Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Toplumdaki engelli fobisi ve faşist tıbbın sağlam beden fetişizmi [Tartışma]

kuyucak

Üye
Üyelik
15 Mar 2007
Konular
50
Mesajlar
860
Reaksiyonlar
0
TOPLUMDAKİ ENGELLİ FOBİSİ VE FAŞİST TIBBIN SAĞLAM BEDEN FETİŞİZMİ

Tıp en büyük yanlışı nerede yaptı artık biliyorum.. Bunu elle tutacak kadar somutlaştı kafamda.. Tıp en büyük yanlışı, insanı tek bir fiziksel mekanizma sanarak yaptı. Fiziksel olarak düzgün çalışan bir anatomik yapının, insanın kendisini ben saydığı ruhsal-tinsel yapısını mutlu edeceği üzerine temellendi Tıp.. Memnun olma/Mutlu olma sağlıklı ve düzgün çalışan bir bedenden kaynaklı olacak sanıldı..

Psikiyatri ve psikoloji Tıp bilimi içine zorunlu olarak alınmış bilim dallarıdır. Her bireyde ayrı bir tinsel durum oluştuğundan şimdilik daha çok farmakolojik tedavi yöntemi uygulanabilmektedir. Onun da temeli hastayı uyuşturup, çevreye ve kendine zarar vermeden, alt bilincin olayları çözmesini beklemektir..

Şimdilerde Tıp adamları bu yanlışlarını görmeye başladılar aslında. Çaresiz kaldıklarında artık her şeye ‘’pisikolocik’’ deyiveriyorlar. Hastayım diye gelen kişilerin rahatsızlığını anatomik yapıları değil, ‘’pisikolocik’’ durumları üretiyormuş yani. Yani ruhsal yapıda anatomik yapıya zararlı olabiliyormuş. En azından onun işleyişini bozduğunu kabul ediyorlar artık. Mutlu/memnun insan için ruhsal yönün, sağlam bedenle sağlanamayacağını, tek ve yeter şartın bu olmadığını anladılar bence artık..

Bir adım daha öteye taşırsak bu tartışmayı; Şöyle bir örnek olacak bence:
‘’Ya kardeşim fizik olarak senin bir şeyin yok. Taş gibisin. Anlattığın semptomları yaşıyor olamazsın. Manyak mısın sen? Her şey panik atak sende. Anla be kardeşim ‘’
Yada ‘’ Ulan bi bok anladıkları yok bu doktorların. Göz göre göre öldürecekler beni. Bok yoluna gideceğim.’’
İşte bir çok konuda hekim/hasta ilişkisi bu noktaya gelmiştir..

Ayrıca insanı salt anatomik bir varlığa indirgeme hatası bir çok ideolojik hatayı ve ön yargıyı da beraberinde getirmektedir. Mutlak bedensel bir fetişizm yaratılmıştır. Eksik bedenlere duyulan faşizan duygular tıp bilincinin gelişmesi doğrultusunda azalmamıştır. Aksine artmıştır.
Oysa üretim ilişkileri içinde bedene duyulan ihtiyaç gittikçe azalmaktadır. Buna rağmen bedensel eksikliğe duyulan ön yargı ve (tiksinti demesek de) uzak durma dürtüsü ters orantılı olarak artmaktadır. Sakatlık fobisi engellilere hayatı zehir etmektedir. Oysa engelliler teknolojik gelişmeler sayesinde eskiye göre çok daha iyi şartlarda yaşamaktadır. İstedikleri şeylere daha rahat sahip olmakta ve ulaşabilmektedir. Asıl sorun bu rahatlamaya ters orantılı olarak gelişen toplumdaki sakatlık fobisidir. Toplumdaki bu sakatlık korkusu sayesinde engelliler iki tür kıskaca girmektedir.
Bir; Engelli birey elbet kafasında var olan her şeyi toplum içinde gerçekleştirecektir. Ve kafasında var olan şeyleri yapma gücüne sahiptir. Oysa toplum buna izin vermemektedir.. Bireyi dışlamaktadır. Açık seçik olmasa da sinsice ve kalleşçe yöntemlerle
İki; Engelli bireyin kendiside bu faşist insan modeli ile donatılmıştır.. Kendisine acımaktadır.. Kendisinden nefret etmektedir. Yaşamı kendisine zehir etmektedir..

Mutlu/memnun insan için temel alınan sağlıklı bedensel yapı olması ilkesi azıcık esnetilse yada en azından olayın yarısı sayılsa, bir adım atmış olacağız. İnsanın memnun/mutlu olması için ayrıca ruhsal durumunun da sağlık olması gerekir bence. Ve en azından, en az bedensel sağlık kadar önemlidir benim için. Bunun yansımaları çok geniş olacaktır bizlere. Kıymet-i harbiyemizi tartarken kendi içimizde yada başkalarının içinde, kıymet vereceğimiz şeylerimiz artacaktır. Ve en kıymetli şey değildir kayıp saydıklarımız.

Mutlu/memnun insan olmak için yapılması gereken, bir çok eylemi yapmak için çok da lazım değildir bizdeki eksik olan şeyler. Cinsellik sayılan her şeyden mahrum değiliz bizler.
Seyahat yapmaktan, eğlenceden mahrum değildir duygularımız. Tek sorun vardır asıl olarak yaşamımızda; Bunları yaşayacak olduğumuz partnerimizin ve içinde dolaşacağımız toplumun kafasının içindeki önyargılar. O önyargıları gelişen tıp yıkmalıydı aslında. Sağlıklı insanın karşılığı salt tek başına bedensel sağlık değildir. Aynı zamanda sağlıklı ruhsal yapıda gereklidir. Tıp eski çağlardaki üretim ilişkilerinin beslediği bu ön yargıyı yıkarak hem kendi tıkanmışlığını aşmalıdır hem de insana olması gereken maksimum hizmeti vermelidir.
Çünkü insan salt beden değildir.
 
"Evraka " Hasan Abi,"evrekaaa" :) Tabi ben bulmadım, latincenin ikinci tekil şahıs ekini bilmediğim için "evreka" demekle yetiniyorum...

Herkesin nasıl iç alemi özelse,bedeni de özeldir...Eksiklik de fazlalık da kişiye özeldir...Bu noktayı belleğimize yerleştirebilsek,bunu herkese kabullendirebilsek,umutsuz ve mutsuz insanlar olmayacak.Belki dindirilmek istenen acılar,yaralar bereler olacak ama "ötekileşme" bizden uzak olacak...
 
Yahu hasan abi bu aralar mecburiyetten dr. larla içli dışlı oluverdiğinden tıp alemine savaş acmış vaziyette:):):)

Yani hasan abinin sözlerinde doğruluk payı var var olmasınada kardeşim sakatların neredeyse toplumsal hayatta yaşadığı herşeyide oraya bağlamamak lazım.

sonra devam edecem. şimdilik bukadar.:)
 
Belkide ben anlatamadım.. Konu çetrefilli epeycene.. Faşist Tıp'bın sağlam beden fetişizmi derken olayı sadece engellilere odaklamadım ki ben.. Burası sadece ideolojik çıkarsama diyorum.. Esas ana kütle sağlam bedenlerin mutsuz ruhları diyorum.. Çünkü hakim sınıflara, sistemin başındakilere, sağlam bedenler lazım ve tıp onlara hizmet ediyor.. Faşist kelimesini özellikle kullandım.. Sağlam beden, düşünmeyen bir ruh yapısı.. Emirleri algılasın ve her zaman hınçla dolsun, görevini yapsın..

Milyonların temel sorununu sadece engellilerin sorunlarının temeliymiş gibi göstermek saçmalaık olur tabiki.. Her zaman dediğim gibi; Bizim sorunlarımız toplum sorunlarından ayrı düşünelemz.. Bir farkla ama, her sorunu on kat, yüz kat daha fazla hissederiz biz..

Tıp bu sorunun temel sebebi değildir.. Asıl sorun sistemdir.. Ancak sistem gücünü Tıp'tan almaktadır.. Kitlelere bakın Tıp böyle diyor demektedir..Tıp'bın yapması gerekense insanın ruhsal yönününde en az bedensel yanı kadar sağlıklı olması gerektiğini
anlatmaktır.. Ama hiyle yapıp bedensel yan sağlamsa, toksa, ruhsal tarafında
mutlu/memnun olması gerektiği ön yargısının yanlış olduğunu anlatmalıdır önce..

Biz sadece engelliler için düşünmekten, engelliler için çözüm üretmekten daha saygın olmazsak, isteklerimiz, çözümlerimiz sanki sağlam toplum üyelerinden ödün koparmak gibi algılanırsa işimiz zorlaşır.. Düşüncelerimizin temelinde engelliler kadar Galata köprüsü üzerinde sabah işe giden ve suratlarında meymenet olmayan yüzbinlerde olmalıdır..
 
[FONT=Verdana]“Tıp en büyük yanlışı, insanı tek bir fiziksel mekanizma sanarak yaptı. Fiziksel olarak düzgün çalışan bir anatomik yapının, insanın kendisini ben saydığı ruhsal-tinsel yapısını mutlu edeceği üzerine temellendi Tıp.. Memnun olma/Mutlu olma sağlıklı ve düzgün çalışan bir bedenden kaynaklı olacak sanıldı..” diyorsunuz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Böyle bir tümel yargıya nasıl varıyorsunuz? Çünkü, sağlığın tanımını şöyle yapıyorlar. [/FONT]

[FONT=Verdana]“Sağlık, fiziksel, psikolojik ve toplumsal olarak tam mutluluk halidir. “ [/FONT]

[FONT=Verdana]Psikiyatri ve psikoloji Tıp bilimi içine zorunlu olarak alınmış bilim dallarıdır, demişsiniz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bundan da ne demek istediğinizi anlamadım. [/FONT]

[FONT=Verdana]Bilimler, kullandıkları yöntemlere göre sınıflandırılırlar. Psikoloji, kullandığı yöntem bakımından pozitif bilimler içinde yer alır. [/FONT]

[FONT=Verdana]Şimdilerde Tıp adamları bu yanlışlarını görmeye başladılar aslında. Çaresiz kaldıklarında artık her şeye ‘’pisikolocik’’ deyiveriyorlar. Hastayım diye gelen kişilerin rahatsızlığını anatomik yapıları değil, ‘’pisikolocik’’ durumları üretiyormuş yani. Yani ruhsal yapıda anatomik yapıya zararlı olabiliyormuş. demişsiniz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sonuçta, psikoloji insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilimdir. Eğer, bir doktor, bir olguda neden sonuç ilişkisini göremiyor ise, ( Çünkü, davranışlarımız, bir uyaran ile oluşur) yalnızca bunu beyinsel bir rahatsızlığa bağlıyorsa, bunu tüm tıp bilimine yükleyemeyiz. [/FONT]

[FONT=Verdana]Önyargılar nasıl oluşmaktadır? Bu önyargıların oluşmasında üretim ilişkilerinin, emek sermaye çelişkisinin rolü nedir? Neden insanlar, engellileri işe yaramaz olarak görüyorlar? Durup dururken değil herhalde. [/FONT]

[FONT=Verdana]Öyleyse, şunu sormak gerekir. Bilgi nedir? Bilgilerimizi nasıl ediniriz? Bilgi, düşünenle düşünülen arasındaki ilgiden doğar. Örneğin, bir çocuk, dünyaya gözlerini açtığında dünyayı bilmek ve öğrenmek ister. Çevresindeki nesnelerle ilgi kurar. Eğer engellilerle ilgili olarak olumsuz bir uyaranla karşılaşırsa, tüm engellileri genelleme yaparak tektipleştirir. [/FONT]

[FONT=Verdana]Yani, sakatlık fobisi durup dururken oluşmuyor. Bir kere, engellilerle ilgili olarak tarihsel gelişime baktığımızda sakatlığa bakış açısının olumsuz olduğunu görüyoruz. Neden? Çünkü, sanayi devriminden önce, emek bedensel güce bağlı olduğu için sakatlar işgücüne katılamıyordu. Dolayısıyla, işe yaramaz olarak kabul ediliyordu. Artık günümüzde, üretmek için bedensel güce eskisi kadar gereksinme yok. İnsan, beyin gücünü kullanarak üretimde yer alabiliyor. Ama, engellilerle ile ilgili önyargılar yine var. Niçin? [/FONT]

[FONT=Verdana]Çünkü, bir organın eksik ya da işlevini tam olarak yerine getirmemesinden dolayı engelliler, ayrımcılığa uğruyor. Yaşama koşulları engellilere göre yaratılmıyor. Sonuçta, insanlarca bir başkasına bağımlı olarak algılandığı için, değersiz olarak kabul ediliyor. [/FONT]

[FONT=Verdana]Demek ki, devlet engelliliği önleyici tedbirleri almıyor. Almadığı gibi diğer bireylere sunduğu hizmetleri engellilere götürmüyor. Sonuçta, yalnızca toplumu ya da sağlıklı insanları suçlayarak bir yere varamayız. İnsan, kendi türünden bu kadar nefret eder mi? Bir olguda sonuca bakarak çıkarımda bulunursak yanılırız. [/FONT]

[FONT=Verdana]Engellilerle ilgili önyargıların oluşmasında engellilerin payı yok mu? [/FONT]

[FONT=Verdana]Bu sitede Acun Ilıcalı’nın yardım kampanyasını destekleyenlerin sayısı hiç de az değildi. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ben o programı sinir içinde ve tiksinerek izledim. [/FONT]

[FONT=Verdana]Sadaka toplumu yaratarak hiçbir yere varamayız. Bunu önce engellilerin görmesi gerekiyor. [/FONT]

[FONT=Verdana]Ben yeniden dünyaya gelseydim, engelli olmayı istemezdim Kuyucak. [/FONT]

[FONT=Verdana]Neden sakat olmayı yeğleyeyim?[/FONT]
 
2007 yılında yazdığım bir yazıda (bkz) "insan" kelimesinin tanımı için Türk Dil Kurumu sözlüğünden şu alıntıyı yapmıştım: "İki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı'ya "insan" deniyor."
Bugün baktım TDK sözlüğüne, değişmiş tanım. Gene birilerini dışarda bırakmış ama, eli-ayağı olmayanları insan sayar hale gelmiş :) : "Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı."

Tıp da bu iki elli-ayaklı olma halini "sağlıklı" olmanın, dolayısıyla da "mutlu olmanın" en önemli şartı saymış çok büyük çoğunlukla. Protezlerin ortaya çıkışı ve kullanım sürecini incelersek bu mutlu-bütün-insan çabası çok net görülür...
İşte, bu "tam-bütün" olmama hali (yani yaratılan bu kategori) hep sorun olarak algılanmış. Tam olunabildiği ölçüde mutlu-normal, eksiklik ölçüsünde de mutsuzluk-anormallik kurgulanmış. Tıp da bunun en önemli taşıyıcısı olmuş bence de. Öjenizm (olumsuz karakteri pasif ya da aktif yöntemlerle yok etmeye dayalı bilimsel ırkçılık) bunun çok pornografik bir delilidir mesela.
 
İlahi arkadaşlar!

İnsan tanımından yola çıkarak tıbba gelmişsiniz yaa! Ne diyeyim bilmem:):):)

Kavramlar, nasıl oluşuyor?

Örneğin, niçin meyveye meyve diyoruz?

Ya da X kişiye niçin insan diyoruz?

Hiç düşündünüz mü bunları?

İnsan, tümel bir kavramdır. Ve bir çokluğa aittir. Tümel, her zaman bir şeyin yüklemidir. Yaşadığımız evrende, güneş, gezegenler, dünya, canlı varlıklar, cansız varlıklar, hayvanlar v.s v.s. var. Peki, biz bu şeyleri, nesneleri birbirinden nasıl ayıracağız? Tabii ki, soyutlama yaparak.

İnsan hayvan cinsindendir. Ama türü insandır. Yani, sizin o Türk Dil Kurumu’nda geçen tanım, insan türüne ait bir tanımdır. Böylece, insanı diğer canlı varlıklardan ayırır. Bir türe ilişkindir. Yoksa, bireyi bireyden ayıran bir özellik, nitelik, nicelik, konum v.s. v.s. değildir.

Tıp tüm insanlar içindir. Amacı da, ,insan sağlığının sürdürülmesi ve bozulan sağlığın düzeltilmesidir. Tabii ki, amaç insan mutluluğudur. Yoksa, sizin aksini savunan bir teziniz mi var?

Tıp da "sağlıklı" olmak, "mutlu olmanın" en önemli şartıdır, evet. Sağlıklı olmak en büyük mutluluktur. Çünkü, insanın bir yeri ağrıdığında yaşamı zindana döner. İnsan hasta iken üretebilir mi? İnsan hasta iken çalışabilir mi? İnsan mutluluğu, tüm ideolojilerin çıkış noktasıdır.

Tabii ki, her fiziksel hastalık, arıza ve (organ) kaybı, kişide krize neden olur. Fiziksel arıza, kaybedilen organa, kişiye, kişinin içinde bulunduğu aile ve toplumun tutumuna göre çeşitli ruhsal zorlanmalara neden olur. Engelli kişi, (başlangıçta) kimlik ve varoluş krizi yaşar. Güven zedelenir. Yaşam altüst olur. Sosyal rol ve işlevlerde gerçek ya da endişe edilen zorlanmalar yaşanır. Gelecek endişesi, bağımsızlığını kaybedebileceği, çevreye bağımlı olduğu, gizlilik ve mahremiyet özgürlüğünün, yeterliliğinin, kısıtlanacağı endişesi gelişir. Beden imajı ve kendi bedeninden memnuniyet duygusu zorlanır.

Tıp, insandaki bu etkilenmeleri en aza indirgemeye çalışan bir bilim dalıdır.

Öjenizm ise, farklı bir konu. Bir olgudan başka bir olguya geçerek tanıtlama yapılamaz.
 
Sevgili Monalisa:

Sizinle nerede çeliştiğimizi ben bir türlü çözemedim.. Sizinle nerede anlaştığımızı da bulamıyorum.. Tarzımız ayrı galiba.. Ben bir olayı diğer şeylerden ayrıştırmaya, onu sadeleştirmeye, kökenine inmeye çalışarak irdelemeye meraklı biriyim..
Önceden düşünülmeyen , bir yerlerden kopya çekilmeyen, ‘’orcinal’’, hayati olayların kendimce bir literatürünü çıkarmaya çalışıyorum burada.. Edebiyatını oluşturmaya çalışıyorum… Ben bir takım ön bilgileri burada anlatmaya memur değilim.. Savunduğum, aklamaya çalıştığım , inatlaştığım sabit fikirlerimde yok.. Yüksek sesle düşünüyorum.. Dışardan gelen seslere saygı duyuyorum.. Onların ne dediğini anlamaya çalışıyorum.. Yeniden harmanlıyorum düşüncelerimi.. Bazen geri çekiliyorum ilk savunduklarımdan..
Bazen de ilerletmiş oluyorum ilk düşündüklerimi..

Fakat sizin tarzınız farklı.. Size cevap vermemek saygısızlık olur biliyorum.. Fakat nasıl cevap vereceğim inan ki bilmiyorum.. Her cümlemi, kullandığım her kavramı açıklamak zorunda kaldığımı hissediyorum size.. Sonrada asıl odaklanmamız gereken yerden bırakın uzaklaşmayı, tam zıt yerlere vardığımı düşünüyorum.. Şöyle yaptığımı düşünün.. Sizin kullandığınız her kelimenin, her terim ve kavramın hatta her cümlenin içindeki bilginin yanlış olduğunu söylersem yüzünüze karşı, ne yaparsınız?
Sanırım imdat dersiniz.. Bende imdat duygusu içindeyim işte size karşı.. Çünkü hayatımda kimseye karşı her kelimemi, her duygumu açıklama gereği duymadım ben..
Fakat sizden rahatsız mıyım derseniz kesinlikle hayır.. Aksine tarzınızı okumak çok hoşuma gidiyor.. Fakat cevaplamak çok zor.. Dediğim gibi her kelime yi tekrar tartışalım ve onlara eşit anlamlar yükleyelim ki anlaşabilelim.. Sizinle yüz yüze tanışmak ve günlerce konuşarak
her kavramın kelimenin benim için ne anlam ifade ettiğini size anlatmam lazım.. Tabi sizi de benim anlamam lazım.. Belki de zaman içinde buna bile gerek kalmaz.. Biz çok şeyimizi döktük burada ortaya.. Eminim ki o döktüklerimizi bir anda göremezsiniz.. Fakat sizde kendinizi anlatmak zorundasınız.. Bunları niye dedim;
‘’Ben yeniden dünyaya gelseydim, engelli olmayı istemezdim Kuyucak.

Neden sakat olmayı yeğleyeyim?’’ demişsiniz. Oysa ben bırakın bunu, şunları yazmışım;

http://www.engelliler.biz/forum/ayr...sunun-yasama-getirdigi-dinamizm-tartisma.html
Şimdi kendimi savunayım mı size karşı? Aaaa bende sizin gibi düşünüyorum aslında mı diyeyim? Bence zaman tanımalı ilişkilere.. Hele hele dolu olduğunu düşündüğün insanlar arasındaki ilişkiler için iki katı zaman tanınmalı..
Saygılar..
 
monalisa, İnsan tanımından yola çıkmam, aslında senin başka bir tartışmadaki şu görüşüne kısmen-benzer bir mantık yürütmemdendir:

Soru: Sakat kavramı neyi çağrıştırır?
Yanıt: Fiziksel, zihinsel, ruhsal yapılarında bozukluk ya da eksiklikliği olanları.
Soru: Kötü nedir?
Yanıt: Hoşa gitmeyen, istenmeyen şey, durum, nesne v.b.
Sonuç: Sakat olmak kötüdür.

Bu çıkarım, ilk bakışta doğru gibi gözüküyor. Oysa, mantık hatası var. İki olumsuz öncülden sonuç çıkmaz.
İki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı'ya "insan" deniyorsa eğer; (gerçi insan kelimesinin etimolojisini bilmiyorum ama) bu "bütün olma" hali insan olmak için en/tek belirgin unsur olarak sayılıyorsa, bunun dışında kalma halinin bir sorun olarak belleklerde yer etmiş olduğunu söylemek de çok yanlış olmaz diye düşünüyorum. Bütün olmayan insan makbul değildir. Bu gerek işlevsellik anlamında gerekse görsellik anlamında böyledir:
"Sakat beden paldır-küldür merdiven çıkamaz; sakat beden alımlı alımlı yürüyemez, sakat beden tuttuğu gibi koparamaz, sakat beden çocukları korkutur, sakat beden tiksinçtir, sakat beden aman evlerde uzak olsun" vs.vs.vs. "Oysa bu edimler/haller insan olmanın olmazsa olmazıdır." Bunları yapamayan, böyle olmayan bedenler anomalidir ve tıpsa tıp, teknolojiyse teknoloji, eğitimse eğitim (artık insan bedenini norma sokacak o disiplin her neyse o) çalışmalarıyla bu anomaliler ortadan kaldırılmalıdır (Hatta senin söylemine göre [insan tanımı "insan türüne ait bir tanımdır. Böylece, insanı diğer canlı varlıklardan ayırır. Bir türe ilişkindir. Yoksa, bireyi bireyden ayıran bir özellik, nitelik, nicelik, konum v.s. v.s. değildir"]: hayvanlardan farkımız ortaya çıkartılmalıdır (Burada sözlüğün hayvanlara hitaben yazıldığı gibi bi şey de ortaya çıkıyor sanırım :) Zira insanın ne olduğuna dair insana bir tanımla açıklama yapma ihtiyacını duymak (hayvanlara açıklamaktan daha) anlamsız geliyor bana.).
Bilim (!) bu kadar önemli olduğunu düşündüğü bir sorunla bu kadar net şekilde mücadele edince, doğal olarak toplum da kendi meşrebince sakatlıkla/sakatlarla mücadele yöntemleri geliştiriyor (http://www.engelliler.biz/forum/ayr.../4463-sakatlara-mahalle-baskisi-tartisma.html veya http://www.engelliler.biz/forum/ayr...uk-programi-yapmasini-istemiyor-tartisma.html vb.). Ve tabii, doğal olarak (!), o sakatlık halinni "aşmış" sakatları (http://www.engelliler.biz/forum/ayr...aklari-olmayan-adam-ve-ezberler-tartisma.html) veya işte güzel medikal ürünlerle sakatlığını gizleyebilen ya da süper zekaları ile sakatlıklarını bertaraf eden sakatları değerli/makbul sayıyor aynı toplum.
Sonuç: Sorunlu-bedenler kategorisine alınan bedenlerin bilim/toplum tarafından düzeltilmesi/taciz edilmesi ilelebet sürecek bir savaştır! Ve tıp bunun önemli generallerinden biridir. Hedef, tüm anomalilerin temizlenmesi ve beyaz-insanın hakim kılınmasıdır. Her şey "insan"ın mutluluğu için...

monalisa: "Tıp da "sağlıklı" olmak, "mutlu olmanın" en önemli şartıdır, evet. Sağlıklı olmak en büyük mutluluktur. Çünkü, insanın bir yeri ağrıdığında yaşamı zindana döner. İnsan hasta iken üretebilir mi? İnsan hasta iken çalışabilir mi? İnsan mutluluğu, tüm ideolojilerin çıkış noktasıdır. "

Tabii ki sağlıklı olmak mutluluğun önemli şartlarından biridir. De, "sağlıklı olmak" nedir?! Ben mesela, omurilik felçliyim. Tıbba/topluma göre sağlıklı mıyım? Peki ya mutlu muyum? Spastik, topal, sağır, kör biri sağlıklı mıdır yoksa hasta mıdır? Down'lu bir çocuk mesela, ya da bir deli?! Mutsuzluğun tanımını yapar mısın Abidin? (diyerek konuyu sulandırayım:))
 
Sevgili Kuyucak,

İletinizi okuyunca kendi kendime gülümsedim. Nerde anlaşıp anlaşamadığımızı anlamadım diyorsunuz. Belki ben kendimi anlatamıyordur :):):)

İnsan toplumsal bir varlık. Tabii ki, birbirimize, düşüncelerimizi, duygularımızı aktaracağız. Çünkü, insan insanla gelişir.

Hani, siz kendimce analiz yapmaya çalışıyorum diyorsunuz ya! Bu analizleri yaparken öyle temelsiz laflar ediyorsunuz ki, ben de, size bu analizlerin tırıl tırıl döküldüğünü göstermek için soru soruyorum. Tek yaptığım bu.

Siz pratik yapıyorum, edebiyatımı oluşturuyorum, diyorsunuz. Öyleyse, tüm bunları kendi kendinize evde oturup yazmayı niye denemiyorsunuz? Niye insanlarla paylaşıyorsunuz? :):)

Hem edebiyatta bile edebiyat yapmanın bir amacı vardır. Çalakalem edebiyat yapılmaz.

Bana, her kelimenin, her cümlenin, her kavramın anlamını soracak olursanız, sevinirim. Önce o kavramın ne olduğunu düşünürüm. Eğer, o kavram ben de bir çağrışım yapmıyorsa, araştırırım. Ne olduğunu öğrenirim. Sonra da, bugün de bir şey öğrendim diye sevinirim. Bana bu kapıları açtığınız için size teşekkür ederim.

Yine de içten yanıtınız için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Sevgili Oturan Boğa,

Benim bir başka tartışmada yazdıklarımdan alıntı yapmışsınız. Ben o tartışmada sözkonusu konunun içinden bir alıntı yaparak bir önermenin geçersizliğini kanıtlamaya çalışmıştım. Aslında konunun özünde ne demek istediğinizi anlıyorum. Ancak, “sakat olmak kötüdür” önermesinin doğru olup olmadığı başka bir konu. İnsan, kavramından yola çıkarak bütün olma durumunun yüceltilmesi başka bir konu.

Ayrıca, insan kavramı, ilk başta da, dediğim gibi, tümel bir kavram. Tümel kavramlar, bir çokluğa yüklenir. Yalnızca insan kavramı değil. Tüm tümeller böyledir. Bu anlamda, bir mantık hatası olduğunun altını çizmek istemiştim. ( Lütfen bakınız. Aristoteles’in Kategorilere Giriş- Isagoge)

Sakatlara yüklenen olumsuz anlamları, çokluğa yüklenen bir kavramdan değil de, farklı biçimlerde çürütmek gerekir diye düşünüyorum.

Birincisi, İnsanın, saçının rengi, göz rengi, bacaklarının eğri olup olmaması, bir kolunun eksik, bir bacağının topal olması insanı insan yapan nitelikler değildir. Çünkü, tüm bunlar, kimileyin yok olabilirler. Ortadan kalkabilirler. Örneğin, saçımızın rengi yaşlanınca değişir. Ya da ne bileyim, bir kaza geçirirsiniz. Eliniz kopar. Demek ki, insanın başka özgül ayrımları vardır. O da bizi diğerlerinden ayıran başka niteliklerimizdir. Bir insan neye güler, nasıl eğlenir, nasıl yürür, gibi çok basit eylemleriyle de bir insanı tanırız. Ona bir değer biçeriz. İnsanı insan yapan, kurucu ayrımlardır. Günümüzde değerlerin içi boşaltılsa da, kendimize kendi değerimizi biz vereceğiz.

İkincisi, şu anda bulunan güzellik anlayışına karşı bir duruş sergilemeliyiz.

Üçüncüsü, kapitalizmde insanların gereksinmelerine göre değil de, para kazanmak için üretim yapılmaktadır. İşte, bu amaç herşeyi metalaştırmıştır. Bundan sağlık hizmetleri de payını almıştır. Eğitim de, sanat da, engelli de, engelsiz de… Çünkü, üretim araçları kimin elindeyse, her söz hakkı ona aittir. Kimin neyi, ne kadar üreteceğine bu erk karar vermektedir. Her şey, para kazanmaya odaklanmıştır. Buradan da, çıkaracağımız sonuç şudur. Sakatlığın gizlenmesi için üretilen nesnenin altında para kazanma amacı vardır. Yoksa, patronlar, hiç kimsenin normal ya da anormal olmasından yola çıkarak o nesneyi üretmiyor. Bizlerde hiç düşünmeden tüketiyoruz. Doğayı tüketiyoruz. Dünyayı tüketiyoruz. İnsanı tüketiyoruz. Öyleyse, bu konuda duruşumuzu belirleyeceğiz.

Mutsuzluğu şöyle anlatırdım Abidin’e….

Öyle zamansız bir yerdeyim ki… Ne bir son var… ne bir başlangıç… Bilincim dumura uğramış gibi… Düşünmüyorum… sorgulamıyorum… üretmiyorum… Denizin içinde atık su torbası gibi… Dönüyorum… dönüyorum… Dünya bir dükkan… Aha… Kudurmuş arzularımla alıyorum, yiyorum, içiyorum… Ne Filistin’de öldürülen çocuklar ilgilendiriyor beni… Ne de Irak’ta tecavüze uğrayan binlerce kadın… Ne de dünyanın durumu… Yalnızca benimi doyuruyorum… Sonra bir bakıyorum… Yüksek bir dağın tepesindeyim… Kadın, niye çıktın o dağın tepesine? Zorun ne diye soruyorum... Her yan buza kesmiş… İnsansızım.

Sonuçta, toplumu biz değiştireceğiz. Dünya sürekli bir değişim dönüşüm içinde. Dünyayı dükkan, insanı müşteri görmeyeceğiz. Her birimiz, yaşamımıza özgün bir biçim vereceğiz. Bizler, kolayı seçmeyeceğiz.
 
Monalisa;
kendince yine ''geçirmişsin''.. Hakaret saysam bile görmezden geliyorum.. Eli kalem tutan insanlara ihtiyacı var bu sitenin.. Kişisel bir olaya dönüştürmek niyetinde değilim bu kadar önem verdiğim bir konu üzerinde gelişen tartışmaları..
 
Sevgili Kuyucak,

Bu sitede engellilerle ilgili sorunları tartışmak, birbirimize düşünce aktarımı yapmak, gerektiğinde sorunlara çözüm önerileri sunmak için buradayız. En azından ben bunun için buradayım. Çünkü, engellilik bireysel değil toplumsal bir sorundur.

Bu anlamda, size hakaret etmek gibi bir gerekçem olamaz. Ne sizi tanıyorum. Ne sizinle bir kişisel sorunum var. Olsa bile yine hakaret etmem.

Sonuçta, engellilerin sorunlarının aşılması için tüm engellilerin bir güç olması gerekiyor. Engelli sorunlarını tek başımıza çözemeyiz. Öyleyse, bu konuda her birimiz bilinçlenmeliyiz diye düşünüyorum. İşte bunun için bu sitede düşünce jimlastiği yapıyoruz. Eğer, sizi eleştiriyor isem, yalnızca düşüncelerinizi eleştiriyorum. Düşünceler, bir insanın karakteri değildir. Eğer insana bir düşünce yanlış geliyorsa onu değiştirmek kişinin elindedir. Bu anlamda, eleştirilerim sizin kişiselleğinize değil yalnızca düşüncelerinizedir.

Çünkü, özgürlüğün her zaman farklı düşünenin özgürlüğü olduğuna inanıyorum.

Saygıyla…
 
İnsan bazen kafasında gezdirdiklerini yada daha önce yazdıklarını herkes biliyor sanırmış..
Edebiyat dediğim, literatür dediğim veya terminoloji dediğim şey kendi dil akışkanlığımı, yazma alışkanlığımı geliştirmek değil benim.. Engelliler arasında oluşması gereken ortak dildir.. Ortak duygu aktarımını sağlamaya yarayacak terminolojidir, edebiyattır..
Bu konuda daha önce yazdığım cümleler; Edebiyat dediğim olay daha iyi anlaşılır sanırım..

''Dünya üzerinde ne yapılacaksa önce dilde başlar olay.. İletişimle başlar..
Dünya üzerinde neye karşı çıkılacaksa yine dilde başlar olay... iletişimle başlar..
Bizim başka argümanımız yokki.. Elimizdeki tek argümana sırt çeviriyorsunuz..
Olay terminoloji meselesidir.. Elimizdeki tek silah, kendi terminolojimizi oluşturmaktır..
Oturanboğa bi toparlasa şu olayı iyi olacak aslında.. Bu terminoloji yaratılmadan bi şey olmaz''

Biz çok sinsi bir şekilde ötekileştiriliyoruz.. Toplum ile bu sinsiliğini karşı karşıya getirmek gerekiyor..Bu sinsilikde olmayabilir.. Kabul edilmişlik, öncel kabul edilmiş bilgilerle bu ayrımcılık başarılıyor olabilir.. Sonuçta bizi her gün görünmez eller dövmektedir.. Hep derim, bizi acıtan döven hayaletlerin üzerine bir boya püskürtelim ve onlar görünür olsunlar.. Ben kendimi o yüzden hayalet avcılarına benzetirim.. Bizi işte bu hayalet dediğim sopalarla dövmektedir, içinde yaşadığımız sistem.. Fakat bizi eşşek sudan geldiğince dövmesine rağmen, bu dayağın gerekli olduğuna da hem bizleri hemde diğer toplum katmanlarını inandırmaktadır bu sistem.. Bu hayaletlerden bazıları (BENCE);
- Toplumun sağlam bireylerinin bizlere karşı gizli dayanışması ve birbirini denetlemesi.(Gırgır değilmi?)
- Eğitime alınmadan doğal seleksiyona razı olması beklenen engelli kütle.(Cahil insan iyidir.)
- Üretim ilişkilerine alınmadan üretilenden pay vermemek.(Nüfus fazlası var.)
- Toplumun engelli fobisinin körüklenmesi..(Tıp sağlam beden fetişizm ile körüklüyor)
- Saldırı ve savunma felsefesinin Yani askeri geleneklerin içinde adımızın anılmasını bırakın askerlik yapmayanların adam sayılmasına bile gerek olmadığı inancı..(Askerlik yapmayana kız bile verilmez)
- Dinde anlatılmaya çalışılan diğer insanlara örnek gösterilme çabaları..(Araf olayı en acıtıcı olandır)
Sıralamaya devam etmeye gerek yok bundan sonrasını.. İşte biz her gün bu kurumlar tarafından öldürülesiye dövülüyoruz.. Fakat öyle bir dövüyorlarki bizi.. Yumrukları görünmez.. Biz görmediğimiz yumruk sahiplerine her gün gidip derdimizi anlatıyoruz.. Kurtarın bizi, anlayın bizi diye..
Ben birini deşifre etmeye çalışıyorum.. Umarım başkalarıda ötekilerden birinden başlar.. Edebiyat bu işte.
 
Tıp mültidisipliner bir bakışaçısıyla bakar insana…Tıp sağlığı,bedensel,toplumsal ve ruhsal olarak iyilik hali olarak tanımlar…Tıp insanı iyileştirmek içindir ve engelli engelsiz ayrımı yapmaz.Tıp için hastalık vardır,hasta yoktur ve hastalık tedavi edilir…Sakat biri içinse bir uzuvu görevini yapamıyorsa ya da yoksa onu rehabilite etmeye çalışır…Ayrıca tıp için hasta lazım.Eee engelli de potansiyel hasta neden tedavi etmek istemesin…

Psikiyatri ve psikoloji Tıp bilimi içine zorunlu olarak alınmış bilim dallarıdır. Her bireyde ayrı bir tinsel durum oluştuğundan şimdilik daha çok farmakolojik tedavi yöntemi uygulanabilmektedir. Onun da temeli hastayı uyuşturup, çevreye ve kendine zarar vermeden, alt bilincin olayları çözmesini beklemektir..

Psikiyatri ve psikoloji tıbbın içine alınmış zorunlu bir bilim dalı değildir,tıbbın içinde olması gerekir önemli ve büyük bir rol oynar sağlık alanında.psikiyatrik problemlerde psikiyatriste ve ilaçlara ihtiyaç duyulur…Psikiyatristlerin eksikliği,psikoterapiden çok farmakolojiye yönelmeleridir.Farmokolojiyle birlikte,psikotrapi şarttır.Psikotrapi bu eksikliğini ortadan kaldırabilirse,çok büyük bir problem de ortadan kalkacaktır,ancak bazı psikiyatrik hastalıkların tedavisi yoktur kronik hale gelir,o durumda ilaçlarla hastalık kontrol edilmeye çalışılmalıdır….

Psikoloji insanın ruh sağlığıyla ilgilenir,toplumsal,çevresel,kişisel nedenlerden oluşan sorunları psikotrerapi yöntemiyle,psikolojik destekle,olaylara farklı bakış açılarını göstermeye çalışarak çözmesinde yardım eder…Tıbbi müdahalede bulunamaz…Psikoloji sadece sağlık alanında hizmet vermez ama asıl amaç insanların ruhsal olarak sağlıklı ve mutlu olmalarını sağlamaktadır…

Sonuçta,insan karmaşık bir varlıktır,çözülmesi yıllar alır,direnir,hastalığının farkında değildir,hem psikiyatri hem de psikolojinin sihirli değneği yoktur,bazı durumda da çaresiz kalabilir…

Şimdilerde Tıp adamları bu yanlışlarını görmeye başladılar aslında. Çaresiz kaldıklarında artık her şeye ‘’pisikolocik’’ deyiveriyorlar. Hastayım diye gelen kişilerin rahatsızlığını anatomik yapıları değil, ‘’pisikolocik’’ durumları üretiyormuş yani. Yani ruhsal yapıda anatomik yapıya zararlı olabiliyormuş. En azından onun işleyişini bozduğunu kabul ediyorlar artık. Mutlu/memnun insan için ruhsal yönün, sağlam bedenle sağlanamayacağını, tek ve yeter şartın bu olmadığını anladılar bence artık..

Bunun kaynağı insanların psikolojik bilgilerindeki eksiklikten ve psikolojik problemleri kendine konduramamalarından kaynaklıdır,ben deli miyim,ne işim var psikiyatristte benim kalp problemim var,doktorlar anlamıyor diye düşünüyor…Bunun en büyük nedeni de toplumsal olarak psikolojik problemler olunca deli olur,o nedenle fiziksel hastalık olsa hatta kalp problemi olsa daha iyi olur o kişi için…Panik atakta kişi kalp krizi geçirmez ama kalp krizi geçireceğim diye korkar…İnsanın korkuları,kaygıları fiziksel hastalıklardan daha çok zarar verir kişiye…Sakat bir bedende sağlam bir ruh bulunabilir ama ruhsal olarak problem varsa bedeni sağlam da olsa mutlu olamaz…

Ayrıca insanı salt anatomik bir varlığa indirgeme hatası bir çok ideolojik hatayı ve ön yargıyı da beraberinde getirmektedir. Mutlak bedensel bir fetişizm yaratılmıştır. Eksik bedenlere duyulan faşizan duygular tıp bilincinin gelişmesi doğrultusunda azalmamıştır. Aksine artmıştır.

Tıpta eksik bedene duyulan faşizan duygu ne demek…Bir hastaneye gittiğinizde sen sakatsın seni tedavi etmeyeceğiz,seni tedavi etmeye değmez git evde öl diyen hastane ve doktor görmedim…Bu bakış açısı modanın bakış açısıdır.Adam ya da kadın vücudu sağlıklıysa güzeldir…Bu tıbbın bakış açısı değildir…Tıp hastalığı iyileştirir,fetiş haline getirmez…Bu tıbbın yüklendiği misyona karşı çok ağır bir suçlamadır…Tıp olaylara böyle baksaydı eğer,hasta insanlar değil sağlam insanlar giderdi hastanelere,güzel kadınlar,yakışıkla adamlar,doktorlar da bakardı güzelliklerine…Sakatları,hastaları,yaşlıları fırınlara atıp yakarlardı...Bu da öjeninin kara mizahı oldu :)

Bir; Engelli birey elbet kafasında var olan her şeyi toplum içinde gerçekleştirecektir. Ve kafasında var olan şeyleri yapma gücüne sahiptir. Oysa toplum buna izin vermemektedir.. Bireyi dışlamaktadır. Açık seçik olmasa da sinsice ve kalleşçe yöntemlerle

Engellilerin toplumda kendilerini ifade edememeleri,iş bulamamalaları,dışarıya çıkamamalarının tıpla bir alakası var mı ben kuramadım?Bu toplumsal bir baskıdır,yıkılması da toplumsal önyargıların yıkılmasına bağlıdır…

İki; Engelli bireyin kendiside bu faşist insan modeli ile donatılmıştır.. Kendisine acımaktadır.. Kendisinden nefret etmektedir. Yaşamı kendisine zehir etmektedir..

Engelliler çevrenin bakışaçısını aldıkları doğru ama sorun sadece bu mu?Bedensel engelli olup da hayatta mutlu olmayı başarabilen birçok engelli var.Bu durumu kişilikte etkiliyor…Ayrıca,bedensel olarak engelsiz olan insanlar da hayatı kendine zindan etmekte,mutsuzluk içinde debelenip durmakta, bunu yaparkende çevresindeki insanları da mutsuzluğunu bulaştırmaktadır…


Mutlu/memnun insan için temel alınan sağlıklı bedensel yapı olması ilkesi azıcık esnetilse yada en azından olayın yarısı sayılsa, bir adım atmış olacağız. İnsanın memnun/mutlu olması için ayrıca ruhsal durumunun da sağlık olması gerekir bence. Ve en azından, en az bedensel sağlık kadar önemlidir benim için. Bunun yansımaları çok geniş olacaktır bizlere. Kıymet-i harbiyemizi tartarken kendi içimizde yada başkalarının içinde, kıymet vereceğimiz şeylerimiz artacaktır. Ve en kıymetli şey değildir kayıp saydıklarımız.



Ruhsağlığı bedensel sağlıktan daha önemlidir.Ruhsağlığımız bozuksa bu bedenimize yansır.Psikolojik problemler,gerçek hastalığa benzer ama fiziksel bir karşılığı yoktur…Fiziksel olarak sağlıklı olan bir insan konversiyonu varsa bayılabilir,felç olmuş gibi uzuvlarını kullanamaya bilir hatta kör olmuş gibi göremeyebilir…Ve ruhsal olarak iyiysek,fiziksel hastalıklarımız daha kolay iyileşir…

Türkiyede ruhsağlığı alanındaki gelişmeler çok ileri dizeyde değil ,katılıyorum…Ama ruhsağlığı farklı bir dünya,ağrı kesici alıp düzelecek bir olay değil,bazı rahatsızlıklar yıllarca tedavi edilmeli,bazıları kronikleşir,bazıları da bir anda ortadan kalkar sorun olan problem ortadan kalktığı zaman…

Çünkü insan salt beden değildir.

İnsan salt beden değil elbette,insan ruhsal,toplumsal ve fiziksel bir varlık ve tıp bu yönde hizmet veriyor…

Önyargıyı tıp yıkıyor zaten.Tıp sağlık alanında hizmet verir.Vücudun ve ruhun sağlık olması da insanın kaliteli bir yaşam sürmesini sağlar,tıbbın savunduğu budur.Sakatlıkla hastalık birbirinden çok farklıdır.Hastalık o an ki sağlıklı olmama durumudur ya da kronik bir hastalıktır,sakatlık ise kronik bir durumdur çoğu kez tedavisi yoktur,uzuv eksikliği ya da uzuvlarının görevini yerine getirememesidir.Sakat olup da sağlıklı olunabilir.Günlük işlerini yapıp,hayattan keyf alınabilir ve mutlu olunabilir.Bu biraz da sakat kişinin psikolojik durumuna,mizacına ya da kişiliğine bağlıdır…Sakatlık kötü denmiyor,sağlıklı olmak için sağlıklı bir vücuda ve ruha ihtiyaç var deniyor…Sağlıklı derken de hastalıktan bahsediyor,sakatlıktan değil…Biz hasta değil sakatız,bazen hastalanabiliriz ve yaşamımızı kolaylaştırmak için tıbba ihtiyacımız var…

Sakatlıkla ilgili önyargıyı yenmek toplumun görevi daha çok da eğitim alanının görevi…İnsanlar, sakat birini görünce gözleriyle takip eder, yazık adamın gözü düşecek yere diye gülesin gelir…İnsanların yanından geçerken, “ Allahım sana şükürler olsun,beterinden koru” diye dua eder…Bu şekilde de insanlara faydalı olabiliyoruz,şükretmeyi öğreniyorlar :- ) Tıp sakat birine anaormal bir yaratık gibi bakmaz,tedavi edilmesi gerekirse eder,edemezse rehabilite eder…Bizim burada bir söz var “Doğuştan eğriye Çeltek Baba ne yapsın” derler…Adam sakatsa tıp ne yapsın,yapabileceğini yapıyor :) (Bu arada,Çeltek Baba bizim burada ünlü bir evliyadır.)

Tıbbi alanda genel bir eksiklik var.Bu eksiklikten hem sakatlar hem de sakat olmayan hastalar nasibini alıyor…Sakat olmayan biri tıbbi hatalara maruz kalıp sakat kalabiliyor hatta hayatını kaybedebiliyor…Sakat biride tedavi olup sağlıklı bir hayata kavuşabiliyor…Sağlık alanında risk yüksek orandadır,ama sağlığına da yüksek oranda kavuşabilir kişi….Tıbbın kendini yenilemesi,teknolojik yeniliklere açık olup,gelişmeleri de yakından takip etmesi gerekir…Bu eksiklik ancak bu şekilde aşılabilir…Engelliye kör gözle bakıyor diye yargılarsak haksızlık etmiş oluruz…Hem engelliye hem de hastalara kör gözle bakıyor :- ) Gözünü açmak lazım,kör göze parmak sokmak lazım…

Kusura bakmayın yazınızı parçalayarak cevap vermek durumunda kaldım…
 
’Tıp sağlığı,bedensel,toplumsal ve ruhsal olarak iyilik hali olarak tanımlar’’ demekle bütün sorun halledilmiş oldu mu sizce Şehriban Hanım?.. .... Tıp insanların toplumsal ve ruhsal yanlarından çok sorumlu hissetmez kendini.. Tamam sağlığı öyle tanımlıyor olabilir..
Ancak ideal olanı söylemek o kurumu aklamaz.. Benim zaten burada söylediğim şey, görünmez hayaletleri görünür kılmak.. Çünkü bizler hep sinsice kandırılıyoruz.. Söylemleri ile eylemleri çok farklı şeyler kurumların.. Yukarıda formüle edilen amaçları için uğraş verdiğini söyleyen Tıp aslında tam tersi şeylere dayanak olmaktadır.. İsterseniz yöntem değiştirelim; Tıp tümden gelim yöntemini kullanarak kafaları karıştırmaktadır bilgi konusunda.. Biz tek tek olaylardan, resimlerden yola çıkarak tüme varalım isterseniz.. Onların vardığı yere varabilecek miyiz bakalım?

İnsanları damgalamak, ayrıştırmak görevi Tıp Kurumuna verilmiştir sistemde.. Bunu da Rapor adı altında yaparlar.. Sistemin diğer kurumları, sistemin sağlıklı yürümesi için, bekası için, insanları guruplara ayırır.. Kümelendirir.. Bu görevi de Tıp kurumuna havale ederler..
Çünkü o kurumun saygınlığı, kutsallığı, yapılan işi saygınlaştırır, kutsallaştırır.. Oysa Tıp kurumu, kendisine diğer kurumlardan gelen rapor istemlerinin hangi amaçla istendiğini gayet iyi bilmesine rağmen, hepsine aynı şablonla cevap verir.. Bedensel sağlık her durumda öne çıkarılır.. Sağlam beden argümanı dışında kullandığı argüman o kadar sınırlıdır ki yok demek daha doğru olabilir..

-Sağlık raporları devlet memurluğunun temelidir.. Sağlam beden fetişizmi işte bu raporların çıkış noktasıdır.. Hiçbir zaman karşı soru sorulmaz; ‘’Bu raporla alınacak kişi ne iş yapacak? Asıl işiyle ilgili yeterli olması için nelerin ön planda olması gerekir? Bu işi yapacak kişinin iki ayağı olmaması önemli değildir.. Bu iş için sabırlı bir kişilik daha sağlıklıdır.. Sabır yada yalnız çalışmayı zevk sayan bir kişilik her şeyden önemlidir.. Sağlık raporu buna göre hazırlanmalıdır.’’ Bunları diyebildiği ve dayatabildiği gün o yukarıda saydığı kurallara uyduğu söylenebilir.. Oysa elinde bellediği tek şey olan sağlam beden raporu vardır.. O büyülü saydığı rapor artık her kapıyı açmayı bırakın, her şeyi berbat etmektedir..
Bu gün boyları, posları denk memurları alabilmiştir belki devlete.. Fakat katil ruhlu polis ve askerlerin eline de silah verildiği ender değildir artık. Bunlar sık sık CİNNET geçirmektedir(!)
Memurların bir çoğu kendini hizmet etmesi gereken değil de, başına devlet kuşu konmuş insan olarak görüp de halktan hizmet bekleyen psikopatlardan seçilmiştir.. Oysa sağlıklı ruhlar önemsense daha başka seçimler olurdu.. Daha başka insanlar aranırdı o görevler için..
Çok mu gerekli hala bu çağda bilgisayarcılar için kol, bacak..
-Bu sitede sık sık gündeme gelir.. Öğretme gibi bir görev için bile sağlam beden raporu istenmektedir.. Engeli olan fakat sağlıklı ruhlara öğretmenlik hakkı vermemek için ne numaralar çevrilmektedir..
-Gene bu sitede şikayetlerin vicdanları sızlattığı engel belirleme raporlarında dönen dolaplar..
İşte tıp burada her iki olayda da tarafsız olarak, (görünerek) taraf olmanın kralını yapmaktadır.. Çaktırmadan da saygınlığını korumaktadır.. Engelli hak kullanırken engelli sayılmakta.. Çünkü işin gereği olan ruhsal sağlık ve yeterlilik hiç dikkate alınmamaktadır..
Fakat engelli olarak devletin beklentilerinden kısmen muaf olmak isteyen engellinin karşına hayır sen engelli değilsin diye çıkabilmektedir.. % 39-38-37 hatta 30-20 engelliye sen sağlamlarla aynısın bana göre diyen devletin yanında yer almaktadır.. Gene ben sadece bulguları yazıyorum ondan sonrası siyasilerin işi diyerek işin içinden kendini sıyırmaktadır..
%01-39 arasındaki insanlarında engelli haklarından yararlanması için kılını kıpırdatmaz..
Tek bir soylu davranışıyla bu tezgahı bozabilir aslında Tıp.. Bu kitlelerde engellidir.. Onlarda
Bazı haklardan yararlanıncaya kadar hiçbir rapora imza atmayacağız deseler sorunlar epey çözülür.. Tıp insanları damgalamaktadır ve elindeki tek kriter sağlam beden kriteridir..
Son bir tespit daha; Ortadoks tıb vardır ve ona karşı gelişen yüzlerce tıp vardır..Çünkü Ortadoks Tıp maalesef sağlam beden dışında insanı unutmuştur..
 
Hasanım,

Sonda söylediğinle daha önce dediklerinin çeliştiğinin farkında mısın acaba?

Sen tıbbı "Ortodoks, bilmem ne" deyu sınıflara ayırıyorsun da o seni niye ayırmasın yaa?:confused:

Daha önce başka bir yerde söylemiştim: Ayrımcılığı yapan; özel kişiler -ya da buradaki gibi soyut kurumlar- değildir. O kurumları işine geldiği gibi kullanan tüzel kişilerdir, yöneticilerdir, otorite kurumlarıdır vb. Bizim muhatap almamız gereken, mücadele edeceğimiz kesim orasıdır. Gerisi hareketi saptırmak ve zayıf düşürmekten başka bir işe yaramaz. :(

Ya da insanları kağıt üzerinde sınıflara ayırmak da "Ayrımcılık" değildir! Bu sınıflar arasında adil davranmamakla başlar her şey! Yine bunu da, özel kişiler, bireyler değil; onların yetki verdiği tüzel kişiler/devlet/otorite vb. becerir..
 
:) kuyucak'i defalarca ve elimden geldigince özenle okudugum halde anlayamamak ufaktan stres yapiodu bana; bu konuda yalniz olmadigimi görmek biras rahatlatti mi beni, ne? :p:p

(kizma lütfen, takiliom biras - stres atiom :))
 
Daha öncede söylediğim gibi,tıp sorunlu,ama sadece engellilerin için değil tüm insanlar için sorunlu...
Sistemden kaynaklanan sorunları da tıbbın üzerine atarsak olay tümüyle çözülür herhalde:)
Sağlık raporu talebinde bulunduğumuz zaman,bir kriter almak lazımsa bu da engeli bulunmayan insan üzerinden olacaktır.Neye göre belirlenecek ki bu raporlar?Verilen sağlık raparları,sağlıklı değil,ama bunun sorumlusu da tıp değil...Bunun çözülmesi için sistemin bakışaçısını değiştirmek gerekiyor...Yanlış yerde kavga veriyoruz naçizane fikrimce:)
 
İçimde olanları anlatmaya devam edeceğim.. Resim çizerek..

Sistem nedir; Sistem üretim ilişkilerine yön verenler tarafından, üretim ilişkilerine egemen olanlardan tarafından kendi çıkarlarını korumak amacıyla kurulmuş kurulmuş, işleyiştir..
Sistemin adının ne olması önemli değildir.. İster kapitalist, ister feodalist, ister oligarşik, ister teokratik bir sistem olsun, yada sosyalist fark etmez.. Kurucuların egemenliğini pekiştirmek için toplumsal bilinç gereklidir.. İşte oluşturulan bu toplumsal bilinç sayesinde ne mülkiyet tartışılır nede paylaşımın adil olması gerektiği nede insan mutluluğu/memnuniyeti..
Sistemin işleyişinin nasıl olduğu egemenler tarafından önemli değildir.. Şu anda da zaten işleyen bir sistem var.. Bu işleyiş bazılarına göre saat gibi tıkır tıkır mükemmeldir..

Ancak bizler gibi ayrımcılığa uğrayan kesimler için sistem mutsuzluk üretmektedir.. Genel olarak da geniş halk yığınları içinde mutsuz insanlar üretmektedir.. Fakat egemenler içinse
tıkır tıkır işleyen bir sistem vardır..

Toplumsal bilinç ne işe yarar; Egemenler her gün, her olayda ayrı ayrı egemenliklerini ilan etmek için uğraşmaz.. Baskı kurmak için uğraşmazlar.. Egemenliklerini insanların kafasına
Sanki onların kendi düşünceleriymiş gibi yerleştirirler.. Onları eğitirler.. Eğitilmiş bir ayı nasılki def sesini duyunca ön ayakları üzerine kalkarsa, biz insanlarda aynı ayı gibi, bilimsel yada kutsal sayılan veriler bunlardır denilince susarız.. Sorgulamayız..

Sistemi bir yapıya benzetirsek, bunun üzerinde yükseldiği temellerden biriside Tıp’tır.. Diğer temellerin Din, Eğitim, Adalet, Askerlik vb olduğunu söyledim daha önce..

Bu temellerin her birinde kutsallık ve bilimsellik ön plana çıkarılır.. İşte benim yapmak istediğim, sistemin mutsuz(/memnun olmayan) insanlar ürettiğine inanan birisi olarak Tıp’bın bilimselliğini tartışmaya açmak oldu.. Haaaa şunu yapmıyorum burada, sistemin yerine başka bir sistem önermiyorum.. Sistem gerçekten bilimsel olursa, kutsal olanlar, egemenler tarafından sömürülmezse ve de adalet sağlanırsa, daha memnun insanlar olacaktır.. Ayrıca
Başka sistem önerenlere de karşı değilim.. Fakat benim amacım kafalarda aynı bilinç olduğu sürece bir şeyin değişmeyeceğini anlatmak..

Tıp bilinci tarafsız ve bilimsel olmuş olsaydı, insan ruhunu ihmal etmemiş olsaydı, toplumda var olan engelli fobisi bu kadar korkunç boyutlara varmazdı.. Fobi deyince bu korkunun ne boyutlarda olduğu tam anlaşılamıyor bence.. Bu korku aslında fare dolu bir odada yalnız kalmayla eşdeğerdir bazı kafalarda.. Bu kadar yoğun yani.. Ölmek daha iyidir boyutlarında..
Oysa engelli bireyinde sağlıklı olabileceği, mutlu olabileceği, yeni kriterleri koymak Tıb’bın görevidir..

Son bir örnek; Ehliyet için alınan sağlık raporlarıdır.. Biz engellileri ayrıştırıyor Tıp.. Ancak canavarları ayrıştıramıyor.. Onları, yani altındaki makine ile bütünleşen canavarları ayrıştırmak asıl görevi olmalı..
 
Sistemin bakışaçısı çok önemli,küçümsemeyin bence...Örneğin,eşitliğe önem veren bir sistem olsaydı,tıbbın olanaklarından herkes eşit bir şekilde kullanabilirdi,ama kapitalist sistemde parası olan kullanıyor,dediğiniz gibi egemen güçlere hizmet ediyor...Asıl sorun, parası olan tıbbın olanaklarını kullanabilirken parası olmayan sosyal güvencesinin olanakları ne kadar elverirse onu kullanabiliyor...Parası olan gidip Amerikada tedavi oluyor,tıbbın olanaklarını sınırsız bir şekilde kullanıyor,parası olmayan da ilaç parası bile bulamıyor...Sonuçta engellinin topluma para olarak katkısı ve değeri yoksa çok da önemli değildir sistem için,ya fırında yakılacak ya da etkisiz eleman olacaktır...
Sistemdeki bakışaçısı bilimsel değilse,başka kurumların da bilimsel olmasını sağlamak zordur...Türkiyede beyin göçü yaşanmaktadır,nedeni de Türkiyede bilime değer verilmediği için...İnsana ve bilime bu kadar değer verildiği için sonucunda bu olması gayet normal...Bu olay fobi falan değil,artı katkısı yoksa kişinin sisteme,ayak altında dolaşma felsefesidir...
İnsanlar koyun olmak istiyorsa,bilimin yerini bilim karşıtı düşünceler alıyorsa,bu sadece egemen güçlerin değil kendi karanlığımızın eseridir...Aklımızı önümüze alıp düşünemiyorsak,sonra ağlarız...Işığın peşine düşenmeyenler,kendi karanlığında boğulur,sonra da ne oluyor bize diye dövünür...Ne olacak ne ekersen o bitiyor...

Bu tartışmayı uzatmak değil niyetim,sadece olaya bakışaçısı farkından dolayı ortak noktaları göremiyoruz o nedenle cevap yazma gereği duydum...
 
Sevgili Kuyucak!

İzin verirseniz bir parantez açarak araya girip ben de içimdekileri söylemek istiyorum.

İlk kez, üretim ilişkilerinin toplumsal düzendeki yerini belirleyen Marks olmuştur. Yine ilk kez, üretim araçlarına sahip olan sınıfın üst yapıyı belirleyeceğini de o söylemiştir. İnsanın tarihsel gelişimine baktığımızda bunu görebiliriz. O anlamda “ sistemin adının ne olması önemli değildir, cümlenizi çok talihsiz bir değerlendirme olarak görüyorum.

Marks, basbayağı kapitalizmin eleştirisini yapmıştır. Sözkonusu olan ne teokratik düzen, ne feodalite, ne oligarşi ne de sosyalizmdir. Kaldı ki, sosyalizm kapitalizmin anti tezidir. Tüm bunları aynı kefeye koymanızı yine talihsiz bir değerlendirme olarak görüyorum.

Kaldı ki, siz tüm iletilerinizde dilin gücünden söz edensiniz. Niçin örtülü bir dil kullanarak elmalarla armutları bir teraziye koyuyorsunuz?

Evet, sistemin adı pek ala da önemlidir. Sistemin adı, insanın insanlarca sömürüldüğü kapitalizmdir. Niçin bunu söylemekten yüksünüyorsunuz?

Dayanışma yerine bencilliği ve rekabeti körükleyen kim?
İnsanın doğuştan kötü ve çıkarcı olduğunu empoze eden kim?
Hukukta özel mülkiyeti koruyan yasaları çıkaran kim?

Mülkiyet… çıkar… fırsat… bencillik… rekabet… ayakta kalma… Bu benmerkezci yaşamında kendi çıkarları göre doğrular oluşturan burjuvazi değil mi?

Dediğiniz gibi yalnızca bu sistemde engelliler mutsuz değil tüm halk yığınları mutsuzdur.

Ve… ben… özel mülkiyetin olmadığı, barışın ve dayanışmanın egemen olduğu, yalnızca insanlığı tehdit eden güçlerle rekabet edildiği bir dünya düşlüyorum. Düşleri mi kim alabilir elimden?

Sizin dedikleriniz yalnızca tıp konusunda değil, tüm üst yapı kurumlarında mevcuttur. Siyaset öyle… Hukuk öyle… Din öyle… Bunun içinde var olan ideolojiyi kullanmaktadırlar. Bu ideoloji nedir peki? Bu ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir. Yoksa, bir avuç varsıl, açlık sınırındaki milyonları nasıl yönetebilirdi?

Kapitalizmin kendisi yanlış zaten? Yanlışın içinde doğrular aranır mı?

Günümüzde, gerek muhafazakarlık, gerek liberalizm, gerekse sol tezler, evrensel doğruluk yerine bireysel doğruluk anlayışını temel alıyorlar. Pratikte daha iyi bir dünyanın olası olduğuna ve bunun için mücadele edilmesi gerektiği düşüncesine karşı bir kayıtsızlık var. En çok gördüğüm de bireysel olarak içe çekilme.

Şimdi gelelim tıp konusuna… Evet, tıp egemen sınıflara hizmet ediyor. Çünkü, her şey para kazanmaya odaklanmıştır. Tıp ticarileştirilmiştir. Bir de gözden kaçırdığımız bir şey var. Yararcılık… Kapitalizmde yararcılık, burjuvazinin ahlakıdır.

Tüm bunlar, engellilerle birlikte tüm insanları olumsuz anlamda etkilemektedir. Burada yapılması gereken çok soyut kavramları tartışırken o soyut kavramların bir kişiliği varmışçasına saldırmak yerine nedenleriyle, niçinleriyle içinde yaşadığımız ideolojiyi eleştirerek taşları yerine koymaktır.
 
Bu başlık adı altında yazılanları zamanım oldukça izlemeye çalışıyorum. Dün, yalnızca son iletileri okuma fırsatı bulabilmiştim. Bugün, daha önce yazılanlar hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Umarım, Kuyucak’ı sinirlendirmem. Bana alınmaz. :):)Çünkü, yine onun söylediklerinden yola çıkacağım.

"Sağlam bireyler neden bize karşı gizli bir dayanışma içine girsinler? " Bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Ben tersini düşünüyorum. Bence, insanı insan yapan özelliklerden biri, kendinden başkasını düşünebilme, kendini başkasının yerine koyabilme yeteneğinidir.

Eğitime alınmadan doğal seleksiyona uğrama demiş Kuyucak. Bu zaten liberalizmin çıkış noktası. H. Spencer, felsefesinin temeline evrimi koymuştur. Ona göre, toplum düşüncesinin temelinde doğal seleksiyon vardır. Yani, yeterince gelişmemiş olanlar elenecektir. Geriye disiplinli ve aydın bir küme kalacaktır. Elenenler, cahiller ve disiplinsizlerdir. Bu kuramı alıp engelliler açısından düşünmüş sanırım.

Fakat, Spencer, birşeyi unutmuş. Evet, doğada uyum ve mutasyon sonucu ayakta kalabilen canlılar yaşar. Evrimin temeli, seleksiyondur bu yüzden. Ancak, kimse doğayı adaletsizlikle suçlayamaz. Doğa için adildir açıklaması yapılamaz.

Doğal seleksiyon ile insan yaşamını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak aynı anda iki yerde bulunmaya çalışmakla eşdeğerdir. Çünkü, insanın en önemli özelliği geçim araçlarını üretebilmesidir. Bu yüzden, doğanın seleksiyonu insan için kullanılamaz.

"Yine üretim ilişkilerine alınmadan üretimden pay vermemek " demiş Kuyucak. Çünkü, nüfus fazlası var. Evet, belki de üzerinde durmamız gereken nokta bu.

Kategorize ederek sınıflandırmanın iki yönü vardır. Birincisi, olumludur. İkincisi, olumsuzdur. Olumlu anlamı, nesneleri sınıflandırarak o nesnelerin ne olduğunu anlarız. Olumsuz anlamı ise, sınıflandırdığımız nesneler hakkında belli paradigmalar oluşmasıdır.

Evet, insanları sağlıklı ya da sağlıksız, sakat ya da sağlam, normal ya da anormal diye sınıflandırıyoruz. Ben burada bir sorun görmüyorum. Sonuçta, çevremizdeki nesneleri de böyle ayırıyoruz. Kısa olanı, uzun olandan nasıl ayıracağız? Tabii ki, kıyaslama yöntemiyle… Şunu demek istiyorum. İnsanı, yalnızca biyolojik bir varlık ele alırsak, yanlışa düşeriz. Çünkü, insan, bilişsel, toplumsal, ekonomik, kültürel, tarihsel olarak bir bütündür. İnsanı, bu çerçeve içinde ele almak gerekir.

Engelliler nasıl bir ekonomik bir düzende yaşamaktadırlar? Bunun adı, kapitalizmdir. Peki, piyasa neye göre işler? Kar güdüsüne göre… Bu durumda, piyasanın acımasız doğası, iyilik değil, kötülük üretir. Çünkü, piyasanın iyilik üretmesi için hiçbir neden yoktur. İşte, engellilerde bundan payını alırlar. Ayrımcılık, en çok kapitalizmin işine yarar. Sağlık raporlarıyla insanları kategorize ederken, aslında çürüklerin içinden en çürük olanını ayıklar! Yani, işine yarayacak olanlardan en iyisini seçer! Sanırım, doğal seleksiyon derken bunu demek istiyor Kuyucak. Kaldı ki, bunun böyle olduğunu çok açık seçik yaşamımızda görebiliyoruz. Engellilik oranı düşük olanlar, en fazla işe alınanlardır. Ama, kapitalizmin yalnızca bunu engellilerde yapmıyor. Eğitimde de aynı şeyler geçerli. Kapitalizm, beyaz yakalılarda da işine en yarayanı seçiyor.

Sanırım, tartışma, iki temel sorun çevresinde gelişiyor. Birincisi, olması gerekenler… İkincisi ise, pratik yaşamda olması gerekenlerin olmaması… Ama, Baben’in dediği gibi yanlışları farklı yerlerde arıyoruz. Ayrımcılığı yapan, geliştiren, kullanan soyut kurumlar değildir. Sorun, egemen sınıfın üst yapı kurumlarını biçimlendirdiğidir.
 
Sevgili Monalisa;

Bu şekilde tartışırsanız seve seve katılırım tartışmaya..Devam edeyim..

Sizin bakış açınızı anlıyabiliyorum.. Sosyalist öğretiye göre bakıyorsunuz.. Daha önce çok kereler kendime söz verdim.. Şu adam böyle der, yani Marks şöyle demiş demeden anlatmaya çalışacağım düşüncelerimi.. Güneşin etrafında dönmeyi yada yer çekimini birileri buldu diye o yasalar geçerli değildir. O doğal yasalar zaten vardır.. O yasaları insanoğlu anlamaya o tarihten sonra başlamıştır.. Anlamayı bırakın formüle edip hesaplayabilmiştir.. Aynı şekilde tarihin gidişini Marks amca belirlemez.. O zorunlu gidişi formüle etmiştir ve açıklamıştır.. Yoksa o açıklamasa da insan oğlunun gidişatı aynı yöne olacaktır..

Daha öncede belirttim.. Ben sisteme karşı karşı mücadele edenlere karşı değilim.. Onlar daha çok üretim araçlarının sahiplerinin değişmesiyle sistemin değişeceğine inanırlar.. Tabi değişen üretim ilişkileri de üst yapıyı yeniden şekillendirecektir.. Üretim araçlarının sahiplerinin değiştirilmesi yada palavra bir lafla üretim araçlarının mülkiyetinin devlete geçmesi ve de devletinde işçi sınıfına geçmesi devrimle olur.. Şöyle de açıklanabilir; sistemin değiştirilmesi her şeyin başlangıcıdır, ilacıdır.. Sistem içinde bir şeylerin düzeltilebileceğine inanmak abesle iştigal etmektir.. Kitlelerin durumlarının iyileştirme çabaları sayılan reformlar yada ekonomist tedbirler bir işe yaramaz.. İllaki kesin çözüm devrim olmalıdır.. Kaçınılmaz son budur.. Bu sosyalist öğreti doğrultusunda sizin getirdiğiniz her eleştiride haklısınız..

Ancak ben evrimciyim.. Evrimin hızlandırılması gerektiğine inananlardanım.. Bunun mümkün olduğuna inanıyorum.. Sistem denilen aygıtın adının ne olduğunun önemi olmadığına inanıyorum.. Bu üst yapının yetiştirdiği her bireyin içinde asıl olarak onun etkilerinin olduğuna inanırım.. Yani kapitalist sistemin yada yarı feodal-kapitalist sistemin yetiştirdiği beyinlerin haaa deyince o kültürden kurtulabildiğine inanmaktan vaz geçtim ben.
Eskiden inandım.. Dünyada inandı.. Oysa insan dediğin o kadar kolayca kafasına koyulanları dışarı çıkaramıyor.. Sonuçta sosyalist sistemlerin baronları ile kapitalist sistemin burjuvaları arasında fark kalmadığını gördü bu dünya..

Bilmek başka şeydir, bildiğini yaşamak, bildiğin gibi olmak başka şeydir.. Kapitalist sistemin kendine, doğasına, hem cinslerine, ve evrende var olan her şeye yabancılaştırdığı insan bir kitap okuyacak.. Sonra her şeyin farkına varıp, titreyip kendine gelecek ve devrim yapıp kendini insanlığın geleceği olan komünist sistem için feda edecek.. İnsanlık için kendinden vazgeçecek, kendini feda edecek.. Üstelik cennet vaad eden bir tanrısı ve de inancı yokken.. Neymiş efendim; adı tarihe altın harflerle yazılacakmış..

Böyle olmadı tabi.. O yüzden insanlığın cenneti olan sisteme,( bir ara rejim olan, sosyalist öğreti) devrimle varılamaz diyorum ben.. Sistemin kurumlarını, sistemi oluşturulan kurumları insanlığa hizmet etmeye zorlamakla daha fazla hizmet etmiş oluruz hem insanlara hem de ilerde bize lazım olacak üst yapının yeniden evrilmesine.. O kurumların en ağa babalarından biriside Tıp’tır işte.. Hem üst yapıya hem alt yapıya egemen olan ana kurumlardan birisidir.
Masum değildir..

Belki sosyalist öğretiye yeni bir şekil vermeye çalışan milyonlar içinde belirgin dereler oluşmadı daha.. Ama oluşacağından eminim.. Bunları hep konuşuyoruz biz eski devrimci yeni evrimciler olarak.. Buna isim bile bulundu: Dialektik devrim yada Dialektik sosyalizm..
Saygılarımla..
 
Sosyalist, komünist ya da ütopik bir ekonomik sistemin tıkır tıkır işlediği bir yerde yaşayan engelli, sağlık raporlarıyla kategorize edilmeyecek midir?
Üretime katkıda bulunup bulunamayacağını ya da bu katkının ne oranda olacağını belgelemesi gerekmeyecek midir?
Engelliler, bedensel engeli bulunmayan çoğunlukla yaşadığı sürece bu çoğunluğun gözünde bir fobi oluşturmasa da “farklı”, “ayrı”, “başka”, “öteki” gibi sıfatlarla tanımlanmayacak mıdır?
Mutsuz engellileri mutsuz kılan şey toplumun bakış açısında engelli fobisi olduğu kanısı mıdır?
Tıbbın, engelli engelsiz herkese kaliteli ve nitelikli bir hizmeti adil bir şekilde ulaştırabildiği bir ülkede tüm bedensel engellere çare bulunabilmiş ya da bulunabilecek midir?
Tüm engellerin, hastalıkların çaresi, tedavisi vardı da para ya da sistem yüzünden mi bu tedaviye ulaşılamıyor?
Engelliyi ötekileştiren salt toplum ya da sistem midir?
Toplumlarda fobilere, ayrımcılıklara, zorluklara yalnızca engelliler mi maruz kalmaktadır?
Beden sağlığı yerinde olan ve tüm uzuvlarını tam kapasite kullanan bireyler ruhsal anlamda da sağlıklı, mutlu bireyler midir?

Yukarıdaki görüş ve tartışmaların tümünü okuyunca aklıma bu sorular geldi.
Aslında hepimizin cevaplarını bildiği sorular.
 
En sonunda anlaşabileceğimize sevindim. :):)

Sizin verdiğiniz örneklerden yola çıkacak olursam, tabii ki, Newton’un yerçekimi yasası, o bulmadan önce de vardı. Ama insanlık bunu bilmiyordu. Ama, ben bilim insanlarının ya da felsefecilerin tüm insanlığa katkı yaptığını düşünürüm. Eğer, bir düşünceyi, bir kuramı tartışırken üstü kapalı olarak anlatırsak, hem o insanlara haksızlık yaparız. Hem de bildiklerimizi başkalarına doğru aktarmamış oluruz. Çünkü, insanlık taş üstüne taş koymakla oluşmuştur. Bu anlamda, burası da kamuya açık bir yer… Bilimi de, felsefeyi de tartışacağız. Ama, doğru bir biçimde. O insanlardan söz etmemiz bize bir şey kaybettirmez. Kaldı ki, o kuramları ne kadar doğru anlarsak, biz de o kadar kendimizi geliştirir, diğer insanlara bilgimizi aktarabiliriz. İnsana katkı yaparız.

"Sistemin değiştirebileceğine ilişkin olanları değiştirmek için boşuna uğraşıyorlar " diye hiç düşünmedim. Ben, yalnızca, bir soruna bakarken, o sorunu bütünü ile ele almaya çalışıyorum. Her, olguda nedenler yerine sonuca bakarsak yanılırız. Bunun altını çizmek istemiştim.

Siz de şunu görüyorum. Evet, inançlarınız, kanılarınız, sanılarınız var. Ama, bunu temellendiremiyorsunuz. Burada sizi suçladığımı falan düşünmeyin. Karşıma kim çıkarsa çıksın, temellendirilmemiş düşünce, düşünce değildir. Ben de, bunu karşımdaki insana söylerim.

İnsanın insan olabilmesi için, felsefi, bilimsel, estetik, sanatsal anlamda birikimli ve donanımlı olması gerekir. Çünkü, bilgi olmadan insan bilemez. Sevgi de bile bilginin özü bulunur. Erdem de öyledir. Erdem, öğrenebilir. Bu örnekler çoğaltılabilir." İnsan, bencil midir, "diyorlar. Hayır, insanın bencil olmadığını kendi eylemlerimizle biz göstereceğiz. "İnsan, insanın kurdu mudur ,"diyorlar. Bunun nereden çıktığını bileceğiz. "Dostluk yok mudur ",diyorlar. Önce biz kendimiz dost olmayı becereceğiz. İnsan insanlaşmadan, sosyalizm kurulamaz. Burada neden sosyalizmin çöktüğünü tartışmayacağım. Ama, çökmesinin nedenlerinden biri, insana yatırım yapılmamasıdır.

Şu anda, Türkiye’nin en önemli sorunu, aydınlanmış bir toplum olmamasıdır. Siz, ekmeğinin peşinde koşan birisine laikliğin önemini anlatamazsınız.

Evrimciyim derken ne demek istediğinizi tam olarak anlayamadım. Benim cahilliğime verin.

Empatizan’ın sorduğu sorulara gelince… Eğer, yanıtlarını biliyorsa, soru sormaya da gerek yoktur diye düşünüyorum.
 
[FONT=Verdana]Sevgili empatizan başlığı açarken şöyle demiştim;[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]''Tıp en büyük yanlışı nerede yaptı artık biliyorum.. Bunu elle tutacak kadar somutlaştı kafamda.. Tıp en büyük yanlışı, insanı tek bir fiziksel mekanizma sanarak yaptı. Fiziksel olarak düzgün çalışan bir anatomik yapının, insanın kendisini ben saydığı ruhsal-tinsel yapısını mutlu edeceği üzerine temellendi Tıp.. Memnun olma/Mutlu olma sağlıklı ve düzgün çalışan bir bedenden kaynaklı olacak sanıldı..''[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Bu yazımı çok önceden yazmıştım yada kurgulamıştım kafamda ve onu paylaştığım insanlar engelli değildi.. Hiç biride olayın engelli kısmına odaklanıp kalmadı..[/FONT]
[FONT=Verdana]Bu tehlikeyi görüp şöyle demiştim aslında; [/FONT]
[FONT=Verdana]‘’Milyonların temel sorununu sadece engellilerin sorunlarının temeliymiş gibi göstermek saçmalık olur tabi ki.. Her zaman dediğim gibi; Bizim sorunlarımız toplum sorunlarından ayrı düşünülemez.. Bir farkla ama, her sorunu on kat, yüz kat daha fazla hissederiz biz..’’[/FONT]
[FONT=Verdana] [/FONT]
[FONT=Verdana]Kısaca diyorum ki hiçbir engelli sorunu temel insan sorunlarından bağımsız değildir[/FONT]
 
[FONT=Verdana]Kısaca diyorum ki hiçbir engelli sorunu temel insan sorunlarından bağımsız değildir[/FONT]

Benim savunduğum da buydu işte..Tıbbi kaynaklı sorunlar da sadece engellilerle ilgili değil tüm insanlıkla ilgilidir...
 
Sevgili monalisa,
Cevabını bildiğim sorularımı size ya da başka birisine sormamıştım.
Sadece foruma yazan arkadaşların benim aklıma gelen bu soruları ve bildikleri cevaplarını yadetmelerini ve neticesindeki fikir teattisini arzu etmiştim.
Zaten beni tanıyan dostlar ne demek istediğimi anlamışlar.
Aslında sorun Kuyucak'ın özetlediği gibi engellilerin varolmak için daha fazla efor daha fazla emek daha fazla özveride bulunma sorunu.
Engellilerin ve tüm toplumun felsefi, bilimsel, sanatsal, estetik anlamda daha donanımlı daha nitelikli olması elbette bu eforu ve mücadeleyi kolaylaştırır ama sorunun sadece sistemde, sadece tıpta, sadece toplumda, salt engellide ya da salt toplumun bakış açısında aranmasının ve salt engellilere indirgenmesinin anlamsızlığını dile getirmek istedim sadece.
Sevgi ve saygılarımla
 
Empatizan kardeşim!

Bu forumlara yazı yazarken kimileyin yazılanlara yanıt verip vermemekte tereddüt yaşıyorum.

Aslında küçük ayrıntılar peşinde değilim. Ama susmayı da beceremiyorum. :):)

Evet, sizi başkaları tanıyor olabilir. Ama ben tanımıyorum. Birisi, arka arkaya soruları sıralıyor. Sonra da, yanıtlarını bildiğini söylüyor. Demezler mi ona? Madem, yanıtlarını biliyordun. Ne demeye soruyorsun o zaman. Sen benimle dalga mı geçiyorsun, diye.

Hani yanıtlarına da tek tek yazsaydınız fena olmazdı. :):) Herkesin doğrusu farklıdır da…

Ben, yalnızca engellilerin donanımlı olmasından söz etmedim. Tüm toplumdan söz ettim. Evet, aslında senin de dediğin gibi hepsi birbiri içine geçmiş durumda.
 
Üst Alt