
Kaynaştırma Yoluyla Eğitim Uygulamalarındaki Sorunlara Yönelik Öneriler
Yukarıda belirtildiği gibi engelli olma durumu, tıbbi model temelinde çoğu zaman bir hastalık, kusur, üretken olmama ve bağımlı olma hâli olarak da tanımlanmaktadır. Ancak bu yaklaşımda, sosyal algılar ve tavırların bireyin önüne çıkardığı engeller göz ardı edilmektedir. Bu eleştiriler temelinde gelişen sosyal modelde ise engellilik, kişiye dair bir sorun olarak görülmek yerine sosyal ortamın/toplumun neden olduğu bir sorun olarak algılanmaktadır.
Sosyal model, kaynaştırma yoluyla eğitimin sorunlarını çözmek için elbette yeterli olamamaktadır. Kaynaştırma modelinin gerektiği gibi uygulanmamasından kaynaklanan olumsuzlukları azaltmak ve bu modeli uygulanabilir hâle getirmek için sosyal ve kültürel bağlamları da içine alacak bir yaklaşım gerekmektedir. Bu noktada sadece engel durumları/yetersizlikler değil; kültürel, etnik, sosyal farklılıklar ve dil farklılıklarını da kapsayan biyo-psiko-sosyal model önerilebilir. Bu model ile birlikte, engelliğe bakış açımızda tıbbi model ve sosyal modeli de kısmen içine alan, daha geniş kapsamlı bir yaklaşım benimsenmiş olur.
Urie Bronfenbrenner, (12) biyo-psiko-sosyal modeli, bireyi merkeze alacak
şekilde çevreleyen, her biri bir sonrakini içine alacak halkalar dizimi olan bir yapı olarak görmektedir. Bu yapılar mikrosistem, mezosistem, egzosistem, makrosistem ve kronosistemi içermektedir. En içte bireyi çevreleyen mikrosistem bulunmaktadır. Bronfenbrenner, mikrosistemi "gelişmekte olan bireyi içeren ve çevreleyen ortam" (13) olarak açıklamaktadır. Bu ortam kişilerin yüz yüze etkileşim içinde bulunabileceği yerleri (ev, bakım merkezi, okul gibi) kapsamaktadır.
Çevrenin ikinci diziminde, bireyin etkin olarak katıldığı (örneğin, bir çocuğun evdeki, okuldaki, mahalledeki yaşıtları ile ilişkileri; bir yetişkinin işteki, ailedeki, sosyal yaşamdaki ilişkileri) iki ya da daha çok ortam arasındaki ilişkileri birleştiren mezosistem bulunmaktadır. (14) Bronfenbrenner'ın teorisine göre, bireyi çevreleyen üçüncü halkada egzosistem bulunmakta ve şu şekilde tanımlanmaktadır: "Gelişmekte olan bireyin aktif olarak katılmadığı; ancak yaşanan olaylardan etkilendiği ortamlar ya da bu ortamları etkileyen bir veya daha fazla ortam". (15) Bu sistemin bireye etkisi direkt değil, dolaylı olarak görülmektedir. Bakanlıklar, toplumsal yasalar ve kanunların etkisi bu sistemde yer almaktadır (örneğin, merkezde bulunan çocuğun bakanlıkta alınan yeni
bir düzenleme ile daha önce edinemediği hakkının garanti altına alınması).
Çevrenin en dış halkasını makrosistem oluşturmaktadır. Bu sistem, kültür, gelenek ve görenekleri, hatta değerleri içine almaktadır. Engellilik kültürünü belirleyen inanç sistemleri ve ideolojilerde burada bulunmaktadır. (16) Burada zaman olgusu kronosistem bağlamında devreye girmektedir. Belirli zamanlarda çıkan yönetmeliklerin uygulamadaki yansımaları bu zaman döngüsü içinde
de değerlendirilmelidir. Kaynaştırma yoluyla eğitim, bu alt sistemleri içine alacak şekilde ve her alt sistemde yer alan bireylerin (diğer değişle herkesin) sorumluluğu çerçevesinde düşünüldüğünde istenen şekilde uygulanabilecektir. Çünkü biyo-psiko-sosyal yaklaşım engelli bireye, ailesine, öğretmenlerine, politika uygulayıcılarına, hatta engellilik kültürüne gönderme yapmaktadır.
En önemli ilke bireyin biricikliği olup nicel bir sistem yerine (tanı var/yok) nitel bir sistem (bireyin engellilik durumu ve işlevselliği, tam ve etkin katılımını kolaylaştırıcı/zorlayıcı etmenler) bakış açısını kazandırmaktadır.
Uygulamadaki sorunların çözümü yolundaki önemli adımlardan biri de evrensel tasarım ilkesidir. öğrenmede evrensel tasarım ilkesinin (17) (herkes öğrenebilir) ve her öğrenci için öğrenme planlarının (18) devreye girmesi, gelecek için atılması gereken adımların başında olmalıdır. Bu adımlar atılırken bu alanda çalışan ve savunuculuk yapan bireylerin, ailelerin, hatta engelli çocukların da görüşlerini dikkate almak gerekmektedir. (19)
Gerekliliklerden bir diğeri ise, kaynaştırmanın eğitimde olduğu gibi sosyal hayatta, hatta istihdam boyutunda olmasıdır. (20) Örneğin; zorunlu eğitim sürecinde kaynaştırma yoluyla eğitimde bulunduktan sonra yükseköğretimde ayrı üniversite isteği kaynaştırma yoluyla eğitimin ruhuna tamamen aykırıdır. Tüm adımlar atılıp kaynaştırma benimsenerek temel eğitimin bir parçası hâline getirildiğinde, "özel eğitim" derken "özel" kelimesine ihtiyaç duyulmayacaktır.
Bu nedenle kaynaştırma, tüm eğitim kademelerini kapsayacak biçimde şekillendirilmeli, hatta eğitimde kaynaştırmanın olabilmesi için öncelikle sosyal kaynaştırmanın da sağlanması gerektiği gerçeği kabul edilmelidir.
Kaynaştırma yoluyla eğitim sadece eğitsel bir sistem olarak algılandığı için uygulamada problemler görmek kaçınılmazdır. Oysa kaynaştırma yoluyla eğitim, eğitim sistemini içerdiği gibi aynı zamanda öğrenme sürecinde olan tüm bireylerin ihtiyaçlarını merkez alan bir yaklaşım ve tutumdur. Desteğin, savunuculuğun, hizmet-içi ve öncesi eğitimlerin de önemli olduğu kaynaştırma yoluyla eğitimde, ayrımcılık yapılmadan mâkul uyarlama ve okula eşit düzeyde erişim hakkı tanınmalıdır. Yapılan araştırmalar, (21-22) kaynaştırma yoluyla eğitimin engelli öğrencinin öğrenme ve sosyal gelişimini hızlandırdığını, hatta beyin gelişimine ciddi katkıda bulunduğunu göstermiştir. Çocukluk döneminde gelişmekte olduğu için, her türlü çevresel uyaran beyin gelişimine katkıda bulunmaktadır. (23) Öğrenme ile birlikte beyin hem yapısal hem de işlevsel olarak değişmektedir. Okul ortamları, öğrenciyi merkeze alan sınıf ortamları (öğretmen, öğrenci iletişimleri ve etkileşimleri dâhil) gelişmekte olan beyinde sinir hücreleri boyutunda (nöron düzeyinde) yeni bağlantılar kurulmasını sağlamaktadır.
Çocuğu merkeze aldığımızda farklılığı ne olursa olsun, öğretilen şekilde öğrenmesi mümkün değilse başka yolların denenmesi, hatta çocuğun öğrenebileceği yöntemlerin aranması eğitimciler olarak bizlere düşen görevlerden biridir. Yeni öğretme yolları aramak, var olan becerilerimizi tekrar gözden geçirmemize ve hizmet-içi eğitim ihtiyaçlarımızın da belirlenmesine katkı sağlayacaktır. Tüm bu görevleri düşünmeye başladığımızda temel eğitimin parçası
olan kaynaştırma yoluyla eğitimde de iyi örnekler oluşmaya başlayacaktır -ki bunun örneklerini de görebilmekteyiz.
Bu durum düşünüldüğünde elbette aklımıza bir dizi soru gelebilir. örneğin; eğitim materyallerini uyarlayabiliyor muyum? Uyarlamak ne yazık muafiyet olarak algılanmakta, hatta bazen bir uygulamanın her çocuk için aynı olduğu algısı oluşmaktadır. Her çocuk farklıdır ve farklı ihtiyaçları, farklı öğrenme hızları, farklı meraklarıyla okul ortamlarında karşımıza çıkmaktadır.
Kullandığım materyal, eğitim ve öğretim programlarına ne kadar uygundur ve bunu teknoloji kullanımı ile destekliyor muyum? öğrencim materyaline erişebiliyor mu? Ya da o materyalin erişilebilir bir kopyası mevcut mu? Öğrencim okul, sınıf, oyun alanları hatta tuvaletlere erişebiliyor mu? Öğrencinin sisteminde yer alan paydaşlarla işbirliğine açık mıyım? Okulumdaki psikolojik danışmanlar ve öğretmenler özel gereksinim durumu olan çocuklar için etkileşim hâlinde mi?
İlk nereden başlayacağız? Yukarıda sorulan soruları kendimize sorarak olası ihtiyaçlarımızı belirleyebiliriz. Eğitim alanında çalışanların yeterli kaynağa, beceriye ve yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Bu, hizmet öncesi ve hizmet-içi eğitimle ancak mümkün olabilmektedir. Hatta gerekli bilgi düzeyine sahip olunduğunda farklılıklara karşı olumlu tutumlarda gelişmeye başlamaktadır. (24)
Okullar sadece eğitim alanları değildir; aynı zamanda sosyal alanlar olup katılımın esas olduğu öğrenmenin sadece uygulanan müfredat ile değil, akranların birbirleriye etkileşim ve ilişkileri içinde de öğrendikleri yerlerdir. Kaynaştırma yoluyla eğitim sadece engelli çocukların değil, tüm çocukların yararlanabileceği bir eğitim yaklaşımıdır. (25) Kaynaştırma, engelli bireylerin sınıf arkadaşları tarafından istenmediği ve sürekli azınlık grubu olarak kaldıkları, hatta ikinci sınıf vatandaş gibi algılandıkları ortamlar yaratmamalıdır. Ama uygulamalara bakıldığında, engelli çocukların, hem “normal†gelişen çocuklar hem de aileleri, hatta öğretmenler ve yöneticiler tarafından ikinci sınıf vatandaş olarak algılanabilecekleri ortamlar yaratılabilmektedir.
Dolayısıyla, özel eğitim alanının hizmet sağlamadaki yetersizlikleri akademik standartların ve kaynaştırma sınıflarındaki engelli çocuklar için beklentilerin düşmesine neden olmaktadır. Bir “damping alanı†olarak "özel alt sınıf" deniyor olması bile eğitimdeki hiyerarşiye işaret etmektedir. (26) Bir çocuğun "normal†bir sınıfa mı, kaynaştırma sınıfına mı, yoksa özel eğitim sınıfına mı yerleştirileceği ve öğrenmede yaşadığı sorunları yenmede ne kadar yardım alabileceği dikkatli planlama ve araştırmadan ziyade şans ve okulda veya sınıfta yer olup olmamasına bağlıdır. Eğitimde eşitlik ilkesi genel bir prensip olarak kabul edilmekte; ancak bu prensip uygulamada göz ardı edilmektedir. Politikaların uygulanması için istekli olan yerlerde dahi,
kaynak, engellilik alanındaki müfredat ve program geliştirme uzmanlarının yetersizliği uygulamayı zorlaştırabilmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak, bu yazıda eğitim ortamlarında engelli çocukların eğitim haklarının garanti altına alınabilmesi için kaynaştırma yoluyla eğitimin önemine vurgu yapılmıştır. Bu vurgu için ilk önce kaynaştırma yoluyla eğitim tanımlanmış, tıbbi modele gönderme yapılmış ve uygulamadaki sorunlara çözüm için bir model önerisinde bulunulmuştur. Eşitlik, erişilebilirlik ve haklar bağlamında bilimsel çerçevede kaynaştırma yoluyla eğitimin önemine de ayrıca vurgu yapılmıştır. İsteyen her bireyin eğitim ortamına ulaşabilmesi ne kadar önemliyse, eğitim ortamındaki her bireyin hak ettiği şekilde eğitim alması da o kadar önemlidir. Her iki durum gerçekleşmediğinde ayrımcılık ile karşı karşıya gelmişiz demektir. Sadece biz eğitimcilerin bireysel çabaları üzerine
kurgulanacak uygulamalar sorunları gidermek için yeterli olamayacaktır. Ama biz eğitimciler, her çocuğun farklı beyinsel işlevlerle ve çeşitli sosyo-kültürel geçmişlerden geldiğine ve öğrenebileceğine inanıyorsak beklentilerimiz de değişecektir. Daha önce vurgulandığı gibi, kaynaştırma yoluyla eğitim sadece eğitimdeki düzenleme değil, aynı zamanda felsefesi olan bir yaklaşım ve tutumdur. Goethe'nin şu sözüyle bitirirsek, "Eğer insanlara olduğu gibi davranırsanız öyle kalırlar. Olması gerektiği ve olabileceği gibi davranırsanız daha iyi bir duruma gelirler." Her engelli çocuğun başta çocuk olduğunu eğitimin her adımında hatırlamak ve olabileceğinin en iyisi olması için uğraş vermek dönüşüm ve devingenlik için ciddi bir adım atmak anlamına gelmektedir.
KAYNAKÇA
Z. Hande Sart
Lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık ve Psikoloji çift anadal programında, uzmanlık derecesini aynı üniversitenin Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Pittsburgh Üniversitesi'nde Uygulamalı Gelişim Psikolojisi alanındaki doktorasında okul öncesi dönemde davranış sorunlarındaki süreklilik ve değişkenlik üzerine çalıştı. 2004 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi'nde psikolojik danışmanlık ve öğretmenlik öğrencilerine lisans ve yüksek lisans düzeyinde çeşitli dersler vermekte olan Sart, üniversitedeki Engelliler Birimi'nin ve GETEM'in (Görme Engelliler ve Teknoloji Laboratuvarı) koordinatörüdür. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) bünyesindeki Özürlü Öğrenciler Komisyonu üyeliği de yapan Sart'ın araştırma alanları nörogelişimsel engellilik, çocuklarda davranış sorun ve bozuklukları, engelli hakları ve rehabilitasyon danışmanlığıdır.