi kötü- işliyor... Bu çerçevede 20 Mart 2006 tarihinde "Özürlüler Sosyal Politika ve İstihdam" gündem maddesiyle bir oturum gerçekleştirilmiş ve tarama süreci raporu yayınlanmıştı. Oradan anlıyoruz ki, bizim bürokratlarımız (Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın koordinasyonuyla) AB düzenlemelerini inceliyor ve Türkiye’deki düzenlemeleri AB’deki düzenlemelerle eş hale getirmek için plan hazırlayıp, o plana göre Türkiye’de yasal düzenlemeler gerçekleştiriyorlar.
Kulağa hoş geliyor doğrusu... Çünkü biliyoruz ki (eleştirilecek birçok yanı olsa da) AB ülkelerinde yaşayan sakatların her türlü sosyal, ekonomik, sağlık hakları güvence altına alınmakta ve saygın bir birey olabilmenin en önemli koşulu sayılan bağımsız yaşam olanakları oldukça üst seviyede karşılanmaktadır.
Bağımsız Yaşam
Sakatlığı bulunanlar için bağımsız yaşam demek, aslında herkesle gerçekten eşit olabilmek demektir. Ya da şöyle söyleyeyim; Türkçede biz söz vardır ya “Veren el alan elden üstündür” diye (Google bunun Hadis olduğunu söylüyor), işte bu sözdeki “üstün”lere malzeme olmamaktır sakatlar için bağımsız yaşam. Kimseye muhtaç olmadan, kimsenin komplekslerini gidereceği “dev aynası” olmadan, kimseye kendisini tatmin etmesi için malzeme olmadan, kimseyle sadaka/zekât temelinde muhatap olmadan yaşayabilmektir. Saygı görmek, birey olmak, özgür olmaktır.
Pekii, kime karşı özgür, kimle eşit olmaktan bahsediyoruz? Ailemize, komşumuza, arkadaşlarımıza, marketteki satıcıya, otobüs şoförüne, belediyedeki görevliye... herkese, ama herkese karşı.
“Ağır Özürlü”ler
Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmeliğe göre, “(B)eslenme, giyinme, yıkanma ve tuvalet ihtiyacını giderme gibi öz bakım becerilerini yerine getirmede, kendi başına hareket etmede veya iletişim kurmada zorluk ya da yoksunluk yaşayan ve bu becerileri başkalarının yardımı olmaksızın gerçekleştiremeyen” (vurgular bana ait) kişilere “ağır özürlü” deniyor.
Pekii bu kişiler (özellikle bakımları için kendilerine yardımcı olan ailelerinden) nasıl bağımsız olacaklar, muhtaç oldukları kişilere karşı nasıl eşit olacaklar, nasıl birey olacaklar, nasıl tavır alıp tercihlerini ortaya koyabilecekler? Ya da bu kişileri “onların” sorumluluğuna (ve omuzlarına) bırakmak nasıl bir toplumsal ve hukuksal tercihtir?
30 Temmuz 2006 tarihine dek aklımıza gelmeyen sorular bunlar! AB müktesebatına uyum çerçevesinde biraz araştırınca bizimkiler, böyle bir konunun varlığından haberdar olup, burada da birşeyler yapılması gerektiğini “anlıyorlar”; ve o tarihte, Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tesbiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik yayımlanarak, ileri derecede sakatlığı bulunan kişilerin bakım ihtiyaçlarının evde ya da bir kurumda karşılanmasına katkı sunulmaya başlanıyor.
Nedir bu katkılar, ve yararlanma şartları nelerdir?
‘Ağır özürlü’ ibareli sağlık kurulu raporuna sahip, günlük yaşamında kendisine yardımcı olacak birine mutlak ihtiyaç duyan, kendine ait veya hane toplam gelirinin birey sayısına düşen ortalama tutarı bir aylık net asgarî ücret tutarının 2/3'ünden (yani bugün itibarı ile aylık 270 YTL’den) daha az olan kişiler için; İl/İlçe Sosyal Hizmetler Müdürlüklerince, bakıcılara: 1) Yatılı Bakım Merkezlerinden günde yirmidört saat süreyle bakım hizmeti alıyorsalar iki aylık net asgari ücret tutarında, 2) Gündüzlü Bakım Merkezlerinden günde sekiz saat süreyle tam gün hizmet alıyorsalar bir aylık net asgari ücret tutarında (bakım merkezlerinde istihdam edilen bakıcı personel tarafından merkezde ya da evde 4 saat hizmet alıyorsalar asgari ücretin yarısı tutarında), ve 3) akrabaları tarafından günde yirmidört saat süreyle evde bakılıyorsalar bir aylık net asgari ücret tutarında ödeme yapılıyor.
Düzenlemedeki yanlışlar/eksikler
Öncelikle bu düzenlemeler yapılırken de sakatlarla ilgili sivil toplum örgütleriyle istişarede bulunulmadığını hemen söyleyeyim. Yine sakat olmayanlar sakatlar hakkında birşeyler hazırladı ve bizler ancak önümüze geldikten sonra görebildik düzenlemeyi; yani yine özne değil, nesne konumundaydık!
Düzenlemeye gelince, aylık 270 YTL’den az geliri olmak şartı hiçbir AB normuna uymamaktadır. Benim 271 YTL gelirim varsa ne olacak, ya da ağır sakatlığı bulunan birden fazla çocuğa sahipsem, aynı kriter mi uygulanacak bana da? Ya ailem çok zenginse ve/fakat ailemle huzurlu değilsem ve onların bakımına/parasına muhtaç olmak istemiyorsam? Peki ya çalışmak istiyorsam; ayda 1000 YTL maaşla bir iş bulduysam, işe gidip gelmek için araba almam (çünkü toplu taşıma araçları bana uygun değil) ve işyerinde yemek-içmek-tuvalet vb. ihtiyaçlarım için bir yardımcı çalıştırmam gerekiyorsa, o zaman ne olacak? Ya üniversite okumak istiyorsam, okula gittiğim (yani dışarı çıktığım) için bana bakım desteği vermeyecek mi devlet? Peki ya emekliysem ve emekli maaşımla evde bir başıma ya da ailemle yaşıyorsam, ya da benim bakımımla ilgilenen akrabam emekliyse ne olacak? Varolan düzenlemeye göre cevapların hepsi olumsuz!
Devlet beni eve tıkmak mı istiyor, yoksa topluma karışmamı mı? Devlet benim bağımsız ve özgür bir birey olmamı mı istiyor, yoksa ezik bir “hiç” mi?
Bakım Hizmetinin gerekçesini anlamamak
Görüldüğü üzere burada hükümet bağımsız yaşam hakkı diye bir kaygı gütmemiştir. Yaptığı şey, zekât verilecek en uygun kişilerin bulunması ve onlara (Başbakanın sık sık kullandığı üzere) iane verilmesidir.
İane, Radikal 2’nin 15 Ekim sayısında Tennur Koyuncuoğlu’nun ifade ettiği gibi, iyilik düşüncesinden, dini ya da ahlâki bir borçtan, ya da örf ve adetten kaynaklı karşılıksız yardım anlamına gelirken, yani hukuksal değilken, hak, devlet-birey arasındaki güven ilişkisine karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle iane “veren el”ken, hak, kimse “alan el” olmasın diye devletin varolmasıdır.
Başbakan, seçim öncesinde Samsun mitinginde konuşurken, “Öğrencilere ders kitaplarının ücretsiz temin edilmesiyle ilgili olarak bana soruyorlar” diyordu, “fakire veriyorsunuz tamam, ama zengine neden veriyorsunuz?”. Bu soruya Başbakan şu cevabı veriyormuş (mitingde de güçlü bir sesle tekrarlıyor): “Öğrencinin zengini fakiri olmaaaaaz! Öğrenci öğrencidir”
Evet, Sayın Başbakan, bağımsız yaşamak isteyen sakatların da zengini fakiri olmaz. Bağımsız yaşam bir haksa -ki haktır-, o zaman bu eksik düzenlemeyi tamamlamak da zaruriyettir; ve bu hem insan haklarının hem de örnek aldığımız AB normlarının gereğidir.
* Engelliler.Biz Platformu Yöneticisi / Engelliler.Biz: Ayrımcılık illeti ile sorunu olup, haksızlıklara karşı taraf olanların mekanı!