Bir kısmınızın, "o terbiyesiz yazı nereye gitti" dediğinizi duyuyorum, bloga benden sonra edeple ilgili yazıyı ekleyen arkadaşın uyarısını dikkate alıp o yazıyı kaldırdım, yerine de 3,4 sene önce yazdığım bir yazıyı ekliyorum
Bu ara değişiyorum. Devamlı oturduğum çay bahçesini terk ettim, artık seyrek uğruyorum. Yıllarca oturdum orda. Caminin hemen yanında olduğu için, rengini cemaatten alıyordu: Orta yaşlılar, yaşlılar, Milli Görüş çevresi ve bir iki dindar
Yazılarımın büyük bölümü tuvalete gidip gelirken zihnime düştü. Size garip geldiğini tahmin ediyorum. Evet, ben de yazılarımı, geceleyin balkonda yıldızları seyrederken buluştuğumuz işve baz bir ilham perisine borçlu olduğumu söylemek isterdim lakin öyle değil. Ne dalgaların sesi ne kuşlar ne çiçekler… Başka periler İstanbul’da boğaza bakan bir köşkte ya da bir ofiste, yakışıklı bir roman yazarının koynunda sanatını icra ededursun benimki beni tuvalet yollarında kendine ram ediyor.
Cemil Meriç’in bir kitabında okumuştum, Paris’te bir nehir varmış, içine düşen dal parçaları aşırı tuzluluktan dolayı tuzla kaplanır kristal gibi gözükürmüş. Kristalizasyon; yani kişinin sevgiliyi kafasında yüceltmesi, kusurlarından arındırması, buradan geliyormuş. Zihnin gerçeği çarpıtması, gerçeklerden biraz olsun kopmakla, sevgiliden uzaklaşmakla mümkün. İnsan her an mıncıklayabildiği birini nasıl kristalize edebilir ki.
Dün Gölcük’teydim.
Kaldırım kenarına park etmiş bir arabanın içinde birilerini bekliyordum. Çoğunuzun aksine bu beklemeleri çok da sıkıcı bulmam. Pencerenin dışında akan insan seli, benim kolayca varoluşsal düşüncelere dalabilen zihnim için yeterince ilginçtir.
Düzinelerce yüz gelip geçti önümden. Düşündüm… O yabancı yüzler nereden gelip nereye gidiyorlardı, ne düşünüyorlardı? Hangi cazibenin etkisiyle, hangi kuvvetin iteklemesiyle bu deveran sürüp gidiyordu? Acaba benim onlarla
Orhan pamuk, “Saf ve Düşünceli Romancı” da “Masumiyet Müzesi” ndeki Kemal karakteriyle ile ilgili olarak diyor ki: “Kemal’in ben olduğumu sanacaklarını bile bile yazıyordum. Hatta okurlarımın beni Kemal sanmasını da aklımın bir köşesiyle istiyordum. Yani romanımın hem bir roman gibi, bir kurmaca, bir hayal ürünü olarak karşılanmasını hem de temel kahramanlarının ve hikayesinin gerçek sanılmasını, anlatılanların çoğunu benim yaşadığımın düşünülmesini aynı anda istiyordum… Roman yazmanın, bu çelişkili