Küçüktüm , epeyce küçük...
Okul çağında bile olmadığım ama net hatırladığım yıllar. Annem sokakta oynamamızı istemez, bu nedenle evde hemen hemen herşeyi yapmamıza izin verirdi. Tabi belirli kurallar çerçevesinde. Bunlardan birisi de hayvan beslemekti. Kedi ve köpek beslemek ; sorumluluğu ve bakımı zor olduğundan ve hijyen açısından yasaktı(!) “ Kuş, balık, tavşan... hangisini istersiniz ” derdi annem. Hepbirlikte “ civciv ” isterdikJ (abim , ablam ve ben) Önce karton kutuya yem ve su ile koyup seyretmeye başlardık kiminki daha çok yiyor diye, sonra dayanamaz elimize alır, severdik. Bir süre sonra “cik,cik,cik” bütün evi gezmeye başlarlardı. Her akşam şampuanla yıkayıp , fön makinası ile kuruturduk. Hastalandıkları zaman başında bekler, ölünce ağlar , sonra ayakkabı kutusundan tabutla cenaze töreni yapardık.
Aynı yıllardı...
Bir gün televizyon seyrediyoruz (siyah-beyaz ekran , tek kanal) . Bir civciv fabrikası... ilgimizi çekiyor tabi, pür dikkat izliyoruz. Geniş bir bant üzerinden binlerce civciv geçiyor ve yanında seçici kadınlar duruyor, civcivleri ayırıyor. “uymayan” civcivleri bantta bırakıyor... Yürüyen banttaki civcivler ilerideki bir varile düşüyor, sonra düzenli aralıklarla üzerlerine balyoz iniyor. Şok halde izliyoruz!!!
Balyoza giden bantta bir civciv dikkatimi çekiyor. Ablamı pek kaale almadığımdan herşeyi abime sorarım, hayranım ya...
- "Abiii, bu civcivi neden almadılar??" diyorum.
Abim: “Çünkü onun bacağı sakat , bir işe yaramaz ki..."
O balyoz civcive değil, bana vuruyor sanki...
Ama ağlamıyorum...
Sudan sebeplere ağlar(d)ım , ama sakatlığımla ilgili hiç ağlama(dı)m ki ben...
Geçenlerde başka bir konuyu araştırırken , tesadüfen sevgili Onat Kutlar’ın bu yazısına rastladım. Zihnimde tekrar canlandı o sahneler...
Okul çağında bile olmadığım ama net hatırladığım yıllar. Annem sokakta oynamamızı istemez, bu nedenle evde hemen hemen herşeyi yapmamıza izin verirdi. Tabi belirli kurallar çerçevesinde. Bunlardan birisi de hayvan beslemekti. Kedi ve köpek beslemek ; sorumluluğu ve bakımı zor olduğundan ve hijyen açısından yasaktı(!) “ Kuş, balık, tavşan... hangisini istersiniz ” derdi annem. Hepbirlikte “ civciv ” isterdikJ (abim , ablam ve ben) Önce karton kutuya yem ve su ile koyup seyretmeye başlardık kiminki daha çok yiyor diye, sonra dayanamaz elimize alır, severdik. Bir süre sonra “cik,cik,cik” bütün evi gezmeye başlarlardı. Her akşam şampuanla yıkayıp , fön makinası ile kuruturduk. Hastalandıkları zaman başında bekler, ölünce ağlar , sonra ayakkabı kutusundan tabutla cenaze töreni yapardık.
Aynı yıllardı...
Bir gün televizyon seyrediyoruz (siyah-beyaz ekran , tek kanal) . Bir civciv fabrikası... ilgimizi çekiyor tabi, pür dikkat izliyoruz. Geniş bir bant üzerinden binlerce civciv geçiyor ve yanında seçici kadınlar duruyor, civcivleri ayırıyor. “uymayan” civcivleri bantta bırakıyor... Yürüyen banttaki civcivler ilerideki bir varile düşüyor, sonra düzenli aralıklarla üzerlerine balyoz iniyor. Şok halde izliyoruz!!!
Balyoza giden bantta bir civciv dikkatimi çekiyor. Ablamı pek kaale almadığımdan herşeyi abime sorarım, hayranım ya...
- "Abiii, bu civcivi neden almadılar??" diyorum.
Abim: “Çünkü onun bacağı sakat , bir işe yaramaz ki..."
O balyoz civcive değil, bana vuruyor sanki...
Ama ağlamıyorum...
Sudan sebeplere ağlar(d)ım , ama sakatlığımla ilgili hiç ağlama(dı)m ki ben...
Geçenlerde başka bir konuyu araştırırken , tesadüfen sevgili Onat Kutlar’ın bu yazısına rastladım. Zihnimde tekrar canlandı o sahneler...
"BALYOZ" VE "ÖZGÜRLÜK"
15 Ocak '83
... Bir şenlikte gösterdiğimiz "Balyoz" adlı kısa Yugoslav filmini hatırlıyor musunuz? Hani bir 'civciv fabrikasi'nı anlatan? "Çağdaş" (!) yöntemlerle her gün binlerce civciv üreten bir işletmeyi gösterir bize film. Üzerinden binlerce civcivin geçtiği geniş bir bant'ın iki yanında "kapo"ları andıran seçici kadınlar durur ve "salam" civcivleri ayırırlar. "Bozuk",sakat ve ölü civcivler bantta bırakılır ve az ileride yumurta kabuklarıyla karışık olarak bir büyük varile dökülürler.Bantın üzerinde sapsarı, birer küçük ışık yumağı gibi yavrular,yaşamak için titreyerek seçilmeyi beklerler. Birden bir kara civciv görünür aralarında. Sapasağlamdır ama "kurala uygun değil". Acımasız bir el iterek bant üzerinde bırakır onu. Yürüyen bant, civcivi uçuruma götürmektedir. Geriye doğru hızla koşar civciv.Kurtulmak için. Eller yeniden iter onu. "Sen kuralları bozuyorsun. Git..." Bu umutsuz çaba, küçük civciv yumurta kabukları ile birlikte varile düşünceye kadar sürer.Sonra üstüne, düzenli aralıklarla işleyen bir balyoz iner. Varilde çok yer kaplamasın diye. Filminsonu umutsuz değil. Avluda, arabalara yüklenmek için bekletilen varillerden birinde kimsenin farketmediği bir kıpırtı. Kara civciv, yumurta kabuklarının arasından başını çıkarır. Atlar varlilden ve güneşe uzanan aydınlık bir yolda koşmaya başlar.Düş mü gerçek mi, kimbilir ? Filmin yönetmeni A. İliç'le tanışmak, dost olmak fırsatını buldum. Sakin, ağırbaşlı, orta yaşlı bir sanatçıydı. İlk sorum şu oldu: "Kara civcivin, bant üzerinde itilerek bırakılınca, geriye doğru koşup kurtulmaya calışmasını nasıl sağ1adınız?" Gülerek yüzüme baktı "Civcivler de sıcaklığa ve sevgiye doğru koşarlar" dedi."Kara civciv bantın üstüne gelince, filmde göstermediğimiz kısa bir sürede, seçici kadınlardan biri onu sıcak avucunda bir an tutarak okşadı. Sonra onu bıraktığında,hatta eliyle ittiğinde, gene de koşup durdu bu dost sandığı sıcaklığa civciv.Civcivi aldatmak zorunda ka1dığımız için üzüntü duyuyorum. Ama ne yapalım seyirciye istediğimiz mesaji vermek için hile yapmak zorundaydik. Ayrıca küçükler ne kadar kolay aldanıyorlar..."
Yönetmen A. İliç'le, Sıraselviler'de bir lokantada uzun uzun konuştuk o akşam. Bizim "kelaynak kuş1arı" ile de ilgilendi.Çünkü kuş1ar, uzmanlık alanıydı onun.Söyleşirken birden yıllar önceye gitti kafamdaki çağrışımlar. Krakow Kısa Film Şenligi'nde gene kuş1arIa ilgili bir belgesel seyretmiştim. Bir korulukta, tirolien şapka1ı, buz swatch bir avcı, bir teknisyenin titizliği ile sakalara, isketelere tuzak kuruyor, küçük kuşları yakalayarak büyük bir kafese kapatıyordu. Film,yakalanan kuşlardan birinin kafes içindeki gerçek öyküsüydü. Acaba Bay İliç, "özgürlük"adını taşıyan bu belgeseli görmüşmüydü? Yönetmen gene de gülümsedi. "O filmi ben yaptım," dedi.
..."
15 Ocak '83
... Bir şenlikte gösterdiğimiz "Balyoz" adlı kısa Yugoslav filmini hatırlıyor musunuz? Hani bir 'civciv fabrikasi'nı anlatan? "Çağdaş" (!) yöntemlerle her gün binlerce civciv üreten bir işletmeyi gösterir bize film. Üzerinden binlerce civcivin geçtiği geniş bir bant'ın iki yanında "kapo"ları andıran seçici kadınlar durur ve "salam" civcivleri ayırırlar. "Bozuk",sakat ve ölü civcivler bantta bırakılır ve az ileride yumurta kabuklarıyla karışık olarak bir büyük varile dökülürler.Bantın üzerinde sapsarı, birer küçük ışık yumağı gibi yavrular,yaşamak için titreyerek seçilmeyi beklerler. Birden bir kara civciv görünür aralarında. Sapasağlamdır ama "kurala uygun değil". Acımasız bir el iterek bant üzerinde bırakır onu. Yürüyen bant, civcivi uçuruma götürmektedir. Geriye doğru hızla koşar civciv.Kurtulmak için. Eller yeniden iter onu. "Sen kuralları bozuyorsun. Git..." Bu umutsuz çaba, küçük civciv yumurta kabukları ile birlikte varile düşünceye kadar sürer.Sonra üstüne, düzenli aralıklarla işleyen bir balyoz iner. Varilde çok yer kaplamasın diye. Filminsonu umutsuz değil. Avluda, arabalara yüklenmek için bekletilen varillerden birinde kimsenin farketmediği bir kıpırtı. Kara civciv, yumurta kabuklarının arasından başını çıkarır. Atlar varlilden ve güneşe uzanan aydınlık bir yolda koşmaya başlar.Düş mü gerçek mi, kimbilir ? Filmin yönetmeni A. İliç'le tanışmak, dost olmak fırsatını buldum. Sakin, ağırbaşlı, orta yaşlı bir sanatçıydı. İlk sorum şu oldu: "Kara civcivin, bant üzerinde itilerek bırakılınca, geriye doğru koşup kurtulmaya calışmasını nasıl sağ1adınız?" Gülerek yüzüme baktı "Civcivler de sıcaklığa ve sevgiye doğru koşarlar" dedi."Kara civciv bantın üstüne gelince, filmde göstermediğimiz kısa bir sürede, seçici kadınlardan biri onu sıcak avucunda bir an tutarak okşadı. Sonra onu bıraktığında,hatta eliyle ittiğinde, gene de koşup durdu bu dost sandığı sıcaklığa civciv.Civcivi aldatmak zorunda ka1dığımız için üzüntü duyuyorum. Ama ne yapalım seyirciye istediğimiz mesaji vermek için hile yapmak zorundaydik. Ayrıca küçükler ne kadar kolay aldanıyorlar..."
Yönetmen A. İliç'le, Sıraselviler'de bir lokantada uzun uzun konuştuk o akşam. Bizim "kelaynak kuş1arı" ile de ilgilendi.Çünkü kuş1ar, uzmanlık alanıydı onun.Söyleşirken birden yıllar önceye gitti kafamdaki çağrışımlar. Krakow Kısa Film Şenligi'nde gene kuş1arIa ilgili bir belgesel seyretmiştim. Bir korulukta, tirolien şapka1ı, buz swatch bir avcı, bir teknisyenin titizliği ile sakalara, isketelere tuzak kuruyor, küçük kuşları yakalayarak büyük bir kafese kapatıyordu. Film,yakalanan kuşlardan birinin kafes içindeki gerçek öyküsüydü. Acaba Bay İliç, "özgürlük"adını taşıyan bu belgeseli görmüşmüydü? Yönetmen gene de gülümsedi. "O filmi ben yaptım," dedi.
..."