Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Bir Vatandaşlık Hakkı Olarak Sakat Hakları [Tartışma]

bezmez

Üye
Üyelik
24 Kas 2008
Konular
11
Mesajlar
56
Reaksiyonlar
0
Merhabalar,

Daha önceki haftalarda TSD ile ilgili fikirlerinizi almak üzere bir forum başlığı açmıştım arkadaşlar. Mimar Sinan'dan bir arkadaşımla bir makale üzerinde çalıştığımı belirtmiştim. Arkadaşım ve ben düşüncelerimizi bir kağıda aktarmak istedik ve aşağıdaki yazıyı bir beyin fırtınası niteliğinde kaleme aldık (Bir Vatandaşlık Hakkı Olarak Sakat Hakları ve Sakat Hareketi). Yazı Birikim Dergisi'nin websitesinde yayınlanmıştır. Burada da sizlerle paylaşmak isteriz.
Tekrar teşekkürler...


BİR VATANDAŞLIK HAKKI OLARAK SAKAT HAKLARI VE SAKAT HAREKETİ

Yazar: Dikmen Bezmez & Sibel Yardımcı

Yaklaşık 6 sene önce, bu makalenin yazarlarından birinin yolu Kanada’nın Vancouver kentine düştü ve, neredeyse tüm hayatını İstanbul’da geçirmiş biri olarak, kentin sokaklarındaki tekerlekli sandalyeli insan sayısı onu gerçek anlamda şaşkına çevirdi. Sakatların yaşama böylesine dahil edilebildikleri bir kenti tahayyül etmek, bir Istanbullu için çok zordur. Yaya geçitleri, toplu taşıma araçları, marketler, dükkanlar, resmi daireler, sakatlar için öylesine erişilebilirdir ki Vancouver’da, tekerlekli sandalyede bir insan, çoğu kez yanında refakatçi olmadan, tüm kentsel mekanı dilediğince yaşama özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük, gündelik yaşamın her alanında, her mekanda sakatların varlığını kolaylaştırır; böylelikle bu alanlardaki sayılarını artırır; onları görünür kılar. Artan görünürlük zamanla, sakatların kültürel olarak sosyal hayata entegre olmalarını da beraberinde getirir; kişi sokakta insanların rencide edici bakışlarıyla mücadele etmek zorunda kalmaz.
İstanbul’a dönüş, hem bu iki kent arasındaki zıtlığı daha da çarpıcı kıldı, hem de engelin nerede olduğu üzerinde düşünmeye sevk etti. “Engelli” olan sakatlar değil belli ki, sistemin kendisi. Dolayısıyla sakat hakları üzerine yazmak elzem hale geldi.

Bir vatandaşlık hakkı olarak sakat hakları
1980’li yılların sonlarından itibaren, sosyal bilimlerde “vatandaşlık” kavramı üzerine yapılan araştırmalarda bir canlanma ve çoğalma oldu. Bu dönüşüm, 1950’li yıllardan itibaren kabul gören “modern” vatandaşlık anlayışının sorgulanmasını da içeriyordu. Söz konusu anlayış, ulus-devlet içerisinde vatandaşlık bağıyla bağlanan bireyleri, homojen bir ulusun, ihtiyaçları, talepleri birbirine denk üyeleri olarak tanımlıyor, bu bağlamda “herkes yasalar önünde eşittir” düşüncesinden hareketle, herkese eşit haklardan söz ediyordu. Ancak bu vatandaşlık anlayışı iki açıdan sorunluydu: Birincisi, söylemde “eşitlik” kavramını vurgulayan bu anlayış, aslında pratikte çoğu zaman toplumsal yapı içerisinde iktidar sahibi olan kesimlerin haklarını, eşitliğini ön plana alıyordu (Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyorsanız, beyaz-erkek-protestan olmanız sizin bu haklardan yararlanmanızı mümkün kılar; ancak Afrika kökenliyseniz, ya da kadınsanız, hele hele eşcinselseniz, o kadar da eşit olmadığınızı görürsünüz). İkincisi, “modern” vatandaşlık homojen bir toplumdan söz ediyordu etmesine ama, pratikte bireylerin farklı kimliklerinden kaynaklanan farklı gereksinimleri vardı. Örneğin kadınsanız, hamilelik izni, iş yerlerinde kreş, geceleri güvenle yürüyeceğiniz sokaklar sizin için özellikle önem taşır. Eşcinselseniz, evlilik kurumunun getirdiği resmi haklardan asla yararlanamazsınız. Sakatsanız, erişilebilir bir şehir sizin için en temel vatandaşlık hakkı anlamına gelebilir. Oysa “modern” vatandaşlık anlayışı bu farklı taleplere oldukça kapalıdır. Eşitlik, homojenlik varsayımından hareketle tanımlanır ve bu homojen yapıda sakata, kadına, eşcinsele vs. pek de yer yoktur.

20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan bazı dönüşümler, yukarıda betimlenen yapının sorgulanması sürecini başlattı. Çok genel anlamda “küreselleşme” olarak nitelendirdiğimiz bu süreç, ulus-devletlerin sınırlarının geçirgenliğini artırırken, aynı zamanda da, ve elbette 1960’lı yılların genel sosyal hareketliliğinin de verdiği ivmeyle, yukarıda sıralanan ve ortak noktaları mağduriyet olan bazı kesimlerin seslerini yükseltmeye başladıkları bir dönemin başlangıcı oldu. İşte, yukarıda sözü edilen yeni vatandaşlık tartışmaları bu bağlamda düşünülmeli. Tüm dünyada “modern” vatandaş olamamış kesimlerin, alternatif vatandaşlık anlayışları oluşturmak için uğraş verdiği bir süreç söz konusu olan. Bu süreçte kadın hareketi, eşcinsel hareketi ve birçok ülkede de yine sakat hareketi vatandaşlık hakları için yeni taleplerde bulunmaya başladı. Örneğin yine Amerika Birleşik Devletleri’nde, özellikle Vietnam Savaşı sonrasında ülkedeki sakat sayısında yaşanan artışla birlikte, bu alanda büyük bir canlanma yaşandığını literatürden biliyoruz (Scotch 1989).

Peki Türkiye’deki sakat hareketi nerede duruyor? Kendi kurguladıkları vatandaşlık haklarının arayışına çıkmış sakatlar var mı? Neredeler? Artık onlar için de “mağdur” olma zamanının sona ermesi gerekmez mi? Mağduru mağdurluğu içinde hapseden bu güçsüzlük söyleminden çıkmak; onu, hak talep etmeye hakkı olan biri gibi tahayyül etmek bu derece zor mudur?

Türkiye’de sakat hareketi ve belirleyici unsurları
Zordur. Türkiye’de hak talep etmek zaten zordur. Öyle görünüyor ki, 1980 sonrasının apolitikleşme dalgası elimizi kolumuzu bağladı, bu bağlar yeni yeni çözülüyor. Ancak söz konusu sakatlar olduğunda, hak taleplerinin yön verdiği bir toplumsal hareketin şekillenmesine engel olan dikkat çekici özel bir durum var:

Aslında sakatlar, benzer taleplerle sokağa dökülen diğer gruplarla (örneğin eşcinsellerle veya Kürtlerle) kıyaslandıklarında, toplumun genelinde kabul ve destek görme olasılığı en yüksek olan kesim. Daha iyi bir eğitim, daha etkili bir sağlık sistemi veya erişilebilir bir kent isteyen bir sakat örgütlenmesine hak vermeyecek tek bir kişi bile çıkacağını sanmıyoruz. İlk bakışta bu durum sakatların hak talepli bir söylem geliştirmelerini kolaylaştıracak bir etken gibi görünüyor. Oysa pratikte bu taleplerin dile getirilme ve bunlara yanıt verilme biçimlerinde ‘iane’ mantığından kurtulamamamıza yol açıyor. Buğra’nın (2008) da gösterdiği gibi, sosyal politika konusu edilmesi gereken haklar ve talepler, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren önce laik bir toplumsal sorumluluk bilincine, ardından da, özellikle de AKP ile birlikte artan bir biçimde, Müslüman hayırseverliğine emanet edildi. Oysa sadakanın da mağduriyeti pekiştirici bir tarafı var. Yardım, yardımı yapanla alanı eşit hale getirmez; alanı, ötekine muhtaç ve minnettar kılar. Barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi aslında herkesin eşit bir şekilde faydalanması gereken hizmetler, birilerinin ötekilere hibesi olarak, zaten eşitsiz bir ilişki içinde bulunan iki grubu, bu eşitsizliği güçlendirerek yeniden karşılaştırır (belki de somut anlamıyla karşılaştırmaz bile; yardım bir dernek eliyle yaptırılabilir, biri aracılığıyla gönderilebilir). Dolayısıyla toplumun genelinin ‘anlayış göstermesi’ aslında bir sakat hareketinin hak talepleri ekseninde şekillenmesini engelleyici bir rol oynar.

Türkiye’de hak söylemli bir sakat hareketinin ortaya çıkamamasının temelinde, tabanda var olan birçok olumsuzluğun da yattığını görmek gerek. Örneğin sakatların önemli bir bölümü durumlarına ‘razı’ olmaları gerektiğini düşünürler; tevekkül önemlidir; şükretmek gerekir. Cezalandırılmış veya sınanıyor olduğunu düşünmek, birçok kişiyi daha özgür, daha eşit, daha iyi bir hayat yaşamayı talep etmekten, dahası bunun için savaşmayı göze almaktan alıkoyar. Ayrıca sakatlar toplumun pek çok açıdan en az seslerini duyurabilen kesimidir. Eğitim ve çalışma hayatına katılma oranları çok düşüktür. 2002 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yaklaşık % 36’lık bir kesim okuma yazma bilmemektedir (www.tsd.org.tr; 29 Kasım 2008). Sokağa çıkmak bile büyük bir kesim için oldukça zordur. Dolayısıyla örgütlenmek ciddi bir çaba gerektirir. Üstelik sakat örgütlerinin büyük bir kısmı da bir arada söz söyleme çabası içinde gibi durmamaktadır – veya fikir ayrılıkları, onları en temel sorunları çözmek için bile bir araya gelmekten alıkoymaktadır (Şu anda sakatlarla ilgili çalışan sayısız dernek, birçok federasyon ve iki konfederasyon bulunmaktadır). Örgütlerin çoğu yukarıda özetlediğimiz ‘himayeci’ tavrı yeniden üretmekte veya bu tavrın üretilmesine aracı olmaktadır. Üstelik güçlü devlet geleneğinin gölgesi bu alana da düşmektedir. Yardımsever yönünü her fırsatta öne çıkaran AKP hükümetinin, sakat örgütlenmelerinin hak talepleri çerçevesinde değerlendirilebilecek eylemliliklerine hiç de hoşgörü göstermediğini yaptığımız mülakatlar açıkça gözler önüne serdi.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bu alanda hiçbir dönüşüm olmadığını söylemek mümkün değil. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin birçok konuda olduğu gibi, burada da olumlu etkileri var. 2005 yılında çıkan Özürlüler Yasası bu alanda atılan önemli adımlardan biri, ancak yönetmeliklerin tamamlanmaması nedeniyle işlevsizleştiriliyor. Ayrıca yasanın yapılmasını önerdiği değişikliklere uyulmadığı durumlar için öngördüğü yaptırımlar yeterli değil (Örneğin yasa, kamusal alanların 2005’i izleyen yedi yıl içinde sakatlar açısından erişilebilir kılınması koşulunu getiriyor ama bu koşula uymamanın bir yaptırımı yok). Teknolojideki gelişmeler de hem gündelik hayatı kolaylaştırmak hem de sakat hareketine yeni bir soluk getirmek açısından önemli.

Örneğin Bülent Küçükaslan’ın girişimiyle kurulan Engelliler.biz websitesi (Engelliler.Biz) Türkiye’deki sakat hareketi açısından önemli bir gelişme. Site birkaç açıdan önem teşkil ediyor: İlk olarak, sakatların önemli bir kesiminin evlerinden dahi çıkamadıkları tekrar hatırlanırsa, insanlara oturma odalarında, yalnızca belediyeye, hükümete bir e-posta göndererek “politik” olma fırsatı tanıyan bir süreç ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla, Internet birçok farklı sosyal hareketin etkinliğini artırmada önemli rol oynasa da -George W. Bush’un Irak’ı işgalinden önce küresel çapta organize olan savaş karşıtı harekette Internet’in oynadığı rolü hatırlayalım-, söz konusu olan sakat hareketiyse, bu rolün önemi daha da büyüyor. İkincisi, önceki paragraflarda değinmiş olduğumuz güçlü devlet geleneğinin Türkiye’deki sakatlara yönelik çalışan dernekler üzerindeki olumsuz etkisi, Internet üzerinden örgütlenmiş bir sivil hareket söz konusu olduğunda ortadan kalkıyor. Sitenin 16.200 üyesi, faksları ve e-postaları ile belediyeyi, hükümeti kınarken, yarın-öbür gün kapılarına dayanacak denetleyicilerden, dernek binalarının ellerinden alınma ihtimalinden vs çekinmek durumunda değiller. Dolayısıyla burada gerçek anlamda bir dönüşüm, en azından bir dönüşüm sürecinin başlangıcı söz konusu. Bu anlamda daha önceki paragraflarda sıralanan tüm olumsuzluklara rağmen ümit taşımalı diye düşünüyoruz, sakatların sokaklarına çıkabildiği, otobüs şoförleri tarafından taciz edilmediği, insanların acıyan bakışlarına, sadakalarına maruz kalmadığı şehirler için.


Referanslar:
Buğra, Ayşe (2008) Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İstanbul: İletişim.
Scotch, R. K. (1989) “Politics and Policy in the History of the Disability Rights Movement”, The Milbank Quarterly, 67 (2): 380-400.
www.tsd.org.tr; 29 Kasım 2008
 
Her şeyden önce “modern vatandaşlıktan” söz edebilmek için ya da modern vatandaşın talep ve isteklerinin yerine getirilmesi için modern vatandaşın “modern bir ülkede” yaşaması gerek.
Bu iki kavram bir birini tamamlayan bir bütünün iki ayrı parçası gibi biri olmadığı zaman diğeri işlevsiz kalıyor.

Türkiye’deki yâda dünyadaki Sakat hareketlerini incelerken o ülkenin sosyoekonomik yapısına bakmak lazım.
Zira bilumum dezavantajlı gurupların sosyal, ekonomik, kültürel talepleri yaşadıkları ülkenin ekonomik ve demokratikleşme sürecinin neresinde olduklarıyla orantılı bir seyir izlemekte.
Ekonomik evrimini tamamlamış ülkelerdeki Sakat hareketlerine bakıldığın da Sakatların ekonomik sorunları çoktan çözüldüğü için o ülkelerdeki sakat hareketleri daha çok sosyal konulara ağırlık veriyor.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise sakat hareketi sakatların talebi “sosyal” sorunlardan çok “ekonomik sorunların” çözümlenmesine ağırlık vermiş durumda.

Buda son derece normal bir durum. Türkiye gibi sakatların %80’inin açlık sınırı altında yaşadığı bir ülkede bu insanların ekonomik sorunların çözülmesini dile getirmeyip ya da ikincil plana atarak “sakatların bale izlemeleri için gerekli mimari düzenlemeler yapılsın.” Derseniz sizin bu talebiniz asgari ücretle çalışan birinin son model Mercedes fiyatlarını sorması kadar abes bir durum olur.

İşte tamda bu nedenden Türkiye’deki sakat hareketi-sakat talepleri ülke realitesi göz önüne alındığın da kendisini erişilebilir şehir v.b gibi sosyal taleplerden ziyade sakatların ekonomik sorunlarının çözümlemesine adamış yada daha doğru bir ifadeyle “parası olmayan bir kişinin satın alma özgürlüğü” onun hiçbir işine yaramayan bir düzenleme olması gibi sakat hareketi ve talepleri daha çok sakatların “ekonomik” durumlarını iyileştirmeye ağırlık vermek zorun da bırakılmış oluyor.

Sakatların “ekonomik sorunlarını çözümlemeye ağırlık vermek zorunda bırakılmış” cümlesini bilerek kullanıyorum zira bu bir tercih değil bir “mecburiyet”

Evet, bir sakat olarak yaşadığım ülkenin-şehrin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorum.

Evet, bir sakat olarak bedensel farklılığımın birileri tarafından aşağılanmamasını istemiyorum.

Evet, herkes gibi sinemaya, tiyatroya gitmek istiyorum.

Ama bu talepleri dile getirecek bir sakat hareketi-sakat talebi yukarda saydığım nedenlerden dolayı maalesef yok.

Tamda bu noktada bir sakat olarak Avrupa Birliği’ni “can simit’i” olarak görüyorum.

Dinim gibi inanıyorum ki bir sakat olarak benim son derece insani bu taleplerimi A.B nin demokratikleşme dayatması olmadan alabilmem yakın bir gelecekte imkânsız bir şey.
 
Selamlar Halil,

Kusura bakma bu gecikmis yanıt için. Yazdıkların bana şunu düşündürttü: Ekonomik haklar, kentlerin erişilebilir olması vs. gibi konularda gerçekten bir hiyerarşi oluşturmak mümkün mü? Ya da doğru mu? Demek istediğim görünürlük, sorunlara çözüm üretmede çok önemli gibi geliyor bana. Yani Türkiye'de birçok insanın sakatların hakları üzerine düşünmek akıllarına dahi gelmiyor, çünkü görmüyorlar. Yazının başında itiraf etmiştim. Bu konu üzerine gerçek anlamda kafa yormaya başlamamı sağlayan yurtdışındaki deneyimim oldu. Vancouver'da şaşkına dönmemle başladı herşey. Dolayısıyla, ekonomik hakları elde etmek için de erişilebilir kentler çok önemli gibi geliyor bana. Operaya gitmek değil yani bence birincil amaç burada, "görünür" olmak, böylelikle insanları konu üzerinde düşünmeye sevk etmek. Nacizane düşüncem budur...teşekkürler yazdıkların için.
 
[FONT=Verdana]Sayın hocam, elbette ki görünür olmak çok önemli buna bir itirazım yok olamazda zaten.[/FONT]
[FONT=Verdana]Ekonomik haklarla erişilebilir şehir arasında şöyle bir bağlantı kurulabilir sakat kişi kimsenin yardımına ihtiyaç hissetmeden tekerlekli sandalyesiyle evinden çıkıp işine gidebiliyorsa bunun ona dönüşü erişilebilir şehir = ekonomik özgürlük.[/FONT]
[FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT]
[FONT=Verdana]Benim vurgulamak istediğim Sakat hakları yâda sakat hareketi dediğimizde (ben sakat hareketinden çok sakatların talepleri diyorum.) Türkiye’de sakatların devletten beklentileri daha çok erken emeklilik, sosyal güvencesi olmayanların 2022 maaşı, v.s v.s gibi “ekonomik” taleplere odaklanmış. [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Sakatlığı bulunanların ekonomik sorunlarının çözüldüğü ülkelerde ise sakat hareketleri talepleri daha çok erişilebilir şehir gibi bir üst aşamaya sıçramış durumda.[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Bizler henüz o aşamaya ge(tiri)lemedik maalesef.[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Aslında bu site ülkemizdeki engelli profilini anlamak için biçilmiş kaftan üç yıldır bu sitenin üyesiyim bilaistisna her gün ziyaret ettiğim bu sitedeki engelli arkadaşlarımız devletten taleplerine baktığımızda da yine ekonomik talepler olduğunu görüyorum.[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Örneğin 2022 maaşından yapılan 18 TL lik bir kesinti için bile sitenin bu kesintiyi önlemek için kampanya yapması isteniyor zira 18 TL lik kesinti bile o engelliler için çok şey ifade ediyor.[/FONT]
[FONT=Verdana]Ve yine sitenin yaptığı kampanyalara bakıldığında hemen hepsi ekonomik talepler. Bakınız[/FONT]
[FONT=Verdana][/FONT]
[FONT=Verdana]Tabi bu taleplerin üyelerin isteği ihtiyaçları doğrultusunda yapıldığını söylemeye bile gerek duymuyorum.[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
 
[FONT=Verdana]Şunu eklemekte de yarar var salt “görünür olmakla” iş bitmiyor mutlaka örgütlü olmak ve birilerinin üzerinde baskı oluşturmak şart.[/FONT]
[FONT=Verdana]Yeteri kadar örgütlenmediğiniz müddetçe birilerinin sizi görüp bir takım düzenlemeler yapması pek olası değil.[/FONT]
[FONT=Verdana]Örneğin Türkiye’de nüfusun neredeyse yarına yakını çiftçi ve neredeyse bu kesimde sıfıra yakın örgütlenme olduğu için devlet bu kesimin ihtiyaçlarına sıkıntılarına hep duyarsız kalmıştır.[/FONT]
[FONT=Verdana]Yunanistan’da süt fiyatlarında ufak bir düşüş olduğunda çiftçiler harekete geçip bir eylem düzenlediğinde istediklerini koparabiliyorlar.[/FONT]
[FONT=Verdana]Belki biraz alakasız bir örnek oldu ama örgütlenmenin “hak” talebinde şart olduğunu vurgulamak için bu örneği verdim.[/FONT]
[FONT=Verdana]Saygılar. [/FONT]
 
Size son derece katılıyorum. Teşekkürler zaman ayırıp düşüncelerinizi paylaştığınız için...Tekrar tekrar, dönüp dönüp düşünmek lazım...
 
Sakat haklarını vatandaşlık hakları boyutunda düşünen bireyler çok, ancak bunu sakatların kurdukları dernekler temel ilke edinemediler.. Bu doğrudur.. Olması gereken temel ilke anayasada olan, süs gibi duran hak değil, o hakkı yaşayabilmek, o hakka ulaşabilmektir.. Dernekler daha çok ekonomik talepler peşinde şekillendirdiler düşünsel yapılarını..
Bu aslında bir nevi kendi sonlarını getiren temel yanlışları oldu.. Yardım etmeyi koydular her şeyin başına.. Yardım alıp, yardım etmek saadet zinciri elbet kopacaktı.. Devletten ve belediyelerden her zaman maddi, üyelere dönük istemlerde bulunuldu.. Bu gün bile hala derneklere bakış açısı budur..

Vermek ayrı bir kavramdır, Hak ayrı bir kavramdır.. İsteyene verilir.. Hak olarak kabul edilmiş bir olguya yaklaşım apayrı olacaktır.. O yüzden Cumhuriyet tarihi boyunca her hükümet sakatlara bir şeyler vermiştir.. Verme zevkini tatmış, bu padişahlık geleneği sürmüştür.. Her dernekte bir şeyler istemiş, koparmış ve üyelerine dağıtmıştır.. Yani herkes bir çeşit görevini yerine getirmiştir.. İstemek/vermek üzerine kurulan döngü bir süre sonra bozulmuştur.. Çünkü devlet ve belediyeler bu verme işinde ayrıca bir aracı istemeyince derneklerin var oluş nedeni ortadan kalkmıştır..

Oysa derneklerin asıl amacı HAK üzerine yoğunlaşmak olmalıydı.. Burada sözü edilen anayasal haklara erişim sadece tek bir şey değildir.. Anayasal haklara erişebilme, onu gündelik yaşamında hissedebilme temel olarak bir bütündür.. Eğitim hakkını, sağlık hakkını yaşayabileceği kentsel erişim hakkını, spor hakkını, barınma ve cinsellik hakkını da kapsar.. Olay sadece ekonomik haklar çerçevesinde ele alınamaz.. Birinin önceliğini tartışırsanız bugünü kurtarmak için amacınızın tümüne zarar verirsiniz..

Başka bir tartışmada durmadan üzerinde durduğum, bıkmadan anlattığım olayda budur işte.. Ülkemizde sakatların üzerinde anlaştıkları ortak bir mücadele bildirisi bile oluşmamıştır.. Oluşan her platform üzerinde kavgalar edilmektedir.. Çünkü platformlarda oluşacak düşüncelerin siyasilere götürüleceği, onlara baskı unsuru olacağı yerde, siyasetin pis elleri platformlara sokulmaya çalışılmaktadır.. Sakatlığın literatürünü dernekler oluşturamamışlardır.. Asıl sorun burada yatmaktadır..
 
Sayın Bezmez ve arkadaşlar,

Önceki başlığınıza kısa bir yorumla katılmıştım.
Daha önceki yazılarımdan iki alıntı yapmış, şaka yollu "bilinçli, donanımlı, dürüst, güvenilir [FONT=Verdana]vb[/FONT]. örgütleyici insanlar, sağlamlar içinde kaynıyor mu ki de sakat hareketinde çok olsun.." demiştim..

O yazı yarım kalmıştı.. Daha sonra da denk gelmediği için tamamlayamamıştım..

Biraz daha açmaya çalışayım..

Sivil toplum hareketlerini (işçi, öğrenci, kadın, sakat vb. hareketleri) o toplum/ların tarihinden, geleneklerinden ve birbirlerinden bağımsız tutmak, ayrı ayrı işlemek çok yanlış, bence!! Olayları açıklamakta zorlanırız bunu yapınca..

Bakıyoruz Avrupa'ya (ve Amerika'ya) taa Reform, Rönesans döneminden tutun, Aydınlanma Hareketi ve Sosyal Devrimleri ile birçok çalkantı yaşamış, tüm bu alt-üstlüklerden "olumlu" sonuçlar alarak sıyrılmış, geçirdiği iki büyük savaşın yaralarını kısa zamanda sarmayı başarmış, dünyanın "lider ülkeleri" konumunda yerlerini hep korumuşlar. ("Emperyalizm" konusunu 'es' geçiyorum burada!)

Yani kısaca, bu toplumların; entelektüel ve örgütlü hareket etme birikim ve gelenekleri var! Ve sağlam insanlardaki bu birikim ve gelenek özellikle II. Dünya Savaşından sonra (ABD'de de 'Vietnam Savaşı' sonrası) "Engelli Hareketi" olarak sivil toplum hareketi sahnesinde boy gösteriyor. Bunlar tesadüf değildir bence. Elimde bilimsel argümanlarım yok ama bu savaşlarda gazi olan nitelikli insanların bu hareketi organize ettikleri konusunda bahse bile girebilirim. ;) Artı, toplumsal hareketler dünyanın bir yerinde başarıya ulaşırsa birbirlerini tetikleyerek zinciri tamamlamaya uğraşırlar.

Ülkemizde ise sivil toplumun; ne entelektüel, ne de örgütlü hareket etme birikimi ve geleneği var.. :( Yüz yıllar boyu "sürü" zihniyetiyle, "ya devlet başa ya kuzgun leşe" şiarıyla asla "modern vatandaş" olamayacak gündemle yaşamışız.. :( Şimdi ne değişti de birdenbire demokratik kitle örgütlü, literatürlü birey/dernek, modern vatandaş oluyoruz??? :( Yıllar önce başka bir yazıma "Her şeyin bir ‘bedel’i vardır." diye başlamıştım. Üzerinde yaşadığımız topraklardan başka neyin bedelini ödedik ki şimdiye kadar biz???

Sağlam insanların, hatta devletin (aslında kelimenin tam anlamıyla: Örgüttür devlet!) hatta hatta ordunun; kesinlikle olmaması gereken hatalarını/saçmalıklarını, son günlerin en yoğun gündem maddesi olarak hayretler ve acı içerisinde izliyoruz! Bunlar önümüzde kötü örnek olarak dururken, ne işçi, ne öğrenci, ne kadın ve ne de sakat hareketi olarak sağlıklı bir oluşumdan söz edilebilir mi?

"Sosyo-ekonomik", "sosyo-kültürel", "AB'nin iteklemesiyle olur mu?" konu başlıklarını da başka bir mesaja bırakayım izninizle..
 
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Babür abimin söylediklerini birazda ha ete kemiğe büründürmek adına şunları da eklemekte fayda var ta Osmanlıdan beri genlerimize işlenmiş “halk devlet için vardır.” Anlayışı bugün bile geçerliliğini koruyan bir düşünce.[/FONT]
[FONT=Verdana]Ortalama bir Avrupalının kafasında “devlet” ona hizmet edecek bir kurum olarak şekillenirken ortama bir Türkün kafasında ise halk “devlete” hizmet etmek için vardır şeklinde bir düşünceyle kendisini gösteriyor.[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Devlete bakıştaki bu iki farklı temel düşünce sanırım bugünkü hak taleplerinin neden bu kadar az olduğunu açıklıyor. [/FONT]
 
Üst Alt