Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Din anlayışımız

muntada al ansar

Aktif Üye
Üyelik
5 Ara 2009
Konular
50
Mesajlar
1,705
Reaksiyonlar
0
İnsanlar, Allah'a Kulluk Etme ve O'ndan Yardım Dileme Noktasında Dört Kısma/Gruba Ayrılır1. Birinci grup:Takva sahibi / Müttakî mü'minler, O'na yönelir ve O'nun yanındadırlar; yalnızca O'na ibadet eder ve O'ndan yardım dilerler.
2. İkinci grup: Allah'tan yardım dilemeden ve sabır göstermeden O'na ibadet eder. Bunlardan olan kimsenin, (Allah'a ibadet) itaat, takva ve Sünnet'in gerekleri (sünnete tâbi olma) hususunda dikkatli olduğunu görürsün. Fakat bunlarda Allah'a tevekkül, Allah'tan yardım dileme ve sabır değil, bilâkis zayıflık ve sabırsızlık (acz ve sızlanış) söz konusudur.
3. Üçüncü grup:Emre tam mutabakat ve Sünnet'i takip etme (sünnete tâbi olma) olmasa da, Allah'tan yardım dileme, tevekkül ve sabır vardır. Bunlardan birine imkân bahşedilip içte veya zahirde bir hal sahibi olabilir. Birinci gruba verilmeyen bir mükâşefe ve etki verilir. Ancak bunun sonu yoktur; zira o takva sahibi / müttakîlerden değildir. Akıbet ancak takva iledir. (takvanındır.)
4 - Dördüncü grub: Bu gruplar içinde en kötüsü olan; Allah'a kulluk / ibadet etmeyen ve O'ndan yardım dilemeyenlerdir. Bunlar, fiillerinin Allah'a ait veya O'nunla olduğunu kabul etmez. Dolayısıyla, kaderi inkâr eden Kaderiyye'den Mu'tezile ve diğerleri, emir ve nehyi, va'd ve va'îdi önemseme noktasında şeriat, emir ve nehiyden yüz çeviren bu Kaderi Cebriyye'den iyidir.

Sûfîler ise kader ve rubûbiyyet tevhidini müşahede açısından Mu'tezile'den iyidir.

Ancak bunların arasında, bazı emir ve nehiylerden va'd ve va'îdden yüz çevirmek gibi bir bid'ati ortaya koyan, hattâ hedeflenen amacı rubûbiyyet tevhidini müşahede etmek ve bunda fena bulmak olarak gören kimseler mevcuttur. Bunlar da Müslüman (İslâm) cemaatinden ve bunların takip ettiği yoldan i'tizâl etmiş (ayrılmış) olurlar. Dolayısıyla bu açıdan mu'tezilîdirler. Bu şekilde onların içine düştüğü bid'at, diğer Mu'tezile'ninkinden daha kötü olur. Bu her iki grup da Basra'da ortaya çıkmıştır.

Allah'ın dini, O'nun peygamberleriyle gönderip, Kitaplar'da indirdiği (din) dir; doğru yol / sırât-ı müstakîmdir. Bu da, nesillerin en hayırlısı, ümmetlerin en faziletlisi ve Allah katında peygamberlerden sonra yaratılmışların en şereflisi olan, Resûlullah'ın ashabının yoludur.

Allah Te'âlâ:
"(İslâm Dini'ne girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır."(Tevbe 9/100)

Buyurmuş ve öne geçen ilk muhacirler ve ensardan mutlak olarak, onlara tâbi olanlardan ise onları güzellikle takip etmeleri sebebiyle razı olmuştur.
Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) sahîh hadîslerde:
"Nesillerin en hayırlısı, benim içlerinde gönderildiğim nesil, sonra bunların ardından gelenler, sonra da onların ardından gelenlerdir" buyurmuştur.(Müslim, "Fedâ'ilü's-sahâbe", 21, 211, 212, 214, 215; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 9; Ahmed b. Hanbel, II, 328; V, 327; VI, 156.)

Abdullah b. Mes'ûd da:
"Sizden her kim bir yol tutmak (örnek edinmek) isterse, vefat etmiş olanların yolunu tutsun. Zira hayatta olanın fitnesinden emin olunmaz. (fitneye sapmayacağı konusunda güvence yoktur.) Bunlar (vefat etmiş olanlar), bu ümmetin en temiz kalplileri, en derin ilme sahip olanları, en samimîleri olan, Resûlullah'ın ashabıdır. Onlar, Allah'ın, Resûlune yoldaş olmak ve dinini tesis etmek için seçtiği topluluktur. Onların hakkını teslim edin (gözetin) ve onların gösterdiği yola dört elle sarılın. (onların yolundan gidin.) Zira onlar en doğru yol üzereydiler" derdi.(Ahmed b. Hanbel, III, 134.)
Huzeyfe b. Yemân (r.a.) da:
"Ey (Kur'ân) okuyanlar topluluğu! Dosdoğru olunuz ve sizden öncekilerin yolunu tutunuz (yolunu takip ediniz). Allah'a andolsun ki, şayet onlara tâbi olursanız, önde gidenlerden olursunuz (büyük bir başarı elde edersiniz.); Ama eğer sağa sola saparsanız, büyük bir sapkınlığa düşersiniz" demiştir.
(Huzeyfe b. Yemân; Ebû Abdillâh Huzeyfe b. Huseyl b. Câbir el-Absî (v. 36/656). Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sırdaşı olan sahâbîdir.)
Yine Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir:
Resûlullah bize bir çizgi çizdi, sonra onun sağına ve soluna çizgiler çekti/çizdi ve buyurdu ki:
"Bu (ilk çizdiğim çizgi) Allah'ın yoludur, Bunlar da ayrı yollar olup her birinin üzerinde bir şeytan durmakta ve ona davet etmektedir." Sonra:
"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır."(En'âm 6/153)âyetini okudu.(Dârimî, "Mukaddime", 23; Ahmed b. Hanbel, I, 435, 465.)
Allah Te'âlâ bize namazlarımızda:
"Bize doğru yolu göster. Kendilerine nimet verdiğin (lütuf ve ikramda bulunduğun) kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!"(Fatiha 1/5-7)dememizi emretmiştir.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
"Yahudiler gazaba uğramışlar, Hristiyanlar ise sapmışlardır"buyurmuştur.(Tirmizî, "Tefsîru sûre 1", 2,40; Ahmed b. Hanbel, IV, 378.)
Zira:
- Yahudiler hakikati bilmelerine rağmen buna uymamışlar, (hakka tâbi olmamışlar.)
- Hristiyanlar ise bilgisizce (bir bilgiye dayanmaksızın) Allah'a kulluk / ibadet etmişlerdir.
İşte bu sebeple:
"Günahkâr/Fâcir âlim ile ibadet eden/âbid câhilden Allah'a sığının; zira bunların aldatması her aldanan için bir fitnedir" denilir.
Allah Te'âlâ:
"Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır."(Tâhâ 20/123)buyurmuştur.
İbn Abbâs (r.a.):
"Allah Te'âlâ Kur'ân'ı okuyan ve içindekilerle amel eden kimsenin dünyada sapmayacağını ve ahirette bedbaht olmayacağını garanti etmiştir" diyerek bu âyeti(Tâhâ 20/123)okumuştur.
Yine Allah Te'âlâ:
"Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar, İşte onlar, Rableri'nden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır " (Bakara 2/1-5)
Ayetlerinde de bu kimselerin hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler olduğunu haber vermiştir. Bu da gazaba uğramışlar ve sapmışların zıddıdır.
Allah'tan bizi ve kardeşlerimizi, doğru yoluna, kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kimselerin yoluna erdirmesini niyaz ederiz. Bunlar en güzel dostlardır.
Allah bize yeter; o ne güzel vekildir.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Allah, Efendimiz Hz. Muhammed'e, O'nun ailesi ve ashabına salât ü selâm eylesin.
 
1 - Selef, imamlar ve onlara tâbi olanlar; dünyada bulunanların ahirette bulunanlardan farklı olduğunu ve Allah'ın yarattıklarından farklılığının daha büyük olduğunu bilerek Allah Teâlâ'nın kendisi ve ahiret günü hakkında bildirdiklerine iman etmişlerdir.
2 - İkinci grup; Allah'ın ahiretteki sevap ve ceza gibi bildirdiği hususları kabul eden, fakat kendisi hakkında haber verdiği sıfatların pek çoğunu nefyedenlerdir. Kelâmcılardan bir çok grup gibi
3 - Üçüncü grup; bunların her ikisini de reddetmiştir. Allah'ın kendisi ve ahiret günü hakkında bildirdiği hususların gerçekliğini inkâr eden Karmatîler, Bâtınîler, Meşşâîler'e tâbi olan filozoflar gibi mülhidler bunlardandır.Rasûlün Rabbi'nden haber verdiklerine, manâsını bilsek de bilmesek de iman etmek gereklidir; zira O doğru ve doğrulanmış olandır. Kitab ve Sünnet'te varit olan hususlara, her mü'minin manâsını anlamasa da iman etmesi zorunludur.Ümmetin selefi ve önde gelenlerinin (müctehid imamların) ittifakıyla sabit olan hususlar için de aynı şey geçerlidir ki zaten bunların büyük bölümü Kitab ve sünnette nassla sabittir ve selef arasında ittifakla (görüş birliği içinde) kabul edilmiştir
İslâm'ın Temeli / Aslıİşte bu, Müslüman'ın bilmesi gereken önemli bir esastır. Bu, iman ehli mü'minlerin küfür ehli kâfirlerden ayrıldığı İslâm'ın özüdür / temelidir. Bu (iki esas):1 - "Tevhid / Allah'ın birliğine" ve 2 - "Risalete" imandır. Yani: 1 - "La ilahe illallah" "Allah'tan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına" 2 - "Muhammedun Rasulullah" ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmektir. (şehadetini şartlarıyla / gerekleriyle yerine getirmektir.)" Pek çok insan, bu iki esasın / aslın veya birisinin gerçek anlamını saptırma (hatasına) düşmüş, fakat yine de tahkik, tevhîd, ilim ve marifetin son noktasında olduğunu zannetmiştir. (ama bu iki temelin / aslın veya birinin hakikatini zedeleyen tavırlar içerisindeler.)Müşrikin, Allah'ın her şeyin Rabbi, Meliki (Hâkimi) ve yaratıcısı olduğunu ikrar etmesi, onu Allah'ın azabından kurtarmazKurtulması için:
1 - Allah'tan başka ibadete layık ilâhın bulunmadığını, O'ndan başka kimsenin kulluk / ibadet etmeye lâyık olmadığını,
2 - Hz. Muhammed'in O'nun Resulü olduğunu ve haber verdiği hususlarda O'nu tasdik edip, emrettiği hususlarda da O'na itaat etmenin mecburî olduğunu kabul / ikrar etmesi gerekiyor.Dolayısıyla, (öneminden dolayı) bu iki esas / temel hakkında bir şeyler söylemek gerekir.
Kelime-i Şehâdet
Birinci temel / esas: Ulûhiyyet Tevhîdidir."Her kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat eder, Allah'a saygı duyar (haşyet) ve O'ndan sakınırsa (takva), işte asıl bunlar mutluluğa/kurtuluşa erenlerdir." (Nûr 24/52) buyurarak; "İtaatin" kendisi ve Resûlü'ne, "haşyet" ve "takvanın" ise yalnız kendisine yönelik olduğunu bildirmiştir.
Fena ve Fena MakamlarıFena ile üç şey kastedilir:1. Birincisi: peygamberlerin getirdiği ve kitaplarda varit olan dinî ve şer'î olan fenadır ki bu: - Allah'ın emrettiği şeyleri yapmakla emretmediği şeylerden fânî olmak (yâni onlardan uzak durmak), - Allah'a kulluk / ibadet etmekle başkasına kulluktan / ibadetten fânî olmak, - Allah'a ve Resûlü'ne itaat etmekle Allah'tan başkasına itaatten fânî olmak, - Allah'a tevekkül etmek suretiyle başkasına tevekkülden fânî olmak, - Allah'ı ve Resûlü'nü sevmekle Allah'tan başkasını sevmekten fânî olmak ve - Allah'tan korkarak başkasından korkmaktan fânî olmaktır. Bu şekilde kul, Allah'ın hidayetini (gösterdiği yolu) bırakıp kendi isteklerine / hevasına uymaz / tâbi olmaz. ve Allah ile Resulü ona diğer her şeyden daha sevgili olur. (Allah ve Resulünün sevgisini her sevginin üstünde tutar. )Nitekim Allah Teâlâ: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin.(başınıza gelecekleri göreceksiniz)" (Tevbe 9/24) buyurmuştur. Bütün bunlar, Allah ve Resûlü'nün emrettiği hususlardır.2. Bazı sûfîlerin işaret ettiği ikinci tür fena: Allah dışındaki şeyleri görmekten (müşahede, etmekten) fânî olmak, yani kişinin ma'bûdu / ibadet ettiği şey ile ibadetinden, zikrettiği şey ile zikrinden, ma'rûfu / bildiği şey ile bilmesinden / marifetinden fânî olması ve dolayısıyla, nefsin Allah dışındaki şeyleri görmekten uzaklaşmasıdır. (Öyle ki, mâsivâ olduğundan dolayı kendini bile müşâhade etmez.)Bu, tasavvufa intisab eden bazı kimselere ârız olan bir eksiklik halidir. Allah'a ulaşma yolunun vazgeçilmez bir unsuru değildir. Bu sebeple, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) veya selef hakkında böyle bir şey bilinmemektedir. (böyle bir hâl söz konusu olmamıştır) Bunu tasavvuf yolundakilerin varacağı son nokta olarak gören kimse açık bir sapkınlık içindedir. Yine bunu Allah'a ulaşma yolunun vazgeçilmez unsuru addeden kimse de büyük bir hataya düşmüştür. Bilâkis bu, Allah'a ulaşma yolunda bazı kimselere ârız olan bir haldir ve tasavvuf yolunu tutan herkeste ortaya çıkan zorunlu bir durum değildir.
3. Üçüncü tür fenaise: Allah dışındaki her şeyin varlığından fânî olmak ve yaratılmışın varlığının Yaratıcı'nın varlığının aynısı ve bu iki varoluşun bizâtihî bir ve aynı (vâhid bi'l-ayn) olduğunu söylemektir. Bu, insanların en sapkını olan küfür ve ittihad ehlinin (vahdet-i vücûd taraftarları) görüşüdür. Bu kimselerin akıl ve kıyasın zorunlu verilerine aykırı düşmeleri hususuna gelince: Bunların herhangi birinin görüşünün tutarlı olması mümkün değildir. Şayet bu kimse, emredilen ve yasaklanan hususlar arasında bir ayırıma gitmeksizin kaderi müşahede etmekte ise, ona bunun gerektirdiği şekilde büyük acı ve rahatsızlıklarla sınanacak biçimde dövülmek ya da aç bırakılmak gibi şeylerle muamelede bulunulur. Eğer kendisine bunların yapılmasını kınar ve ayıplarsa, kendi görüşüyle çelişmiş ve tuttuğu yolun özünden sapmış olur. Ona: "Onun sana yaptığı bu şeyler kaza ve kaderin sonucudur. Allah'ın yaratması, takdiri ve iradesi senin için de onun için de geçerlidir, ikinize de şamildir. Dolayısıyla kader senin için bir delil teşkil ediyorsa, bunun için de delildir; aksi takdirde ne senin için ne de onun için delil teşkil eder" denir.
 
Selefilik

Bu linke itirazınız varmı? Varsa belgeleriyle aydınlatırmısınız?
 
Selefilik, Kuran ve sünneti sahabe ve tabiin gibi anlayıp, yaşamak manasındadır. Yani ilk dönemde yaşamış Müslümanlara selef denir. Nitekim günümüzde kedini ilk dönem Müslümanlarına nispet eden kişilere selefi denir.

Selef anlayışı bu ümmetin temel taşları ve esasıdır. Rabbimiz, birçoğunu cennetle müjdelemiştir. Bunlar, Rasululla hın (s.a.v) güzide ashabıdır. Kuran ve Sünneti; sahabe gibi anlayış ve yaşayış tarzıdır. Müslümanların takip etmesi gereken hakiki menhec bu menhecdir . Bu hak yol olan selef yoludur.Ayrıca Selef anlayışı, Allah’ın kendileri nden razı olduğu bir topluluğun da anlayışıdır. Kendisini “Fırka-i Naciye” ve “Taife’t-ül Mansura’ya” nispet eden bir muvahhidi n takip etmesi gereken yolun da bu yol olduğunu iyi bilmemiz gerekmekt edir.
Hakiki selef anlayışına göre iman – kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve azaların amelidir. Yani iman; tasdik, ikrar ve ameldir. Bu nedenledi r ki bir Müslüman kendisini küfre sokan bir söz, inanç veya amelle İslam’dan çıkabilir
Hakiki selef anlayışında, Kişi tevhidini gerçekleştirdikten sonra, Allah’ın kanunlarının tatbik edilmesi için, İslami bir devletin yeryüzünde hakim kılınması ve yer yüzünde küfrün ortadan kalkması için takip ettiği metot;
A-Islah; İslam anlayışının selef akidesine göre düzeltilmesi.

B-Terbiye; Müslüman fertlerin in, İslam anlayışına, selef akidesine göre yetiştirilmesi.

C-Tasfiye; selef akidesine ters düşen inanç ve fikirleri n atılması ve öze dönüş.

D-Tanzim; İslami bir disiplin ve düzenli bir örgütlenme.

E-Hazırlık; İslami bir devlet için gereken temel hazırlıklar

F-Vakti geldiğinde cihad ile olacağına inanırlar.

- Hakiki selef anlayışında, İslami bir devletin yeryüzünde ikame edilmesi ve Allah’ın kanunlarının geçerli kılınması için yapılacak hazırlıkları yerine getirecek, taifetül- mansura ve Fırka-i Naciye özelliklerine sahip olan bir cemaatin bulunması veya kişinin bulunduğu yerde bu grup yok ise bu cemaati kurmak gerekmekt edir.
Hakiki selef anlayışında, İslamiyet kemaliyet dinidir. Müslüman kınayıcının kınamasından korkmaz, İslam’ın bütün yönleriyle anlatılması ve yaşanması gerektiğine inanırlar. Yani ubudiyet, rububiyet, esma ve sıfatlarda tevhid, ibadet, ahlak, terbiye, siyaset ve cihad gibi, İslam’ın tümünden bahsetmey e ve yaşamaya çalışırlar.

Hakiki selef anlayışında, Tevhid gerçekleştirildikten sonra Müslümanları İslami bir devlete kavuşturacak yegâne vesilenin, cihada hazırlık, şartlar ve hazırlık tamamlandıktan sonra cihada kalkılmasıdır. Bu nedenledi r ki, yeryüzünde cihad meydanlarında savaşan erlere destek olmak ve onları desteklem ek farzdır, onlar Allahın dinini müdafaa etmekte ve kelimetul lahı yeryüzünde hâkim kılmaya çalışmaktadırlar
- Hakiki selef anlayışında, yöneticilerin İslam’dan çıkmaları, inanç, söz ya da amel ile olur. Eğer yöneticiler İslam’dan çıkmışlarsa, Müslümanların onları indirilme si ve onlarla savaşması gerekmekt edir. Nitekim bu düşünce; zalim ve hain yöneticilere baş kaldıranların desteklen melerini gerekli kılar.
Hakiki selef anlayışında, Mübarek Suudi Arabistan topraklarına, kendi rejimini ve koltuğunu korumak için kâfir Amerikan askerleri ni, hicaz topraklarına davet etmek, kişinin küfrü için yeterlidi r. Dolayısıyla böyle bir yöneticinin meşruiyeti kalmamış ve ona karşı mücadele ve cihad edilmesi gerekmekt edir.
Hakiki selef anlayışında, herhangi bir kimse eğer Müslümanlarla mücadele etmek için uluslarar ası anlaşmalara imza atar ise bu kâfirdir. Bu kimse ister devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı olsun fark etmez.
Hakiki selef anlayışında, İslam’a savaş açmış, Müslümanları terörist ilan eden ve bütün gücü ile İslam’la savaşan(Suudi Arabistan’ın, A.B.D den yardım alması) bir devletten yardım almak kişinin küfrü için yeterlidi r.

Hakiki selef anlayışında, her insan hata yapabilir ve bu nedenledi r ki her bir insanın sözü kuran ve sünnete uyduğu müddetçe alınabilir ve uymazsa alınmaz, atılır. İslam da taassubiy et yoktur. Peygamber lerden hariç kişiler masum değildir hata yapabilir ler.
Hakiki selef anlayışında, Şirk ve küfür kanunlarının konulduğu, Allah’ın kanunlarının değiştirildiği meclis ve parlament olara girmek caiz değildir.

Eş'arilik ve Matüridilik kurulana kadar, Sünni Müslümanlar itikadi yönden Selefiyyeye bağlı sayılırdı. İslam tarihindeki en eski hareketlerden biri olan kadim selefi gelenek; Ehli sünnet-i hassa, Ehli hadis, Ashabul hadis gibi isimlerle de anılmaktadır. Muhaddislerin temsil ettiği bir ekol olması, katı nakilci tavrı, aklı öncelemekten kaçınması, kıyas ve rey gibi metodlara itibar etmemesi ile meşhurdur. bu noktada küfe de başlayıp ırak'ta kurumsallaşan Ebu Hanife'ye bağlı rey ekolü ile ters düşer. Hanbeliliğin de kurucusu olan imam Ahmed bin Hanbel ile ilk devresini yaşayan selefilik, Harranlı İbn-i Teymiyye ile ikinci aşamasını geçirdi. Günümüzde de devam eden üçüncü kuşağın öncüsü , 18. yüzyılın başında doğmuş olan muhammed ibn Abdulvahab'dır. Selefiyye terimi çoğu kez hanbeli ekolü içerisinden yetişmiş bir alim olan, Muhammed bin Abd ul-Vahhab'ın öğretilerini benimseyen, İslam Coğrafyası'nda karşıtları tarafından yaygın şekilde Vahhabilik olarak tanımlanan inanç sistemine mensup kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır.
Selefiyye itikadi konulara aklın karıştırılması konusunda Mu'tezile mezhebinin tam tersidir; Mu'tezile mezhebi aklı birinci sıraya koymakla beraber akıl ile naklin çeliştiği durumlarda aklı kullanarak tevile gider ve genel olarak felsefeci bir tutum benimserken, Selefiyye mezhebi ise itikadi konularda akla yer vermez, sadece nakil (Kur'an ve Sünnet) ile hareket eder. Müteşabihler konusunda, müteşabihi olduğu gibi kabul ederken kastedilen manayı insanların bilemeyeceğini, konunun manasını Allah'a havale ettiklerini belirtirler. Örneğin Fetih suresi 10. ayette (48/10) geçen Allah'ın eli ifadesini"Allah bir eli olduğunu ayette belirtmiştir, buna göre bir eli vardır fakat bu elin keyfiyeti(nasıllığı)nedir biz bilemeyiz, bunu Allah'a havale ederiz" olarak cevaplandırırlar. Hiçbir şekilde tevile gitmezler.
Selefiyye mezhebi, akıl ve nakil (Kur'an ve Sünnet) konusunda mutlak nakle inanır,aklı sahih nakle tabi görür. İman esasları ile ilgili konularda Kur'an ve Sünnetteki açıklamalar ile yetinip bunları aynen kabul eder. Bu kabule müteşâbihler de dahildir, te'vîl (görünür anlam dışında bir başka anlamda kabul etme) etmemekle beraber cisimleştirme (yani tecsîm) de yapmazlar.

Genellikle Hanbelî fıkıh mezhebine bağlı olanlar itikadda Selefidirler. Ancak Selefiler fıkıhta mezheb taklidini benimsemedikleri için kendilerini bir mezhebe bağlı saymazlar. 4 büyük imamı esas alırlar, hâdis ilmine ve alimlerine çok önem verirler, itikâd olaraksa İbn Teymiye'yi Şeyhülislam olarak görürler, ve dini belli bir konuda ihtilaf varsa genel görüşe yani icma'a uyarlar. Bugün Selefilerin en yoğun olduğu bölge Suudi Arabistan'dır.
Büyük Selef alim ve muhaddislerinin iman konusundaki görüşü genelde şöyledir
Selefiyyeye göre amel imanın bir parçası olduğu için, eğer amellere gereken özen gösterilmezse, iman hem nicel hem de nitel açıdan azalır. Tam tersinde; eğer amellere çok fazla önem verilirse ve şahıs ameli yönden kendisini geliştirirse, imanı hem nicel hem de nitel açıdan artar.Nitekim Kur'an ve Hadislerde bu hususta pek çok delil vardır.
[SUP]http://www.engelliler.biz/forum/#cite_note-3[/SUP]
 
[FONT=lucida grande]DİKKAT!!![/FONT]

[FONT=lucida grande]İnsanların çoğu kâfirdir. //Nahl 83.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu fasıktır. //Maide 49.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu müşriktir. //Rum 42.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu inkârcıdır. //İsra 89.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu gâfildir. //Yunus 92.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu şükretmez. //Bakara 243.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu zanna uyar. //Yunus 36.[/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu nankördür. //Furkan 50 [/FONT]
[FONT=lucida grande]Çoğu yalancıdır. //Şuara 223.
Çoğu iman etmez. //Bakara 100.
Çoğu Allah'a ortak koşar. //Yusuf 106
Çoğu haktan hoşlanmaz. //Zuhruf 78 .
Çoğu Kur'andan yüz çevirdi. //Fussilet 4.
Çoğu akıl etmez, kafası çalışmaz. //Maide 103.
Çoğu Ölüleri Allah'ın dirilteceğini bilmez. //Nahl 38.
Çoğu Kıyametin geleceğine inanmaz. //Mümin 59.
Çoğu Allah'ın mucize yaratabileceğini bilmez. //Enam 37.
Çoğu Rızkı Allah'ın verdiğini bilmez. //Sebe 36.
Çoğu Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu bilmez. //Rum 30[/FONT]
 
[FONT=lucida grande]Şeyhulislam İbn Teymiyye der ki:[/FONT]

[FONT=lucida grande]"İbadet; Allah'ın, elçileri vasıtasıyla emrettiği şeylere bağlanmak suretiyle, O'na itaatte bulunmaktır.[/FONT]

[FONT=lucida grande]İbadet, zahir ve batın anlamda Allah'ın sevdiği ve razı olduğu bütün söz ve amelleri kapsayan genel bir kavramdır."[/FONT]

[FONT=lucida grande](Fethu'l Mecid) [/FONT]

[FONT=lucida grande]Haram Kazanılan Aş, Aş dan Sayılmaz. Hak İçin Akmayan Yaş, Yaş dan Sayılmaz. Kişi Başım Var Diye Övünmesin; [/FONT]
[FONT=lucida grande]SECDE 'ye Varmayan Baş Baştan Sayılmaz.[/FONT]

[FONT=lucida grande]


[/FONT]

[FONT=lucida grande]BU YAZI ÇOK SİNİR BOZACAK...

"Yetiş Ya Abdulkadir Geylani" moduna geçiş yapanlara ithaf olunur...

1- Şanlı evliyaları, havada uçak yakalayanları, Ringde Alman dövenleri, MÜRİTLERİNİ RÖNTGENLEYEN EFENDİ BABANIZI, Çanakkale'de savaşanları, Gavs-ı Geylanileri Gazze'de görememiştik...

2- Efendi Hazretlerini (!) Suriye'de, Irak'ta ve Afganistan'da cihad ederken görememiştik, Allah ile aramızda aracı (!) olanları Filistin ile aramızda aracı olurken göremedik...

3- Ezan Tükçe okunurken, Başörtüsü yasaklanırken, Kürtlere ırkçı-faşist baskılar yapılırken biz bu velileri yardım ederken göremedik...

4- Kur'an kavramları çarpıtılırken bırakın yanımızda görmeyi RABITA, SEYR-İ SÜLÜK, FENA FİLLAH VS... saçmalıkları uydurarak bir tekmede onlardan yemiştik... Ama bu işin sonu FENA OLACAK...

5- ZAVALLIYI İÇERİDE UNUTTULAR hani nerede Gavs, hani onunla Allah ilgileniyordu, hani mezardan ders veren EFENDİ BABAN, hani nerede Geylani... Neredeler ... Neredeler...???

6- Amcası Hamza, torunları Hasan ve Hüseyin ve diğer sevdikleri şehit edilirken O ŞANLI PEYGAMBER YETİŞEMEDİ SEN HALA GAVSI MI BEKLİYORSUN EY ZAVALLI...!! DİRİLER SENİ ÇIKARAMIYOR --DİRİNİN YAPAMADIĞINI ÖLÜLER NASIL YAPACAK EY ZAVALLI....--

7- "BİR DAHA HÜKÜMET ALEYHİNE KONUŞMAYACAĞIM" NE OLDU, BİZİM MÜCAHİT TIRSTI....!! Yoksa hükümet onu ÇARPTI MI..?? Yoksa Geylani'de "bundan bi cacık olmaz" mı dedi...??

8- Diyanete selam bu arada sizi de Allah'ın ayetleri yok sayılırken göremedik BAŞÖRTÜSÜ YA DA NAMAZ VAKİTLERİ İLE İLGİLİ CUMA HUTBENİZİ GÖREMEDEN GÖZLERİMİZ AÇIK GİDECEĞİZ...

9- ALLAH'IN HÜKÜMLERİNİ UYGULAMAYANLARA NE DİYELİM ŞEYTANLA KARDEŞ OLMUŞLAR ... EH KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR....



[/FONT]
 
Üst Alt