Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Tartışma] Sakat bir bedende sakat bir kafa!

kardelen39

Üye
Üyelik
8 Şub 2005
Konular
4
Mesajlar
99
Reaksiyonlar
0
Dün izlenimci ressamların slayt gösterisi vardı. Monet, Degas, Sisley, Cezanne ve diğerleri… Hepsi de sanata farklı bir bakış açısı getirmişler. Klasik geleneklere karşı çıkıyorlar. Ne yapıyorlar? Mitolojik, dinsel ya da ünlü kişilerin portrelerini yapmayı reddediyorlar. Doğaya yönelirler. Önemli olan anı yakalamak ve bilincinde kalanı resmetmektir.

Bunlar arasında Toulouse Lautrec ‘de vardır. Ben bu ressamın “sakat” olduğunu yeni öğrendim.

200px-Photolautrec.jpg


Paris’in çirkinliklerini çizmiş. Fahişeleri, genelevleri, ışıklı neonlar arasındaki gerçeklikleri… Yani arka sokakları.
Fakat bu gösteri sırasında anlatıcının bir söylemi beynime şimşek gibi çakıldı. O öldüğünde şöyle yorumlar yapılmış.
“ Bu adam sakat bir vücutta ancak sakat bir kafanın barınabileceğine en güzel örnektir .”

Afalladım. O anda beynimden aynı anda birçok soru geçti. Sakatlık yaratıcılığı etkiler mi? Etkilerse ne ölçüde verdiği ürüne yansır? Yaşamın çirkinlikleriyle insanları yüzleştirmenin kişinin bedeniyle direkt olarak ilişkisi var mıdır? Yoksa bu değerlendirme burjuva dili mi?
Ben bunları düşünürken dinleyicilerden birisi anlatıcıya sordu.
“Gerçekten kendisi çirkin olduğu için mi yaşamın çirkinliklerini çizmiş “ diye.
Anlatıcı yanıt verdi.
Çirkin insan yoktur…

Evet, bu yanıt çok hoşuma gitti. İnsan bir bütündür. İnsanın çirkin yanları da vardır güzel yanları da.
Sonra akşam eve geldiğimde Lautrec hakkında internetten bir araştırma yaptım.
Yukarıda söz ettiğim cümle o öldüğünde Paris gazetelerinde yayınlanmış. Bir sitede şöyle diyorlar onun için.
“Oysa ki çeyrek asır sonra dış görünüşü bakımından çirkin , biçimsiz bir cüce olan bu adam , resim dünyasının devleri arasına girecek , eserleri dünya müzelerini süsleyecekti ... “

Evet… İlk önce kavramlarla mücadele etmemiz gerekiyor. Cüce insan çirkindir v.s. v.s.
Federico Fellini onun hakkında şöyle demiş.
"Güzelim dünyadan nefret eden bu soylu kişi; en güzel, en değerli çiçeklerin dahi terk edilmiş topraklar üzerinde ve çöpler arasında yetiştiğine inanıyordu. Bütün insanları seviyordu ama; derinlemesine yaralanmışları daha çok seviyordu. Kötü eğilimler arasında onun nefret ettiği şeyler; sinsilik, ikiyüzlülük ve yapmacık davranışlardı. Sadeydi, gerçeği yansıtıyordu. Çirkinliğine karşın benzersizdi."

Peki cücelik bir eksiklik midir?
Bir ressamın sakat olması ile yaşamın çirkinlikleri!!! ( gerçekliklerini) çizmek arasında ne gibi bir bağ vardır?
Yoksa tüm bunlar sakat insanlara yüklenen roller midir?
Veyahut sağlam bedenlerin sakat kafalarında oluşturduğu paradigmalar mıdır?

Yorumlarınızı bekliyorum.


Son olarak bir not eklemek istiyorum.
Bu başlığı fotoğraf resim başlığına eklemek istedim. Ama o bölüme ayrıcalıklı olanlar konu başlığı açabiliyormuş.
Düşündüm. Düşündüm… Daha ne kadar çok uzun yolumuz var ışığa doğrulum için… Sahi ? Neden?
 
"Bu adam sakat bir vücutta ancak sakat bir kafanın barınabileceğine en güzel örnektir"

Sakatlık halinin nasıl algılandığını, modanın sadece beden'i değil, o vesileyle yaşama bakışımızı nasıl da tümden etkilediğini gösteren bir söz. Gerçi adı geçen ressam 1864'de doğup 1901'de ölmüş ama, bugün de beden'e yüklenen anlamların değişmediği, aksine, moda'nın iyice "ya ol ya öl" dayatması içinde olduğu su götürmez.

Kısa boylu olma hali çok çarpıcı bir örnek bence. Kısa boylu birinin mesela hiç bir engeli ya da vücudunda hiç bir eksik uzvu yoktur. Ama "sakat"tır ve her yerde ayrımcılığa uğrarlar! Kısa boylu biri için o boyda olmak hatta herhangi bir sakatlığı olan biri için "böyle olmak" kendi başına hiç bir sorun içermeyebilir. Yaşmını pekala hiç hem de hiç bir fazladan yardım almadan kolayca sürdürebilir...
Ya da bayke'nin çok güzel anlattığı gibi (K):
"O [İrfan) bir engelli miydi ? Tüm uzuvları yerindeydi. Sadece yüzü yanmış ve parçalanmıştı. İnsanlar ondan korkuyor ve kaçıyordu..
(...) Gündüz gezmeyi özlediğini söylerdi hep.
Karlı fırtınalı havaları gözlerdi umutla. Ancak o zaman karı ve soğuğu bahane ederek yüzünü atkı ve bereyle sarıp dolaşmaya çıkabiliyordu şehrin aydınlık ve ışıklı sokaklarını. Ancak o zaman karışabiliyordu özlediği kalabalıkların arasına..."

Evet, İrfan da moda beden'le fetişistleştirilen zihinlerin daralttığı an'lara yenik düştü ve intihar edip yitti...
Sakatlık kategorisinin (aslında yaşamıın) ne kadar da kurgusal olduğunu gösteriyor tüm bunlar, ve ne kadar yanlış kurgulandığını tabii

Bu başlığa yazmaya devam edeceğim...

Not: Bu başlık bu forumda daha güzel oldu.
Birkaç foruma başlık açma yetkisinin bazı üyelere özel kılınması elbette hiyerarşi yaratmak için yapılmadı; amaç o forumları sıradanlıktan kurtarmak.

Not Not: Aşağıdaki kitapları hala okumadım (ben bi eşşeğim), ama bugün-yarın alıp okuyacağım. Size de önermek istedim

Yaşar Çabuklu
Bilgi: www.kanatkitap.com/?part=authors&ID=391

Toplumsalın Sınırında Beden
toplumsalinsinirinda.jpg


Bedenin Farklı Halleri
bedeninfarklihalleri.jpg
 
Sitede böyle bir konuyu açmanız inanın oksijen gibi geldi bana. Hep acı,uğraş, ekmek,iş,para vb.insan belli noktadan sonra boğuyor. İşte cevapta tam burada yatıyor bence... Sakat bir vücutta sakat kafa yada sağlam vücutta sağlam kafa.
Nietzche bu konuda yol gösterir aslında, kambur kamburuyla koşar diye. Yani kısaca sakatlığın bizlerde bir sürü şartlandırmaları vardır muhakkak. Düşünürken bunlar bizi yönlendirir ,etkiler. Sırtımızda taşıdığımız kambur mu desem yada gereksiz yükler mi desem bize yön vermeye çalışacaktır.

Ancak aydın olmak yada sanatçı olmak yada onları anlamak, TOPLUMSAL KİŞİLİĞE bir başkaldırı değilmi zaten. TOPLUMSAL KİŞİLİK bize ne düşünmemiz gerektiğini nasıl düşünmemiz gerektiğini, rollerimizi, olabilecek statülerimizi anlatır. Oysa biz bunları kabul eden bir sanat akımı göremeyiz, olsa olsa bunlar resmi ideoloji olur.
Sanatı,felsefeyi, bilimi hep karşı çıkışta, TOPLUMSAL KİŞİLİĞİ İNKARDA buluruz.
Cevapta tam burada işte;karşı çıkışta... Yani var olana (Bunun içinde bizim sakatlığımızında çok olumsuz etkileri olması çok muhtemel) karşı,var olmasını istediğiniz şeyleri akılcı,estetik şekilde düşünmek... Bunu başarmak bana göre SAĞLAM KAFALILIKTIR. Zaten gelişim de var olana karşı olması istenilen şeyin mücadelesi değil midir?
Öyle bir yerlere SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR yazmakla olmuyor, karşı çıkmazsan, tuzaklarda kaybolursan ,sorgulamazsan kendini KELLE olursun.
saygılar....
 
Ressamlar ve eserlerinde konuyu görebilirdiniz. Burada özellikle sakat olan sanatçıları dile getirirken bir çok yerde bu kişiyi anmadan geçmedik.

Konuyu çok rahatlıkla burada paylaşabilirsiniz.

Bu arada; daha öncede açıklamıştık bir kez daha üstüne basa basa bunu tekrarlamam gerekiyor.

Toulouse Lautrec cüce değildir.

Sadece geçirdiği bir kaza sonucunda bacakları gelişmesini yapamadığından kısa kalmıştır. Cücelik farklı bir şey biliyorsunuz.
 
Sevgili Andante,

Nete pek girmediğimden ressamlar ve eserleri bölümünü incelemedim. Asıl sorun, konunun bu başlık ya da öteki başlık adı altında sunulması değildir.

Asıl sorun; bir şeyin hangi ilke doğrultusunda konulduğunu bilmektir. Evet, Bülent bu konuda bir yanıt vermiş. Bu yanıt bana her ne kadar doyurucu gelmese de polemik yaratmamak için ya da bu başlığın özünü zedeleyeceği için o konuyu bir kenara bırakıyorum.

Bu başlığı açarken Toulouse Lautrec'in yaşamını internetten okumuştum. Ama kimi yerlerde Lautrec'in genetik bir hastalığından söz ediliyor. Kimi yerlerde senin dediğin gibi kaza geçirdiğinden. Kimi yerlerde de cüce olduğundan. Sonuçta Lautrec kısa boylu bir adam.

Benim sorgulamak istediğim o dönemde de olsa, bu dönemde de olsa sakatlığın nasıl algılandığı.

Bu konuda daha sonra yazacağım. Şimdilik bu kadar yazmakla yetiniyorum.
 


Evet benim önemsediğim sanatçılardan bir tanesi olduğundan onun fotoğrafları ve resimlerinden oluşmuş dosyamdan bir fotoğrafı....

Şimdi....

Takıldığın konuyu ve sana doyurucu gelmeyen cevabı bende bir kenara bırakıyorum. Hiç umrumda da değil bu aşamada açıkcası. Çünkü burada söz konusu bu sanatçı olduğu zaman akan sular benim açımdan durur.

Bir kere herşeyden önce kimsenin cesaret edemediği konulara parmak bastığından değerlidir benim için.Oldukça varlıklı bir ailenin çocuğudur ancak çocukken geçirdiği bir kaza sonucu ölene kadar sakat yaşamak zorunda kalan biridir.

İç dünyası oldukça karışık bildiğin gibi ya da anlayabileceğimiz gibi. Sakat olduğu için o dönemlerde sakatlara bakış çok farklı olmadığından epey sancılı bir yaşantı sürmüştür. Kendisini bir de sakatlığıyla değil, çirkin de bulan birisi olduğu için yaşantısını o dönemin fahişelerinin arasında geçirmiştir. Onların yaşantılarını konu alan resimleri yapmaya başladığında da ünlenmeye başlamıştır.

Bu konu da ki yeteneğini yani sanat yeteneğini burada ele almayacağım. Dediğim gibi bunu zamanında yaptık biz.Burası yeri de değil açıkcası.

Bir zamanların insan haklarının çıkış noktası olan ülkede en aşağılık davranışlara ve hor görülmeye karşı bir parça zenginliği sayesinde göğüs gerebilmiştir. Bir de zengin bir ailenin çocuğu olmasaydı yaşayabilecekleri siz düşünün artık.

Normal olarak algılanmayan ve bence normalin gerçekten ne olduğu konusunun tartışılmasının bugün bile imkansız olduğu o eski dönemlerde yaşadıklarını çok iyi algılamamız gerekir.

Sancılı bir yaşam sürdü, sancılı bir şekilde de öldü. Bu arada gerçekten internet bilgilerine çok fazla güvenmiyorum bunu bir çok konu da dile getirdim.Ve bu sahip olduğum bilgiler internetin henüz kullanılmadığı, en az 28 yıl öncesine dayanan ,sanat tarihi gibi dersin zorunlu olarak eğitimini alırken edindiğim bilgilerdir. Cüce olup olmaması tabikii önemli değil burada tartışılan konu da.Çünkü sonuçta sakat. Ama doğru bir tanedir ve biz neden doğrusunu kullanmayalım?

ve sorularına gelince...

Her zaman sanatçı tanımının ve sanatçı doğasının ne olduğunu bilmek bu konularda önemlidir diye düşünmekteyim. Buna benzer konular bir çok kez tartışıldı burada ve tartışılmalıdır da. Ama buradan yola çıkarak örnekler vermeye başladığımızda yanılgıya düşme tehlikemiz var.

Aynı konu ya Beethoven de de dile getirmiştim. İnanın insanın bencilce bir düşünüşle onun eserlerini incelemeye başladığında iyi ki sağır olmuş diyesi geliyor. Bunu dileyebilir mi insan, inanın bunu yazarken çok zorlanıyorum ama eğer Beethoven sağır olmasaydı o eserleri dinleyebilme imkanımız olmayacaktı.

Çünkü derin bir yalnızlık ve bir iç sanrıyla haykırıştır eserleri.

Aynı şey Toulouse Lautrec içinde geçerlidir. Hiç ressam olmak gibi bir düşüncesi yoktu. Tek derdi boyunun uzamasıydı ve bu amaçla binbir çeşit acılara katlandı. Ama olmadı, yapılan tedaviler sonuç vermediği gibi onun sadece acı çekmesine neden oldu.

Bir şekilde insanoğlu iç dünyasındaki kargaşayı dışarıya vurmak zorundadır. Delirir yoksa. Bir çeşit delilik nöbetine girerek kendini resme verdi. Ressam falan olmak gibi bir amacı da yoktu üstelik. O sadece iç dünyasındaki fırtınaları afiş şeklinde dışarıya vuruyordu. Öylesine beğenildiki yaptıkları afişleri yetiştiremez bile oldu. Resim de yapmaya başladı doğal olarak. Ama yine yetmiyordu içindeki sızı kendine alkole verdiği doğrudur. Yaşantısını fahişelerin arasında geçirmesinin nedenini ortaya koymamız gerekir.

Bir çeşit red edişti sevgili kardelen. Sanırım bu red edişten ne demek isteğimi anlıyorsun.Öylesine sefil bir hayat sürdü ki kendi seçimiyle diyemeyeceğim ekonomik anlamda değil, iç dünyasının kargaşasıyla sonunda frengi oldu. Ve büyük bir acıyla öldü.

Haa....


Her sanatçının ardından dökülen zalim timsahın gözyaşları onun içinde akıtıldı.

O birbirinden renkli, eylenceli resimlerinin içinde görülmeyen gözyaşlarını sadece bizler görebiliyoruz ne yazık ki. Bazıları sanat severliğiyle peşinde bazıları ilginç yaşam öyküsüyle...

Sanatçılar iyi örnek değildir, bazı şeyleri açıklayabilmek için. Bunu bir gün gerçekten nedenleriyle anlatacağım ama şimdi değil.
 
Evet… Haklısın Bülent. Ne yazık ki, bugün de bedenlerimize yüklenen anlamlar belleklerimizi kuşatıyor… İster adı İrfan olsun… İsterse Ali… İsterse Fatma… Hepimiz bu bakış açılarından payımıza düşeni alıyoruz.

Hergün yeni bir şeyler öğrendikçe belleğimdeki soruların yanıtları birer birer aydınlığa çıkıyor.

Güzeli güzel yapan nedir? Biz neye güzel deriz?

Bir görüşe göre güzeli güzel yapan uygunluktur.

Biçimi güzel olan, güzeldir. İçerik önemli değildir. Bu görüş Platon’undur. Ne yazık ki, günümüze kadar gelen görüş budur.

Çünkü Platon’da en başta güzellik ideası vardır. O gerçekten de bir ideadır.

Bizler güzele güzel derken yalnızca biçimsel olarak bakıyoruz. O şey için bir değer belirlemiyoruz. Yalnızca insana değil, yaşama da estetik bilinç ile bakmamız gerekiyor kanımca.

Ahh! Kuyucak nickli arkadaşım!

Nasıl da yabancılaştık değil mi? Nasıl da hastalıklı bir toplum olduk. İnsan, var oluşunu neye adayıp, nerelerde kendini arıyor?

İş… İşbölümü yani… Yani yabancılaşmış emek… Yani… Çalışmak… Yani… Kendine ve topluma yabancılaşmak…

Para… Evet, para en büyük güç… Satın alınmayanı bile satın alabilir para…

Ekmek desen aslanın ağzında…

Evet, sakatlık kişiliğimizi etkiliyor kuşkusuz. Ama burada önemli olan ne biliyor musun? Kendi kişiliğimizi kendimiz oluşturmak. Kişilik oluşturma bir süreçtir. Felsefe, sanat, bilim, eleştiri ve yöntemli bir eğitimle sağlam bir kişilik kazanılır. O düğüm kişinin kendi elinde. Evet… Niçe…

Bu benim gündüzüm!
Bu benim sabahım!
Kime ne?

Sahi? Kime ne? On da öyle bir başkaldırı var ki, tüylerimi diken diken ediyor…

Ve… İlayda… Bana da hep öyle olur. Nerde yalnız başına birini görsem… Gidip tanışmak, konuşmak isterim. Nerde dalgın birini görsem… Gidip yarasına merhem sürmek isterim. Çünkü bilirim kimsesizliğin anlamını… Çünkü yalnızlık, keskin bir bıçak gibidir… Yüreğinize değdiğinde kanar… Ama kimsesizliğin kimsesizliğinde…

Sevgili Sanem! Evet, uzun zaman oldu seninle forumlarda karşılaşmayalı… Belki de didişmeyeli… didişmeyi severim aslında. Çünkü ufkumu genişletir devinim… Yazını bir solukta okudum. Evet, konunun özüne ilişkin söylediklerinle ilgili benim de söyleyeceklerim var. Ama bir sonra ki yazımda…
 
sakat beden sakat kafayla birleşirse felaket olur :lol:
 
Lautrec’in yaşamı ve sanatı hakkında akademik bilgim yok. Yalnızca internetten okuduğum kadarıyla biliyorum. Senin de dediğin gibi internet bir bilgi çöplüğü… Hangisini inanacağını bilemiyorsun.

“Sakat bir bedende sakat bir kafa… “

Çarpıcı bir cümle… Şöyle düşünüyorum. Biz engelliler, toplumda birçok ayrımcılığa uğruyoruz. Şimdi… Geriye dönüp yaşamıma ve gözlemlerime bakıyorum. Kocamın yaşadıkları geliyor aklıma. Kocam bir kamu kurumunda yöneticiydi. Ufak, tefek bir adam… Kambur… Bir gün, üst bürokratlardan biri telefonda arar. Engelli birine tekerlekli sandalye gereklidir. Kocam sorunu çözer. Daha sonraki günlerde engelli kişilerin sorunlara ilişkin o bürokratla sürekli telefonla görüşürler. Ama yüz yüze gelmezler hiç. Bir gün bu bürokratın yolu kocamın işyerine düşer. Kapıyı çalar. Kocam masasında oturmaktadır. Adam sorar. “ X kişiyle görüşecektim? “ der. “ Buyurun, benim “ diye yanıt verir kocam. Adam şaşırır. Gözleri fal taşı gibi açılır. Masanın başında ufak, tefek bir adam… Sandalyenin içinde kaybolmuştur adeta. Herhalde anlaşılmadığını düşünür. Yeniden sorar. “ X kişiyle görüşecektim ben “ der. Kocam yine “ benim “ diye yanıt verir. Adam kekeler. Koltukta kelli, felli bir adam beklerken karşısına eçiş, büçüş bir adam oturmaktadır. Kafasında çizdiği profille uyuşmaz. Tüm düşünceleri alt üst olur. Adam duvara çarpmış gibidir. Yüz çizgileri vurur her şeyi açığa.

Bunun gibi olaylarla ben de karşılaştım. Çevremde gözledim. Örneğin, bankada çalışırken kambur birinin göz önünde değil de, arka taraflardaki servislere verildiğini biliyorum. Yine şeflik ya da amirlik sınavlarında engellilere ayrımcılık yapıldığını bizzat yaşayarak öğrendim.

Tüm bunların ne ile ilgisi var? Sakat bir bedende sakat bir kafa anlayışı ile… Ne yazık ki, insanlar bizlere çıplak gözle değil de, gözlerine taktıkları gözlükle bakıyorlar. Yalnızca bizlere değil, tüm dünyaya belki de…

Şimdi… Aklıma gelmişken söyleyeyim. Lautrec yaşamın çirkinliklerini resmetmiş diyorlar. Bu çok örtülü bir dil… Gerçekleri gizleyen bir dil… Güzellik ve çirkinlik… İkisi de birbirine zıttır. Yaşam zıtların birliği değil midir? Neden yaşama parça parça bakıyoruz? Ya da neden öyle bakmamız isteniyor? Fahişelik, kadının etini satmasıdır. Hayat kadını diyorlar adına. Biz kadınlar! Hepimiz hayat kadını değil miyiz? Neden açık açık orospuluk denilmiyor da hayat kadını deniliyor? Bir kadın bedenini satıyorsa, neden sorusunu sormak gerekir. Eğer biz nedenleri, niçinleri bilmiyorsak, o şeyin kendisini bilmiyoruz demektir. Burjuva, dil ile gerçekleri örtüyor. Sonra da bunu Lautrec’de olduğu gibi sakatlığı ile özdeşleştiriyor. Şimdi diyelim ki, ben savaş resimleri yapıyorum. Kan… Şiddet… Parçalanmış cesetler falan filan. Ne diyecekler acaba? İçindeki ezilmişliği şiddet resimleri ile açığa çıkarıyor v.s. v.s. Oysa savaş, siyasetin başka araçlarla yürütülmesidir. Savaşın altında ekonomik nedenler vardır. Savaş, dünyayı paylaşmak için yapılır v.s. v.s. Gerçekleri dil ile örtmek ne kadar da kolay!

Şimdi gelelim sanatta yaratıcılık boyutuna. Tabii ki, yaratıcılıkta kişinin ailesi, çevresi, içinde yaşadığı toplum etkilidir. Çünkü sanatçı, gözlem ve deneyimlerinden yola çıkarak bir şey aktarır. Nasıl ki Kafka babasının otoriter tavrından etkilenip “değişim” romanını yazmışsa, Lautrec’de sakat olması resimlerine yansımış olabilir. Dediğim gibi yaşamı hakkında fazla bir bilgim olmadığından fazla girmeyeceğim.

Sanat, acıların dışavurumudur. Dediğin gibi Sanem, insan içindeki fırtınaları susturmazsa, delirir. Çünkü, toplumdan kopmak insanın bazı yanlarını törpüler. Ana bazı yanlarını da geliştirir. İnsanın fantezi dünyası gelişir. İnsan yalnız kaldığında doğaya, nesnelere aşkla bakar. Aşk ki, tanımak ve öğrenmektir. Aşk ki, ince detaylara kadar gözlem yapmaktır. O zaman aşk, artık sanatsal olanın içeriğidir. O ideal de ise, sevgi, eşitlik, özgürlük vardır.

Hani sen Beethoven’den söz etmişsin ya!

Ben de aklıma gelen bir sözüyle yazımı bitireyim.

“ Prens! Sizin asaletiniz, doğuşunuzdaki tesadüfe bağlıdır. Oysa ben, kişiliğimi kendim oluşturdum. Yeryüzünde binlerce prens var. Ama bir tane Beethoven var. “
 
Yapmayın arkadaşlar....

Neredeyse sakatlığın,acının, yaratıcıiığın temeli olduğu varsayımına dayanacaksınız.
HERKESİN ACISI, ÖTEKİNİN ACISINI DÖVER.En çok acıyı ve yalnızlığı sakatların çektiğinin ölçüsü nedir? Bence her insanda vardır bu duygular. Dışlanmışlık,yalnızlık acı... Ama sanat ve düşün alemi yalnızca bunlardan oluşmuyorki. Zaten acının ve yalnızlığın,dışlanmışlığın ve aşkın vs.nin en büyük eserlerini hep sakat olanlar vermediki... BÜYÜK OLANLARIN hepsinin temelinde yatan gerçek, KARŞI ÇIKIŞTIR.
sanatın,düşüncenin temelinde ;Bireysel olanın,yerel olanın evrensel olan insani duygulara anlatılmasıdır, tabiki estetik biçimde...
Bir sanat eserine bakarken yada bir sanat eseri yaratırken biz hep sakatı ve sakatlığı mihenk taşı yaparsak...İşte o zaman sakat kafalara sahibizdir.
Burada bahsedilen ressam; duygularını evrensele taşıyabilmiştir...Onu anlayanlar vardır ve çoğunluktadır. Onun başarısını sakatlığına bağlayanlara denecek tek söz vardır;HADİ LEYN...
 
kuyucak' Alıntı:
Öyle bir yerlere SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR yazmakla olmuyor, karşı çıkmazsan, tuzaklarda kaybolursan ,sorgulamazsan kendini KELLE olursun.
Kuyucak yazdıklarına katılıyorun. Özellikle "Sağlam Kafa, Sağlam vücutta bulunur." sözünü bir kaç ay önce bende gündeme getirmeye çalışmıştım ama malesef farklı anlaşılmış ve açtığım form site yöneticileri tarafından silinmişti.
Gerçektende Sağlam kafa, sağlam vücuttamı bulunur?
Sağlam kafa derken toplumdaki normal kafa yapısı kastediliyorsa bu sözün biraz doğruluğu var gibi. Çünkü toplumla yeterince irtibat halinde olamayan bir engellinin toplum standarlarında da düşünmeyeceğini sanıyorum. Engelli kişide Asosyal bir durum varsa bu onun doğrudan engelinden değil, toplumla içiçe yaşayamamasından kaynaklanan yani toplumun kendisinden kaynaklanan bir sorundur.
Aslında diğer yandan da psikologlar yalnız kalmanın insanın hayal gücünü ve yaratıcılığını artırdığını söylemektedirler.
Bu bağlamda engelli bir kişiden pek ala yaratıcı bir sanatcı da çıkabilir.
 
Sevgili kardelen,

Gerçekten de sanatçılar bizim için doğru örnekleri ortaya koyamazlar. Bu çok ama çok uzun soluklu bir yazı olabileceğinden ben henüz bunun başlangıcı nı yapamadım. Ama bunun nedenlerini gerçekten ortaya koyamazsam anlaşmamız söz konusu olamayacak. Seninle değil, genel anlamda anlaşmaktan söz ediyorum.

Bir kere senin yazına değil, Lautrec için hayatın çirkinliklerini yansıtmış diyenler onu ve yaptıklarını asla ama asla anlamayanlar benim için.

Peki hayatın güzelliklerini mi resmetmiş? Bunun da cevabını veremezler. O sadece yer edinemediği dünyada fahişelerin arasında yer edinirken onlara ait her şeyi resmetmiş. Bu iş bu kadar basit. Güzel yada çirkin diye bir şey yok resimlerinde. Tam tersine alabildiğine renkli, alabildiğine canlı anlar var tüm eserlerinde.

Burada ben bir sanatçı gözüyle onun resimlerini anlamaya çalışırken bir başka açıdan o renkli bölümlerin arasındaki gözyaşlarıyla çok daha fazla ilgileniyorum. Ve bu aşamada sanatseverlerin o salak çizgisinden ayrılıyorum.

Düşünebiliyormusunuz bir sakat adam var ve kendini dünyanın en çirkin insanı olarak görüyor, kendinden nefret ediyor, kimseyle beraber olamayacağına kendi kendine, toplumun var olan değer yargılarıyla güzellik kavramıyla birleştirerek inandırmış ve fahişelerle yaşamaya başlamış.Ben işte resimlerinde çektiği acıyı görüyorum. Ne o resimlerdeki inceliklerle ilgileniyorum nede başka bir şeyle. Haa tabikii bu tartışma bir sanat formunda yapıyor olsaydık bunları da dile getirirdim.

Güzellik kavramı diye bir şey var mı yok mu?....

Yüzyıllardan beri insan bunun savaşını vermiyor mu?

Güzellik diye bir kavram var. Şimdi kimse kalkıp güzellik diye bir kavram yoktur, çirkin insan yoktur, güzellik görecelidir vs. gibi şeyler söylemeye kalkışmasın. Var olan gerçekleri konuşalım.

Sevgili baykenin yazısındaki adam ı hiç birimiz unutmadık. İçimiz de burktu orada yazılı olanlar. Ama böyle bir kavram olduğu için içimizi burktu, bu da ayrı bir gerçek.Böyle bir kavram olmamış olsaydı bunu tartışıyor olabilirmiydik, yada sevgili baykenin öyküsündeki adam yaşarmıydı yaşadıklarını.

Sanattan yola çıktık ister istemez sanattan devam etmek zorunda kalacağım. Rönesans dönemi ve sonrasındaki kadın resimlerini lütfen dikkatlice inceleyin.

O resimlere bakınca o dönemin insanları sanki hiç gülmüyordu gibi bir izlenime kapılırsınız. Kadınların hepsi sadece çok ama çok hafif bir tebessümle yetinirler. Yada bazen kadınların yelpazelerini ağzılarına götürdüklerini görürsünüz gülerken ama asla gülmelerine tanık olmazsınız.

Neden diye hiç düşündünüz mü? kadınların gülmesi ayıpmıydı sizce?

Ayıp falan değildi, kahkahalarda atarlardı kuşkusuz. Ama beyaz tenli olmak güzellik sayılıyordu. Bu sebeple kadınlar beyaz bir tene sahip olabilmek için o dönemlerde yapılan el yapımı içleri cıva dolu kremli pudraları kullanırlardı. Bunlar da bir süre sonra dişlerin dökülmesine sebep olurdu. Ve kadınlar yelpazeleriyle bozulan dökülen dişlerini saklardı veya tebessümle yetinirdi.

Güzellik diye bir kavram hep vardı. Moda çok eskilere giden bir olgudur ve ne yazık ki en fazla da kadınlar bu olgunun esiriydiler o dönemlerde de bu dönemlerde de.

Ve bana bunun yok olabileceğini kanıtlayabilirmisiniz? Sizce bu dünyadaki mantık devam ettiği sürece doğal ve olduğu gibi bir olguyu kabul edebilen bir mantık ortaya çıkabilir mi?

Çıkması gerekir doğru olan budur ama gerçekmidir o tartışılır.Bizler ise yaşamımızı gerçekler üzerine kurguluyoruz genellikle. Doğrularla çok fazla ilgimiz yok. Medyası, vs. ile yönlendirilmiş tüm toplumlar var olan gerçekleriyle acı içindeler ama farkında değiller bu da ayrı bir gerçek.

İşte bunun farkına vardığında egemen olan bu "normal" yaklaşımı son bulduğunda insanoğlu mutluluğu yakalayacaktır. Bunun dışında biz burada istediğimiz kadar doğruları göstermeye çalışalım yaşanılan gerçeklerle yol almaya devam edeceğiz.

Ve bunun üstüne üstlük bir de sakatsak, işte seyreyle gümbürtüyü. Sitemizde engellilerin karşılaştığı bir sürü konuyu tartıştık durduk . Engelli insanlarımızın toplumda var olan normal kavramının dışında yaşam bulmaya çalışırken kendi dünyalarındaki kasırgaları açık yüreklilikle dile getirebildik mi.?

Engelli sanatçılar kendilerini ifade edişi bir şekilde sanatın dallarıyla dile getirirken bu yetenekten de mahrum sakatlarımızın iç dünyalarındaki fırtınaların dinmesi bu düzende ancak ve ancak kendi gerçeklerini güzel bulmalarıyla söz konusu olabilecektir.

Bunu yapan sakatlarımız var ve onlar mutlu azınlık. Bunun dışındakiler toplumun bizlere öğrettiği normal kavramıyla kendini karşılaştırmasıyla dolu bir yaşantı sürdürmekte.

Çıkıp diyebilmeliyiz ki toplumdaki normallere ama bunu lafla değil tüm hücrelerimizde hissederek söyleyebilmeliyiz;

Arkadaşım ben sakatım, senin güzellik kavramın benim için geçerli değildir. Benim kendi bedenimde kendi güzelliğim var ki sen onu anlarsın yada anlamazsın sen bilirsin. Benim gerçeğim benim için güzeldir ve benim var olma sebebimdir.
 
andante' Alıntı:
Arkadaşım ben sakatım, senin güzellik kavramın benim için geçerli değildir. Benim kendi bedenimde kendi güzelliğim var ki sen onu anlarsın yada anlamazsın sen bilirsin. Benim gerçeğim benim için güzeldir ve benim var olma sebebimdir.

Mükemmelllllllll Yüreğin hiç ama hiç dert görmesin Öğretmenim :D
 
Toplum dışına itilen ya da toplumla uyuşamayan bir insanın diğer toplum dışına itilenlerle ya da uyuşamayanlarla kader birliği yapması ya da onların arasında kendisini rahat hissetmesi oldukça doğal.
Belki de onların dünyasını yansıtması bir şekilde meydan okuma ya da toplu halde kimlik kazanma, varlığını ortaya koyma güdüsü. Belki de TV de gördüğümüz travesti krizlerinin entellektüel düzeyde bir sanatçı tarafından farklı bir dışavurumu.

Ancak burada fiziksel bir uyumsuzluktan çok ruhsal bir uyumsuzluktan söz etmek belki de daha doğru olur. Zira Manet, Renoir, Degas gibi engelli sanatçıların aksine Lautrec kendisine çok farklı bir dünya yaratmış. Belki de düşündüğünüzün aksine zengin bir aileden gelip Paris sosyetesinde yaşaması şanssızlığıydı, dışlanması ya da uyum sağlamasının güç olması bu yüzdendi.

Eğer tedavi denemelerinden sonuç alsaydı ya da fiziği diğer insanlar gibi olsaydı kompozisyonlarının temaları aynı mı olurdu acaba.
 
Merhaba,

Biz burada genel anlamda sanatın içeriğini tartışmıyoruz. Eğer öyle olsaydı, sanatın başlangıcından bu güne geçirdiği süreçleri ele alırdık Kuyucak. Evet, sanat bir karşı çıkıştır. Bunu kim yadsıyabilir ki…

Burjuva yükselişinin ilk dönemi olan Rönesans’ta toplumsal ilişkiler daha açık seçikti. İşbölümü dar kalıpların içine sıkıştırılmamıştı. İnsan, yaratma yeteneği ile yepyeni ufuklar açmıştı. İkinci dönem burjuva yükselişi Fransız devrimi ile oldu. Burada sanatçılar çağının düşüncelerini dile getirdi. Neydi onlar? Özgürlük, eşitlik, kardeşlik duygusu. Daha sonra ne oldu? Kapitalizmin çelişkilileri ortaya çıkmaya başladı. Bir yanda özgürlük, bir yanda ücret köleliği. Sonunda, sanat da , sanatçı da öyle bir döneme girdi ki, bu dönemde insan yalnızdı. Çünkü işbölümü artmış, uzmanlaşma başlamış, insan ve insan ilişkileri metalaşır olmuştu. İşte o dönemde romantizm, klasisizme bir karşı çıkış olarak doğdu. Sonra izlenimcilik, doğalcılık ve diğer akımlar birbirini izledi.

İnsanı nasıl toplumdan soyutlayamazsak, sanatçıyı da o toplumun gerçekliklerinden soyutlayamayız. Bir sanat eserini ortaya çıkarmada, o eserin tasarımında sanatçı çeşitli öğelerin etkisi altında kalabilir. Bir eser, heyecanlardan doğabilir. Bir eser, dinginlikten doğabilir. Bir eser, acılardan doğabilir.

Ama yaratma süreci sancılı bir dönemdir. Çünkü, doğurmak başlı başlına bir acıdır. Çünkü o anda, sanatçı hep kendi kendiyle konuşur. Kendi kendisiyle tartışır. İki seçeneğiniz vardır. Ya gelişmek için acı çekmek ya da acı çekmemek için gelişmemek. Estetik konusuna girmeyelim. Çünkü girersek işin içinden çıkamayız. Ama güzel olan, zaten estetik nesnedir. Estetik nesne, olmayan güzel değildir. Kendi kendisiyle yalnız kalamayan, zaten yaratamaz. Yalnızlık, insanın kendi kendini dinlemesidir.

Biz burada yaratıcılığın genel boyutlarını tartışmıyoruz kuşkusuz. Ama keşke tartışabilseydik… Yalnızca sakatlığın yaratılıcılığa etkisi olup olmadığını tartışıyoruz. Biz de sonunda olasılıklardan söz ediyoruz.

“Sağlam kafa sağlam bedende bulunur “sözüne gelelim.

Tabii kimi sözleri sözlük anlamıyla alırsanız, bazı hatalara düşebiliriz. Oysa söz sanatlarında kimi sözcükler mecazen kullanılabilir. Burada anlatılmak istenen, beden ve ruh sağlığının birlikteliğidir.

Lautrec, kendini çirkin görmüş müdür? Onun için mi tercih etmiştir arka sokakları? Bilmiyorum. Fakat bana göre Lautrec, yaşamın çirkinliklerini değil, yaşamın gerçekliklerini resmetmiştir. O gerçekliklerde ise, kadının metalaşması vardır. O gerçeklerde, sistemin ikiyüzlülüğü vardır. O resimlerde yaşam vardır. O resimlerde gerçekliğin özü canlanır vurur yüreklerimize. Evet, bunun için büyüktür Lautrec. Yaşamın çirkinliklerini resmettiği için değil.

Güzellik kavramı tabii ki var. Olmaz mı?

Ama güzellik kavramının çerçevesini iyi belirlemek gerekir. Sanatta estetik ise, başlıbaşına ayrı bir konudur.

Ama burada bir şeye katılmayacağım. Evet, çirkin insan yoktur. Çünkü çirkin diye özel bir şey yoktur. Biz güzele yalnızca biçimsel olarak baktığımız için, güzeli(!!!) güzel sanıyoruz. Çünkü güzelin ne olduğunu bilmiyoruz. Yalnızca sanılarla yaşıyoruz. Sanılarla gerçeklere ulaşılamaz. Hem gerçek dediğimiz ne ola ki? Gerçek gerçek midir?
 
kardelen39' Alıntı:
Lautrec, kendini çirkin görmüş müdür? Onun için mi tercih etmiştir arka sokakları? Bilmiyorum. Fakat bana göre Lautrec, yaşamın çirkinliklerini değil, yaşamın gerçekliklerini resmetmiştir. O gerçekliklerde ise, kadının metalaşması vardır. O gerçeklerde, sistemin ikiyüzlülüğü vardır. O resimlerde yaşam vardır. O resimlerde gerçekliğin özü canlanır vurur yüreklerimize.

Tabii kafamızda idealize ettiğimiz kavramlar gerçek dünyaya pek uymayabilir. Hatta çoğu zaman uymaz:

228komikaze228xp6.jpg


Lautrec'in nereden ve ne amaçla yola çıktığı hakkında kesin bir kanıya varmak zor. Ama bir önceki mesajımda söylediğim gibi engelli olup da konformist düzlemde ürün veren birçok sanatçı olduğu gibi engelli olmayıp da nonkonformist tarzı benimsemiş birçok sanatçı da var.

Bana bu herşeye rağmen asıl uyum sancısının fiziksel değil ruhsal olduğunu düşündürüyor.
 
Ah sevgili kardelen,

Güzellik kavramı varsa eğer bunu kabulleniyorsak, ne yazık ki bunun aksi olan çirkinlik kavramı da vardır.

Gerçek yaşadıklarımız. Dikkat edin doğru ve gerçek diye üstüne basa basa söyledim. Doğru olan senin dediğin ama gerçek değil. Çünkü bunlar yaşanılmıyor. Yaşanılan a bakarım ben bu anlamda.

Bakın istanbul da kocaman kocaman panolarda bir reklam yapılıyor. Bence ilginç bir reklam.

Bir kaç fotoğraf var... Hepsinde kadın kullanılmış.

Birinde yaşlı bir kadın var. Hepimizin ulaşacağı bir gerçek bu. Ve bizlere soruyorlar bu fotoğrafta;

Sizce yaşlı mı, yoksa parıltılı mı?

Buna verilecek cevaplar muhteliftir. Benim cevabım yaşlı ama pırıltılıdır da.

Bir başka panoda genç bir bayanın fotoğrafı var. Pürüzsüz bir teni hep pompalarlar ya bize, bu kadının bana göre ona çok yakışan benleri var hemen her yerinde. Ve yine bizlere soruyorlar;

Sizce benli mi albenili mi?

Ya cevabım yine aynıııııııı. Her ikisi de.

Reklam da demeye getiriyor ki güzellik kavramı doğal olandır. İşte benim gerçeğim bu .

Yaşlı, benli,tüylü tüzsüz, vs... hepsini geçtim. Eğer bunlar benim bedenimdeyse benim gerçeğimdir ve güzeldir. Başkaları için çirkin bile olsa.

Bu çirkin kavramını yok etmez. Çirkinlik yine var, ben bunu yadsıyamam. Ama benim gerçeğimse ben bununla yaşamak zorundaysam benim güzelimdir, başkalarının çirkin yaklaşımına aldırmam sadece.Aldırdığım anda düşeceğim kendi iç dünyamdaki sarsıntıya dayanamam. Kimse dayanamaz.

Bu sebeple kimseye kalkıp çirkin yoktur, tüm insanlar güzeldiri pompalama yerine diyorumki evet çirkin vardır ama yapabileceğim bir şey yoktur bu anlamda bu sebeple senin, benim için yorumların bana vız gelir, gelmek zorundadır ben kendimle çirkinliğimle güzelim.

Lautrec adına yorum yapamayacağım açıkcası bu durumda sevgili neptün. Bildiğim, bu gerçeği olmasaydı Lautrec in asla bugün bildiğimiz gibi olamayacağıydı. Belki adını bile duymamış olabilirdik.

Kesinlikle Lautrec in var olması fizksel durumundan dolayı duyduğu rahatsızlık sonucu ruhsal yapısınında düzgün olmamasıdır.Belki Lautrec i en iyi biz anlayabiliriz bu anlamda. Buradaki arkadaşlar kendi iç dünyalarında esen fırtınaları bizlere olduğu gibi hiç anlatmadılar ki. Daha çok uğradığımız haksızlıklarla ilgili düşüncelerimizi dile getirmeye çalıştık.

Hiç bir haksızlığa uğramamış bile olsak derin bilinç altımızdaki acıyı tüm açık yürekliliğiyle anlatmaya başlama zamanıdır belkide.

Ve Lautrec, kendi kurduğu dünyasında yani fahişelerin arasında mutlumuydu sizce? Bilmiyorum, kesin bir cevap veremem ama bu durumda bir alkol batağına sapması burda bile çok fazla mutlu olmadığının bir göstergesi. Frengiden ölmesi de işin başka boyutu zaten. Bir çeşit intihardı aslına bakarsanız. :D
 
Kardelen benim bu mesajı yazmış olduğum bir gerçektir. Sence?
 
Kardelen benim bu mesajı yazmış olduğum bir gerçektir. Sence?

demiş Pegasus...

Ben de diyorum ki...

Senin o mesajı yazmış olman ya bir düşse ? Düş olmadığını kanıtlarsan belki inanırım sana.

Ah! Evet, yaşamda idealize ettiğimiz ama gerçeklerle uyuşmayan ne kadar çok olgu var. İdeal ile gerçekler uyuşmadığında kargaşa doğar. İşte sanatın amacı budur. O çatışkıyı insanlara göstermek… Zaten yaşam dümdüz bir kağıt gibi olsaydı, sanat doğmazdı.

Ben güzellik kavramı vardır da, çirkinlik kavramı yok demedim ki… Yaşam zıtların birliği demedim mi? Dedim… Öyleyse… Peki ne söyledim? Çirkin insan yoktur dedim. Peki! Öyleyse bu kavramları biraz daha açalım.

Neye güzel, neye çirkin diyeceğiz? Bu ayrımın ölçütleri ne olacak? Burada estetik açıdan sanatı yine bir kenara bırakıyorum. Konumuz insan…

Salt güzel insan var mıdır? Tabii yine burada kavramların içini boşaltmamız gerekiyor. Fizik ve ruh bütünlüğünden söz ediyorum kuşkusuz. Salt güzel insan olmadığına göre salt çirkin insan da yoktur.

Bize güzel görünenin çirkin yanlarını da görürsek o kişiyi idealize etmemiş oluruz. Sonra da o kişinin çirkin yanlarını sevecenlikle eleştirirsek, birlikte insanlaşırız.

Oysa bugün, kadınlar ve erkekler için birtakım modeller önümüze sürülüyor. Kadınlar, 90-60-90 olacak. Erkekler geniş omuzlu, uzun boylu, adaleli olacak v.s. v.s. ( Lisede okuduğum beyaz diziler aklıma geliyor)

Neden yalnızca güzellik görsellik ile sınırlandırılıyor? Kadını ya da erkeği alıp vitrine mi koyacaksın?

Dünyada ne kadar çok insan varsa o kadar güzellik anlayışı vardır. Öyleyse ölçütümüz ne olacak? Haa… Demek ki, güzeli ararken kadın ve erkek kimliğinin çok ötesine geçmek gerekli… Öyleyse, önce insan demeli…

İnsan, insana katkı yaptığı sürece güzeldir. İnsanlaşma önünde duruyorsa, çirkindir. Önce şunları yapmalı insan… Kimseyi sömürmeyeceksin. Kimseyi ezmeyeceksin. İnsanların haklarını yemeyeceksin. Ayrımcılık yapmayacaksın. İnsan haklarını çiğnemeyeceksin. Çalışacaksın. Üreteceksin. Tembel tembel oturmayacaksın. Daha bir sürü şey… Yani”güzel insan” olmak öyle kolay değil…

Gördünüz mü? Bilinçlerimizi ne kadar raspalıyor sistem… Güzeli bize hep görsellik olarak pompalıyor. En güzel yoldur bu bilinçlerimizi iğdiş etmek için… Medyasıyla, edebiyatıyla, resmiyle, reklamlarıyla güzel kavramının içi boşaltılıyor.

Yaşlı mı? Pırıltı mı?

Sen her ikisi diye yanıt verebilirsin. Bu yanıtlar kişiden kişiye göre değişebilir. Ama çoğunluğun bu soruya “ pırıltı” diyeceğini umuyorum ben. Çünkü reklamlar, artık insanları en can alıcı yerinden vuruyorlar. Çünkü orada amaç insanları güdümlemek ve istediği düşünce doğrultusunda hareket etmesini sağlamaktır.

Şimdi Lautrec’e dönersek… Lautrec sistemin değerlerine başkaldırmıştır. Lautrec fahişeleri, arka sokakları resmederek, bu dünyada yalnızca ütülü pantolonlu, kravatlı insanların olmadığını göstermiştir. Lautrec, insanlığa katkı yaptığı için devleşmiştir. Asıl olan budur. O benim gözümde “güzel bir insandır”
Aaa! Evet… Kim daha iyi bilebilir benden başka… Yüzüne tüküren gerçeğin kötülüğü! Yapışır yüzüne dünya! Kargışlarsın evreni! Göksel bir betimlemedir düşler! Düşlerin içinde sanat !
 
Evet kardelen ya yazım bir düşse! Ya sen, ben hepimiz bir düşsek...Ya yaşıyor olmamız bir düşse! Ama sen düşme...Matriksten çıkarsın alimallah...
 
:D yani pegasus... :D

Sevgili kardelen reklama benim verdiğim yanıtlar belli.

Verilen yanıtları merak ediyorsan hemen söyleyeyim;

Birinci söz ettiğime yaşlı diyor insanlar.

İkinci söz ettiğime de benli...
 
Unutma o zaman! Hepimiz aynı gemideyiz demektir. Bana laf yetiştireceğine önüne bak! Cumburlopppp :lol: :lol: :lol:

Valla Sanemciğim...

Gerçekler acıdır. Hele hele insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalması daha acı...

Paylaşımlarınız için teşekkür ederim.
 
Sevgili kardelen'imiz bir tartışma konusu açıyor...Sakat bir bedende sakat bir kafanın olacağı önyargısı ...Belliki bu bakış açısı onun canını çok acıtmış.Hayata
bakışını ve yaratıcılık sandığı şeyleri yeniden sorgulamaya başlamış.

Ama bizler acaba onun canını acıtan şeyimi,yoksa kendimizin önem verdiklerinimi
tartışıyoruz?Yani önce karşımızdakinin ne dediğini,ta içimizde duyabiliyormuyuz?
Tam olarak onu anladıktan sonra,doğru düşünüyorsun şundan dolayı yada yanlış
düşünüyorsun şundan dolayı yada eksik düşünüyorsun bundan dolayı desek...

KENDİ ÖNEMLİLERİMİZİ DE KENDİMİZ tartışmaya açsak diyorum.Türkiye'de bir
konu tartışmaya açıldımı,onu toparlayabilene aşkolsun.Her açılan paragraf yada
her söylenen dip notta tartışılan konu kaybolur gider.HER İSTEYEN İSTEDİĞİNİ
ALIR düşüncesi böyle hayata ortak tavır koyması gerekenler arasında olmaması
gerekir diye düşünüyorum.Pes ediyorum,benden bu kadar.
 
Diyalektik düşünce yönteminin en önemli unsurlarından birisi de; kişileri, olayları ve düşünceleri, zaman ve mekân boyutunda değerlendirmektir. Özellikle, zaman unsurunda geriye gidilme oranında değerlendirme yapmak güçleşir. E.. tabii.. 19. yüzyılın son dönemine bakmakla, 7000 yıl öncesine bakmak arasında göreceli olarak bir fark olacaktır.

Ancak, teknolojinin ve tıbbın çok hızlı gelişmesi ama bireylerin ve toplumların düşünce yapılarındaki gelişimin bu hıza ayak uyduramaması, yaşadığımız zaman diliminde aşılması çok çok zor çelişkilerin varlığını da beraberinde getirmiştir. Bu yüzden 100 yıl öncesini bile değerlendirirken zorlanırız!

"Engelli hareketi" diye bir hareketin olmadığı, teknolojik gelişimin özellikle engellinin düşünsel donanımını geliştirmesine yardımcı olmasının söz konusu olmadığı bir çağla, günümüz dünyasını karşılaştırmak bazen anlamsız yorumlar yapmamıza bile neden oluyor.

Şuraya takıldım:

O öldüğünde şöyle yorumlar yapılmış.
"Bu adam sakat bir vücutta ancak sakat bir kafanın barınabileceğine en güzel örnektir."

O yorumcular, günümüzde yaşasalardı böyle bir yorumu kesinlikle yapamazlardı!

Yahu günümüzün yaşayan en ünlü dâhisi bir sakat! Ya da şöyle diyebiliriz: Günümüzün en ünlü sakatı bir dâhi. :)

Steven Hawking ve ALS hastalığından söz ediyorum. Var mı daha ötesi?..

Ve bu tezi çürütecek onlarca örnek vermek mümkün.. Hatta çok çok yakınımızdan, forumumuzdan bile örnekleri rahatlıkla bulabiliriz. Ancak 100 yıl öncesinde böyle bir yorum hiç garip gelmiyor bana!



Bir de şu var:

SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR

Bu sözü ilkokuldan beri hep duymuşumdur ama hiçbir zaman SAĞLAM yerine SAKAT koyarak düşünmemişimdir! Yani: "Sakat vücutta da sakat kafa bulunur" çıkarsamasını yapmak pek doğru gelmiyor bana. Çünkü, bu söz; sporu teşvik ve sigara, içki vb.. kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak amacıyla söylenegelmiştir.

Sakat ama spor yaparak sağlam vücuda sağlam vücuda sahip olanların kafası nasıl oluyor? Ya da görünürde herhangi bir sakatlığı olmayan ama günde iki paket sigara tüketen alkolikler de yine sağlam kafaya mı sahip olacaklar?




Son olarak: "Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca" demiş Karacaoğlan.. Hadi bakalım.. Biraz da bunu tartışalım.. "Gerçek mi, düş mü" geyiği yerine.. ;)
 
:) biras "off topic" olucak ama;

andante' Alıntı:
Sevgili kardelen reklama benim verdiğim yanıtlar belli.

Verilen yanıtları merak ediyorsan hemen söyleyeyim;

Birinci söz ettiğime yaşlı diyor insanlar.

İkinci söz ettiğime de benli...
:) yaw andantecim, bazen shu bütün insanlarin senden farkli düshündügünü düshünmen yok mu, hayran oluom :)...
walla bence o afishlerdeki sorulara senin verdiin cevabi veriodur counluk... "adamlar" ürünü satmak istio, yoksa insanligi "dogru yola" getirmek gibi bi misyon üstlenmek deildir hedefleri... senin verdigin cevaplari az cok garantilemeyen, düshündügün gibi, insanlara "iyk! yashli" / "iyk! benli" dedirten afishleri -ürünlerinin adini kullanarak- herkesin gözü önüne koyarlar mi hic?!...

neyse, konu dishi yazdigim icin kusuruma bakmain, bi an tutamadim kendimi :oops: ... konuyla ilgili de bishiler yazmayi düshünüom tabe, ama shimdi deil (shu an geberiom yorgunluktan)... sefdim bu bashligi :mrgreen:...

kendinize ii bakin :)..
 
Yahu canımcım!!! :D

Sen beni tanımıyorsun. Hemen hergün bu reklam afişlerinin önünden geçiyorum ve tanımadığım herkese hiç üşenmeden reklamdaki soruyla ilgili olarak cevaplarını istiyorum.

Salak mı bu kadın diye bakanlar olmuyor değil, ama inan cevap veriyorlar ve verilen cevaplardır oraya yazdığım.

Anlatabiliyormuyum?

Ama seni de anlamıyor değilim.
 
Kuyucak demiş ki:

Ama bizler acaba onun canını acıtan şeyimi,yoksa kendimizin önem verdiklerinimi
tartışıyoruz?Yani önce karşımızdakinin ne dediğini,ta içimizde duyabiliyormuyuz?
Tam olarak onu anladıktan sonra,doğru düşünüyorsun şundan dolayı yada yanlış
düşünüyorsun şundan dolayı yada eksik düşünüyorsun bundan dolayı desek...

Ben tam tersini yaptığımı düşünüyordum. Ama sen öyle diyorsan... Demek ki, düşündüklerimi anlatamıyorum demektir. Sen haklısın Kuyucak.

Baben... Düşüncelerinin çoğuna katılıyorum. Ama ne yazık ki, "sakat beden de sakat kafa" anlayışı bugün de hala sürmektedir.

Rekursion... Alemsin vesselam! Mesajlarını zevkle okuyorum...
 
kardelen elerine sağlık başlık için.

“Gerçekten kendisi çirkin olduğu için mi yaşamın çirkinliklerini çizmiş “

günümüzde bu kadar engellinin yeni yeni dışarı çıkmaya başladığını hatta birçoğunun hala kendilerini toplumdan soyutladığını düşünürsek ve bu soyutlamanın yine toplumun kendisi olduğunu düşünürsek, o dönemin toplumunu düşünemiyorum bile. yaşadıklarımda bir iki küçük örnek bile onun sağlık sorunu yüzünden içine düşmüş olduğu durumu tahmin etmeme yeter. hele de bunları dışarı yansıtabilen biriyse o tuvalde neler olabileceğini tahmin edebilirim. bedeninin çirkinliğini öne çıkarıp epey bir üzmüş olmalılar. ben öyleydim çünkü. belki hala öyleyim. toplumsal tacizlerle karşılaşmadım değişik bakışlardan ve "geçmiş olsun neyiniz var" cümlelerinden başka. ama bütün bunlar bir yana küçücük bir çocuğun size uzaylıymışsın gibi bakışları asıl insanın içini kanatır. ben içimi tuvalde yada kalemin ucunda gösterirken bunları hep yansıttım. yalnız bir kayıkta, yalnız bir ağaçta yada belki yalnız herhangi birşeyde. aslında renkli ama yalnız. kazık kadar olduk hala gücüne mi gidiyor diyorlar.yazıkki bunun yaşla ilgisi yok. kendi üzüntülerine o kadar dalıyorsunki içini yansıtırken, karşına karamsar şeyler kolayca çıkabiliyor. ama işi ticarete dökmüş olmasaydı , sanatı manatı takmamış olsaydı eminimki insanların olumlu eleştirilerine mazhar olabilirdi.

hoşkalın...
 
kardelen39' Alıntı:
...

Baben... Düşüncelerinin çoğuna katılıyorum. Ama ne yazık ki, "sakat beden de sakat kafa" anlayışı bugün de hala sürmektedir.

...

Ben onu yadsımış değilim ki.. :) Hatta
Baben' Alıntı:
teknolojinin ve tıbbın çok hızlı gelişmesi ama bireylerin ve toplumların düşünce yapılarındaki gelişimin bu hıza ayak uyduramaması, yaşadığımız zaman diliminde aşılması çok çok zor çelişkilerin varlığını da beraberinde getirmiştir.

Yani düşünce yapısı/anlayış/zihniyet ne derseniz deyin, özellikle toplumsal boyutta değişmesi/gelişmesi her zaman çok yavaş olur. Şu son çeyrek yüzyılda akıl almaz hızla gelişen teknoloji arasındaki eşitsizlik günümüzün en büyük sorunlarının kaynağı durumundadır.. Alın size bir "11 Eylül komplo teorisi". :p




Sevgili kuyucak,

"Laf lafı açar" ve "su akar yatağını bulur" diye sevdiğim iki söz vardır.. Yabancı ülkelerdeki gidişatı bilmem, hatta Türkiye'deki diğer platformları da biliyorum sayılmaz.. Şimdi sen çok çok yeni sayılırsın bu ortamda. O yüzden yadırgayabilirsin. Ama eleştirine katılmıyorum. ;)

Her şeyden önce; bir başlıkta mutlaka tek konu hakkında konuşulacak, diye bir kural yok! Çok kelalaka olmadıkça her başlıkta isteyen istediğini söyleyebilir. İş çağrından çıkarsa adminler müdahale eder, merak etmeyesin. ;)

İkinci olarak; sevgili kardelen, bir tane başlık açmış ama ilk mesajında yarım düzine soru işareti var. Bunların her biri ayrı başlık olabilecek nitelikte.. O hepsini bir başlıkta birleştirmiş, biz de dağıtıyoruz, ya da yenilerini ekliyoruz. :p
 
Üst Alt