Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Deniz Feneri Derneği ve her şeyi mahveden reklamları! [Tartışma]

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
Bu günlerde Deniz Feneri Derneği'nin yayınladığı bir yardım toplama reklamı var (Reklamı izlemek için buraya tıklayabilirsiniz). Bu reklam, benim içimi acıtıyor... Bu reklam bende inanılmaz bir yıkıntı yaptı. Yemek yerken izlersem, duyarsam yemekten kalkıyorum. Birine birşeyler anlatırken önüme çıkarsa, konuşmuyorum, kesiyorum. Yazarken duyarsam kaldırıp atıyorum herşeyi önümden.
Bu reklamı duyan engellinin ne çalışmak için iş isteme şevki kalır, ne de sevdiği bir insana ''bak toplum değişiyor, bizi artık daha iyi anlıyorlar,
ailelerde anlayabilir'' diye onurlu bir çıkış isteği.. Toplum bilincini, işte bu reklam pekiştirdi.
Yıllarca kazanım diye elde edilen bir çok şeyi, altüst etti... Yalvaran insanlara dönüştürdü bizleri...

Hepiniz özellikle spastik bir arkadaşın,yürek paralayıcı feryadını duymuşsunuzdur...
Deniz Feneri Derneği reklamları, benim şimdiye kadar karşı çıktığım her şeyi, ama her şeyi tepe tepe kullanıyor... İnsana yardım adı altında, insanlık onuru, kişilerin haysiyeti ayaklar altında...

Birilerinin bu gidişe dur demeye pek niyeti yok... Aksine bu olayı çaktırmadan destekliyorlar. Çünkü insanların ''yardımlaşma'' adı altında, devletin sosyal olma zorunluluğu bilinci törpüleniyor.

Devlet, devlet olsa, Sen benim vatandaşımı, başka bir vatandaşıma yardım et diye yalvartamazsın, derdi, bunu yayınlayamazsın derdi. Hem de çaresizce, insan onuruna yakışmayacak biçimde...

Dernekler dernek olsa, devlete bağırırdı: Nerde senin sosyalliğin, adaletin diye... Yeni cami önünde en onursuzca dilendirilip, Fatih'te dağıtmak için insanları yalvartanlara karşı savaş açarlardı..

Vatandaş vatandaş olsa... Ehhhh... İşte orda tıkanıyorum

Sürekli olarak yazıp çizdiğimiz, HAK-HUKUK bu bakış açısı karşısında kartopu gibi eriyor...

Ya ne diyeceğimi bilmiyorum... Çok canımı acıtıyor bu reklamlar... Tırnaklarımızla kazıyarak çıktığımız yokuşun dibine tekrar itilmişiz gibi geliyor bana... Sakatlar yalvarır.... Yalvararak bi şeylere sahip olurlar.
Mıh gibi kazındı yurdum insanının kafasına...
 
deniz feneri derneği reklamları sakatlar yoksullar

Deniz feneri derneği ,yardım adı altında özellikle ramazan ayında dini , acıma duygusunu ve de en önemlisi manevi boyutları kullanarak insan üzerinden duygu sömürüsü yapmaktadır.
 
deniz feneri derneği reklamları sakatlar yoksullar

uygarın söylemine katılmamak ne mümkün...bende benimsemiyorum faaliyetlerini...
 
kadir cangızbay deniz feneri derneği reklamlar kaos

Şöyle bir giriş yapayım: Deniz Feneri ve benzeri tüm oluşumlar aynı yöntemle varolup, aynı yöntemle güç kazanıp, aynı yöntemle insanları kullanıp, aynı yöntemle pisliklerin üstünü örtüyor ve pisliklerin sonsuza dek kokmalarını sağlıyor ve o kokunun kader olduğunu, o kokuyla yaşamamız gerektiğini kabul etmemizi vaazediyor.
Bu tür şeyler dünyanın her yerinde oluyor, oluyor ama, bu kadar rahat her yerde görünür olmaları ve destek görmeleri esas sorun. Her televizyonda, gazetede, web sitesinde, platformda karşınıza çıkıyor bu insanlar! Kusturasıya kadar ihlal ediyorlar yaşam alanlarımızı. Her yerde onlara katlanmak zorunda bırakılıyoruz.

Sakatlığı olanlar açısındasa durum bin kat daha vahim. İnsanların yoksulluğundan/çaresizliğinden yararlanıp onları kullanmak, onların sırtından varolabilmek/varkalabilmek için bütün ajitasyon argümanlarını pornografik bayağılıkla kullanmak, onların saygın birey olma hakkına ve insan gibi yaşama isteğine cevap olarak, "o halde yaralı hayvan gibi sürün ve yardım dile, ben de sana yardım bulayım" şeklinde bir formülle karşılık vermek... Ve bunları iyilikmiş gibi göstermek...
Sonra o toplumda bir spastik ya da kör, ya da tekerlekli sandalyeli insan saygı görsün, iş bulsun, sokakta rahat gezsin, eğitim alabilsin, insan olabilsin! Hayal bile değil.. Zaten o hayali bile görmememiz için var bu tür oluşumlar! Düzen bu, elden birşey gelmez, diyelim, bunu içselleştirelim diye var bunlar! Bizler yaralı hayvanlar gibi sürünelim ki, onlar da bize bakıp vahlanacak insanların bu duygularından yararlanıp varolabilsin ve güç kazanabilsin.
Yani onlar bizim için değil, biz onlar için varız.
Onlar bizim üstümüze basarak yukarılara çıkıyorlar, çıkarken çuvallarından düşen şeylerle karnımızı doyuruyoruz... ama aynı kişiler yukarı çıkarken üstümüze s.çıyorlar da aynı zamanda, bunu görmezden geliyoruz (ya da devlet devlet olmadığı için o b.ku da yediğimizle kalıyoruz)
Burada o çuval sırtında dilenen de, o çuvala bişeyler koyanlar da, o dilenenlerin tanıtımını yapanlar da, vatandaşını yerde süründüren devlet de suçlu! O şeyleri yiyen bizler de suçluyuz elbette, ama sanırım bizim elimizden bişey gelmiyor. Ama olsun, gelmese de, ancak o şeyleri yiyerek hayatta kalabiliyorsak da, yediğimiz şeyin ne olduğunu bilmek önemli! Ve bize bu b.ktan yaşamı dayatan sistemi sorgulamak, onu alt etmenin bilincine varmak...

Ramazan Çadırlarının işlevi nedir? tartışmasında alıntıladığım bir örneği buraya da aktarmak istiyorum:

Çok çok çok değer verdiğim sevgili Kadir Cangızbay hocanın nesne-insan diye formuile edebileceğim çok güzel bir benzetmesini aktarmak istiyorum (Komprador Rejimin Anatomisi, s. 36-37):

  • "[...] toplumsal kaostan bahseden insanın durumu aslında, önceleri, milyonlarca yıl aşağı akmaya alışmış, sonra bir gün barajın bendine rastlayıp, mutlaka akılmayabileceğini de gördükten sonra (hidrolik türbinin kanatlarına çarpa çarpa da olsa) hala akabildiğine şahit olarak içi biraz rahatlamış, şehirde kullanılmak üzere yüksek depolara pompalandığında ise iyiden iyiye şaşırıp, özgürce bir daha akabilmekten tam ümidini kesmişken, bir süre sonra kendisini önce güzel bir kadının küvetinde, ama hemen akabinde de kanalizasyon şebekesinin pisliği içinde bulan suyun durumuna benzemektedir.
    Söz konusu suyun mecrası gerçekten de kaotiktir, ama kendisi açısından; yoksa gerçekte ortada kaos felan değil, suyu kullanan her kim ise, işte onun açısından fevkalade rasyonel bir mekanizma, ve de suyun kendi tercihlerini ortaya koyup kendi kurallarını dayatmadığı (diyelim barajdan akmam, depoya girmem ya da küveti terk etmem demediği) sürece, kendisi açısından hep ve tümüyle kaotik kalması mukadder; suyu kullanmak üzere bu mekanizmayı kurmuş ve işletiyor olan insan içinse tam tamına düzenli bir işleyiş vardır."
 
Evet gerçekten bu reklamın içerdiği pradigma bizlerin toplumsal sancılarımızın sebebi olan yarayı oluşturuyor.

Üst anlatı olarak yadsınan ve postmodern dönemlerin modernizmin bir ürünü olarak küçümsediği devletin gerekliliği nasıl da şiddetle ortaya çıkıyor değil mi?

Oysa insanı yönlendirmekten ve belli elitlerin iktidarını pekiştirmekten başka bir işe yaramadığı düşüncesiyle devleti yadsıyanların ısrarla görmediği üzere sivil toplum adı altında atomize edilen toplumsal yaşam bir yanıyla olumluluklar içerirken diğer yanıyla bireyi devlet gibi bir üst limandan da alıkoymaktadır. Burada artık birey ancak küçük sivil toplum unsurlarının vicdan ya da vicdansızlıklarıyla var ya da yok olabilecektir. Bu ise bireyi kendi varoluşunu asla gerçekleştiremeyeceği bir alanın da kapısını aralıyor.

Üst anlatı olarak modernizme ve eskimiş bir pradigmaya atfedilen devlet aygıtının işlevselliği bir alternatifi oluşmadan bireyi çaresiz bırakacak şekilde tasfiye edildiğinde, sanılanın aksine birey, bireyselleşmenin değil ters yönden negatif bir toplumsal kozanın içinde yokolmasına neden oluyor.

Devletin tasfiyesi, bu tür demogojilerle var olabilen yeni bir etilist grubu ortaya çıkartıyor. Postmodern çağın duygulara hükmeden silahşörleri aslında duygular üzerinden birilerinin "lütfetme", "onaylanma", "tedirginliğini giderme" eğilimlerinin ya da dişlerinin arasına engellilerden, yoksullardan müteakip kurbanlar sunuyor. Hiç kimse bu lütfetme eğiliminde olan insanların öününde hakkı gaspedildiği için lütfedilecek bireylerin olduğu gerçeği üzerinde durmuyor. Durmuyor çünkü lutuf arayanlar da sunanlar da bu durumu kanıksamış durumda. Belli bir elit kesim de bu sistemden göbeklerini biraz daha fazla büyütmenin derdinde oldukları, gerçeği çok iyi bildikleri halde düzeltmek işlerine gelmediği için susuyor ve düzen aynen devam ediyor.


Özürlüler vakfı gibi postmodern dilenciler bir yandan medya eliyle dilenerek engellilerin 'hakları gaspedilenler" olarak sunumuna değil de ısrarla "acınası zavallılar" olduklarına vurgu yaparak ters yönden bu insanlara en büyük kötülüğü yapar ve onların toplum içinde saygı görebilecek bireyler olmalarından ziyade acınası zavallılar olduklarını beyinlere kazırken diğer yandan deniz feneri gibi dernekler bunu fakir insanlar üzerinden yapıyor. Devleti yadsıyan neliboş tayfasının ve sosyalist görünümlü neoliboşumsuların devlete yönelik tepkilerini dile getirirken ısrarla görmemezden geldikleri bu durum, çaresizlik içinde debelenen kesimlerin kimsesizliğinin de resmidir aslında.

Ülkemizde gerçek bir sol olsa devletle didişmeyi bir yana bırakarak yoksul ve çaresiz olarak dışlanan ya da bu şekilde birilerinin vicdani tedirginliklerini giderme mekanizmasının yağı haline getirdikleri insnaların üzerinden yükselen kesimlere karşı gerçek bir mücadelenin ancak ve ancak güçlü ve sosyal bir hukuk devleti üzerinden gerçekleşebileceğini görürler. Devletin tasfiyesi insanları bu çakalların dişlerine meze yapmaktan başka bir işe yaramaz çünkü.. zira devlet bir modernizm projesi olarak öncelikle bireyin varolabilmesi için gerekli hayat alanını sağlayan en önemli mekanizmadır. Birey devletin sahip olduğu duygusuz alanda kendi onurunu ve duygularını özgğrce yaşayabileceği bir hayat alanı bulur. Devletten aldığı nedeniyle birilerine minnet duymaz. Çünkü devleti yani ortak yaşamın en önemli aygıtı onun varolabilmesi için vardır. Ama bu aygıtın tasfiyesi bireyi grupların lütüflarına mazhar olmak için çırpınan bir zavallıdan ibaret kılacaktır.

Öyleyse "kutsal devlet" terimini mistik bir algıyla reddetmeden önce bu sözkonusu işlevselliği üzerinden yeniden ele almakta bir fayda var diye düşünüyorum. Ne dersiniz sivil toplum dilenciliği ve "devlet için birey" sakilliği arasında bir orta yol yok mudur?
 
Toplumun engelliyi birey olarak kabul etmeyişi(nin) ona acınası gözle bakması(nın) sürekli yardıma muhtaç olarak kabullenmesinin en büyük nedeni bu ve benzeri derneklerin t.v kanallarının yoksul engelli kişiler üzerinden ajitasyon yapmasıdır bu konuyla ilgili bir yazı yazmıştım geçenlerde. http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?t=26128

T.V kanalları insanlar üzerinde çok etkili olabiliyor ve başka insanlar hakkın`da bir kanaat oluşturabiliyor (bu kanaatin genellikle yanlış bir kanaat olduğunu söylememe gerek yok sanırım) sizler engelli olarak yardıma ihtiyacınız olmasa`da bu kanaatin acındırılan engelliler üzerinden bir tek`tipleştirmeye maruz bırakılmanın diyetini ödersiniz.

Peki derneklerin sivil toplum örgütlerinin görevi sakatlara tekerlekli sandalye dağıtmak`mıdır? Yoksa devlete baskı oluşturarak kardeşim bu senin sosyal devlet olma sorumluluğuna girer bunu sen yapmalısın demek`midir?

Kendi adıma derneklerin asli görevi ikinci şık olmalıdır ama bu şıkkı işlerine gelmediği için yapmıyorlar Devlet yönetimi boşluk kabul etmez bir yerlerde bir boşluk ihmalkarlık varsa birilerini durumdan vazife çıkartıp sözüm ona bu boşluğu doldurmak adına insan onurunu ayaklar altına alabiliyorlar işin acı olan tarafı bü türden faaliyetler toplum tarafından tepkiyle karşılanması gerekirken bu insanlar baş tacı ediliyor.

Elie Wisel şöyle der

Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı!

Deniz fenerinin programların`da bu türden görüntülere bende sık sık şahit olmuşumdur belki bunu engelleyecek güçüm(üz) yok ama Elie Wisel`in söylediği gibi bu duruma itiraz etme hakkım her zaman var beni`de çok çok rahatsız eden bu duruma bende itiraz ediyorum umulurki kısık seslede olsa bu itirazlar gün gelir gür bir sese döner...
 
Bu başlık, adı geçen derneğin para toplamak için kullandığı yöntemlerin ve sergilediği tutumun tartışmasını yapmak için açıldı.
Almanya'da başlayan ve mahkumiyetle sonuçlanan dolandırıcılık olaylarının bu başlıktaki tartışma ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Lütfen sadece derneğin yöntem ve tutumlarını bu başlıkta tartışalım. Aksi içeriğe sahip tüm mesajlar sorgusuz sualsiz silinecektir.


Not: Derneğin Almanya'daki davası ile ilgili tartışmak isteyen arkadaşlar Café Engelliler.Biz' Forumuna/Grubuna üye olup orada tartışabilirler.
 
Benide gercek anlamda cok cok cok üzüyor yardıma ihtiyacı olan birine yardım edilirkenn onun onuru onun haysiyetini düşünmeden onu tvlere cıkarmak
Ben deniz feneri programını izlemem ara bir cocuk gördüm bakayım dedim ne diyor cocuk cocuğa soruyor sipiker karnın acmı cocukda ac diyor adam sarılıyor cocuğaa hemen acıklı bir müzik calıyor cocuk ağlıyor sipiker ağlama herşey daha güzel olacak diyor.
Sonra anneye uzatıyor mikrofonu nasıl geciniyorsun ablamız cvp veriyor kocam rahmetli oldu kolu komşu yardım ediyor co k zor durumdayım diyor kadın ağlamıyor derdini anlatıyor o ana kadar adam babasız cocuk büyütmek sor dimi diyor acıklı bir sesle ablamıza

Ablamız başlıyor ağlamaya yine acıklı müzük calıyor
sonra marketlere gidiliyor yiyecekler alınıyor mağazalara gidiliyor eşyalar alınıyor ev kiralanılıyor bunlar güzelde bunlarıı yaparken insanların neden haysiyetleri gururlarını hic düşünmüyorlar cocuğa karnın acmı demeden cocğu doyuramıyormusun annesine babasız cocuk buyültmek zor dimi sormadan olmuyor sanki illa göz yaşı olacak

şimdi bu tv programı insanlara yardımlaşmayımı gösteriyor yoksa insanlara insan değeri vermemeyimi gösderiyor
 
Üst Alt