Hıncal Uluç şöyle yazmış...
70'li yılların ortaları...
Ablama Ankara Hacettepe Üniversitesinde bir tür kas hastalığı tanısı konmuş. Ben o sıralar 5-6 yaşlarındayım.
Size bu olayları, sonradan anlatılan ve hayal meyal hatırladıklarımı birleştirerek anlatıyorum.
Dönelim konumuza.. O sıralarda adı geçen Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'ün hücre aşısı yaptığını (aynı zamanda meslektaşı olan) babam duyuyor ve doktoru yaptığı aşıyı ablama uygulamasını istiyor. O sıralar sağ, sol terörü tüm yurtta ağırlığnı hissetiriyor.. Zorla da olsa babam ikna etmeyi başarıyor..
Doktor babama ölü cenin temin etmesini söylüyor.
Kadın doğum uzmanından ölü cenini temin eden babam doktora götürüyor ama stresli bir iş bu...
Doktorun evi Libya Büyükelçiliğinin üstündeymiş. Kapıda polisler nöbette :!: Ölü cenini bir dondurucuya yerleştirip sepete koyuyor ve üstüne yumurtaları kamuflaj niyetine diziyor...
Her 15-20 günde bir aşı olmak üzere ablam Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'e giderdi.
Aşı ilk 2 gün aşırı ateş yapardı. Vücut reaksiyon gösterip aşılanan yeni hücreleri düşman kabul edip savaşıyor olmalıydı...
3. günün sonrasında ablamın kaslarına bir kuvvet geliyordu... Ailedeki sevinci anlatmama gerek yok sanırım
Ne yazık ki aşı bir süre sonra etkisini yitiriyor ve ablam yine eski haline dönüyordu.
Bu uygulama 2-3 sene kadar sürdü. Ancak bir faydasının olmadığına kanaat getirilerek uygulamaya son verildi...
Türkiye'de 25 yıl önce kök hücre çalışmalarının olması hayret verici değil mi?
Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün bu çalışmaları gizlilik altında yürütüyordu. Bunu kamuoyuna açıklasaydı durum ne olurdu acaba. :?: Hiç şüpheniz olmasın tü kaka ilan edilip, şarlatan olarak etiketlenirdi!..
İşte böyle dostlar.
Bu bilimsel çalışmaya sahip çıkılsaydı durum ne olurdu onu siz düşünün.
Ülkem niye böyle geri kaldı diye düşünürken bazı gerçekler insanı çileden çıkarıyor.
Yine de umutluyuz.
Yeter ki insanlarımıza sahip çıkalım.
Bu yazıyı okuduktan sonra konuyla ilgili -bir tür kastası olan ablam ve benim başımızdan geçen- ilginç ve bir o kadar da inanılmaz görünen bir olayı size aktarmak istedim.Dr. Mustafa Çetiner.. Cumhuriyet Bilim'de yazıyor..
Talidomid yazmış.. Hani bir devirde, kolsuz, bacaksız doğmuştu yoğun halde bebekler ve dünyayı bir felaket gibi sarmıştı.. Talidomid mucize ağrı kesici olarak sunulmuş ve fevkalade etkisiyle peynir ekmek gibi satılmıştı. İşte bu mucizenin yan etkisiydi, o talihsiz bebekler. Durum anlaşılınca ilaç yasaklandı, ama bugün binlerce talidomid kurbanı aramızda yaşıyor.
Diyorki Dr. Çetiner..
"Bu dünyayı saran trajedi, Amerika'da hiç yaşanmadı. Çünkü Amerikan Sağlık Bakanlığı'nda çalışan Dr. Kelsey adlı yönetici, yeterli klinik deneyler olmadığı gerekçesi ile izin vermedi. İlaç kartellerinin bütün baskılarına direndi.
Başkan Kennedy, Bayan Kelsey'yi ödüllendirdi.."
Peki, Sevgili Doktor Çetiner,
Süreyya Tahsin Aygün kim?..
Bu adı bilir misiniz?..
Yaptıklarını bilir misiniz?.
Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün, talidomidin Türkiye'de satılmasına izin vermeyen adamdır.
Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün, Türkiye'nin Dr. Kelsey'si olarak önüne gelen kağıda imza atmayan ve Amerika'daki 17 vakaya karşılık, bu ülkede tek talidomid kurbanı olmamasını sağlayan adamdır.
Dr. Kelsey'i herkes bilir. Çünkü Amerikan medyası onun kıymetini bilmiş, yıldızlaştırmıştır.. Washington Post, 15 mayıs 1962'de onu Ulusal kahraman ilan etmiştir.
Biz Prof. Dr. Süreyya Tahsin Ayhan'ı ne ilan ettik..
"Tu kaka.."
Bugünün kök hücre, gen tedavisi üzerine dünyada belki de ilk çalışmaları yapan, insan ömrünü uzatmanın yolunun, doğum sonrası kesilip atılan kordon hücreleri, plasentalarda olduğunu hem de ne yıllar önce gören hocaya, bir labratuar bile vermedik. Onu bir sahtekar ilan etmediğimiz kaldı.
Prof. Süreyya Tahsin Aygün kahırlar içinde öldü.. Görüş ve buluşlarının bugünkü modern tıbbın, ama ne yazıkki bizim değil Amerikan ve Avrupa modern tıbbının temelini oluşturduğunu bile göremeden öldü..
Peki ben mi bunları nereden biliyorum?..
M.Ali Kışlalı'nın Yankı dergisinde, kız kardeşim Serpil'in hazırladığı bir kapağın konusuydu, doktor, yıllar önce..
M.Ali Ağabey'de o sayı varsa, bana hiç değilse foto kopisini yollarsa, burada özetlerim, daha doyurucu bilgiler vermek için..
Bugün amacım Süreyya Hocayı anlatmak değil..
"Biz niye başkalarının ilahlarının adlarını ezber biliriz de, kendimizinkilerden haberimiz olmaz"a bir örnek daha vermek..
Son bir hafta içinde bu ülke gazetelerinden, ama satır aralarında, derme çatma, laf ola haberlerden derlediklerime bakın..
70'li yılların ortaları...
Ablama Ankara Hacettepe Üniversitesinde bir tür kas hastalığı tanısı konmuş. Ben o sıralar 5-6 yaşlarındayım.
Size bu olayları, sonradan anlatılan ve hayal meyal hatırladıklarımı birleştirerek anlatıyorum.
Dönelim konumuza.. O sıralarda adı geçen Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'ün hücre aşısı yaptığını (aynı zamanda meslektaşı olan) babam duyuyor ve doktoru yaptığı aşıyı ablama uygulamasını istiyor. O sıralar sağ, sol terörü tüm yurtta ağırlığnı hissetiriyor.. Zorla da olsa babam ikna etmeyi başarıyor..
Doktor babama ölü cenin temin etmesini söylüyor.
Kadın doğum uzmanından ölü cenini temin eden babam doktora götürüyor ama stresli bir iş bu...
Doktorun evi Libya Büyükelçiliğinin üstündeymiş. Kapıda polisler nöbette :!: Ölü cenini bir dondurucuya yerleştirip sepete koyuyor ve üstüne yumurtaları kamuflaj niyetine diziyor...
Her 15-20 günde bir aşı olmak üzere ablam Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'e giderdi.
Aşı ilk 2 gün aşırı ateş yapardı. Vücut reaksiyon gösterip aşılanan yeni hücreleri düşman kabul edip savaşıyor olmalıydı...
3. günün sonrasında ablamın kaslarına bir kuvvet geliyordu... Ailedeki sevinci anlatmama gerek yok sanırım
Ne yazık ki aşı bir süre sonra etkisini yitiriyor ve ablam yine eski haline dönüyordu.
Bu uygulama 2-3 sene kadar sürdü. Ancak bir faydasının olmadığına kanaat getirilerek uygulamaya son verildi...
Türkiye'de 25 yıl önce kök hücre çalışmalarının olması hayret verici değil mi?
Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün bu çalışmaları gizlilik altında yürütüyordu. Bunu kamuoyuna açıklasaydı durum ne olurdu acaba. :?: Hiç şüpheniz olmasın tü kaka ilan edilip, şarlatan olarak etiketlenirdi!..
İşte böyle dostlar.
Bu bilimsel çalışmaya sahip çıkılsaydı durum ne olurdu onu siz düşünün.
Ülkem niye böyle geri kaldı diye düşünürken bazı gerçekler insanı çileden çıkarıyor.
Yine de umutluyuz.
Yeter ki insanlarımıza sahip çıkalım.