Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Bu bizim sakatlık ve şu özgürlük meselesi | Mine Ekinci

mineknc

Yeni Üye
Üyelik
12 Mar 2013
Konular
6
Mesajlar
23
Reaksiyonlar
0
[SIZE=2]
« Şu » özgürlük meselesi diye başlık attım çünkü malum özgürlük kelimesi özellikle son yıllarda hepimizin diline pelesenk oldu. Güncel birçok siyasi talep, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, haber alma özgürlüğü, toplanma özgürlüğü istiyorum ya da istiyoruz şeklinde ses bulurken, bir yandan da arkada « Ben özgürüm » cingılı çalarken alışveriş merkezlerinde para harcadıkça kendimizi daha özgür hisseder olduk. Sonuçta özgürlük kelimesi içine birçok derdimizi, talebimizi, hissimizi sığdırabildiğimiz « kocaman » bir ifade oldu çıktı. Ben de bugün şu özgürlük meselesiyle bu bizim sakatlık meselesini biraz beraber tartışalım istiyorum.[/SIZE]

Özgürlüğün günümüzde kazandığı tüm yan anlamlar bir yana, iki rakip temel anlamı olduğunu söylemek mümkün. Birinci tanıma göre, özgürlük bağımlı, zorlanmış ya da kısıtlanmış olmama, dış etkenlerden bağımsızlığı ifade ederken ; ikinci tanıma göre, özgürlük, kendini gerçekleştirme kapasitesi olarak tanımlanabilir, dolayısıyla bir kişinin ne derece özgür olduğu, kendi hedef ve arzularını gerçekleştirmek için elinde bulunan güç ve kaynaklarla ölçülür. Ben de özgürlüğü bu (birinci tanımı da zaten kapsayan) ikinci geniş bakış açısından ele alacağım. Sorum ise basit : Ne alakası var sakatlıkla özgürlüğün? Ben kendi soruma bazı olası yanıtlar önereceğim ve önereceklerimin hemen hepsi şimdiye kadarki tartışmalarda da zaten değinmiş olduğumuz konular, amacım sadece bu konuya bir de özgürlük açısınd[SIZE=2]an yaklaşmak.

Öncelikle, sakatlara karşı yapılan ayrımcılık, bir özgürlük meselesidir ÇÜNKÜ bütün sokakları (ve mahalleleri, apartmanları, kamu binalarını, okulları, sinema ve tiyatroları...) « sakat olmayan » kişilere göre plânlarsanız, bu fiilen birçok sakat kişinin serbest dolaşım özgürlüğünü ve beraberinde aslında kişinin dolaşım özgürlüğünü gerektiren tüm özgürlüklerini kısıtlamak demektir. Erişilebilir kentler talebi, sakatların talep ettiği bir ayrıcalık değil, gasp edilen temel özgürlüklerini elde etme çabasıdır. (Sakat olmayan bir kişi için üç katlı bir bina yapıp, üçüncü katına bu kişiyi yerleştirip sonra da binaya merdiven ya da asansör koymadığınızı ya da koymayı unuttuğunuzu düşünelim, bu malum kişiyi keyfi şekilde hapsetmek değil midir, içinde sakat bireylerin de yaşadığını bile bile erişilemeyen kentler inşa etmek bu durumdan farklı mıdır?)[/SIZE][SIZE=2]

Sakatlara karşı yapılan ayrımcılık bir özgürlük meselesidir ÇÜNKÜ
sakatların istihdam oranları halen oldukça düşüktür, istihdam edilenlerin de birçoğu görece düşük maaşlı-alt pozisyonda işlerde çalıştırılmaktadır ; dolayısıyla da birçok sakat birey kendisini gerçekleştirmek için gerekli olan maddi kaynaklardan yoksundur ya da diğer aile bireylerine maddi olarak bağımlı durumdadır.[/SIZE]

İş ilânlarındaki « fiziksel engeli bulunmayan » ibaresini çoğu kimse yadırgamaz, oysa bu ilânlar, sarı sayfalar aracılığıyla « ben sakatlara karşı ayrımcılık yapıyorum » diye bağırmaktan başka bir şey değildir ; bu gibi ilânlar daha yolun başındayken sakat bireylerin iş seçeneklerini daraltır. Sakat olmayan bir bireye yetenek, bilgi ve tecrübesinden bağımsız olarak, sadece şu sektörlerde, şu pozisyonlarda çalışabilirsin denmesi, seçeneklerinin keyfi biçimde azaltılması da evet, bir özgürlük meselesidir.

Ayrıca işin, sadece maddi ihtiyaçlarımız karşılamak için bir araç değil aynı zamanda bizzat yaşamlarımızın neredeyse yarısını oluşturan, kendini gerçekleştirme sürecinin ve kimliklerimizin önemli bir parçası olduğunu düşünecek olursak, sakat bireylerin kendi yetenek, bilgi ve tecrübelerini kullanma ve geliştirmelerine olanak vermeyen işler ne derece onlara kendilerini gerçekleştirme şansı vererek onları özgürleştirebilir?

Sakatlara karşı yapılan ayrımcılık bir özgürlük meselesidir ÇÜNKÜ sakatların eğitimle ilgili yaşadıkları sorunlar da işsizlik ya da düşük pozisyonda işlerde çalışma zorunluluğu ihtimallerini artırır ve bu nedenle az önce saydığımız tüm nedenlerden dolayı sakat bireylerin özgürlüklerini kısıtlar. Fakat bunun dışında, eğitimin bir başka önemi de iş ve yaşam seçeneklerimizi sayıca artırmanın dışında aynı zamanda var olan seçeneklerin de farkına varmamızı sağlaması ya da en azından farkına varmamıza yardımcı olmasıdır. Eğitimsizlik, birçok sakat bireyin mevcut olan daha iyi bir yaşam sürme şanslarını da fark edememesine, dolayısıyla zaten az sayıda olan mevcut şansların da yitirilmesine yol açar.

Sakatlara karşı yapılan ayrımcılık, bir özgürlük meselesidir ÇÜNKÜ en temel özgürlük yaşam özgürlüğü iken sakatlara karşı yapılan ayrımcılık birçok durumda doğrudan sakat bireylerin hayatlarını tehdit etmektedir.
Tarihte doğrudan sakatlara karşı yürütülen soykırım politikalarından tutun da « sakatlık » durumunun bir « felaket » olarak toplumsal bilinçlere yerleştirilmesinden ve sakatlığın beraberinde getirdiği (engellenebilecek) birçok sorundan ötürü bazı sakat bireylerin intihara sürüklenmesi, birçok zihinsel engelli bireyin gerekli gereksiz hastanelerde tutularak (engellenebilecek) basit nedenlerden dolayı ölmelerine göz yummak bu yaşam tehditleri arasında sayılabilir.

Sakatlara karşı yapılan ayrımcılık, bir özgürlük meselesidir ÇÜNKÜ sakat olmayan bedenler normal beden kabul edilirken (beyaz, genç, sağlam, erkek bedenler en normal olmak üzere) sakat bedenler marjinalleştirilir; sağlamlık, bir zorundalık, sakatlık ise hep düzeltilmesi gereken bir durum hâlini alır. Elbette bir sakat bireyin tıbbi tedavi görmesinde bir sorun yok, fakat tıbbi tedavinin bir seçenek olmayıp sakat bedenleri biraz daha normalleştirmek adına bir gereklilik hâline sokmak sorunludur, sakatların kendi bedenleri üzerindeki özgürlüklerinin kısıtlanmasıdır.

Öte yandan, sakat bireylerin, aile bireylerinin, arkadaşlarının, diğer toplum bireylerinin küçük ya da büyük yardımlarına ihtiyaç duyması bu onlar daha az özgür demek değildir ÇÜNKÜ özgürlük, bireysel bağımsızlığın bu şekilde fetişleştirilmesi demek değildir. Eğer öyle olsaydı, özel alanlarımız ve yalnızlığımız büyüdükçe bizler de özgürleşir olurduk... Dayanışma, karşılıklı sosyal bağlılık, bağımlılık ve sorumluluklar vardır ve güzeldir.

Peki sakat kimliği? Sakat kimliği, çoğu zaman, bireylerin sakatlıklarını öne çıkarırken, diğer kişilik özelliklerini ise gölgeler; kendi benliğimizi olduğu gibi ifade etme imkânı bulamamak da kendini gerçekleştirme önünde bir engel değil midir? Fakat bir başka açıdan baktığımızda, sakat kimliğinin sakat bireyler tarafından bir kendi-bilincine ve haklarının bilincine varmanın, toplumun da sakatlık konusunda bilinç ve farkındalığa varmasının bir aracı olması, bir toplumsal harekete kıvılcım vermesi bu şekilde de köleleştirmek yerine özgürleştirmesi de mümkün. Bu nedenle, bana sakat kimliğinin kendisine doğrudan «özgürleştirici» yakıştırması yapılamayacak olsa da onu bir özgürleşme aracı olarak kullanmak olası gözüküyor.[SIZE=2]

Sizce ne alakası var bu bizim sakatlık ve şu özgürlük meselesinin ?[/SIZE]
 
Özgürlük mevhumunun, genel olarak iki farklı eğilimin basıncı altında ezildiğini ya da başka türlü bir ifadeyle zıt yönlü iki hareket arasında yırtıldığını düşünüyorum. Bir kutupta özgürlüğü, deyim yerindeyse sûra üflendiğinde ulaşılabilecek bir duruma yükselten, onu kutsallaştırarak mevcut insanın ulaşamayacağı bir konuma yerleştiren bir yaklaşım varken diğer uçta özgürlüğü belli alanlara indirgeyen, erişim özgürlüğü, ifade özgürlüğü vs bir anlayışın varlığı söz konusu.
Bu iki anlayışın işbirliği halinde olduğu ayaklanma günleri insanlığın özgürlük durumuna en yakın olduğu anlar kanımca.

Bu büyük lafları ettikten sonra, konuyla daha yakın temas kurmak adına yazmak istediğim şeyler de var tabii. (nerd)

Aracıların varlığı önemli bir sorun mesela. Konuya Körlük ve bilgiye ulaşma özgürlüğü açısından bakalım. Özellikle mürekkep baskılı kaynakların körlerin faydalanacağı formatlarda (sesli ya da braille) yeniden üretilip çoğaltılması işini yapan özel kuruluşlar bir yandan körlerin bilgiye ulaşma özgürlüğünün gerçeklenmesi açısından önemli bir işlevi yerine getirirken; diğer yandan bu özgürlüğün kendi aracılıkları olmadan gerçeklenebilmesi için çaba göstermeyerek --zira bu tür bir çaba kendi varoluşlarını tehtid ediyor-- bilgiye ulaşma özgürlüğü açısından bir bend işlevi de görüyorlar.

Aracın amaca dönüşmesi de önemli bir sorun. Örneğin sakatın özgürlüğünü erişilebilirliğe indirgeyen yaklaşımlar. Bu yaklaşım sahiplerinin, "bakın şuradaki parkı siz kullanamıyorsunuz, ben orayı yıkıp içerisinde sizin de rahatça dolaşabileceğiniz bir AVM inşa edeceğim diyen bir irade karşısında, iyimser bir ihtimalle ne yapacağını bilemez bir duruma düşmesi gayet olası.
 
eskiden olsa özgürlük bana göre hiç kimseye hesap vermeden çok uzaklara gitmek olurdu ki , bu 16 ile 17 yaşları arasındaki düşüncemdi, bugün ise özgürlük sadece engelli dahi olsam yaşama hakkımın elimden alınmaması oluyor bana göre, devlet yeni yapılan binalara çok yasa getirmiş öyleki o yasa olmadan bina yapılmıyor mesela yapılan binada mutlaka araba otoparkı olması gerek, ama engelli yolu yok, o binada engelliye bir yol olması yasası yok işte devlet ve adalet, ve engeli yaşamı, bizler özgürlük desekde yaşama hakkı desekde bu hakkı bize devlet vermiyor zaten, aslında veriyormuş gibi görünüpte vermiyor :) bazen diyorumda bir araba kadar kıymetimiz yok :)
 
Sakatlık ve şu özgürlük meselesi...

Bence özgür olmayan düşünceler. Bizim toplulumumuz bu konunun üstünü örtme yolunda hızla ilerliyor. Farkındalık yaratma yerine kategorilere ayırıp sakat kör zengin fakir okumuş cahil diye sınıflandırmalar yapıyor. E durum böyle olunca karşısındaki kişinin özünü ve güzelliğini görmeyi kaçırıyor. Eksik bir uzuvun yaşanmışlığın ve cesaretin en büyük nişanı olduğunu farkedemiyor.
 
Engellilik ve özgürlük....İkisini hep bir arada düşünmüş ve de hiç mi umut yok diye sormuşumdur kendime;)
Hep 18 yaşımın hayalini kurmuşumdur 18 yaşına girsem reşit olsam özgür olsam kendi kararlarımı kendim alsam..Özgürlüğün değil de tutsaklığın muhtaçlığın anlamını bilmeden özgür olmak istemek :))) delice....18 yaşıma giricektim ki tam,bu kadar özgürlük yeter dedi kadermi kazamı birileri işte :)) Ne kadar özgürmüşüm dedim 18 yaşta neymiş :))) Aylardır şu uğrunda canlar verildiği gezi parkı olaylarını göze alırsak ( 4,5 ağacın yerinden sökülüp 3 metrelik bi alanın yıkılması Sözde duyarlı insanları ayağa kalkması gözlerimi çok yaşarttı.....Ş ehirsel çevre bi özgürlük alanıdır ok..Bütün devlet dairelerinin,yerel yönetim binalarının,okulların,rekreasyon alanlarının ,spor tesislerinin,halka açık kuruluşların,tekerlekli sandalyedeki insanlarında girebilecekleri yerler olarak düzenlenmeleri içinde toplum bu kadar duyarlı davransaydı da,,, engellilerde tek başına Özgürce ve rahatça haps oldukları evlerinden acaba yalnız gidebilir miyim düşmeden, kaldırımlardan ine bilirmiyim korkuları olmadan,Taksim'e gezi parkı na gidipte bir kaç ağaç ekebilseler...demek geçti içimden ......
 
Bütün bunlar bir sınav herhalde, öyle düşünek lazım. Yoksa her şey bir tesadüftüde banamı rastladı demek saçma bir düşünce olur.
 
Bize özür borçlusun ey sistem!!!

Sakatlık ve özgürlük kavramı Kurumsal iradeyi kutsayan hukuk sisteminin bireyi edilgen bir yaşam biçimine mahkum etmek için ortaya çıkardığı kavramsal tartışmalardan biridir kanımda. Bu tartışmanın taraflarından biri olarak biz engellliler her şeyden önce kedni yaşam biçimi formasyonumuzun ne olması gerektiği konusunda sağlıklı bir irade beyanı oluştmra ortamını talep edebilmeliyiz. Aksi takdirde, Ne hareket özgürlüğünden ne fiziksel erişilebilirlikten ne de sosyal entegrasyondan bahsedemeyiz..

Kaldı ki; Sadece görünen sorunları dikkate almaya ve çözmeye yönelik ortaya çıkan fikri insiyatifler temelde engelliliğin sadece "Tüm vücyt fonksiyon kaybı" oranı ile sınırlayarak insanı et ve kemikten ibraret bir cisme indirgmemekten başka bir işe yaramıyor. Oysa ki insan dediğimiz varlık ruhuyla, Kişiliğiyle, Duygularıyla, Karakteriyle ve yetenekleriyle bir bütündür. Dolaysıyla da ona hitaben yapılabielcek bri tanımlamanın. "istr engelli ister engelsiz olsun" bütün bu kavramsal terminoloji yi kapsayan bir düzeyde olması gerekir. Nihayetinde kurumsal iradenin mükemmeliyetçiliği öngören kapitalist mantığa teslim edilmesi neticesinde briey olmayı zorlaştıran sosyo ekonomik sistemden Engellilre yönelik pozitif ayrımcılık gibi "İNSANİ YAKLAŞIMLAR" beklemek sağlıklı bir tutum ve davranış değildir. Nihayetinde birey olmaın gerektirdiği kendini ifade etme hakkı söz konusu olduğunda insanarın bilgi, birikim ve kabiliyetleri temelinde bir ayrıma tabii tutulmadan muhattap alınması gerekmektdir.

Benzer bir durum iş hayatında da söz konsudur aslında; İşverenler ve yasa koyucu engeli bireylerin istihdamına hep "edilgen olma zorunluluğu" perspektifinden yaklaşarak. Hayata kendi seçmediği bir noktadan başlayan Engelli bireyleri Potansiyel bir işçi yahut memur olarak görme eğitlimde konumlanmıştır. Oysa ki; Engelsiz bireylerin nasıl ki; Sosyal ve ekonomik bağımsızlık sağlayan bir "girişimcilik özgürlüğü" var ise engelli bireylerin de aynı hak ve özgürlüğe sahip olması gerekir. Bu meydanda belediyenin vermiş olduğu toplu ulşaım hizmetlerinden ücretsiz yararlandırılan bir engelliye kendi işinin sahibi olduğunda ulaşacağı ekonomik düzeye uygun bir ULAŞIM ALTERNATİFİ sunulmaması başlı başına bir grabettir. Engelsiz bir insanın kendi işini yaparken özel şöför tahsis ederek şahsi araç kullanabildiği bir ortamda engelli birey e "SEN SADECE TOPLU ULAŞIMA MAHKUMSUN demek ve bunu GÜVENLİĞİ SAĞLAMAK ADINA ÖZGÜRLÜÜ sınırlayan bir meşruiyet temeline oturtmak. En hafifi inden Tıp camiasının ve Yasa koyucunun Engelli bireylere yaptığı EN BÜYÜK HAKSIZLIK lardan biridir. Bu aymazlığın mimarlarına sormak isterim. İNSANLARI KENDİ SEÇMEDİKLERİ BİR HAYATIN GÖRÜNMEYEN DUVARLARI ARASINDA MAHKUM ETMET VİCDANINIZA SIĞIYOR MU?

Erişilebilirlk konusuna bağlı olarak eğtim ve kariyer hakkı da benzer kategoride bir yaklşaım örneğiidr engeliler için.. Toplumun yaşam biçimi inşaa ederken kullandığı kurallar manzumesinin temelinde yatan korumacı anlayış, Çevreyi korumak adına birey i kısıtlayan sakat düşünce, Ve İnsan ı sadece kendi sınıfındakilerle denkleştiren ayrımcı yaklaşım sosyal ilişkilerde de kendisini gösteriyor hatta bu durum o derece vahim bir noktaya ulaşıyor ki; Engelli bir birey in sadece engelli bir bireyle birlikte yaşayabileceği noktasından hareketle evlilikler bile bu şekilde inşaa edilmeye çalışılıyor. Tabii bu özürlü zihniyet e İnsanların kendi iradeleri ile seçim yapma haklarını gasp ettikten sonra onları hakki, kural, kanun ve kadieye dayanark meşruiyete davet edebileceklerini sorak gerekir; Zira bu anlayışın sergilediği ikirclikli yaklaşım bireylerin yaşamlarına bir ok gibi saplanarak insansızlaştırılan medenyetin kuklası olmatak başka bir misyon üstlenemeyeceğini vaz etmekten başka hiç bir anlam ifafde etmiyor biz engelliler için. Ehh böyle bir ortamın da sosyal barış tan ve İnsan haklarına dayalı Anayasal Demokrasi den kaç fersah uzakta kalabileceğini belirtmemize gerek yoktur sanırım..

Nihayetinde insanların kendi yaşamlarını planlama hakkına sahip olması başlı başına bir insan hakları meselesidir. Ve bu meseleyi çözümlemeyen her yaklaşım aslında bizatihi özürlülerden özür dilenmesini gerektiren bir durumu ifade etmektedir. Dolaysıyla varoluş temelinde seçme şansına sahip olmayan insanlara sınırlardan ve kurallardan bahsederek sahte gerekçeler uydurmak ve güvenlik adına özgürlüğünü feda etmesi gerektiğine ikna olmasını beklemek saflık tan da öte ahlaksızlık ve aymazlıktır. Çünkü; İnsanın en temel haklarından biri olan kendini ait olduğu biçimde ifade etme hakkını sağlamadığınız sürece vereceğiniz hiç bir hak ve yetki gerçek anlamda özgürlük anlamına gelmeyecektir..
 
Üst Alt