Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

[Haftanın Konusu] Sakat olmanın dünü-bugünü..?

OturanBoğa

Yönetici
Üyelik
9 Ocak 2003
Konular
673
Mesajlar
57,928
Reaksiyonlar
295
Sakat olmanın dünü-bugünü..?

  • 'Sakatlığı olan birey' olma özelliği temelinde ele alıp geçmişle bugünü kıyasladığınızda;

    * Bu topraklarda/toplumda yaşamak sizce kolaylaşıyor mu, zorlaşıyor mu?
    * Sakatlığı olan kişilerin toplumdaki yeri/algılanışları açısından bir değişiklik oldu mu, olduysa (yaşamınızdan) somut örnekler verebilir misiniz?
 
Teknolojinin gelişimiyle kolaylaşıyor nasılmı ahada bele.

resme dikkat. :D

32955342dc3.jpg
 
mısri' Alıntı:
...2 erkek yer verdi...

Neden 2 kişi yer verdi ki? Kız 2 kişilik mi yer kaplıyordu? (cüsse olarak)

Zaman, teknoloji ve tıp ilerledikçe yaşamak kolaylaşmaktadır.

Zaman ilerledikçe bir şeyler değişmek zorundadır. Ama değişen toplumdaki yerim ve algılanışım mıdır yoksa değişen ben miyim onu çözemiyorum.

Hep uç noktaları düşünürüm. Teknoloji öyle ilerledi ki ve de ilerlemeye devam ediyor. 20 yıl önce biri cep telefonu icat edilecek deseydi inanmazdık. Belki de son sakatlar olarak tarihe geçeceğiz. 2100 yılında sakat doğan çocuklar olmayacak, trafik kazaları tarih olacak, hastalık diye bir şey kalmayacak. Vücut bir şekilde yaralansa bile hücreler kendini yenileyecek vs vs

2007 nin tadını çıkaralım derim. Başka 2007 yok.
 
BENCE HER GEÇEN GÜN DAHADA ZORLAŞIYOR SAKATLIKLAR BELKİ AYNI TIP GELİŞİYOR AMA İNSANLARIN DEGER YARGILARI DEĞİŞİYOR ONUN İÇİNDE SAKAT İNSANLAR HER GEÇEN GÜN DAHA ZORLANIYORLAR
 
İnsan bedenine dair yaratılan normlar ve bu norma uymayan bedenleri (farklılıkları) dışlayan bakış açıları gün geçtikçe (gerek iş gerekse gündelik yaşamda) daha bir öne çıkıyor mu mesela? Öyle ya, her konuda "iyisi şu" diye "yol gösteren" düzen, kendine uymayan/uyduramadığı/uydurmak istemediği kişileri hemen dışlamıyor mu? Kendi normalliğini ancak anormal saydıklarını işaret edip, "böyle olmak mı, ğıyyy!" diyerek sağlamıyor mu?
Böyleyse eğer, sakat (farklı) kişiler olarak toplumda varolabilmek daha bir zor, mücadele gerektirir hale gelmiyor mu aslında? Kendin gibi, olduğun gibi yaşayabilmek için daha bir çatışmaya ihtiyaç duymuyor muyuz gün geçtikçe? Bu bir yanıyla yaşamlarımızın terörize edilmesi anlamına gelmiyor mu?
 
Bu kadarda karamsar olmamak gerekiyor bence evet yaşanan pek çok sıkıntı var engelliler açısından toplum tarafından kabullenememe v.s. ama geçmişle kıyaslandığında bunun engelliler açısından olumlu yönde bir kabullenişe gittiğini söyleyebilirim.

İşe yaramayacakları gerekçesiyle toplu bir şekilde katledilen engelliler vardı bir zamanların dünyasında ama şimdilerde herkes bunu nefretle kınıyor ki normal olanıda budur

Toplumun farklı olanı kabullenememesi gerçeği tüm zamanların bir sorunu olsala değişim ve beraberinde getirdiği gelişimle bunun da üstesinden gelecektir insanoğlu.
 
Halil Yılmaz arkadaşımın koyduğu fotoğraf her şeyi gayet güzel anlatıyor.
 
mısri' Alıntı:
Haklısın oturan boga o zaman neden hayatımızı terörize eden bu kişilere karşı sessiz kalıyoruz neden kendimizi savunmuyoruz aslında toplumdan soyutlanması gereken kişiler engellilere ııyyy diyenler degilmi?

Daha önce başka yerlerde birkaç kez yazmıştım. Bütün bu anormal toplumsal olayların nedeni (hatta gündemdeki siyasal krizlerin falan da nedeni) teknoloji ile toplumsal bilincin/kültürün eşitsiz gelişimidir. Toplumların anlayışı (zihniyeti) çok çok yavaş gelişir! Ama bilim ve teknoloji çok hızlı geliştiğinden arada korkunç bir uçurum oluşur. Bu uçurum da, olması gerekenin değil olmaması gerekenin egemen olduğu toplum düzenine neden olur!

Eğer bireysel düşünce yapımızı/anlayışımızı/zihniyetimizi kendi çabamızla biraz olsun geliştirdi isek, yani ortalama insandan biraz olsun farklı düşünebiliyor isek, bu tür olumsuzluklara "tepki"de bulunmamız, "isyan" etmemiz kaçınılmazdır. Ama toplumun ortalama insanı, bu tür olaylara neden olanlar karşısında ne gibi bir tavır koyması gerektiğinin bilincinde değildir. Buna "sürü psikolojisi" de denilir.

Sonuç: Bireysel tepkilerde, kendimizi paralamaktan başka elde ettiğimiz bir şey olmaz. Tepki; ancak bilinçli + örgütlü (organize) olarak verildiğinde anlamlı olur. (Bkz: Tandoğan ve Çağlayan mitingleri [size=2]Konu dışıydı ama sadece örnekti. İdare edin. ;)[/size]

E.. şimdi sorarsın.. ;) "Belediye otobüslerindeki "öküz"ler için de miting mi düzenliyecez? diye.. Elbette öyle bir şey olmaz da.. Zaman içinde, bireylerin kafa yapısı eğitimle, bilinçle, kültürle değiştirildiğinde/geliştirildiğinde bu tür magandalıklar olmayacaktır bile..
 
Sevgili baben yeni bir şeyler desen diyorum artık :)
Engellilerle ilgili daha somut öneriler... sadece tepki vermesen yazılara... sadece soyut görüşlerle olmuyor abim :)
millet bir çok sorunla boguşuyor. burası engelliler sitesi. burdakilerin hepsi engelli nerdeyse... bireylere burda bilinçlenmekten bahsediyorsan payın olmalı bunda. somut söylemlerler yani...anlayacağımız dilden :)
bu insanlar iş bulamıyor. bu insanlar günlük hayatta bir çok sorunla karşılaşıyor. ve onları düşünen de yok gördüğün gibi ...
bizi düşünen yok... üstelik seni anlamkta sorun yaşıyoruz. herkes aynı egitimi almış değil burda...
bizim anladıgımız dilden konuşsan...o öküzlükler ucuz degil yani... otobuste o halde ayakta gitmek basit degil abim :) bunlar sadece otobuslere binebilen şanslı birileri... daha otobuslere binemeyenler çok var... tekerlekli sandalyedekiler gibi...
mesela sana böyle öküzlüklükler yapanlara ne yapıyorsun? sokaga çıkıyor musun sen? parka sinemaya? nasıl mucadele ediyorsun sen?

engelli oldun olalı engelliye bakış açısında çevrende degişiklik oldu mu?

şehirden yeterince faydalanıyor musun?
yaşamında neler degişti/degişmedi?
toplumun engellileri algılayışında değişen bir şey var mı çevrende?
 
Babem demişki.

Daha önce başka yerlerde birkaç kez yazmıştım. Bütün bu anormal toplumsal olayların nedeni (hatta gündemdeki siyasal krizlerin falan da nedeni) teknoloji ile toplumsal bilincin/kültürün eşitsiz gelişimidir. Toplumların anlayışı (zihniyeti) çok çok yavaş gelişir! Ama bilim ve teknoloji çok hızlı geliştiğinden arada korkunç bir uçurum oluşur. Bu uçurum da, olması gerekenin değil olmaması gerekenin egemen olduğu toplum düzenine neden olur!

Babem abi çok haklı bence dünya hızlı bir değişime doğru gidiyor yaşanan bu toplumsal olaylarda bu değişimin sancıları.

Hiç unutmam özel televizyonların hızla yayına girdiği dönemlerde eski mit müsteşarlarından sen sal ata sagun bu tele vole programları adamı komünist yapar demişti ve kıyamet kopmuştu ata sagunun anlatmak isteği şey aslında çok farklıydı bu poroğramlar daki bir gurup mutlu azınlığın yaşantılarını izleyen genç insanların kendi yaşamlarıyla buradaki mutlu azınlığın yaşamları arasındaki farkı kıyasladıklarında ruhsal dünyasındaki çatışmalardan ve bu çatışmanın topluma yansımalarından bahsetmek istemişti (kominizim bazılarına göre zengin düşmanlığı olarak görüldüğü için kuvvetle muhtemeldir ki ondan bu tanımı kullandı) belki kullandığı tanım tam olarak doğru olmasada genel anlamda anlatmak istediklerinde çok haklıydı.

Tıpkı köyden kente yaşanan hızlı göç akışının bu göçün sonuçunda da ne köylü ne kentli olabilen insanların topluma ayak uyduramaması metropollerde oluşan gettoların her türlü teröre ve kışkırtmaya acık olmaları gibi.
 
mısri' Alıntı:
Evet baben haklısın ama bu öküzler ne zaman adam olacak ne zaman insan olacak anlamıyorum
Bizimde onların adam olması için duyarlı olması için onlara gereken cevabı verip kibarca yerin dibine sokmamız lazım degilmi ki akılları başlarına gelsin

Zamanla.. ;) Hele bir geri gitmeyi bırakıp yerinde saymaya başlayalım.. Sonra ileri gideriz..

Şaka bir yana sen daha çok çok yenisin burada.. Bu ve benzer konularda çok başlıklar açıldı, çok yazılar yazıldı burada.. Ama 3-4 yıl önce bunları yazacak yerimiz bile yoktu.. Hatta bir süre önce bir "özürlüler yasası"na ihtiyaç var mı, yok mu diye tartışılmıyordu bile bu ülkede.. Şimdi AB zorlamasıyla da olsa, tam olarak ihtiyaçlara cevap vermese bile bir yasa var.. Ama bu dipten gelen bir dalga ile değil de tepeden inme getirildiği için (tıpkı kadın hakları gibi) uygulanmayınca tepki vermeyi bırak, çoğu kişi tarafından bilinmiyor bile. :evil:

Yanlış anlama.. "Bireysel tepki vermeyin" demiyorum.. Tam tersine gerektiği yerde bireysel tepki de verin ama o sadece "bireysel tepki verme ruhu"nun ölmediğini ispatlamak için olsun!



İLAYDA' Alıntı:
sevgili baben yeni bir şeyler desen diyorum artık:) engellilerle ilgili daha somut öneriler... sadece tepki vermesen yazılara... sadece soyut görüşlerle olmuyor abim:)

Valla sen de bencileyin 3 + 3 yıldır sadece ve sadece sanal alemde yaşıyor olsaydın farklı bir şey yapamazdın sanırım.. Aslında (inanmayacaksın ama ;) ) kendimi tekrarlamaktan nefret ediyorum. Ama bunu burada en çok yapan benim. Bunun da nedenleri:

1. Kişilerin sürekli değiştiği bir ortam burası. Herkes sen gibi "demirbaşlar"dan değil. :p
2. Benzer sorulara benzer cevaplar vermek gerekir, diye düşünüyorum. " Önceki cevabım okunmadı heralde ki bu soru soruluyor" diyorum kendi kendime.. E.. yeni arkadaşların bunu yapması kadar normal bi şey yok.. 1300 küsur mesajımı tek tek okumalarını isteyemem ya.. Ben bile tırsıyorum. :p
3. Böyle bir eleştiriyle ilk kez karşılaştım. :shock: Düşünürüm bundan sonrası için.. :oops: Ama sen de hazırlıklı olmalısın, benden gelecek eleştirilerden yana. :p

Çok çok uzun zamandır "reel" hayatta yaşamayınca, "somut" örnekler bulmak da kolay olmuyor. O yüzden köşe yazılarıma bile ara verdim istemeyerek. :( Forumun "soyut" yazarı da ben olayım, izin ver.. Dünya'da her şey somut değil, bildiğim kadarıyla. ;) "Soyut" diye bir kavram da var.. Beni okumamakta serbestsin.. :D


Değil evden, odamdan bile dışarı çıkmıyorum, dersem sorularını cevaplamış olurum herhalde. ;)
 
aşkolsun neden okumayacagım ki? yazılarının hepsini zevkle okuyorum. ama artık merak ediyorum ben. sen de engellisin. bir yaşamın var. burdakileri en iyi anlayan sen olabilirsin .

bak mesela bir engelli bayan arkadaş var. deli gibi aşık... sanalda uzun süredir görüşüyor. aşık olduğu kişi saglam. ve arkadaş o kişinin o kadar ısrarına ragmen görüşmeyi reddediyor. çocuk evlenmek istiyor. o kaçıyor. "ben sakatım. acır. bana katlanmak zorunda degil" diyor. ben "ısrarla görüş ve yüzleş bu gerçekle, göze al"diyorum bunu. kabul etmiyor. ama başkalarına sormamı da istiyor. "eger sakat oldugumu ogrenir ve bundan dolayı benden vazgeçerse ölürüm, kaldıramam" diyor. çünkü ona sakat oldugunu söylememiş.
sonra duşundum de... haklılık payı çok. onun saglam oldugunu sanıyor çocuk. bakacak ki sevdiği kız sakat... vazgeçme olasılıgı yuksek. ben " sever" diyorum ısrarla. sonra toplumu düşündükçe moralim bozuluyor. acı gerçekle tanışıyorum. acaba aşırı mı iyimserim diyorum kendi kendime.
bu arkadaş gibi çok engelli bayan arkadaş var. aşıklar... sevilmek ve sevmek istiyorlar. ama erkeklerde dış görünüm çok önemli. bir sürü sorun var. bunlar nolacak baben? senin nezdinde herkese sormuş olayım.

saygım sonsuz sana. fakat o kadar çok yaşamsal sorun var ki?
iletişim sorunu yaşayanlar. zihinsel engelliler... soyut söylemlerin de artık somuta indirgenmesi şart...
ben arkadaşlarımın güzel haberlerini duymak istiyorum.
ve daha duymadım:((
hep gazetelerde duyuyoz...binde bir. erkekler bu konuda daha şanslılar...
yani bu sadece sorunlardan birisi... ve toplumun değişimine baglı bunlar da...
en elzem konular bilinçlenmeye baglı konular... engellilerin algılanma biçimleri yani... mesafe de alınamadı bence...

makalelerine ara verme lütfen... evde kalıyorsun diye duyguların yok mu senin? sadece soyut yaşamıyorsundur.
istediğin şeyler? düşlerin. beklentilerin. parka gitmek istemez misin?
messela? ve odandan bile gidebilirsin.alperstein gibi sen de her yeri geziyosundur eminim. seni tanımak istiyoruz açıkçası. lütfen daha somut şeyler olsun artık yazılarında. herşey... biz okumaktan mutlu olacagız. sadece odanda yaşşamıyorsundur. dunyan geniştir senin. ama bize sınırlı gönderiyorsun sen. hak ettin bu eleştirileri:)
...

mısri dillerine saglık. iyi etmişsin valla... herkes kurallara uymasını bilmeli...
 
İLAYDA' Alıntı:
aşkolsun neden okumayacagım ki? yazılarının hepsini zevkle okuyorum. ama artık merak ediyorum ben. sen de engellisin. bir yaşamın var. burdakileri en iyi anlayan sen olabilirsin . ...

Güzel düşüncelerin için teşekkür ederim :oops:




Benim gençliğimde bööle internet aşkları, telefon aşkları falan yoktu! Gerçi platonik aşklar, haydi haydi mektup aşkı falan vardı ama bu sanal aşklar bambaşka bişey.. Matrix'in Neo'sundan beri çift (hatta daha çok) kişilikli yaşamak, davranmak öylesine normalleşti ki; eski değer yargılarıyla bakıldığında sonuca varmak hayli zor oluyor. :(

Sanalda yazıştığın kişi, (eğer istemezsen) seni kullanıcı adınla tanıyor, fotoğrafını göremiyor, sesini duyamıyor. Yani her ikiniz de birbiriniz için tamamen soyutsunuz.. E.. böyle olunca başlangıçta "somut" şeylerden söz açmak biraz garip oluyor. :roll: Çünkü, bilgisayar ekranından başka elle tutulur, gözle görülür şey yok ortada.. O da bir düğmeye bastığında kayboluyor.

Bu durumu "internetten öncesi", "internetten sonrası" diye ayırmak gerekiyor galiba.. Ben "dinozor" sınıfına giriyorum. :p

Bu durum çok çok yeni sayılacağından; deneyim ve deneyimler üzerine teori oluşturma gibi şeyler için henüz çok erken.. Ancak; yapılırsa, benim yaptığım gibi "geyik" olur. :p

İşte "soyut" düşüncenin ve sağlam bir düşünce sisteminin, karşımıza yeni çıkacak problemler karşısında tavır almamıza ve çözüm bulmamıza yardımı çoktur! Bu da her şeyden önce "gelişmiş düş gücü"yle sağlanır. Onun da tek yolu vardır: Okumak! TV, sinema, internet vb. düş gücünü öldürür.

Ben kimsenin "özel" yaşamında karşılaştığı problemlere -hele sanal dünyada- çözüm aramam, bulamam! Onu herkes kendi yapmak zorundadır! ("Tek taşımı kendim taktım" mı, ne diyorlar ona. :p )




Dostum alperstein'in önemli bir artısı var.. İngilizceyi (en azından benden) çok iyi biliyor! O nedenle odasından çıkmadan dünyanın dört bir yanını dolaşabiliyor. Bu sanal alemde "yabancı dil" çok çok çok önemli.. Bir de bayaa tembelleştim son günlerde :oops: Zaman zaman olur böyle.. Bakalım bu ne kadar sürecek.. ;)
 
Halil-yılmaz beyin forma eklediği fotoğraf bir çok şeyi özetliyor aslında. Tebrik ederim. Güzel bir anlatım.
Gelişen teknolojinin mantıkı olarak engelli hayatını kolaylaştırması gerekir. Ama malesef ülkemizde bu böyle olmamaktadır.
Ülkemizdeki insanlar ve hatta bir çok resmi kurum siyasetin batağına düşmüş çırpınıp durmaktadır. Sorumlululuklarını yerine getirmeyip, halkın yaşamını kolaylaştırma, halka hizmet etme, sorunları çözme yerine, sadece bu sorunları konuşmakla yetinen bir millet haline geldik.
Araçların amaç olduğu bir ülkede teknoloji nekadar gelişirse gelişsin insan yaşamını kolaylaştırmaya yönelik icraatler zaten mümkün olmaz.
Eminim ki şu anda devlet dairelerinin bir çoğunda, halkın sorunları değil siyaset konuşuluyor. Yetkililer halkın istek ve sorunlarından bi haber.
Dikkat edin. rejim çığırtkanlığı yapan insanların çoğusu bu ülkeye menfaat sunmak bir yana, ülkenin kamburu olarak hayat sürdürmektedirler.
Yaşayan halkının geleceğini düşünmek yerine sadece ama sadece geçmişte yaşamış olanların geleceğini düşünenler bu ülkeye ne kadar fayda sunabilirler.
İnsanlar yıldırılıp, korkutulmakta. Faaliyetler değil, sadece kavramlar tartışılmakta.
 
Bireysel anlamda, geçmişle bugünü kıyasladığımda kendi adıma çok yol katettiğimi söyleyebilirim. Eski sorunlu hallerimin yerinde yeller esiyor. Sessiz ve utangaç değilim artık. Yeri geldiğinde çatır çatır lafımı konduruyorum. :) Önceden ihtiyaçlarımı annemden başkasıyla paylaşmazdım, (sanki çok gizli bir sırmış gibi :p) Şimdi yardıma ihtiyaç duyduğumda etrafımda gördüğüm herhangi birine “ Bana yardımcı olabilir misiniz?” diyebiliyorum.
Burnumu kitaplardan kaldırmaz , İkiden fazla arkadaşım olmazdı :) Şimdi geziyorum , tozuyorum , yalnız seyahat edebiliyorum , kendi alışverişimi kendim yapıyorum. Artık kıyafetlerim gardropta etiketleriyle birlikte yıllarca beklemiyor. Tipime uyanı , yakışanı buluyor , tarzımla taklit bile ediliyorum.
Kaprisimle , mızmızımla anneme sorun olmaktan çıktım, en yakın dostu oldum.
Kısaca asayiş berkemal :p

Bizlerdeki bireysel gelişim , topluma yansıdı elbet. Bizler var olduğumuz dayattık , onlar kabul etmek durumunda kaldı.
Eğitim, çalışma hayatı , ilişkiler ... Eskisi gibi sorunlu olmaktan çıktı , çözümlenebilir duruma geldi.

Mesela , devlet okulunda tuvalet ve servis sorunu olduğu için ailem beni koleje göndermek zorunda kaldı , yoksa okuyamayacaktım. Şimdi taşımalı eğitim var , okullar uygun inşa ediliyor. Çocukken seyahatlerde bana uygun tuvalet bulamazdık. Yardıma ihtiyaç duyunca - annesiyle kadınlar hamama giden erkek çocuklar misali :p - babamla erkekler tuvaletine girmek zorunda kalırdım. Şimdi her benzin istasyonu , her konaklama tesisi, her alışveriş merkezinde var. Daha kolay…

Eskiden Kamuda sakat kontenjanı için en fazla ortaokul mezunu olmak şart koşulurmuş . Görev dağılımı yapılırken -göya töleranslı olmak adına- en basit ve saçma işler verilirmiş. Bu anlayışı bizim dönem yıktı . Çünkü, eğitimli sakatlar uygun iş diye dayattılar . 9 yıldır çalışıyorum , iş konusunda ne kadar detaycı ve titiz olduğum Genel Müdürlük tarafından bile biliniyor. En aksi , pürüzlü işler bu yüzden üstüme kalıyor :p E daha ne olsun … :D

İlişkiler konusunda üzüldüğüm dönemler oldu. Ben bunu , kendim için doğru olanı bilmediğime bağlıyorum. Mutlu olmak kolay … Ama mutsuz olmamayı öğrenmek zordur. Zor da olsa öğrendim diyebilirim ve şuan tadını çıkarıyorum(z) :p :) Sakatlığın konusu dahi edilmiyor, rüya mı ne? :D
 
Semacım aşmışsın :):)
Şaka bir yana, sahiden de yeteri donanıma ve güce sahipsen elbette her şey daha bir kolay... Ama değilsen, ya da sakatlığın bu derece "herkes gibi" olmana engel olarak görülüyorsa, o zaman ne olacak?

Tartışmayı şuraya çekmek istiyorum: Herşeyin moda ile belirlendiği/pompalandığı günümüz (tüketim) toplumunda, o modaya uymayan kişilerin yaşamı gittikçe daha zor olmuyor mu sizce? Moda ki, herşeyden çok insan bedeninin nasıl olması getrektiğini dayatıyor. Ve tabii sakatlığı olan kişiler de bu modaya/norma uymuyor! Alnında sivilce olan, yeteri kadar solaryuma girmemiş ve beyaz tenli, botoks yaptırmamış... kişiler bile "ğıyyy!" denilerek modaya uymaya davet edilirken, sakatlığı olan kişiler nasıl rahat edip, kendi olabilir?
Dünden bugüne derken, bu çatışma noktasına dikkat çekmek istiyorum biraz da..?
 
OturanBoğa' Alıntı:
... Herşeyin moda ile belirlendiği/pompalandığı günümüz (tüketim) toplumunda, ...

Okurken aklıma muzipçe bir şey geldi. :twisted: Bir gün "sakatlık" da moda olur mu dersiniz? Yoksa bir "şey" bile olamaz mıyız? :wink:
 
Sakat olmamın dünü bugünü sürecinde;
ruhsal anlamda çok fazla yol katetmedim.
sakat olmanın yaşama getirdiği zorluklar
maddiyat ölçüsünde değer kazanıyor,bana göre.
otobüs örneğinden gidersem; ben özürlü olarak hiç otobüsüne binmedim
ya da toplu taşım araçlarını kullanmadım.kullansaydım ve sakatlığımdan hakir görülse idim o ortamda ,bikaç kişiyi sakat bırakır sonrada otobüsü havaya uçururdum. :D

sakat olan birey sayısı gün geçtikçe arttığı için toplumda algılanışları da değişti.gözümüz alıştı bi anlamda.heryerde sakat var trafikte bile sandalye logosu gözüne çarpıyor en basit örnek .
ve takdr ediyorlar aferin sakat ama canavar gibi zekası var,araba kullanıyor ,çalışıyor vss.. :D
nasıl değişmiş bakış açısı işte bu kadar iğrenç ..

bu arada sayın Baben, inanamadım 3+3yıldır evde olduğunuza ve bu sitede tanıdığım bi kaç özürlü arkadaşımında evden hiç çıkmadıklarını duyduğumda şok oldum.
nasıl bir sabırdır.ıssız adada yaşamak gibi .
yanında sevdiğin 3şeyle..
Allah size ve diğerlerine sabır ve şifa versin.
geriye dönük söylemlerime baktığımda kendimi şımarık bir sakat olarak buldum açıkçası.
acıttıklarım olmştur blki,heralde daha dikkatli olucağım bu saatten sonra.(inşllh olrum)
Sevgili İlayda,verdiğin örnekteki arkadaşını iradesini takdir ettim bnde olsaydım aynısını yapardım sakat olduğu için gururu incinecekse hiç söylemesin.
incitir de bu erkekler nasılsa sadece şekilci ve üçkağıtçılar o çocukta onlardan farklı olmuycaktır, diye düşünüyorum.
engellilerin algılanmasından bahsediyoruz sonradan engelli olan benbile
bir engelliyi ,hoş görüp hayatıma alamam ki,dışardan nasıl bir buzdağı görünüyorsa herkes tarafından aynı algılanıyor engelliler sevmek sevilmek adına.

sevgilerr..
 
Arkadaşlar. Türkiyemizde Engellilerle ilgili birşey yapılmak istendiğinde 'Hani engelli koşu parkuruna konulan engeller' varya onlarla karıştırıp bizim ihtiyacımız olan her yer engel koyuyorlar. Halil Yılmaz'ın koyduğu fotoğraf sadece bir örnek. Ama ülkemizde örneği maalesef çok var. En iyisi Mevcut ortamlara bizlerin kendimizi uydurmamız daha kolay olur. Yapılanlara bakın hepsi 'yapıldımı yapıldı' zihniyeti ile yapılmış Hiç birisi işe yaramaz kullanılamaz.. Engellere inat toplumun içine mulaka çıkmalıyız.. Hiç bir engelin bizi durdurmasına izin vermemeliyiz..
 
oturanboğa demiş ki:

Herşeyin moda ile belirlendiği/pompalandığı günümüz (tüketim) toplumunda, o modaya uymayan kişilerin yaşamı gittikçe daha zor olmuyor mu sizce? Moda ki, herşeyden çok insan bedeninin nasıl olması getrektiğini dayatıyor. Ve tabii sakatlığı olan kişiler de bu modaya/norma uymuyor! Alnında sivilce olan, yeteri kadar solaryuma girmemiş ve beyaz tenli, botoks yaptırmamış... kişiler bile "ğıyyy!" denilerek modaya uymaya davet edilirken, sakatlığı olan kişiler nasıl rahat edip, kendi olabilir?
Dünden bugüne derken, bu çatışma noktasına dikkat çekmek istiyorum biraz da..?

işte sözün bittiği yer burası! günümüzde. ne kadar tartışılırsa tartışılsın insan önemlidir denilecek! vurgu "insan"a yapılacak! ama insan yine bir modele sıkııştırılmaya devam ettirilecek.

konuşmak başka, uygulama "başkadır.
 
Yasal açıdan iyi şeyler var ama mesele uygulanabilirliği..Teknolojik açıdan çok daha güzel şeyler oluyor ama ordada maddiyat ön plana çıkıyor.Sosyal hayat açısından baktığımızda engelliler sanki daha bir toplumun içinde ama buda biraz yapay geliyor açıkcası.
 
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar, Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe, onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkeden bir kuş sürüsü, Simurg’un kanadından bir telek bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan kafdağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmaları gerekiyormuş. Kuşlar hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş –oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış-, kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuş, bataklığını... Yedi vadi üzerinde uçtukça sayıları anbean azalıyormuş. Altıncı vadi "şaşkınlık", yedincisi ise "yokoluş" vadisi imiş. Kaf dağına vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki, Simurg Anka, "otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi de Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş .

ne kadar güzel bir hikaye değilmi bu hikayede anlatılmak istenen kurtarıcı aramanın bir anlamı yok tek kuratarıcı kendimiziz herkes bireysel gelişimini tamamladığında bütün bu sorunlar ortadan kalkacak bunun içinse herbirimizin birer zümrüdü anka olmamız lazımyedibin üyelik bu sitede başlattığımız arabam benim bacaklarım kampanyasına bin kusur dilekçe atılmış sadece kendi sorunlarımıza bile bu kadar duyarsız kalabiliyorsak bu kadar vurdum duymaz olabiliyorsak başka insanları siyasileri,toplumu v.s suclamanın ne mantığı var en büyük suçlu bizleriz kendi bataklığımızda depreşip durarak kurtarıcı arayarak bir arpa yolu bol alamayız bir engelliye haksızlık yapıldığında bu haksızlığa dur diyecek biri yokmu diye bir ses duyduğunda sağına soluna bakmadan ben varım dediği anda her şey yoluna girmiştir demektir
 
ben modayla sakatlığı pek bağdaştıramadım açıkçası modanın üç beş gün geçerliliği olur sonrada rafa kaldırılır yerine yenisi gelir eskisi hatırlanmaz. öyle insanların yaşam tarzlarıyla bizimki apayrı. ama sadece yaşam tarzlarımız sakat yada sağlam olarak değil. her insan kendi yapılabilirliğini kullanabildiği ölçüde sağlamdır bana göre. ben sakatlığımın elverdiği ölçüde yapabildiğim herşeyi yapabiliyorsam sakat olmayan insan kadar sağlamım demektir. yani ben kaldırım yüksek diye o kaldırımı çıkamıyorsam burada benim sakatlığım yada insanların bana yardım etmemesi gibi bizi diğerlerinden ayıracak hususları değil o kaldırımı yüksek yapan insanı tartışmalıyız. işte bu şekilde ancak kendimiz olabilriz. onların modasına uymamalıyız onların değişmeyen tek modası onlarla bizim farklı olduğumuzu düşünmeleri. işte o zaman insanların bize iğğğ demesine onların ayıbı diyerek cahilliklerine gülüp geçebiliriz.
 
Sevgili halil-yılmaz, anlattığın hikaye de, çıkardığın sonuç da güzel.. Yalnız bir eksiği var. Onlar sadece "kuş". :D

Gerçi sen de belirtmişsin: "herkes bireysel gelişimini tamamladığında" demişsin. Burası çok önemli işte..

Çünkü canlılar içerisinde, düşüncesini kullanarak hayatta kalabilen, geçmişinden ve bugününden öğrendiği bilimle kendini geliştirebilen tek varlık: İnsan!

Bireysel gelişim de kendi kendine tamamlanmıyor.. En azından belli bir yaşa kadar başka birilerinden yardım/eğitim almak zorunda bireysel gelişimini tamamlamak için.. (Gerçi o süreç hiç bitmez ya.. Ama sözünü ettiğim belli yaştan sonra kişi, kendisi devam ettirebilir.)

İşte bu noktada "kuş"lardan farkımız ortaya çıkıyor! Siyasileri suçlarım: Çünkü, senin deyiminle, insanların bireysel gelişimini tamamlaması için alması gerekli eğitim düzenini sağlamaktan onlar sorumlu! Ayrıca, adı üstünde, engellilerin önündeki engelleri azaltmak yerine çoğaltan her zihniyeti yerin dibine batırırım! :evil: Yukarıda, senin eklediğin fotoğraftaki direği benim diktiğimi ve kaldırmam gerektiğini düşünmüyorsun heralde.. :twisted: Bundan sorumlu olan; görevli memur ve ona o görevi veren siyasilerdir. Herkes işini 'adam' gibi yapsa problem kalmayacak!

Yedi bin üye olayına da fazla takmayın.. Onların büyük bir kısmı üye olduktan sonra forumlara mesaj bile göndermemiş, belki bir daha uğramamış arkadaşlar. Asıl önemli rakam, forum ana sayfasındaki: "Son 48 saat içinde, … üyemiz çevrim içi oldu (Not: Bu kişiler, forumları gezen tüm ziyaretçiler değil, sadece çevrim içi olan -ve gizli olmayan- üyelerdir):" bölümündeki rakamdır.



[size=2]Not: Sevgili ikinci bahar ve mısri, size cevabım da yarına kaldı. :oops: [/size]
 
Merhaba,

Her ne kadar forumlara sık sık katılıp okuyamasam da, fırsat buldukça hem okumaya hem de yazmaya çalışıyorum.

Çok sevdiğim dizelerle başlıyorum söylemek istediklerime…

Bekleyenler için çok yavaş/ Korkanlar için çok hızlı/ Yas tutanlar için uzun/ Sevinenler için çok kısa/ Ey zaman/

Durup dururken nerde çıktı demeyin şimdi? Sakatın, dünü, bugünü ister istemez bana "zaman kavramını " anımsattı. Ama hala Kuantum fiziğini öğrenemedim. :? :?

Yazılanlara şöyle bir göz attım. Önce bu konuda düşüncelerimi belirtmek istiyorum.

Bir nesnenin fiziksel özelliklerini atıp onu o yapan şeyin adı soyutlamadır. Soyutu incelersek gerçeğe ulaşırız. Somutta kalırsak doğru düşünemeyiz. Tekilde kalarak bilgi üretilemez. Çünkü tekil kavramlar yalnızca tek bir varlığı gösterir. Fakat tekilden genele ulaşmak mümkündür. İşte burada soyutlama devreye girer. Soyutlama yapmak ise, mantıksal özdeşleşme yapmaktır. Yani, yaşamı, cinsini, öznel niteliklerini ayırt etmektir. Yani genel olan üzerinde durmaktır.

Bu anlamda Baben’e yapılan eleştirilere katılmıyorum. Ben her ne kadar yazılarınızı sık sık takip edemesem bile, siz aynı şeyleri tekrar etseniz de bence yeniden… yeniden yazmaya devam edin. Çünkü bu toplumun aydınlatılmaya ihtiyacı var. Çünkü Türkiye modernleşememiş bir ülkedir. Çünkü bilenler, bildiklerini anlatmadıkça modernleşmeye inatla direnen insanlar olacaktır. Modernleşemeyen insanda zaman kavramı yoktur. Uzam kavramı yoktur. Ve… Entelektüeller, sorunları savsakladığı için bugün Türkiye bu durumdadır.

Sakatlığı toplumdan soyut olarak düşünemeyiz. Topluma bakarken bütünün tümüne bakmak gerekir. Teknolojik gelişme insanlığın başarısıdır. Ama bu araç ve gereçlerin kötü amaçlar için kullanılması ise onları kötü amaçlar için kullanan insanın niteliğidir. Türkiye’nin modernleşememesinin nedenlerinden bir tanesi kuşkusuz, sözlü kültür döneminden yazılı kültür dönemine geçemeyişidir. İşte bu yüzden teknoloji ile kültür arasında bir uçurum vardır. Bu anlamda söylediklerinizi destekliyorum Baben.

Bireyselliğimizi geliştiremiyoruz. Çünkü, televizyon insanların düşüncelerini dumura uğratıyor. Kaldı ki, ben bir iletişimciyim. Oysa ne düşlerim vardı. Televizyonun kamuoyu üzerinde olumlu etki yapacağını düşündüğümden isteyerek bu dalı seçmiştim. Şimdi ise, televizyonun kitleleri denetim altına almasına şiddetle karşı çıkıyorum. Aynı şekilde internetin farklı amaçlar için kullanılmasına da bir o kadar karşıyım. Öyle olmalıydı ki, “ haftanın konusuna “ yüzlerce kişi katılmalı, düşüncelerini belirtmeliydi. Yer yerinden oynamalıydı. O coşku ırmak olup denizlere akmalıydı. Yüreğim de…

İki yaşımdan beri sakatlığı yaşıyorum. Bir şey sorun olduğunda mı vardır? Yoksa sorun yaptığımızda mı?

Birey mi değerlidir, toplum mu?

Birey ile toplum arasında çatışma çıkarsa ne olur? Ben neyim? İnsan nedir? Toplumla benim aramda o ince çizgi nedir?

İşte bu soruları sormaya başladıktan sonra kendi hapishanenizden çıkıyorsunuz. Önce gözleriniz kamaşıyor ışıktan. Kör olacak gibi oluyorsunuz. Yüreğinizde bir sancı… Boğazınızda bir düğüm… Konuşamayacak gibi oluyorsunuz. Sonra güneşe alışıyor gözleriniz… Sonra umudun çiyi düşüyor yüreğinize… Zamanın o ince halkasında tüm şimdiler toplanıyor… Kaygılar dağılıyor… Siz kendinizi bulmaya başlıyorsunuz.

Bence burada en önemli sorun şudur.

Bizlere belli kimlikler dayatılıyor. Sonra da her kimlik ifadesi, onun karşısına bir başka kimlik olarak çıkartılıyor. Böylece her ikisi de birbirlerini meşrulaştırıyor.

Artık ortada şu durum vardır. Birbirlerinden ayrı olan, birbirlerini dışlayan kimlikler.

Kimlik insana tözcü bakışın sonucudur. Bu bakış açısı insanı daraltır. Gelişimini durdurur.

Kimlik günümüz dünyasının ekonomik, toplumsal örgütlenmesine uygundur. Onun için sürekli insanlara pompalanır.

Bir insan kendine verilen kimlikle özdeşleşirse ne olur?

Ben bana uzatılan kimlikle kendimi özdeşleştirdim.

Düşünsenize… Küçükken en çok duyduğum “sakatsın “ sözcüğüydü. Babam tüm çocukluğum boyunca beynimi yıkadı.”Bak! Bahçedeki bir evin teki senin. Erkek kardeşin kovarsa orda oturursun. “ diye. Onu suçlamıyorum. Davranışlarında her baba gibi koruma içgüdüsü vardı. Öğretmenlerimden birisi birgün “topal” diye seslendiğinde yerin dibine girmek istedim. Aynaya bakarken kendimden nefret ettim. Bütün gençliğim boyunca erkeklerden köşe bucak kaçtım. Aşık olmaktan korktum. Bir korkak gibi köşelere çekildim hep. İnsanların benimle ilgilenmesini istedim. Oysa kimsenin umrumda değildim. Herkes kendi alemindeydi. Yaşamak bir o kadar ağır gelmeye başlamıştı. Neden? Sonra psikolojiye merak sardım. Ben neydim?

İşte bana uzatılan kimlikle bir gölge gibi yaşadım. Oysa öteki yanım, sevmek, sevilmek istiyordu. Onaylanmak istiyordu. Neyi kaybetmiştim? İnsanlığımı… İnsan toplumsal bir varlık olduğuna göre, sürekli toplumun dışında yaşayabilir miydi?

Siz bir şeye ait olduğunuzda, ona ait olan diğer şeyleri de olduğunuz gibi kabul ettiğinizde sizin kendi kişiliğiniz, kendi özgülüğünüz yok olur.

Öyleyse, insan kimlik hapishanesinden kurtulmalıdır. Sonra da insan, kendisini insanlaştıran, insanlığa bağlayan değerleri içselleştirmelidir. İnsanlaşma ne demektir? İnsan türünün biriktirdiği ortak değerler ışığında kendini oluşturarak insanlığa, insan türüne katkı yapmaktır. Kimlikle insan insanlaşamaz. Önemli olan kişiliğimizdir. İnsanlığa bölen her türlü ayrımcılığa karşıyım. Bu ayrımcılıklar küreselleşme ile birlikte daha fazla su yüzüne çıkarılmıştır. Kimlikle özdeşleşen insan , sürü insanıdır. Özgür bir gelecek ancak kişilikli insanlarla kurulabilir. Sürülerle değil.

Niye bu kadar bu konu üzerinde durdum. Çünkü kişiliğin yitirilmesi insanlığımız yitirilmesidir. İnsanlık değerlerinin yitirildiği bir toplumda neyi, nasıl konuşacağım? Neyi anlatacağım?

Evet, teknoloji tüm insanlığın yaşamını kolaylaştırdığı gibi sakatlarında yaşamını kolaylaştırmaktadır bana göre. Fakat bizler o teknolojinin esiri oldukça bilinçlerimiz tırpanlanırken nasıl güzel bir gelecek kuracağız?

Kültürel kirlenme her yanda. Bunun sorumlusu kim? Egemen olan dünya görüşü insanlığı bölüp parçalarken hepimize düşen görev bu kirlenmeye dur demektir.

Yaşam akıyor. Yaşam akarken tabii ki, bir değişim içindeyiz. Bence toplumda özürlü kültürü gelişmektedir. Önemli olan, biz kendimize nasıl bakıyoruz sorusudur. Eğer ben kendimi sınırlanmamış duyumsuyorsam, o sınırlar yoktur. İşte itici güç buradadır.
 
Senin güneşte payın var. Senin yağan yağmurda payın var. Senin yeryüzünde payın var.
Güneş senin için de doğuyor. Şu yağmur senin için de yağıyor. Şu toprak senin için ölüp ölüp yeniden doğuyor hep…
Yeryüzü, gökyüzü ve arasındaki her şey sana koşulsuz hizmet ediyor. Bu yaşamı anlamlandıran “sen”sin. Sen…

Sabah ve akşam ardı sıra gelir hep. Sırasıyla… Bu sıra hiç şaşmaz. Her insan için sırasıyla gelir. İnsanın nasıl olduğuyla ilgilenmez bile. . Bana da uğruyor. Sırasıyla… Tıpkı sizin gibi…

Kimsenin kaderine salt sabah ya da salt akşam yazılmamıştır. Kimsenin kaderine sırf acı ve sırf mutluluk yazılmamıştır. Bunlar sırayladır hep. Tıpkı sabah ve akşam gibi…
Sabah ve akşam bunu hatırlatmak için bu sırayı hiç şaşırmazlar. Aslında başlayan ve başlayacak her yeni gün bu gerçekliği bize hatırlatır hep.

Doğan güneş aslında müjdedir. Olmayacağını sandığımız umutlarımızın adıdır. Bunun için hep gecenin en karanlığından sonra bize gülümseyerek ışıldarlar. Bir müjde taşırlar. Yorgun yüreklerimizi ısıtmak için. Biraz oyalamak için.

Yağmur aslında bazen bizim için yakılan ağıttır. İnsan için yağan bir gözyaşı. Bu damlalar toprağı yeniden diriltir hep.
Bu doğa bizim için hep uğraşır didinir. Bir insan gibi konuşur bizle. Gökteki yıldızlar bile göz kırparlar yukardan. Şu bizi avutmak için…
Ama görmüyoruz bunları. Evreni o kadar dar kılıyoruz ki…

“Şu bana öyle baktı. Şu beni üzdü. Şu beni küçümsedi. Şu beni beğenmiyor. Şu beni anlamıyor. Şu bana acıyor. Şu bana rol yapıyor. Şu yalancı. Bu kindar. Bu mutsuz. Şu çok mutlu. Bu başarmış. Şu başaramamış.”
Bunlar ne fark eder ki? Ne fark eder?

“O sağlam. Bu sakat. Şu çirkin, bu güzel. Bu biliyor. O cahil. O tembel. Bu çalışkan. O mutsuz. o ağlıyor. O umutsuz. o kendini beğenmiyor. O kompleksli. O hayattan umudu kesmiş. O bilmem ne. Şu bilmem ne…”
Ne fark eder ki?
Gözlerim bir şeye bakar benim. Bunlar kim? İnsan… İnsan… İnsan…

Benim gibi yeryüzü, gökyüzü ve arasındaki her şeyin karşılıksız, koşulsuz hizmet ettiği varlık yani…

Kim diyebilir ki bu güneş sadece bana doğuyor? Kim diyebilir ki bu toprak sadece benim? Kim diyebilir ki bu yağmur yalnızca bana yağıyor?
Herkes gibi bana da yağıyor. Herkes gibi benim de… Herkes gibi sana da yağıyor. Herkes gibi sizin de…
Kimse ama kimse bu paya tek başına sahip çıkamaz. Kimse geçip de ben sağlamım sadece benim bu yeryüzü diyemez. Kimse de geçip ben sakatım bunların hepsi benim diyemez. Kimse ben şuyum ben buyum diye hepsine sahip çıkamaz.
Buna başta tanrı izin vermez.

İnsanın sahip olduklarından dolayı onu aşağılar, kınar, üzersem inanın yeryüzü kaldıramaz bu acıyı. İnan yağmur kaldıramaz. İnanın toprağı incitirim. Gökyüzünü incitirim. Arasındakileri incitirim ben.
Beni incitirim. Çünkü ben insanla varım. Onla olmalıyım. Onsuz bunların hepsi sonlanır.
O'nun yarattığı insana ters bakmak O' na nankörlüktür. …

“O” seni çok sevmiş. “O” senin için yeryüzünü donatmış. “O” senin için her şeyi ayarlamış. “O” seni sevmiş. Ne yaparsan yap sevmiş seni sevmiş. İster inan ister inanma sevmiş Seni. Değerli görmüş. Seni yaratmış. Seni önemsemiş. Senin için anne vermiş. Seni dokuz ay yolculuklarda bekletmiş. Senle anlamlandırmış her şeyi. Kaderimiz ortak kılınmış…

Hepimiz Aynı annelerde büyüdük. Aynı oyunları oynadık başka yerlerde. Ağladık, güldük, her eylemimiz ortak kılındı bizim.

Acılarımızın şekli değişti ama acı çektik. Mutluluklarımızın adı değişti ama mutlu olduk. Yorgunluklarımızın adı değişti ama yorulduk hepimiz. Molalarımız değişikti ama dinlendik. Yolculuklarımız farklıydı ama yolcuyduk. Hepimiz aynı şeyleri yaşadık.

Bu yaşamı paylaştık. Bu yaşamda ne varsa hepimizin kapısını çaldı.

Ne sağlam dedi ne sakat… İnsandık çünkü… Kaderlerimiz farklıydı ama hepimizin bir kaderi oldu. Hayallerimiz farklıydı ama hayallerimiz oldu hepimizin. Hep çocuktuk büyüdük…
Cam kırıklarına basa basa büyüdük hepimiz. Bizim için gözyaşları döküldü. Bizim için dualar okundu.
Hepimizin hikâyesi vardı. Farklı olsa da ne değişir? Bu hikâyede duyguların hepsi oldu. Kâh mutluluk kâh acı…
Sevildik sevilmedik. Terk edildik. Zaman geldi kavuştuk. Ama an geldi hep yalnızdık.
Biz insanız çünkü…

Sende olan bende de var. Senin başına gelen bana uğramıştır merak etme! Sana uğrayan mutluluk bana da uğramıştır. Merak etme!
Tıpkı acılar gibi. Ne fark eder benim acım bacağımdan olmuş? Ne fark eder senin ki başka şeyden olmuş? Sonuçta acı değil mi? Mutluluk değil mi?
Kişiye kaldıramayacağı yük yüklenmemiştir ki.

Ben aşkı sahibimden öğrendim. Sevmeyi ondan öğrendim. Güneşten ve yağmurdan. Yeryüzünden ve şehirlerden. Ve öğrendim ki buna değer…
Sen değersin. Seni sevmem için çok nedenlerim var benim.
Ya sizin sevmemeniz için nedenleriniz neler?
Saygı duymam için nedenlerim çok. Dostluk için nedenlerim çok. Paylaşmam için nedenlerim çok.
Çünkü yüreğim yani benim ve sizin yüreğiniz insana dair bir şeyi taşıyor. Hepimize ait bir şeyi… İnsana dair her şeyi…


Acıyı çeken bir yürek acıyı tanır.
Ya bir yürek bir hayatı yaşamışsa ve bu dili biliyorsa her şeyi tanır. “Bu benim acım gibi tıpkı”… “benim acımdan farklı da olsa” der.
Başka şeyle ilgilenmez yürek… İlgilenmez. Sen Hacer misin, Fatma mı, Hasan mı, Hüseyin mi bakmaz…

Bizim hikâyelerimizde ne var ki yüreğim aralıksız ağlıyor?
Dindiremiyorum…
...

not: bu yazıyı daha önceden yazmıştım. çok sevdiğim bir arkadaşım için... baya oldu yazalı. bir gün bir forumda tartışma çıkmıştı. o ve sitedekiler verip veriştiriyordu. anlayamamıştım. ve sabaha kadar ağlayarak bu yazıyı yazmıştım... zaten o forum da sonra silinmişti...kısmet tekrar bu güneymiş...
son cümlem aslında şöyleydi:

"ne var ki bu yazılanlarda dün geceden beri yüregim ağlıyor? dindiremiyorum..."

bana göre değişen şey çok. ama yüreğim nedense artık aralıksız aglıyor... bir şeyler ters gidiyor farkında... ama ne?
 
Sevgili Kardelen yine karşılaştık:

Biz ayrıca, rüzgara karşı çiş yapıyoruz galiba... Ben anlatayım, hep birlikte benim vardığım SONUÇ (TÜME VARIM)larımı tartışalım. Çoğu SONUÇ hala tartışmalıdır benim için, bu baştan biline... Mademki O.boğamız kendi yaşamımızdan örneklerle anlatmamızı istemiş... Benim gibi orta yaş insanların görüp yaşadıkları işe yarar sanırım... Umarım...


İlk olarak ben köy kökenliyim. Köyler dar bir çevre ve az sayıda insan demektir. İnsanlar burada kimseyi AYRIŞTIRMAZ-AYRIŞTIRAMAZ.. Herkes birbirini tanır, sır yoktur, yaşamlar ortada yaşanır. Sakatı, delisi, akıllısı fakiri, zengini içiçe yaşarlar.
Sakatlarda her sosyal olaya bir şekilde dahil olur, gelirler giderler veya taşınırlar. Hayatımdaki bana ait ilk teknolojik nimet olan üç tekerlekli bisiklete 14 yaşımda burada tanıştım. Sakat bir insanın BİREY olmasında teknolojinin nasıl önemli bir yer tutabileceğini iliklerimde o zaman hissettim... VARDIĞIM SONUÇ: Köylerde insanlar, sakatlar ile TANRI üzerinden iletişim kurarlar... Moral vermek istediklerinde ''Tanrı seni bilerek yaratmıştır, sevgili kulsundur, özelsindir ve mükafatını mutlaka alacaksındır.'' Size iyilik yapılmazsa ''Tanrının gücüne gider''...Size kızdıklarında ise,''Tanrı sizin içinizdekileri bildiği için bu hale getirilmişinizdir'''. Köylerde tek ayrım vardır: Güçlüysen karşınızda herkes HİZAYA geçer, güçsüzsen HİZAYA girmen beklenir. Gücün niteliği aranmaz, KÖROĞLU da olur TOPAL OSMAN da, HACI BABA da...

Liseyi Denizli'de yatılı okudum. Lise yıllarımda ne okulda, ne kaldığım yurtta ne de yaşadığım şehirde sakatların yaşamını kolaylaştıracak tek bir uygulamaya, tek bir kolaylığa rastlamadım. HER ŞEY AMA HERŞEY kişilere, onların NİYETİNE bağlıydı. Dışarıda çok sıkıştığımda, ormanlık alanlara sayısız kere gittiğimi hatırlarım. Okul arkadaşlarımın çaktırmadan yaptığı destekler çok işime yaramıştır. Bu arada hayatımda sahip olduğum, teknolojinin 2. nimeti olan sakat motoruna sahip oldum. Sakatlık, biraz daha kolay bir MESLEK oldu. VARDIĞIM SONUÇ: Birey ancak ortamını bulduğunda gelişip serpilmektedir... Sakatlara yapılacak ufacık ama ufacık destekler, onların ilerki yaşamlarında DEV sonuçlar doğurur.

Yaşamımın en önemli kısmı İstanbul'da geçti... Bu Bireyleşme sürecimdir... İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VE KADIRGA İLE ATATÜRK ÖĞRENCİ YURTLARINDA Sakatlara dönük tek bir KOLAYLAŞTIRICI uygulama yoktu. Amfiler dağınık merdivenli, tuvaletlerin yerleri genellikle bodrumlarda, asansör denilen mefhum yok. Yurtlar desen ha keza aynı. yemekhaneler self servis, duşlar vs. Dediğim gibi her engeli ayrı bir çözüm yolu ile aşmayı meslek haline getirmek gerekir. Şimdi bazı okullarda bu tür uygulamalar başladı, bazı yurtlardada kolaylaştırıcı yöntemler varmış ,okudum...
Bunlar genel değil ve şart olarakda konmadı. VARDIĞIM SONUÇ: EĞİTİMDE sakatların olacağı ve olması gerektiği hiç düşünülmemiş... AKSİNE HER ŞEY onları yıldırma politikası üzerine SİNSİCE PLANLANMIŞ(!).

Birey olarak asıl kendimi bulmam, Üniversitenin bazı sosyal kulüplerinde olmuştur. Satranç, Tiyatro, sinema vb...yu Zaman zaman yılgınlık psikolojisine kapılmama rağmen her keresinde arkadaşlarım beni toparlamıştır. Beni gittikleri heryere taşımışlardır. Yaaa bende onları birçok yerde ve bir şekilde taşımışımdır. Yükün şekline göre...
BEN olmayı, toplumsal kişiliği sorgulamayı, felsefeyi ,herşeyin bir felsefesi olduğunu ... Psikoanalizi ve psikiyatriyi sanatı, siyaseti bilen ve yetkin kişilerden dinlemeyi, oralarda öğrendim. VARDIĞIM SONUÇ: ÜNİVERSİTELER KÖYLERE YADA DAR ALANLARA KURULAMAZ. ARKASINDA BİR KÜLTÜR MERKEZİ OLMALIDIR. Sakatlarda bu aktivitelerin tam GÖBEĞİNDE yer almalıdır.. SAKATLARIN ENTELLEKTÜEL bir bilgi birikimleri olmalıdır. Kendi entellektüelleri olmalıdır, sadece sakatlık konuşularak insanlarla bir arada yaşanmaz. ORTAK YAŞAMLARDA PAYLAŞIM ŞARTTIR ama sakatlık paylaşılmaz.

İş yaşamım: Özel sektörde Türkiye'nin ciddi firmalarında çalıştım. İnanın oraları (hep genel merkezlerde) bize daha uygun tasarlanmış.
Ama sakatlar için değil İNSAN GİBİ tasarlanmış. Çok küçük birkaç değişikle, rahat yaşanır bir hale geldiler benim için. Ön yargı tabiki var... Ama ÖZEL SEKTÖRDEKİ en temel önyargı KAR' dır. Ona kazandırdığınızı gördükten sonra ne yargı kalır ne de sakatlığınız.
HATTA SAKATLIK KARLI BİR İŞ OLSA , SAKATLIK FABRİKALARI kurulur. VARDIĞIM SONUÇ: DEVLET BURADA ÜZERİNDEN YÜKÜ ATMAK için ÜÇKAĞITCILIK yapmaktadır. Özel sektörde istihdam ,kendi PİYASA KOŞULLARINDA işler. Tek başına bu yükü ÖZEL SEKTÖR çözemez. Asıl sorumluluk Devletindir. SAKATLARIN hem sakat olmalarından dolayı TAZMİNAT hakları hem de paylaşamadıklarından dolayı HER YIL PAYLAŞIM HAKLARI VARDIR.

Derneklerde uzun zaman geçirdim, benim için asıl üniversitelerden birisi orasıdır. Dernekler bir çeşit terapi ve bilgi paylaşım yeridir.
Derneklerin amaçları ne olursa olsun, sonuçta bu işe yarar, sosyalleşmede çok etkindirler. Başlangıçta yanlış bir bakış açısıyla, oraları bir kaçış alanı gibi, toplumdan soyutlanma alanı gibi gördüm. Hatta oraların kapatılması gerektiğini, sonradan vazgeçip onların eğitilmesi gerektiğini düşündüm. Dışarıdan diploma almaları için eğitim kursları filan açtık üniversiteden arkadaşlarla. Ulan biz Levent KIRCA İle tiyatro bile sergiledik dernekten arkadaşlarla... Baben babanın kulakları çınlasın su yolunu buluyor... Sonuçta herkes ne istiyorsa onu alıyor. Derneğe geldiğim ilk yıllarda herkeste sakat motorları vardı. Şimdi ise hemen hepsinde MERSEDES var. Hepsine yakını bekardı, büyük kısmı evlendi ... Yanlış anlamayın ha, burada dirsek temasında bulunduğum kişi sayısı binlerle ifade edilir, şu anda da yüzlerce (sakat anne babadan olma)sağlam çocuk var piyasalarda dolanan. DERNEKLERDE sakat kadınla evlenen sağlam erkek, sağlam kadınla evlenen sakat erkek, sakat sakat evlenenler, bunların çok sayıda örnekleri vardır... Su yolunu buluyor. Haa şunuda ifade edeyim: Üniversitede getirdiğim arkadaşlar hiç çıkamadılar buralardan, sanırım insanı çıplak görmek, insanca görmek, statülerden sıyrılmış görmek... çekicide yapıyor insanları. VARDIĞIM SONUÇ: İktisatta bir kural vardır; Çürük para sağlam parayı piyasadan siler. DERNEK yada HER PLATFORMDA ARSIZ VE NİTELİKSİZ OLANLAR her zaman nitelikli olanı kaçırır.

Evlilik yaşamım; 2 kez evlendim. İlkinde sağlam ikincisinde engelli, Mutlu olmanın yolu dinlemekten ve karşındakini anlamaktan geçiyor...
VARDIĞIM SONUÇ 1; Madem beni anlıyorsun O zaman değiş ,madem beni dinliyorsun o zaman benim istediğim gibi davran DEMEYECEKSİN. Sevdiysen, ayrıca onu ''ADAM'' etme derdin olmayacak. VARDIĞIM SONUÇ 2; Sakatla evlenecek sakat yada sağlam kişilere en önemli tavsiyem. BU İŞE SAKIN HA SAKIN AİLELERİNİZİ KARIŞTIRMAYIN. DANIŞMAYIN,OLURUNU YADA GÖNLÜNÜ ALMAYA ÇALIŞMAYIN. MÜMKÜNSE DÜĞÜNE BİLE ÇAĞIRMAYIN , maçanız yiyorsa kendiniz halledin... Sonrası iyi olacak nasılsa...

Sakatlık yaşamım; benim için hep ilk mesleğim derim... Meslek yalnız yapılmaz, iyi ve severek yaparsan sen de mutlu olursun başkaları da... kötü yaparsan senden herkes nefret eder, kendin bile.. İstanbul'da artık bu mesleği yapamaz oldum ve kaçtım. Sakat yaşamında istanbul'un etkilerini uzun uzun araştırmak gerekir. Türkiye'den ayrı bir yere koymak gerekir. Sosyolojik bir vaka bu olay... İstanbul da yaşam, aynı Dünyanın merkezine bütün ağır elementlerin yığılması gibi bir şey... Her şey merkeze toplanıyor, gittikçe büzülüyor ve merkeze toplanmanın bedelini özellikle sakatlar ,sonra yaşlılar ödüyor. Tam anlatamadım ... şöyle bir iki örnek vereyim. Öğrencilik dönemimde en çok Ortaköyde takılırdık, iş dönemimde Beyoğluna , kumkapıya. Ya artık oralara gitmek bir bela , çıkmak bir bela oldu. Tamam artık son model arabalarımız var, ama oraya ulaşamıyoruzki. İş desen, gidiş geliş günde 3-4 saat. Merkezkaç kuvveti gibi bir güç sakatları ,dışarı itiyor... Neyse uzatmayayım Kaçtım İstanbul'dan... Aslında amacım CANIM İZMİR di ama... Ya benim İzmir'e ve çevresine özel bir sevgim var. Ayvalıktan tutun Foça ordan Kuşadasına... Serde cavurluk var belki ondan çekiyor beni, kordonda bira ile buzlu badem. Şunun için söyledim İzmir olayını, sakat kültürüne en uygun şehirdir. En uygun sahiller, balık orda vardır, tabi İstanbul'dan sonra... Ama İstanbul olmayada adaydır .çevresindeki ilçelerde ise, iş imkanı yoktu. O yüzden Antalya'yı seçtim. Antalya Türkiye de sakatların bağımsız olarak yaşabileceği en uygun şehirdir diyebilirim.
VARDIĞIM SONUÇ ; Antalya, Devlet ve toplum karar verince dünyamızın nasıl değişebileceğinin canlı kanıtıdır. Ama sakın yanlış anlamayın, bunun bedeli var... Bu bedel ödenmeyince , faturalar öyle kabarıkki, yine nimetlere uzaktan bakıyorsun. TEKNOLOJİ aynı bir sihirli bir değnek ama, bedeli çok ağır ve sürekli... Son VARDIĞIM SONUÇ; DEVLETİN Bir SAKAT KIRIM (SOY DEĞİL) politikası var... Teknolojinin ne kadar ilerlediğinin bir önemi kalmıyor. Sakatların buna ulaşmasını engelliyor... Bireysel çıkışlar çok önemli, bireysel çıkışlarda toplumsal ruhu koymak daha önemli. Bireysel olarak, ben oyunu kuralını göre oynadım da yırttım bu bana göre değil. Zaten bize hergün başarı örnekleri verilerek OYUNU KURALINA GÖRE OYNAYAN KAZANIR maskesiyle gizlenmiyor mu bu SAKAT KIRIM? Kaç kişi bu başarmışlar? 7000 mi? 100.000 mi? peki gerideki 7.000.000.-kişi ne olacak?

Neyse rüzgara karşı yapıyoruz işte... Bilerek... O yüzden enseyi karartmayalım... saygılar...
 
İnsan kültürel bir varlıktır. Kültür, insanın yaşamına yön verir. Onun davranışlarını belirler. Örneğin, modernleşmeyen insan, suyu höpürdeterek içer. Yemekten sonra geğirir. Ya da yerlere çöp atmayı bir marifet sayar. Bence, konuşurken, yazarken argo sözcükler kullanmak modernleşmemenin dile yansımasıdır. Dil bir kültürün en önemli öğesidir. Yozlaşma önce dilde başlar. Forumlara baktığımda öyle bozuk cümleler görüyorum ki, içim acıyor. Ne olur! Yazarken biraz özen ve dikkat gösterelim. Türkçemizi katletmeyelim. Türkçemize sahip çıkalım.

İnsanlık tarihsel bir gelişim içindedir. Köylü toplumunda toplumsal bilinç gelişmemiştir. Cemaatçilik egemendir o toplumda. İnsanlar gelenek, görenek ve dinin etkisindedir. Köylü toplumu gelişime ve değişime kapalıdır. Hukuk yoluyla hak arama bilinci yoktur. İnsanlar böyle bu kültür ile bireyselleşemez. Çünkü insanın özgürlüğü alınır elinden. Haa! Böyle bir anlayıştan engelli de payına düşeni alır. Kadın da… Erkekte…

Kuşkusuz, yaşamı paylaşmak için hiçbir engel yoktur. Ama ne yazık ki, yabancılaşma çığ gibi büyümekte. Böylece önce kişi kendine yabancılaşma sonra da topluma. Hepimiz “mış gibi” yaşıyoruz. Yaşadığımızı sanıyoruz. Görünüş başka… Gerçekler başka. Şimdi ben önceki iletimde sakatın kendine bakış açısından söz ettim. Değişime önce kendimizden başlamalıyız dedim. Evet, Sartre ne diyordu. İnsan kendi varoluşunu kendisi oluşturabilir. Var oluş özden önce gelir. Bir insan korkaksa, bu onun tercihidir. Çünkü korkak olmaması kendi elindedir. Doğru mu? Bence Sartre insanın önünü açmıştır. Ama birtek şeyi unutmuştur. Koşulları. Eğer siz bir insana yaşama başlarken ekonomik, sosyal bakımdan eşit koşulları sunmuyor iseniz, orada hür iradeden söz edilemez. Ama burada benim dikkati çekmek istediğim bir nokta var. Bugün artık engelliler, çaresizlik duygusundan vazgeçmelidir. Kendini bilgiyle donatmalıdır. Çünkü bilgi güçtür. Bilginin karşısında herkes susar.

Üniversiteler bilim yuvalarıdır. Orada önyargılara yer yoktur. Orada bilimin nesnel bakışı açışı sunulur bizlere. Haa! Bu gerçekten de böyle mi? Tabii ki, bu konu tartışılır. Tartışılması da gerekir. Eğer ben üniversite eğitimi almamış olsaydım, şimdi daha farklı bir insan olurdum. Çünkü, dostluğu, sevmeyi ve sevilmeyi ve en önemlisi de bir başkasının düşüncesine saygı duymayı, dinlemeyi orada öğrendim.

Bu küçük ayrıntıya bir nokta koyalım. Gelelim asıl konuya. Evet, engelliler sistemin dışındadır. Bunun nedenleri çoktur. Bu konuda yine insanın tarihsel gelişimini izlemek gerekir. Engellilerin önünde birçok engel var. Eğitim, sağlık, istihdam ve mimari engeller…

Bu sorunları hepimiz biliyoruz. Artık sorunlarımızdan şikayet etmek yerine çözümler üretmenin zamanı gelmedi mi? Asıl konu, “engelleri sosyal yaşamın içine nasıl sokarız “ sorusudur. Peki! Ben bir birey olarak üstüme düşen görevi yapıyor muyum? O sorumluluğu alıyor muyum? Eğer bizlere verilen haklar yalnızca kanun maddelerinde kalıyor ise, gidip hesap sormalı o kanunu uygulayanlardan. Haa! Bireyin yel değirmenleri ile Donkişat’ ça savaşması pek gerçekçi bir yaklaşım değil. Öyleyse çözüm ne? Örgütlü bir toplum olabilmek… Çözüm buradan geçiyor. Fakat engelliler toplumu çok dağınık. Çünkü eğitimsiz. Çünkü ailesine bağımlı. Çünkü kendi yaşamı kendi ellerinde değil. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor.

İnsanı açımlamak için yaşamın tümüne bakmak gerekir. Eşitlik, özgürlük, insan hakları temel değerlerdir. Her sözün başında bunlardan dem vururuz. Ya! Gerçekten bir birey olarak özgür müyüz? Ya da diğer insanlarla eşit miyiz? Nedense, özgürlüğü hep hukuksal, siyasal, sosyal anlamda düşünüyoruz. Nedense özgürlüğün ekonomik boyutu hep göz ardı ediliyor. Benim param yoksa, ben bir hiçim. Vitrinlerdeki güzel giysiler göz kırpıyormuş. Rengarenk plajlar hadi beni kucaklasana der gibi bakıyormuş. Villaların heybetinden başım dönüyormuş. Bana ne! Karnım açsa yemek yerim. Ama param varsa. Parası olan her şeyi yapar. Parası olmayan hiçbirşey… Para çirkini güzel yapar. Şekspir, ne güzel söylemiş Atinalı Timon’da. “ Evrensel Orospu” diye. Eğer, bugünkü sistemde “artı değeri” kar olarak yutturuyor iseler, gerçeklerin üstü örtülüyor demektir. Egemen ideoloji, sanatıyla, gazeteleriyle, sinemasıyla, tiyatrosuyla, eğitimiyle, bizlerin düşünce sistemine prangalar vurmaktadır.

S.T.K. ‘larındaki yapıya gelince. S.T.K. ortak bir amaç çerçevesinde ortak çıkarları savunmak için kurulur. Ülkemizde engellilerle ilgili S.T.K. gerçek anlamda işlevini yapamıyor. Çünkü derneklerin bağış ve yardımlardan başka hiçbir geliri yoktur. Bunun içindir ki, kendilerine uygun ulaşılabilir özellik taşıyan merkezler bulmakta ve kiralamakta zorluklar yaşanmaktadır. Sürekli dernek giderlerine gelir kaynağı bulma sorunu bir kısırdöngüye yol açmaktadır. Maddi yetersizlikler engellilerin örgütlenme ve eğitim çalışmalarına engel oluşturmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin gerçek anlamda işlevini yapmaması nedeniyle, baskı kümesi olamamışlardır.

Sistem kendini öyle güzel olumluyor ki… Biz de bu yaşananları demokrasi!!! sanıyoruz. Vay be! Söz hakkımız var. Vay be! İnsan olarak eşit olacağız. Oysa paran yoksa tasarıların yalnızca tasarı olarak kalır. İnsan ekmeğini taştan çıkartır. Öyle mi? Kapitalizm, çarklarını öyle bir kurmuş ki… Bütün dişliler birbirine bağlı… Sonra da, derneklere yardım yapılarak vicdanlar temizleniyor.

İnsan yetiştiremiyoruz. Ben de Diyojen gibi sokaklara çıkıp bağıracağım. İnsan arıyorum insan diye… Biz birbirimizi dinlemiyoruz bile. Biz birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz. İlişkiler hep çıkar üzerine kurulu… İşte o yüzden de dernekler kaynayan kazan.

Valla! Evlilik ve sevgi konusuna girmeyelim. Bu konuda öyle marjinal düşüncelerim var ki… Şimdi anlatırsam korkarım ortalık birbirine girer: 8) 8)

Sözün kısası şu. Toplumun engellilere bakış açısının düzelmesi için önce kendimizi donanımlı kılacağız. Nasıl olacak bu? Ben felsefenin yanında sanatla, estetikle donanan insanın insanlaşma sürecinde akıl ve duygu birlikteliğini geliştireceğini düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir insan, insan olma yetilerini geliştirir. Öğrendiklerini gözlemleriyle birleştirerek, deneyimlerinden bir sonuca vararak analizler yapabilir.

En büyük yatırım insana yatırımdır.
 
Babem demişki.

Sevgili halil-yılmaz, anlattığın hikaye de, çıkardığın sonuç da güzel.. Yalnız bir eksiği var. Onlar sadece "kuş".

Babem abi onlar sadece kuş derken sanırım espiri yaptın bütün hikayelerde olduğu gibi bu hikayedede insanlara bi şeyler anlatılmak isteniyor olayın kahramanları kuşlarda olsa sen de takdir edersinki bu hikaye kuşlara bişeyler anlatmak için yazılmamıştır.

Hayır kuş olmak ilk bakışta çokta kötü bişeymiş gibi görünmesede işin sonunda kuş = kuş beyinli gibi bir sonuç cıkacağından bunu kimsenin kabul etmesi beklenemez :) eee bu kadar espiri yeter gelelim diğer itiraz ettiğin yerlere abi.

İşte bu noktada "kuş"lardan farkımız ortaya çıkıyor! Siyasileri suçlarım: Çünkü, senin deyiminle, insanların bireysel gelişimini tamamlaması için alması gerekli eğitim düzenini sağlamaktan onlar sorumlu! Ayrıca, adı üstünde, engellilerin önündeki engelleri azaltmak yerine çoğaltan her zihniyeti yerin dibine batırırım! Yukarıda, senin eklediğin fotoğraftaki direği benim diktiğimi ve kaldırmam gerektiğini düşünmüyorsun heralde.. Bundan sorumlu olan; görevli memur ve ona o görevi veren siyasilerdir. Herkes işini 'adam' gibi yapsa problem kalmayacak!

Babem abi ben hep şunu düşünmüşümdür insanlar sistemleri yaratır sonra sistem döner insanları yaratır bu bir döngü yani.

ben hayır kimse siyasileri suçlamasın demiyorum dememde aptallık olur zaten ama demek istediğim şu bizler tepkilerimizi yerinde ve zamanında yapmazsak herşeyi siyasilerden beklersek eksik gedik gördüğümüz şeyleri yüksek sesle dile dile getirmezsek bu zahmete girme derdimiz bile olmazsa bütün suçuda siyasilerin üstüne atıp işin içinden cıkmak bana kolaycılığa kaçmak ğibi geliyor.

evet o direği sen dikmedin bende dikmedim ama o direkle karşılaşan kişi belediyeye gitse şikayetini yapsa eminimki bir sonuç alır eee diyeceksin vatandaşı bu zahmete sokmaya devletin hakkı yok bundada haklısın ama neylersinki türkiye böyle bir ülke yerinde ve zamanında yapılan tepkilerin nasıl olumlu sonuçlar aldığı ankara ve istanbuldaki son iki mitingde ortaya cıkmıştır zaten

Yedi bin üye olayına da fazla takmayın.. Onların büyük bir kısmı üye olduktan sonra forumlara mesaj bile göndermemiş, belki bir daha uğramamış arkadaşlar. Asıl önemli rakam, forum ana sayfasındaki: "Son 48 saat içinde, … üyemiz çevrim içi oldu (Not: Bu kişiler, forumları gezen tüm ziyaretçiler değil, sadece çevrim içi olan -ve gizli olmayan- üyelerdir):" bölümündeki rakamdır

Buda doğru abi her üye siteye girmiyor forumlara mesajda yazmıyor ama bizim kampanyamız diğer birkac sitedede yayınlanıyor burada bir değerlendirme yapılırken o sitelerin üye sayısıda göz önüne alınmalı beence gecen sohbet odasında bu konuyla ilgili konuşurkenken andante hocama şunu dedim bu kampanyanın adını ve içeriğini değiştirsek ve desekki dünyanın en güzel ülkesi seciliyor internet üzerinmden yapılan oylarla ve bu yarışmada yunanistan bizden 10. bin oy fazlayla önde gidiyor hadin bizde bu yarışmaya oy verelim eminimki verilen oylar arabam benim bacaklarım kampanyasında verilen oyların 10. katı 20 katı olur yapılan araştırmalarda internet üzerinden yapılan oylamalarda türkiye cok aktif ama bu aktifliği saçma sapan bir milliyetçilik yada buna benzer şeylerde ortaya cıkıyor mesela benim msn me cok sayıda meil geliyor bu yönde işte dünyanın en güzel ülkesi seciliyor hadi oy ver v.s sanki bizim oylarımız güzel olmayan bişeyi güzel yapacakmış gibi enerjimizi böyle boş şeyler için harcamaktansa kendi meselelerimiz üzerine neden gitmiyoruz gitmediğimiz zamanda şikayet etmeyide çok doğru bulmuyorum acıkcası.
 
Ben sakatların yüzkarasıyım yaa :p Sakatlara "illa sokağa çıkın, var olduğunuzu gösterin, engeller ancak bu şekilde kaldırılabilinir" dedikten sonra sokağa çıkmamak/çıkamamak biraz garip duruyor!

Hastalığımı ön plana çıkartmayı pek sevmem. :( Gerçi, başka başlıklarda bir parça anlatmıştım. ( http://www.engelliler.biz/forum/viewtopic.php?p=78653#78653 ) Az bilinen bir hastalık olduğu için bilgilerimi paylaşmak gereğini duymuştum. İyi de oldu. ;)

Hastalığımın giderek ağırlaşan bir özelliği var.. Yıllar önce bugünkü durumumdan çok çok daha iyi idim.. Her şeyi olmasa da çok şeyi kendi başıma yapabiliyordum. Hatta bir ara evi "otel" gibi kullanmaya başlamıştım. Bu yüzden fırça bile yedim. :p Şimdilerde ise; açık hava ve kalabalığın sağlığıma iyi gelmemesinden ve dışarı çıktığımda en az iki kişinin benimle meşgul olması gerektiğinden, çıkmamayı tercih ediyorum. Yani topluma, binalara falan küsmüşlüğüm yok!

Televizyonu ilk kez 12 yaşımda gördüm. 15 yaşımda da eve aldık bir tane. Ondan önce, ev içerisindeki en güzel zaman geçirme aracımız kitaplar ve radyoydu. İlk bilgisayarımı 15 yıl önce aldım. İnternete de ilk kez 10 yıl önce bağlandım. Ama benim için ADSL devrim oldu! Çünkü 24 saat kesintisiz net'teyim. Ona da 2005'in Eylülünde geçiş yaptım. Ertesi gün de buraya üye oldum. Ondan sonrası malum.. Uyumadığım zamanlar buradayım! :D

Bu rakamları niye verdim? Hani Sevgili Bülent, soruyor.. "Sakatlığın dünü-bugünü" diye.. Sevgili İkinci Bahar da garipsedi "ıssız bir adada yaşamak gibi" diye.. Televizyonsuzluğu bilen bir kişiye, günde 16 saat nette olabilmek paha biçilmez bir şey!

Hastalığımın adını ilk kez 36 yaşımda duydum! Ondan önce de bir çok kez doktor doktor dolaşmıştık.. Ama hiçbiri kesin bir tanı koyamıyordu. Şu anda, büyük şehirlerde, özel polikliniklerde bile bulunan Manyetik Rezonans (MR) cihazının bir önceki versiyonu diyebileceğim Bilgisayarlı Tomografi (BT) cihazı 1981'de Türkiye'de henüz 3 taneydi. Bir tanesi Adana ÇÜ'de ve sürekli bozuk(muş) :D , bir tanesi (sanırım) İzmir'de, bir tanesi de Ankara Hacettepe Üniversite'sinde. Tabii, talep çok, arz az olunca değeri daha da artıyor, ve de 6 ay önceden randevu almak gerekiyor. Üstelik bir de "randevuya gelmeden bir hafta önce telefonla arayıp, sorun" dediler. "Niye" diye sorduk. "Sık sık bozuluyor, bu aletin firması İngiltere'de. Yapmak için bir teknisyen gönderiyorlar. O da gelip parçasını değiştirip gidiyor. Bu da bir 15 gün alıyor. Eğer böyle bir zamana denk gelirseniz, mecburen erteleriz" dediler. Neyse.. Bozulduğu zamana denk gelmedik. Zamanında gidip çektirdik tomografiyi. Ama bir işe yaramadı. :( Yine bir tanı koyamadılar. Ta ki, 15 yıl sonra, yine Ankara'da, bu kez MR'la alınan sonuçtan anlaşıldı problem.

İşte, teknolojinin hızlı gelişiminin hastalıklarla bir ilgisi de bu.. Zamane hastaları daha şanslı. :p


Sevgili kardelen ve Sevgili kuyucak, teşekkürler :oops: İlla ki yazacağım yine.. Ama biraz ara vermek gereksinimi duydum.. Bakalım ne kadar sürecek. ;)


Elbette espriydi o halil-yılmaz.. :) Cümlenin sonunda bir smiley vardı.
Neye, nasıl tepki konulması gerektiği üzerine aylar önce TEPKİ makalelerimi yazarken tartışmıştık arkadaşlarla. Bilinçsiz, eğitimsiz halkı, "tepki vermiyor" diye suçlamak anlamsız bence!
Bu tür kampanyaların yeterince ilgi görmemesinin bir nedeni de: Artık millet "illalah" dedi! :D Adım başı kampanya, anket vb.!! (Her işimiz böyledir yaa.. Bakarsın caddenin başında bir dönerci açılmıştır. İyi satış yapar. Birkaç ay sonra o cadde baştanbaşa dönerci dolmuştur. Ama talep miktarı belli olduğundan bütün dönercilerin müşteri sayısı düşmüştür. Hepsi de zarar ederler!) O nedenle daha yaratıcı bişeyler bulmak gerek..
 
Üst Alt