
[Devamla]
Sakatlığın Tarihsel İnşası
Sakatlık Çalışmaları kuramcıları, sakatlığın bu tarihsel ve toplumsal boyutunu vurgulamak ve bugün deneyimlenme biçimlerini açıklamak için kabaca iki büyük dönüşüm üzerinde durur: 1. Üretim biçimindeki dönüşümler, daha açık bir ifadeyle kapitalizmin yükselişi ile ona eşlik eden sanayileşme ve kentleşme; 2. Modern anlamıyla 'normalliğin' inşası ve beşeri ve sosyal bilimlerin bu normal tanımını insan yaşamına uyarlaması. şimdi sırasıyla bu iki dönüşüm üzerinde durmaya çalışacağım.
Kapitalizm, Sanayileşme ve Kentleşme
Tahmin edilebileceği gibi üretim biçimindeki dönüşümü takip eden daha çok Marxist kuramcılardır. Vic Finkelstein bu anlamda öncü bir isimdir. Finkelste'in sakatlık tarihini feodalizm, kapitalizm gibi üretim biçimleri üzerinden okur. Finkelstein'a göre, feodal bir toplum yapısı içinde yaşayan sakatlar, tarımsal veya küçük ölçekli endüstriyel üretim süreçlerinden tümüyle dışlanmamışlar; evlerde, tarlalarda ve/veya küçük atölyelerde, daha esnek koşullarda çalışarak hem iş gücüne hem de gündelik hayata katılabilmişlerdir. Ancak, endüstrileşme ve kapitalistleşme ile birlikte, üretim biçiminin odağı evden fabrikaya kaymıştır. Fabrikadaki üretim hem daha hızlıdır hem daha düzenlidir. Üretim bandı başında yapılması gereken hareketler, bu hareketlerin hızı ve sırası belirlenmiştir. Söz konusu koşullar ortalama bir beden kavrayışına göre düzenlenmiştir ve çalışanlara herhangi bir esneklik tanımaz. İşte bedensel farklılıklara yer bırakmayan bu yeni düzenleme, sakatların üretim süreçlerinden tümüyle dışlanmalarına neden olmuştur. [5]
Aynı şekilde Gleeson da üretim biçimi temelinde meseleyi ele aldığı çalışmasında, sırasıyla feodalitenin ve kapitalizmin şekillendirdiği mekânların sakatlar için bambaşka engeller ve olanaklar içerdiğini ortaya koymuştur. Gleeson'a göre Ortaçağ İngiltere'sinin toplumsal mekânını belirleyen temel özellik, haneyle çalışma alanının büyük oranda iç içe geçmesi ve bu dönemin üretici sınıfını oluşturan çiftçilerin toprağa (yasal) bağımlılıklarının onları büyük ölçekli yer değiştirmelerden alıkoymasıdır (bu noktada Gleeson'ın altsını ara odaklandığını hatırlatalım). Sıradan bir çiftçi kasaba pazarlarını veya dinî merkezleri pek sık ziyaret etmez. Kasabalar da küçük ölçeklidir ve merkeze toplanmış evler ve kiliseyle, onları çevreleyen tarlalardan ve otlaklardan, en dışarıda da orman arazileriyle boş alanlardan oluşurlar. Dolayısıyla mekân kullanımı hemen herkes için sınırlıdır.
İkinci olarak, yaşam koşullarındaki zorluklar ve tarımsal üretimin gereklilikleri (hasat gibi) hem kadınlarla erkekler hem de aileler arasında yardımlaşmayı zorunlu kılmış, sakatlar dâhil olmak üzere herkesin bir şekilde üretime katkıda bulunmasını gerektirmiştir. Söz konusu işlerin mekanik bir zaman dizimine değil de dünyanın dönüşüne ve mevsimlerin geçiş hızına bağlı olması, çalışma hızında da belirli bir esnekliği mümkün kılmıştır.
Ne var ki, kentlerin büyümesi, çalışma zamanının değişmesi ve üretimin yapıldığı mekânların, verimliliği artıracak şekilde yeniden düzenlenmesi, sakatları hem çalışma hayatının hem de kent merkezinin dışına itmiştir. Yeni çalışma mekânları -fabrika, maden, demir döküm atölyesi, tersane, demiryolu- belirli bir verim düzeyini yakalayan emekçilere ayrılırken, çalışamayan kesimler ev içine veya yeni kapatma kurumlarına mahkûm kalmış; burjuvaziye özgü yeni bir çalışma ahlakı, çalış(a)mayan kesimlerin ahlaken de damgalanmasına neden olmuştur. Bu yeni ortamda sakatlar çalışma yükümlülüğünü yerine getiremeyen ve parçası bulundukları toplumun sırtındaki yükü ağırlaştıran veya merhamet gösterilmesi gereken kişiler olarak düşünülmüştür.
Normallik ve Sakatlık
Modern kentin dışlayıcı dokusunu yalnızca üretim biçimindeki dönüşümle açıklamak yeterli olmayacaktır. Bu noktada, sakatlık çalışmalarına normallik tartışmasını ve sorgusunu dâhil eden çalışmalar önem kazanır. Örneğin, Davis'e göre önemli olan, sakatlığın nasıl bir sorun olduğu değil, nasıl bir sorun olarak inşa edildiğidir. Nasıl ırk çalışmaları uzun zaman beyaz ırktan olmayan kişileri hedef aldıysa, sakatlığa yönelik çalışmalar da aynı zaman zarfında (belki daha uzun süre) sakat olanı mercek altına almıştır. Çünkü bu çalışmalar normalliği varsaymış, sakatlığı da bu noktadan bir sapma olarak tahayyül etmiştir. Aslında bakılması gereken bizzat normalliğin nasıl inşa edildiğidir. Çünkü normallik, varsayıldığı kadar kendinden menkul, sınırları ve içeriği belirli bir nitelik değildir.
Küçük bir tarihsel-etimolojik araştırma bile bunu hemen ele verecektir. Normal, Latincede 'marangoz gönyesi' anlamına gelmekteydi ve 'normalis' kelimesi 1640'larda bile 'gönyeye uygun yapılmış, doğru açıda duran' bir şeyi nitelendirmek için kullanılmıştır. Demek ki, iki kelime de o dönemde bugün düşündüğümüz şekilde insan doğasına atıf yapmaz. Kelimenin İngilizcede 'ortak standartlara uygun' şeklindeki ilk kullanımı 1828 tarihlidir. 'Normal biri veya normal bir şey' ifadesindeki gibi bir kullanıma ise ancak 1894 gibi çok geç bir tarihte rastlanmıştır (Online Etymology Dictionary, "normal" maddesi). Kuşkusuz bu şekillenişin 19. yüzyılı bulması tesadüf değildir. Çünkü normalliğin inşası için İstatistik gibi, nüfusun niceliksel bir tasvirini yapmayı amaçlayan, bu anlamda büyük ölçekte dağılım ve ortalama hesaplarıyla çalışan bir bilimin ortaya çıkması gerekmiştir. Davis'e göre, bu hesaplar toplum ölçeğinde hiçbir gerçek bireye tümüyle tekabül etmeyen, soyut bir ortalama bireyin (hem fiziksel hem ahlaki anlamda) tasviriyle sonuçlanmıştır. Bu noktada fiziksel ve ahlaki ortalamanın birbirinin aynası gibi işlediğini ve etkilerini güçlendirdiğini not etmek gerekir. Böylece güzellik istisnai olandan ortalama olana kaymış ve toplumdaki herkes bu normu temsil etmeye çağrılmıştır. Normdan/standarttan sapma çirkinlik olarak kodlanmıştır. Böylece nüfusun bu anlamda uygunsuz kesimleri çeşitli müdahalelerin hede hâline gelmiştir (bireyler düzeyinde düzeltme ameliyatları veya nüfus düzeyinde kalıtımsal bozuklukları olduğu düşünülen kesimlere yönelik öjeni uygulamaları gibi).
Bu tartışmanın da mekândaki karşılığı kolayca düşünülebilir. İngiltere örneği üzerinden geliştirdiği detaylı mimari ve kent planlaması analiziyle Imrie, [6] Davis'in tarif ettiği sürecin mimarlık ve kent planlamasındaki yansımalarını ortaya koymuştur. Teknolojik standartlaşma ve masrafarın düşürülmesine yönelik büyük ölçekli tek tip üretim, farklı ihtiyaçların göz ardı edilmesine neden olmuş, uzmanlıkları ve ekonomik verilere tanınan öncelik nedeniyle sorgulanmayan mimarlar ve kent plancıları, yetili/muktedir bedenli (able-bodied) ortalama birey modelini esas alarak tasarım yapmışlardır. Bu tasarım farklı ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kalmış; fakat çoğu zaman politikacılar veya yatırımcılar tarafından ekonomik verimlilik ilkesi gerekçe gösterilerek kullanılmaya devam etmiştir. Bu süreç farklı şekillerde günümüzde de sürmektedir. Günümüz toplumlarına damgasını vuran neoliberal ekonomik akıl, toplumsal örgütlenmenin merkezine piyasayı ve girişimciliği koymuş; kent planlaması ise ekonomik canlanmanın bu akla hizmet eden bir aracı hâline gelmiştir. Kentte yaşayan farklı kesimlerin katılım ve kullanım imkânları dikkate alınmazken, erişim ufak bir kesimin meselesi gibi düşünülmeye devam etmiştir.
Sonuç
Eldeki metinde Sakatlık Çalışmalarının belki de en temel üç tartışması ana hatlarıyla özetlenmiştir. Öncelikle özürlü, engelli ve sakat kavramları ele alnarak bu kavramların Türkçedeki edindikleri anlamlar üzerinde durulmuştur. Buradaki önemli nokta bizzat adlandırma etkinliğinin politik bir mücadele olarak görülmesi gerekliliğidir. Bu kapsamda sakat kavramına yönelik tecih, olumsuz anlamlarla yüklenmiş bulunan bir kavramın sahiplenilmesi ve bu sahiplenme yoluyla söz konusu damgalamanın ters yüz edilmesi anlamına gelmektedir. Benzer bir mücadele sakatlık modelleri söz konusu olduğunda da ortaya çıkar. İkinci tartışma başlığı da budur ve bu kapsamda sırasıyla tıbbi model, sosyal model ve tıbbi model-sosyal model ikiliğini tartışmaya açan farklı yaklaşımlar ele alınmıştır. Sakatlığı kavramsallaştırmaya yönelik ilk model tıbbi modeldir ve sakatlığı tümüyle bedensel bir eksiklik/sapma olarak ele alarak onu tela ye ve tedaviye yönelir. İşte bu modelin eleştirisi üzerinde yükselen gerek sosyal model gerek diğer yaklaşımlar bu noktayı hedef alır ve sakatlığın yalnız bireysel/bedensel değil, aynı zamanda toplumsal bir durum olduğuna dikkat çekerler. Bu da bizi üçüncü tartışma başlığına getirmektedir: Sakatlığın tarihsel inşası. Sakatlık deneyiminin toplumsal yönü, bu deneyimin tarih boyunca farklı şekillerde ve farklı değişkenlerin gölgesinde şekillendiği anlamına gelir. Bu anlamda sakat kişinin yaşamakta olduğu toplumda geçerli üretim biçimleri, bilgi üretim süreçleri, kentsel ve mekânsal pratikler sakatlığın nasıl deneyimlendiği üzerinde belirleyicidir. Demek ki bu değişkenleri hedef alan toplumsal-siyasal mücadeleler sakatlığın anlamını, adlandırılma, kavranma ve yaşanma biçimlerini dönüştürmeye muktedirdir.
5. Mike Oliver. "Sakatlık ve Kapitalizmin Yükselişi", Sakatlık Çalışmaları. Sosyal Bilimlerden Bakmak içinde, der. D. Bezmez, S. Yardımcı, ve Y. şentürk, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011. s.209-225.
6. Rob Imrie. Disability and the City: International Perspectives, Londra: Paul Chapman, 1996. s.74-96, 119-142.
KAYNAKÇA
Bezmez, Dikmen, Sibel Yardımcı ve Yıldırım şentürk (der.) Sakatlık Çalışmaları. Sos- yal Bilimlerden Bakmak, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011.
Davis, Lennard J. "Normalliğin İnşası: Çan Eğrisi, Roman ve 19. Yüzyılda Sakat Be- denin İcadı", Sakatlık Çalışmaları. Sosyal Bilimlerden Bakmak içinde, der. D. Bezmez, S. Yardımcı ve Y. şentürk, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011. s.187-208.
Gleeson, Brendan. Geographies of Disability, Londra: Routledge, 1999.
Imrie, Rob. Disability and the City: International Perspectives, Londra: Paul Chapman, 1996.
Küçükaslan, Bülent. "'Sakat' Politiktir!", Bianet, 8 Eylül 2011. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2015. 'Sakat' Politiktir! - Bülent Küçükaslan - bianet
Oliver, Mike. "Sakatlık ve Kapitalizmin Yükselişi", Sakatlık Çalışmaları. Sosyal Bi- limlerden Bakmak içinde, der. D. Bezmez, S. Yardımcı, ve Y. şentürk, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011. s.209-225.