
Benim Adım Sam
I am Sam
Yönetmen: Jessie Nelson
Oyuncular: Sean Penn, Dakota Fenning, Michelle Pfeiffer, Dianne Wiest
Müzik: Beattles’ın en güzel parçaları.
İhtiyacınız olan tek şey, Sevgi
Filmin temelde iki ayağı var: Zihinsel özürlü Sam ile kızı Lucy arasındaki o inanılmaz sevgi bağı. Ve hırslı avukat Rita Harrison (M. Pfeiffer) ile oğlu arasındaki olmayan ilişki. Bunun dışındaki ilişkiler; Sam ile kendi gibi zihinsel özürlü olan arkadaşlarının durumu, Sam’in çalıştığı kafedeki durumu, kapı komşusu Annie (Dianne Wiest)’un olaydaki rolü ve özel durumu vs. Filmin başarısı da zaten bu noktada devreye giriyor.
Sam ile Lucy arasındaki ilişki baba-kız ilişkisi olmaktan ziyade iki çocuk arasındaki ilişki gibi. Çünkü Sam zaten zihinsel olarak yedi yaşında bir çocuk. Rita ile oğlu arasındaki ilişki ise, çalışan, kariyer peşinde koşan, hırslı, acımasız rekabet koşulları içinde kaybolmuş bir yetişkin anne ile çocuk ilişkisi. Yönetmen Jessie Nelson özürlü insanların üzerinden normal insanların yaşamındaki eksik noktalara, çocukların ve zihinsel özürlülerin hayata ve olaylara dolayımsız bakışlarını ustalıkla aktararak hayatın içindeki o çocuksu yanı yakalayamayan, Benjamin’in deyimiyle “işlikteki yaşamın esiri” modern kapitalist insanın trajiğine hassas bir dokunuş yapıyor.
Filmin öyküsü kısaca şöyle: Sam kafede garsonluk yapan bir zihinsel özürlüdür. Evsiz bir kadından olan çocuğunu annesi doğumdan iki saat sonra terk edince bir parmak çocukla, çocuk denecek zihinsel kapasiteye sahip Sam baş başa kalır. Büyük zorluklarla kızını büyütmeye başlayan Sam ve kendisi gibi zihinsel özürlü arkadaşları günün birinde Sosyal Hizmetler’den bir görevlinin kamu davası açmasıyla büyük bir problemle karşı karşıya kalırlar. Devlet, bir yetişkin olmayan Sam’in yedi yaşındaki bir kızı gerektiği şekilde yetiştiremeyeceği düşüncesiyle baba-kızı ayırmak niyetindedir. Bu noktada devreye Rita Harrison (M. Pfeiffer) isimli avukat giriyor. Kerhen kabul ettiği bu davada Rita’nın da öğrenecek pek çok şeyi vardır.
Yönetmen Jessie Nelson daha önce de “Bizim Hikayemiz”, “Corina Corina” gibi filmlere imzasını atmış, bu tür aile ve duygusal filmlerde deneyimli bir yönetmen, yazar ve oyuncu.
Film her ne kadar mantıksal olarak bazı aksaklıklar ve zorlamalar içerse de sonuç itibariyle odaklandığı mesajı iletmede başarılı oluyor. O da; sevginin zihinsel kapasiteyle ilişkili olmadığı, aile ilişkisinde maddi ve zihinsel yeterlilikten ziyade sevginin öncelikliği olduğu üzerine bir kaygı. Yönetmen mesajını marjinal bir durum üzerinden hareketle anlatmayı seçmiş. Daha önce Forres Gamp’ta Tom Hanks’in canlandırdığı zihinsel özürlü karakterin kazandığı başarılarla, zihinsel özürlülerin de hayatta başarılı ve kahraman olabilecekleri tezini işleyen Hollywood, Rainman ile (Dustin Hoffman) farklılıklar ve farklılığın kabullenişi temasını ele almıştı. Fransız yapımı “8.Gün”de ise “Benim Adım Sam” ile yakın benzerlikler içeren bir konu daha başarılı ve derinlemesine ele alınmıştı. Orada da Down sendromlu bir karakterin sevgi arayışı ve yetişkin, zeka seviyesi normal düzeydeki insanlara örnek oluşu ele alınmıştı. Bazen, bazı hakikatlerin insanlara marjinal bir durumda verilmesi etkili olabiliyor. “8. Gün” ve “Benim Adım Sam” bu türe bir örnek.