Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Kâinatın ve insanlığın gülüne… Yâ Resûlallah

Üyelik
31 Eki 2009
Konular
106
Mesajlar
239
Reaksiyonlar
0
[SIZE=3]Kâinatın ve insanlığın gülüne… Yâ Resûlallah[/SIZE]“Ol âlem fahri Muhammed nebiler serveridir
Ver salâvat aşk ile, ol günahlar eridir”
Yunus Emre

[SIZE=1]Selim GÜNDÜZALP[/SIZE][SIZE=1]sgunduzalp@yeniasya.com.tr[/SIZE]Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…
Yollar ki, çok karışık. Kimi çöle çıkar, kimi de denizlere. Ne çağlar yaşadı insanlık Senden uzak, Senden mahrum. Ağlıyordu anneler. Ağlıyordu kız bebekler… Başına ne geleceğini nerden bilecekler? Ağlıyordu kız bebekler. Dünya zulmün ve merhametsizliğin tam bir işgali altındaydı. Gecenin karanlığı gibi, hesabın en koyusundaydı, simsiyahındaydı art düşüncelerin sahipleri, kötülüğün sembolleri.
Kararan gecelerin en aydınlık sabahları Seninle doğdu. Nurun sadece o asra değil, her asra umut oldu. Gelişine muntazırdı gökler ve yerler. Işırdı muhabbetinle, aydınlanırdı yürekler. Bir tek elinle ne mu'cizeler gösterdin Sen, bir tek elinle yâ Rasulallah (asm)…
Sen yok iken, dün yok, yarından ümit yok idi. Yol kesmeler ne ki? Hayatları kesmişti Deccal, süfyan uşağı şakîler. Sen geldin, gitti zulmet, Sen geldin, bitti husûmet. Birbirine kardeş oldu kâinat. Küfrün çektiği perdeye inat.
Yâ Rasulallah (asm), bizi Senden ayırmaya, koparmaya kalktılar. Bir derece muvaffak olmadılar da değil. Ama ebediyen ve asla muvaffak olamadılar ve olamayacaklar. Ferman ki, Ondan. Allah’tan izin yok. Kesilse de bazen önü, temiz su mecrasını bulur, akar. Kirli su ise, çukur yere dolar.
Yolun, yolumuzdur. Fikren, düşünce ile ve hayalen Sana yakın, Sana komşu olmak biricik arzumuzdur…
Yâ Rasulallah (asm), gerçek saadet budur. Seni övmek, Seni sevmek, bu kirlenmiş dudaklara, bu paslanmış kalplere mi kaldı yâ Rasulallah? Affeyle Allah’ım, affeyle Yâ Rasulallah (asm)… Kıymetimizi Seninle bildik. Yoksa ucuz mu ucuz, değersiz mi değersizdik. Paslı kalbimize merhem bildik adını, derdimize devâ bildik salâvatını.
Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…
Ateşin en şiddetlisini Senden uzak kaldığımız günlerde yaşadık. Öyle yandık, öyle kül olduk ki, eridik, bittik. Bittiğimiz yerde adınla yenilendik, yeniden dirildik Yâ Rasulallah (asm)…
Sen de bir beşersin, Sen de bir insansın. Ama bir benzerin var mı? Çıkıp da biri göstersin. Bazı akıllar hâlâ aciz Seni idrakte. Hâlbuki hayatın herkesi şaşırtacak kadar açık ve sade.
Her şey Seninle güzel. Her şey Seninle iyi. Tattığımız o sevgiyi ki, hiç kimse hani… Tattırmadı bugüne kadar hiçbir fânî.
Seni nasıl anlatabilir ki bu kalem, bu kelâm yâ Rasulallah?
Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…
Kızgın çöllere su oldun. Güllere koku oldun. Bülbüllere ‘hû’ oldun. Çilelerle, yokluklarla, açlıklarla öyle bir hayat yaşadın ki, taşlaşan yüreklerimiz, sözlerinle inceldi. Yeniden doğdu sanki. Bir hatıran, bir bakışın ruhumuza nice kapılar açtı. Hiç kimsenin o güne dek bilmediği, görmediği ve geçmediği sayısız kapılar açtı. “Bir ben miyim sade böyle?” diye baktım yollara; yolunu izleyen çoktu, hem de pek çoktu. Saymaya kalksam, sayıları varır milyonlara, milyarlara.
Kanat kanat yükselip, Mi'rac’tan nurlar saçtın. Allah’a (cc) kulluğun zirvesine ulaştın. Rabbimizden bize armağanlar taşıdın. O kapıyı bize de açık bıraktın. Mekke’de toprağa düşüp, Medine’de çiçek açtın. Sadece sahabelerinin mi? Bizim de ruhlarımızı muhabbetinle donattın.
Seni nasıl anlatsın ki bu kalem, bu kelâm?
Essalâtü ve’sselâm, essalâtü ve’sselâm…
“Hak onu övdü, yarattı, sevdi, ‘Habibim’ dedi
Yeryüzünde cümle çiçek Mustafa’nın teridir”
— Yunus Emre
Büyüdü, büyüdü sevgin. Kuşattı dört bir yanını dünyanın. Arabistan’dan Mısır’a, Mısır’dan Tunus’a, Cezayir’e, Yemen’e, Libya’ya, oradan Asya’ya, tâ Rusya’ya, Amerika’ya kadar uzandı nurun. Artık dünyanın her yerinde adın anılır oldu, konuşan Sen oldun, sevilen, bilinen ve tanınan Sen oldun. Bir noktacık yer kalmadı girmediği o nurun… Gölgesi olmayan o nurun.
Nurun ki, yolunu aydınlattı insanlığın. Güneş, nurunun yanında mum kaldı yâ Rasulallah (asm). Köy, kasaba, şehir… Sen şehirden geçtin, nurunla kıt’aları kuşattın yâ Rasulallah (asm)… Dört bir yana yayıldı ilâhî dâvetin, milyar gönüllere hayat kattın, ümit oldun.
Her şey konuştu, bir bir dile geldi:
“Kâinata can geldi,
Taptaze bir kan geldi
Cihana bedel olan
Ol yüce sultan geldi.” dediler.
Adımlarına hasretti yerler ve gökler. Hakk’a en yakın yol ki, Senden gelip, Senden geçer. Bir elinle ne mu'cizeler gösterdin Sen yâ Rasulallah, bir tek elinle…
Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…
Gözlerin uyurdu da, kalbin niye uyumazdı acep niye? O Sevgili, gönlünden hiç çıkmıyor muydu diye? Vardığın yerlere, evlere bereket getirdin. Şehirlere de, ülkelere de öyle. Bugün de öyle. Bugün de öyle... Adının anıldığı yerlere, huzuru da beraber götürdün. Bugün de öyle. Bugün de öyle…
“Sen Ona ümmet olugör, O seni mahrum komaz.
Her kim Onun ümmetidir, sekiz cennet yeridir.”
— Yunus Emre
Yerin, göğün safâsı Sensin… On sekiz bin âlemin Mustafa’sı Sensin yâ Rasulallah!
Annesiz babasız kaldın ama kimseye yük olmadın. Dağdan dağa, çağdan çağa yürüdü sırrın. Nurun ki, deldi karanlığı, saadeti, mutluluğu oldun yaşadığın asrın. Duâlarınla yeniledin anları ve zamanları. O dualar ki, dün olduğu gibi bugün de kurtardı boğulanları.
Saadet mülkünün sultanı Sensin yâ Rasulallah! Her derdimin dermanı Sensin yâ Rasulallah! Rabbimin insanlığa en büyük ihsanı Sensin yâ Rasulallah! Her derdimin dermanı Sensin yâ Rasulallah!
“Her kim Onun sünnetiyle farzını kaim tutar,
Ne diyem ki âkıbet soru, hesaptan beridir.”
— Yunus Emre
Senden bildik, Senden öğrendik. Başıboş değildi gökte bulutlar, aylar ve yıldızlar. Bu trafiği, bu akışı ayarlayan biri var. Tesadüf, tabiat yok. Allah var. Allah’ın kanunları var.
Ağaçları yerinde durur, sabit zannederdik. Oysa kök kök uzanıp gider, büyürmüş her biri. Ve bir gün Sen işaret edip çağırınca, peygamberliğine şahit tutunca köklerinden sökülüp yanına geldiler. Sana bir selâm vermek ve o mutluluğa ermek için Allah’tan izin istediler:
“Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah”
Bin ressam çizemez, bin şair yazamaz, bin dil olsa anlatamaz dünyamıza, hayatımıza kattığın iyilikleri, güzellikleri.
Yağmur,
Bulut,
Rahmet,
Toprak,
Tohum,
Çiçek…
Hepsi alt alta. Vermeseydi yaratan, kim ne verecek, kim ne getirecek? Seninle bildik. Sen öğrettin.
Şimdi hasretim Ravza’na. Suda parlayan bir ışık hızıyla gelmek istiyorum Sana. Bir koku alır götürür beni tâ oralara, o mübarek mekânlara. Yeter mi acaba bilmem, geride kalan sayılı günlerim? Nüfusların sayımı gibi nefeslerin de sayımı var. Bir korku nöbet tutuyor içimde: “Güneş her sabah doğuyor diye, bu sabah da doğacak zannetme. Acele et.” İçimdeki ses böyle diyor yâ Rasulallah… “Acele et, acele et…” Bir defacık daha olsun, izin var mı Ravza’na yüz sürmeye?
Herkesin her şeyi bildiği bir dünyada sadece Sana ait tek bir şeyi bilmek bile çok bir şey yâ Rasulallah…
Bahar bir işaret bekliyor kapıda girmek için; girip de gülünü vermek için. Gül ki, güneşi, toprağı, ayı, yıldızı getirir odama. Gül ki, Senden bir işarettir adam gibi adama. Güneş alnımdan öpüyor, rüzgâr yanağımı okşuyor. Elimde bir gül, Seni kokluyor. Senden bildim kokusunu.
Gelen kim olursa olsun, gelen hep Sen, hep Sensin yâ Rasulallah… Benim için böylesin.
Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…
“Yunus Emrem iş bu sözü can içinde söyledi
Söyleyen biçare Yunus, Tabduk Emrem sırrıdır.”
— Yunus Emre
Allah’ım, duâm bu ki, çöllerimiz yeşillensin yeniden, sularına kavuşsun, vahaya dönsün.
İçimizdeki ve dışımızdaki kavgalar, çekişmeler durulsun. Tozlu yollarımız ve gönüllerimi tertemiz olsun.
İçimizi yakan günahlarımızı söndürsün rahmetinin yağmurları. Efendimizin (asm) şefaati cümle mü’minlerin ve bizim de üzerimize olsun. Âmin…
Sana biat edip o mübarek elini öpmek, izin verirsen eğer, boynumuzun borcu olsun. Sen ki, bir tek elinle ne mu'cizeler gösterdin. Sen ki, bir tek elinle yâ Rasulallah…
***
“Evet, sabıkan bahsi geçmiş:
• Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi,
• Sırrıyla, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları inhizâma sevk etmesi,
• Nassı ile, aynı avucunun parmağıyla kameri iki parça etmesi,
• Ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi,
• Ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması,
• Elbette o mübarek el, ne kadar harika bir mu'cize-i kudret-i İlâhiye olduğunu gösterir.
Güya, ahbap içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhânîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler.
Ve a’dâya karşı küçücük bir cephane-i Rabbânîdir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur.
Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmânîdir ki, hangi derde temas etse, derman olur.
Ve celâl ile kalktığı vakit, kameri parçalayıp, Kab-ı Kavseyn şeklini verir.
Ve cemâl ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer.
Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle acip mu’cizâta mazhar ve medar olsa, o zâtın, Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, bedâhet derecesinde anlaşılmaz mı?” (Mektubat, 142)
***
“Ya Erhamerrahimin, bu Resul-i Ekremin (asm) hürmetine, bizi, onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dar-ı saadette onun Al ve Ashabına komşu eyle! Âmin, âmin, âmin.” (Şuâlar, 548)
 
Yağmur
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Nurullah Genç​
 
Üst Alt