TEKSAN İnovatif Medikal Ürünler İstanbul, Bursa ve İzmir'de
Sayfa 1 / 4 1234 SonSon
Toplam 60 mesajın 1-15 arasındakiler
Buraya tıklayarak yazıları büyültebilirsiniz Buraya tıklayarak yazıları küçültebilirsiniz
  1. #1
    Sakatlık Çalışmaları
    surveyor Avatarı

    Gerçek Adı
    Çağrı Doğan
    Üyelik Tarihi
    13.11-2003
    Son Giriş
    02.05-2014
    Saat
    17:41
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    19
    Alınan Beğeniler
    8
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    STAR, dünyanın en güvenli, en sağlıklı, en konforlu ve en dayanıklı tekerlekli sandalye minderi.
    OturanBoğa Not:
    • Sakatlar ve başarı...

      - Herkes için 'normal' sayılan evreler/gelişmeler, sakatlar söz konusu olduğunda neden 'başarı' oluyor?
      - 'Başarı' olarak sunulan ve övgüler yağdırılan gelişmelerin öznesi olan sakat biri, bu övgülerle aşağılanmış olmuyor mu aynı zamanda?
      - Önlerine konulan engelleri aşan sakatlarla, sirkte gösteri yapanların yazılı ve görsel basında sunuluş şekilleri arasında bir fark/benzerlik olduğunu düşünüyor musunuz?
      - Sakatlar, neden herkes gibi yaptıklarıyla değil de hep sakatlıklarıyla anılıyorlar?



    ***
    Kokuşmuşluğun örtüsü

    Sakatlarla ilgili başarı öykülerinde de, kişi, içine doğduğu sosyo-ekonomik sistemden soyutlanarak çıplak birey olarak ele alınıyor.

    Çağrı Doğan (Radikal2 31/08/2003)

    Hummalı misyoner faaliyetleri ve liberal dinin güçlü propaganda sistemi sayesinde, modern zamanlar tanrısının "yürü ya kulum" dediği, sıfırdan servet yaratmış şahsiyetlerin başarı öykülerini ezber ettik. Şimdi de sıra, bedenleri defolu olduğu halde, nice defosuz insana taş çıkartacak başarılara imza atmış engel tanımaz "engelli"lerin öykülerinde.

    Üç yıl kadar önce, başarı için stratejiler başlıklı bir vaaza katılmıştım. Vaiz, yüce görünmez elin, liberal peygamberleri aracılığıyla vahyettiği, bireysel kurtuluş için taktiklerle ilgili ayetleri mealleriyle birlikte anlatıyor, anlattıklarının biz müminler ve mümin adaylarının kafasında iyice pekişmesi için de örnek şahsiyetlerin hayat hikâyelerinden kesitler sunuyordu. Bilirsiniz, yoksulun çenesini yoran, aklını çelen cinsten varsıl hikâyeleri.

    Kutsal kitaplarda buyruluyordu: "En verimli insan kendine çalışan insandır. İnsanlar yaşadığı hayatı seçer. İnsanlar hak ettiği hayatı yaşar. Her insan yapması gerektiği halde yapmadıkları ve yapmaması gerektiği halde yaptıkları ile kendi kaderini tayin eder. Hayatta ya tozu dumana katarsınız ya da tozu dumanı yutarsınız.

    İnsanlar ana hatları ile iki ligden birinde oynar: yönetenler ve yönetilenler, mutlular ve mutsuzlar, başarılılar ve başarısızlar..."

    Yine aynı kitaplara göre, görünmez el, o kadar muntazam ve kusursuz işleyen bir dünya yaratmıştı ki, birey çalışarak, yetmiyorsa gecesini gündüzüne katıp çalışarak görünmez elin sevdiği kullar sınıfına dahil olabilirdi. Eğer olamıyorsa, bunun nedeni toplumsal, siyasi veya ekonomik sistem ya da başkaları değil, bireyin çalışma erdeminden yoksunluğu ya da liberal dinin şartlarına uygun davranmamasıydı.

    Son yıllarda, gazete sütunlarını ve TV ekranlarını, "engelli"lerle ilgili başarı öyküleri süslemeye başladı. Bu hikâyelerde, gözleri görmediği halde görme engelini aşıp ülkenin en iyi üniversitelerinden birinden mezun olmayı başarmış, büyük bir holdingde iyi bir pozisyonda çalışan ya da tekerlekli sandalyeye mahkum bir "engelli" olmasına rağmen yaşama sevincini kaybetmemiş, basketbol bile oynayabilen, üstüne üstlük kendi işini kendisi yapabilen adam / kadınlara başrol veriliyor.

    Başarı öyküsü olarak tasarlanmış bu senaryolarda ilk bakışta öykülenen kişiye övgüler yağdırılıyormuş gibi gözükse de, söylenenleri analiz etmeye kalktığımızda övgü niyetiyle yapılanın aslında hakaretten başka bir şey olmadığı görülüyor.

    Diyelim bir Türk Amerika'ya gitsin ve bir TV programına katılsın. sunucu onun için şöyle desin: "Bu bay / bayan X üniversitesinden doktorluk unvanını aldı ve Y şirketinde çalışıyor. Ama sıkı durun: bu bay/bayan aynı zamanda bir TÜRK."

    Bu onun için övgü olur muydu? Sakatlarla ilgili başarı öykülerinde de aslında: "Bu gördüğünüz adam engelli ve hiç bir işe yaramayan, bizim gibi 'sağlam', her şeye kadir insanların yardımı olmaksızın yaşayamaması gereken, çalışma erdeminden yoksun, hayırsever vatandaşların yardımına muhtaç bir adam olması gerektiği halde, her nasılsa aramıza girmeyi başarmış, bizim gibi eğitim almış ve iş dünyasına girmiş biri." deniyor.

    Sakat kadar olamadın!
    Varlığını sakatların ezici çoğunluğunun emek piyasasının dışında bırakılmış olmasına, eğitim sektöründen faydalanamamasına ve toplumsal yaşamda kendilerine ancak hayır sektörünün can suyu olarak yer bulabilmelerine borçlu olan hikâyelerde, gerçekliğin aktarımından imtina ediliyor.

    Hikâyenin servis yapıldığı sağlam müşteriye: "Bak adamı görüyor musun? Engelli olmasına rağmen neler yapıyor! Ya sen? Genetik, estetik, etik ve kinetik açılardan kusursuz yaradılışlı olduğun halde, durmadan eğitimde, sağlıkta, istihdamda fırsat eşitliği yok diye dırdır edip duruyorsun. Bre gafil, Bak da ibret al! Şikayet edeceğine çalış, gözün görüyor elin tutuyorken kendini kurtarmanın yolunu bul."

    Sakat müşterilere de: "Siz hâlâ sakatlar üzerinde toplumsal bir baskı olduğunu, ayrımcı politikalara maruz kaldıklarını mı düşünüyorsunuz? Öyle olsaydı bu gördüğünüz engelli arkadaşınızın bu duruma gelmesi mümkün olabilir miydi hiç? Siz de artık, toplumsal ve ekonomik sistemi bulunduğunuz durumdan sorumlu tutmaktan vazgeçin. Çalışın, daha çok çalışın ve pastadan alacağınız payın tadını çıkarmaya bakın" mesajı veriliyor.

    Öykümüzün sakat aktörü senaryoda başrol kapmış olmanın ve kimlikdaşlarının birçoğundan ayrıcalıklı bir konumda olmanın / görülmenin sarhoşluğuyla, hayatının başarısızlık olarak algılanabilecek bütün karelerini makaslıyor.

    Kahramanımız, "kör öğretmen istemezük" deyu imza toplayan velilerin ve beraber olduğu kör adamın başarılarını ballandıra ballandıra anlatan kızına, "Sakat değil mi? Ulema da olsa istemem." diye çıkışan babanın alaylı bakışları eşliğinde, terfi edince sınıf atladığını sanan işçinin sevinciyle "Ben bildiğiniz engellilerden değilim, ben de sizden biriyim" diye çırpınıyor.

    Öykünün senaristi ise, gizli kalmışı açık etmiş olmanın verdiği gönül rahatlığıyla, arkasında "vah vah!"-"vay be!" gelgitleriyle gözü ıslak, ağzı açık öyküzedeler bırakacak başka senaryolar yazmaya bileniyor.

    Sakatlarla ilgili başarı öykülerinde de, diğer başarı hikâyelerinde olduğu gibi, konu edilen kişi, içine doğduğu sosyo-ekonomik sistemden soyutlanarak çıplak birey olarak ele alınıyor. Sakatlığı yaratan toplumsal ve çevresel koşullar, sakat kimliğine şekil veren ekonomi politikten hiç söz edilmiyor bu başarı hikâyelerinde.

    Bu hikâyelerin editörleri, sakatı bireysel açıdan tanımlıyor ve sakatlığı bireyin organlarından birindeki bozukluktan dolayı ortaya çıkan fonksiyon sınırlılığına indirgiyor. Dolayısıyla, sakat kişiyi hikâyelerken de, kişinin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik statüyü onun bireysel çabalarıyla ulaştığı bir konum olarak ele alıyor.

    Çünkü birey, kişiyi cismani, biyolojik bir varlık olarak ele alarak onu dar bir somutluğun içine hapseden bir kavram.

    Başka bir dünya?
    Oysaki insan ne çıplak bireydir ne de yığının içinde kaybolmuş bir siluet. Bireyi yaratan başka bireyler ve o bireylerin oluşturduğu çevredir. Birey kişiliğini toplumsal ilişkiler içinde bulur.

    Başka bir deyişle, bireyin kişiliği kendinden menkul değildir. Kişilik ve kimliğini fizyolojik özellikleriyle çevresel özelliklerin sentezi verir. Buradan
    yola çıkarak, sakatı, organlarından bir ya da birkaçında kalıcı işlev kaybı olan; dinsel ve geleneksel öğretilerle beslenen toplumsal önyargı ve yanlış
    anlayışlardan, sakatlar dikkate alınmadan tasarlanmış çevresel koşullardan ve rekabetçi, sağlamcı, insanı düzgün ve her daim çalışması gereken bir makine olarak gören hakim ekonomik sistemden dolayı toplumsal yaşam dışına itilmiş kişi olarak tanımlayabiliriz.

    Yoksulu, çalışma erdeminden yoksun; kadını, eksik erkek; Kürt'ü, dağlı Türk; sakatı, eksik birey olarak tanımlayan anlayış, toplumun yoksulluğu yaratan ekonomik sisteme; cinsiyetçiliği yaratan erkek egemen kültüre; etnik ayrımcılığı yaratan ırkçı / milliyetçi ideolojiye; sakatlığın kaynağı militarist, sağlamcı, rekabetçi sosyo-ekonomik sisteme karşı mücadelesini kırmak ve statükonun kokuşmuşluğunu örtmek için başarı öykülerini ustalıkla kullanıyor.

    İzleyicilerden de, verili düzenle uğraşmaması, "kendi" işlerine bakması isteniyor. Kitlelere, itinayla işlenmiş cafcaflı örtünün üzerinde, o meşhur görünmez el tarafından, kimlerin nasıl ve ne pahasına kazanacağı malum bir kumar olarak tasarlanmış bir yaşam dayatılıyor.

    Irkçı, milliyetçi, cinsiyetçi, sağ(lam)cı ve bilumum ayrımcı ideolojilerin hükmünün kalmadığı, özgerçekleştirme ve özbelirleme hakları açısından bütün toplumsal öznelerin denkliğine dayalı başka bir dünya mı? Mümkün olsa da, görünmez elin buhar makinesince üretilen sisten dolayı şimdilik ufukta görünmüyor.

  2. #2
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    13:21
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.505
    Alınan Beğeniler
    3.871
    Verilen Beğeniler
    4.124

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Bu güzel yazıya ben de eski bir yazımı ekleyerek katkıda bulunmak istiyorum:

    ÇALIŞAN BİZDEN DE, ÇALIŞMAYAN DEĞİL Mİ?..

    Bülent Küçükaslan

    Bugünlerde forumumuzda çok yararlı bir konu tartışıyoruz.
    Tartışmaya sebep olan şey, bir derneğin, internette dolaşan, -aslında, yaklaşan Kurban Bayramı dolayısıyla yeniden ortaya çıkan demek daha doğru olur- sakatlığı ve engellileri kullanarak ajitasyon yapıp, bu sayede “yardım” toplamayı hedefleyen ilanı.

    Bahsi geçen ilan, hem biçim hem de içerik açısından, olabilecek en kötü dille yazılmış. Her iki açıdan da birçok şey söylenebilir ve söyleniyor. Ama bu yazının konusu o değil.
    Bu yazıda, bahsi geçen ilan konusu forumda tartışılırken, bir dostumuzun (Gökhan) dikkat çektiği çalışma-çalışan kavramlarına değinmeye çalışacağım.

    Gökhan diyor ki: " "engelliler adına" çalışan bir derneğin baskın siyasetinin para toplamak olması, adı üstünde bir "siyaset", ve çok hatalı bir siyaset, önceki sayfalarda eleştirildi zaten. Ama buradan yola çıkıp da dilenen engellilerin kendilerini "engellilerin önündeki en büyük engel" vs. olarak görmek yanlış olur sanki. Ya da şöyle söyleyeyim: çalışan-üreten / çalışmayan- üretmeyen vs. bunlar elbette analitik kavramlar olarak çok kullanıldı, kullanılıyor. Ancak, 'çalışanı' kutsayıp, çalışmayanı aşağı görmekle fazladan bir işlem yapıyoruz: bu karşıtlığa bir değer atfediyoruz.

    Engellilerin konumu, bu çalışmanın kutsallaştırılmasının altını oyabilecek bir konum gibi görünüyor oysa. Sakatlanmış bedenin kendisi, sistemin talep ettiği ideal işçiden farklılaşıyor. İşte tam da bu konumun sayesinde "çalışma"yı, bugün çalışma kavramından anlaşılan şeyin kendisini sorgulayabilecekken, tam tersine engelli bir kesimi çalışmadığı için suçlamak da yine biraz hatalı bir siyasi taktik değil mi?

    Yani, birilerine, bizim de bir şeyleri aynı engelsizler gibi 'becerebileceğimizi' kanıtlamak yerine, 'becerikli olma'nın kriterlerini sorgulamak daha uygun, eleştirel bir strateji olmaz mı? “Bakın biz o ahlaksız, dilenci engellilerden değiliz” demek yerine, ilkin dilencilerin dilenmesinin nedenlerini vurgulamak, sonra da tam da bu nedenlerin kendilerine, iktidarın çalışma-çalışan kurgusuna karşı çıkmak daha iyi olur gibi.[/i]”

    Çok güzel anlatmış Gökhan. Yazdıklarına aynen katılıyorum.
    Konuyla ilgili olarak bir kaç şey de ben söylemek isterim.

    Varolan egemen ideoloji, doğaya ve yaşama ilişkin her şeyi metalaştırıp pazarlarken ve dahası, her şey “daha fazla kâr için”leştirilmişken, sakatlığın da kâra dönüştürülmek istenmesi, kaçınılmaz bir olgu haline gelmiyor mu?
    Öyle ya, manken, güzelliğini; şarkıcı sesini; fahişe, bedenini; akıllı, beynini; güçlü, gücünü; polis, copunu; torpilli, “dayısını” ve sonuç olarak, herkes, her şeyi ve herkesi kullanabilirken, sakatlar niye sakatlığını kullan(a)masın?
    Mademki oyunun kuralı bu ve dahası yaşamak için “ne yaparsan yap” acımasızca dayatılıyor, o halde, “sakata bir sadaka” da pekalâ bir kazanç, pazarlama –ve hatta dayatılan şekliyle yaşam- biçimidir.
    Öyleyse, ya sistemin tamamına, yani hem “herkese hak ettiği kadar”a hem de “her şey mübah”a karşı çıkmalıyız, ya da yazıya konu olan ilanı, bir pazarlama yöntemi olarak kabul etmeliyiz.
    Bir başka deyişle, bu düzene “Evet” diyenler, bu pazarlama argümanına da “Evet” demek zorundadırlar.

    O halde kaçınılmaz olarak tercihimizi yapmalı ve:
    Tabii ki, sistemin bütününe karşı çıkmalıyız.
    Tabii ki, “herkese emeğine göre” ilkesinin değil de, “herkesten yeteneği kadar ve herkese ihtiyacı kadar” ilkesinin geçerli olmasına odaklanmalıyız.
    Tabii ki, devletin, herkese, doğumundan ölümüne değin, güvenceli bir gelir sağlaması için çalışmalıyız.
    Tabii ki, ekonominin “insanlaştırılması”nı istemeliyiz.

    Zira demokrasi, toplumun ve doğanın nimetleri kadar, güzelliklerini de adilce bölüşme düzenidir*; dahası, demokrasinin olmazsa olmazı da “sosyal refah”tır.
    Kurtuluşumuz -aslında insanlığın kurtuluşu- ancak bu ilkelere sarılmakla mümkün olacaktır.
    Kaldı ki, artık ne doğanın bu hızla üretmeye ve tüketmeye, ne de insanların bu kudurgan ve barbar yaşam şekline dayanmaya takatleri vardır.

    1968 Mayısında, Paris’te duvarlardaki afişlerden birinde şöyle deniyormuş: “Kimsenin girmediği yollara gir yürü; kimsenin düşünmediği fikirlere aç kafanı!”
    O halde Server Tanilli hocamıza kulak verelim: “Bir başka dünya, daha insanca, daha adil bir dünya mümkündür. Onun kurtuluşuna, her insan kendi testi'sinin büyüklüğü oranında su taşıyacaktır, taşımalıdır.

    Kolay gelsin efendim...


    * Server Tanilli, Değişimin Diyalektiği ve Devrim
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  3. #3
    Üye
    saros1 Avatarı

    Gerçek Adı
    Volkan
    Üyelik Tarihi
    07.01-2005
    Son Giriş
    13.05-2016
    Saat
    15:17
    Yaşadığı Yer
    Edirne
    Mesaj
    88
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Aramızdan biri öyle ya da böyle okuyup bir yerlere gelse veya sanatsal ne bileyim sportif bir aktivitede başarı kazansa basın tarafından "azmin zaferi" başlıkları atılarak kamuoyuna duyurulur.Biz engellilerden beklenen çok çalışmamız ,üstün bir zeka ve sebatla bütün zorlukları yenip adam olmamızdır.Kaç kişiye bu fırsat tanınıyor bilemiyorum ,ancak benim değinmek istediğim nokta elde edilen başarılar değil;bizlerden beklentilerin tuhaflığı.Sanırlar ki bir engelli okumak istiyorsa kesin çok zeki ve çok çalışkandır.Bizlerin de diğerleri gibi canının sıkılabildiği,kafasının attığı ,kafasının basmadığı anlar vardır.Nedense bir engelli okuyorsa ,okuyabiliyorsa-yani bu şans ona "tanınmışsa"-değerini bilip çalışmalı,en iyisini yapmalı inancı yazısız ve sessiz bir anlaşmayla herkesce kabul görmüştür.

    Bunun tam tersi de geçerlidir.Şansı yaver gidip okuyan bir engelli ,günün birinde çalışmamış ve sınavda kötü bir kağıt vermişse ,hocalarda daha tolere edici bir hava hakimdir.Diğerlerine verilmeyecek bir not verilir,veya geçirilir.Bu durumlarda ise engellilerin okuma azmiyle zaten yeterince çabaladığına kanaat edilir.Bu bile azim değil midir?Aslına bakarsanız o kişiyi kayıracağız derken yapılan bir ayrımcılıktır.Sakın burada ki pozitif ayrımcılık falan demiyelim.Burada yapılan ,bana kalırsa, engelliye dönük zayıf ve zaaflı imajına güçlü bir dayanak sağlamaktır.

    Ne kadar acı ki ,bu birbirine zıt iki durumda da toplumun bize dayattığı rolü fazla direnmeden kabulleniriz.Okumanın,çalışmanın herkese tanınmış ve ayrımcılık gözetmeksizin uygulanması gereken bir hak olduğunu unutuveririz.Bize tanınan fırsatlar toplumun bize lütfu olmadığından ,bizlere dayatılan "başarılı olmalısın" zira bak okuyorsun türünden zırvalara kulak asmamız gerekir.

    Bu aralar üzerimde bir baskı hissediyorum.Yo çevremden değil,bizzat iç sesim bas bas bağrıyor "Elindekilerin değerini bil,çalışman gerek" deyip duruyor.Fikirlerimi dostlarla paylaşayım ;belki iç sesimin sahibi ikna olup ta susar. :lol:

  4. #4
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    13:21
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.505
    Alınan Beğeniler
    3.871
    Verilen Beğeniler
    4.124

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Bence bizim bu ezikliği/ikilemi yaşamamızın en önemli sebebi, devletin bizleri pozitif haklarla donatmamış olmasıdır.
    Devlet tüm vatandaşların tüm hizmetlerden ve yaşamın tüm alanlarından eşit koşullarda yararlanabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapsa ve uygulatsa, kimse başkasının inisiyatifindeki bir "iyilikle", "duyarllılıkla", "hoşgörüyle" muhattap olmaz!

    "İyilik", "duyarlılık", "hoşgörü" ilk başta kulağa hoş ve insancıl gelese de bu kavramlar, yardımda bulunanı otomatik olarak yardım alanın üstünde bir yere terfi ettirmiş ve yardım alanın da kendisini küçük görmesine sebep olmuş oluyor.
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  5. #5
    Üye
    minerva Avatarı

    Gerçek Adı
    Hatice
    Üyelik Tarihi
    21.03-2005
    Son Giriş
    Saat
    Yaşadığı Yer
    Ankara
    Mesaj
    1.299
    Alınan Beğeniler
    30
    Verilen Beğeniler
    15
    Blog Mesajları
    6

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    engellilik ve başarma isteği, çabası
    bir yanda engelli olmanın getirdiği eksiklikler zorluklar ve bir yanda hayatta kalma insan statüsünde bu dünyada yaşama adına verdiğimiz bir yaşam kavgası var ve bizim yaşam kavgamızın adı engelsiz insanlara göre üstün bir çaba olarak sınırları zorlayan bir azim olarak görülmekte üzerinde bunun çok konuşulabilir ama ben tek kelimeyle ETKİ-TEPKİ olayı diyorum buna engellilik etkiysi tepki güçlü olmaya bağımsız olmaya ve başarmaya odaklanmaktır tabi arada yaşadığımız pürüzlerde olacaktır bunlarda hayatın getirdiği sürprizler, acı- tatlı göz kırpışlardır yaşamdan bize çarpan :wink:

  6. #6
    Üye
    Lilyum Avatarı

    Üyelik Tarihi
    17.07-2005
    Son Giriş
    29.11-2014
    Saat
    22:29
    Mesaj
    222
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Lisedeyken geleceğimi kurtarmak için mutlaka üniversiteyi kazanmam gerektiğini düşünüyordum. Başka türlü nasıl iş bulup çalışabilecektim (tabi üniversite okuyup da işsiz kalan engelsiz bir sürü insanın olduğu o sıralar aklıma gelmiyordu demek ki ). Bunun benim için önemli olması bende aşırı stres yaratıyordu.

    Senin şu an hissettiğin baskı bu sebepten olmayabilir, ama eğer iç sesin "elindekilerin kıymetini bil, çalışman gerek" diyorsa ben iç sesine kulak ver derim.

    Engellilerin başarısının azmin zaferi şeklinde basında yer alması beni rahatsız etmez açıkçası. O başarıyı elde etmek için zaten engelsizlere göre daha fazla çaba harcıyor, niçin takdir edilmesin ki! (Sadece derslere ya da yapılan işe odaklanmıyor, çevresindeki tüm engellerle de mücadele ediyor)

  7. #7
    Üye
    akasya Avatarı

    Üyelik Tarihi
    24.08-2005
    Son Giriş
    Saat
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    493
    Alınan Beğeniler
    28
    Verilen Beğeniler
    4

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Saros burda sanırım pozitif ayrımcılıktan bahsetmeye çalışmış. Toplum engelli bireylere birtakım pozitif haklar tanırken ; aynı zamanda sen bizim gibi değilsin mesajını vermeye çalışmaktadır. Her lütuf beraberinde maalesef bir ezilmişliği getirmektedir. Bunun sebebi de toplumun beyninde oluşmuş önyargılardır.
    Engelli birey sağlıklı bireylerden her zaman bir kademe daha aşağıda görülmektedir. Bu nedenle de sağlıklı bireyin başarısı normal sayılırken ; engelli bireyin başarısı olağanüstü olarak nitelendirilmektedir. Toplum engelli bireyi pasifize etmek için elinden geleni yapmıştır. Bu zinciri kırıp da sağlıklı bireylerin yaptığı işleri yapabilen , hatta onlardan daha da başarılı olan bir engelliyle karşılaşıldığında herzaman mucize gözüyle bakılmaktadır.

  8. #8
    Seydunay
    Misafir Üye
    Seydunay Avatarı

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    O başarıyı elde etmek için zaten engelsizlere göre daha fazla çaba harcıyor, niçin takdir edilmesin ki! (Sadece derslere ya da yapılan işe odaklanmıyor, çevresindeki tüm engellerle de mücadele ediyor)
    han777 düşünceleri benim için de geçerli. Tüm okul yaşantım da derslerim hep iyiydi. Bu da engelli olmama bağlanıyordu. Hatta böyleleri çok zeki olur laflarını da duydum. Üzerimde derslerim hep iyi olmalıdır diye bir baskı vardı.. ama bu engelli olduğum için değil türlü zorluklarla okula gidip gelmelerimdi. Okumak ve eğitim görmek için zorluk yaşıyorsam bunun da karşılığını derslerimi çalışarak vermeliydim. Bir yandan sağlığın için çalış, bir yandan okul yaşantının etkilenmemesi – aksamaması için çevrende oluşan engelleri aşmaya çalış..diğer yandan da ailenin verdiği desteği düşün..geleceğindeki kaygıları düşün..düşün..düşün.. tüm bu nedenler birleşince içimizdeki ses her zaman en iyisi olmalısın der. Şimdi ise o ses yok olmuş bende

    saros1 iç dünyandaki o ses kaybolmadan O SESİ dinlemelisin.. Şimdi dinlemezsen ilerde şimdiki gibi duyamayabilirsin o sesi..

  9. #9
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Bu konuda konuşmak herşeyden önce nasıl bir dünya istediğinizle yani ideolojinizle de yakinen ilgili görünüyor. Konu hakkında yazılanlara baktıgımda biraz sol dünya görüşünden, biraz modernizmle şaşkına dönmüş ve nihilismin değişik bir şekli haline bürünmüş postmodernist fikirlerden, biraz kendi gerçekliklerimizin katılığı karşısındaki şaşkınlığımızdan, biraz insani doğamızın bize haykırdıkları karşısında çaresiz kalan bedenimizin boğazında düğümlenip duran çığlıklardan, biraz da toplumsal kalıp ve kültür içerisinde yetişip bunlar tarafından mutlu edilemeyen insan tarafımızdan izler görüyorum.

    Açıklamak için verilen örneklerde; ABD deki bir şahsın basarısının "siz başardınız; ama siz bir Türk sünüz! " gibi bir sacma bir cümlenin ele alınarak kıyaslama yapılmasının yanlış oldugunu düşünüyorum. Türk olmak basarıya tabiki engel değildir; ama bir sakat olmak başarıya ulaşmak için diğer insanların dışında ciddi bir efor sarfedilmesini gerektirmektedir. Bu anlamda engelli başarısının dile getirilmesinde gizil bir aşağılama var mıdır sorusu benim cenahta hemen "evet vardır" gibi bir yansıma bulamıyor. Mevcut koşulların engelliler lehine eşit halde düzenlenmesi gerçekleştrilmeden engellilerin verdikleri mücadele bana göre daha fazla takdire şayandır. Ancak bu yapılırken bu başarıların engelliler aleyhine süregiden olumsuzlukların düzeltilmemesi için birer malzeme olarak kullanılabileceği dikkatlerden kaçmamalı ve bu yaklaşımın üzerine şiddetle gidilmelidir.

    Bir de engelli lerin başarıları aslında engelsizlere yönelik bir tür terapi unsuru olarak da kullanılıyor. Hayat karşısında yılgınlığa düşmüş insanlara bu yolla" bak senin sahip olduklarına sahip olmayan bu insan onurlu bir mücadele veriyor. Ayağa kalk ve devam et!" deniliyor. Bu söylemde bizi aşağılayan bir yaklaşım var mıdır? İşte bu tartışmaya açık. Sakın bizim bu söylemleri aşağılama olarak görmemiz, mevcut gerçekliğimizi yüzümüze vurduğundan kompleksimizle yüzleştiğimiz için sancılı olmasın? Kimbilir herkezden çok kendi içimizde kendimiz kabul edemiyoruz gerçekliğimizi. Ve bunca tepkinin sebebi belkide bu içten içe duydugumuz isyandır. Eğer öyleyse herşeyden önce bu isyanımızla yüzleşmemiz gerekecektir.

    Gay tartışmalarıda benzer bir sosyolojik boyut kazanmış durumda. Taraflardan biri insanoglunun cinsiyetinin iki sekli oldugunu iddia ediyor. Birincisi fiziksel cinsiyet ki ona "sex" diyorlar. İkincisi de "gender" denilen ve karşılığını kültürel arenada bulan cinsiyet. Fiziksel cinsiyetin dışında kültürel arenada kendini bulan cinsiyet çağlar içerisinde sürekli değişmekte. Önceleri anaerkildik şimdi ise ataerkil toplumun degerleri sinmiş her yanımıza diyorlar. Bu ataerkil düşünü üçüncü cinsi reddediyor oysa gender tamamen kurgusaldır ve eger istenirse üçüncü cinse yani eşcinsellere acılmalıdır denilmektedir. Şimdi bu tartışmadaki sex ve gender ayrımına bakıldıgında tespitin haklı oldugu ortada ; ama bu tespitin yani fiziksel cinsiyetin dısında kültürel bir cinsiyetin varolması sanki bu fiziksel temel zerine insa edilmemiş gibi bir tavır alınıyor. Barizdir ki iki cins vardır ve kültür de doğal olarak bu iki cinsin varlıgını kutsayacaktır. Aksi yaklaşımlarda marjinal olmadıkları iddiasına ragmen uç kalmaya devam edeceklerdir.

    Bizim konumuza dönecek olursak , ortada bir sakatlık hali var. bu bir realite. Bu realite bize her fırsatta engeller koyarken ısrarla biz aynıyız yaklaşımı bana trajikomik geliyor. Bu feministlerin biz aynıyız demesine benziyor. Hayır aynı değiller ve bizde farklıyız. Tıpkı kadınların, zencilerin farklı olması gibi. Cevap bu gercegin reddinde yatmıyorki. Yine aynı noktaya geldik dönüp dolaşıp çünkü bu tartışmalar bir aynılaştırma harekatına dönüştü. Oysa benim yürüyememem bir gerçek. Devasa bir dağ gibi önümde yükselen bir gercek. Neyin aynılaştırması bu. Çözüm belli; farklılılarımızın oldugunu kabul etmektir. ancak bu farklılıklarımız hiçbir haktan mahrum edilmemize gerekçe olamaz. Esas olan farklı olmak değil; insan olmak ise ki öyledir, haklarımız tevdi edilmelidir. Talepler "biz de sizdeniz bizi kabul edin" den ziyade evet farklı oldugumuzu kendimize itiraf edebilmekten geçiyor. Bu haklar tevdi edilmeden engelli tabiki pozitif bir ayrım talep edecektir. Tabiki bu olumsuzluklar içinde cırpınan bireylerin basarıları öne cıkacaktır. Bu gercekleri bir takım uç fikirlerin kucagında heba etmeyelim.

    Saros Dost sen içini ferah tut kafana göre takıl. İçindeki sese de dikkat et. Bazen içimizden yükselen ses bizim sesimiz olmayabiliyor. Kendi sesimizi dinlediğimizi sanarken içimizden toplumun emirleri, dönemsel sorgulamaları yükselebiliyor. Kimi zaman toplumsal dogmalara karşı oldugunu sandıgımız fikirler bile yine toplumun içinden kopup gelen baskalarının sesi oldugu halde biz onları kendi isyan seslerimiz sanabiliyoruz. Düşüncelerimiz hayatta karşılığını bulmadıktan sonra neye yarar ki? Bizim ya da başkasının, önemli olan bize huzur vermesi düşüncelerin. Tekrar düşün ve ne ise sana huzur veren o düşüncenin kuyruguna yapış bence. Hayat denilen öyle her düşüncenin ardı sıra gidilip yanılınca dönüp bir başkasının peşine takılınacak kadar uzun değil...

    Sevgiyle

  10. #10
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    13:21
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.505
    Alınan Beğeniler
    3.871
    Verilen Beğeniler
    4.124

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    1-
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: surveyor
    Başarı öyküsü olarak tasarlanmış bu senaryolarda ilk bakışta öykülenen kişiye övgüler yağdırılıyormuş gibi gözükse de, söylenenleri analiz etmeye kalktığımızda övgü niyetiyle yapılanın aslında hakaretten başka bir şey olmadığı görülüyor.
    Bu konunun çok çok önemli olduğunu düşünüyorum.

    2-
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: OturanBoğa
    O halde kaçınılmaz olarak tercihimizi yapmalı ve:
    Tabii ki, sistemin bütününe karşı çıkmalıyız.
    Tabii ki, “herkese emeğine göre” ilkesinin değil de, “herkesten yeteneği kadar ve herkese ihtiyacı kadar” ilkesinin geçerli olmasına odaklanmalıyız.
    Tabii ki, devletin, herkese, doğumundan ölümüne değin, güvenceli bir gelir sağlaması için çalışmalıyız.
    Tabii ki, ekonominin “insanlaştırılması”nı istemeliyiz.

    Zira demokrasi, toplumun ve doğanın nimetleri kadar, güzelliklerini de adilce bölüşme düzenidir*; dahası, demokrasinin olmazsa olmazı da “sosyal refah”tır.
    Kurtuluşumuz -aslında insanlığın kurtuluşu- ancak bu ilkelere sarılmakla mümkün olacaktır.
    Kaldı ki, artık ne doğanın bu hızla üretmeye ve tüketmeye, ne de insanların bu kudurgan ve barbar yaşam şekline dayanmaya takatleri vardır.
    Bu ülkenin vatandaşı sayılmak için, acımasız çarkların içinde ezilmeye ne derece dayanıklı olduğunu ıspat mı etmeli insanlar? Yoksa olması gereken, ekonomiyi-sosyal ilişkileri vs. "insanlaştırmak" mıdır?
    Başka bir deyişle, sakatların (da) ezilebilecek kıvama getirilmesi için uğraşmak mıdır (herkese emeğine göre) akıllıca olan, yoksa kimsenin ezilmeyeceği bir sistem (herkesten yeteneği kadar ve herkese ihtiyacı kadar) için mi kafa yormalıyız?
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  11. #11
    Üye
    Laus_Deo Avatarı

    Üyelik Tarihi
    31.03-2005
    Son Giriş
    22.08-2009
    Saat
    22:38
    Yaşadığı Yer
    Erdek
    Mesaj
    434
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    NEDEN BAZI İNSANLAR ENGELLİLERİN DE BİRER FERT OLDUĞUNU,YANİ DİĞER İNSANLAR GİBİ DOĞUP,YAŞLANIP ÖLEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYOR DA ONLARI BİRER MALZEME OLARAK GÖRÜYOR VE ONLAR ÜZERİNDEN ÇIKAR SAĞLAMA VE POLİTİKA YAPMA GEREĞİNİ DUYUYOR ?

    NEDEN BUNLAR ÖZELLİKLE BİZİM ÜLKEMİZDE BU KADAR ÇOK ?

    BÜTÜN BUNLARIN NEDENLERİNE İNDİĞİMİZDE,BİZ TÜRKLERİN TOPLUM OLARAK BU TÜR OLAYLARA OLAN BAKIŞIMIZIN NE KADAR DÜZENSİZ VE NE KADAR DUYGUSAL OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ.BİR OLMAK BİRLİK OLMAK BÜTÜN BU PİS SİYASET'E DUR DEMEK YİNE BİZ TOPLUMUN İÇİNDEN GELEN VATAN EVLATLARININ GÖREVİ.BU GÖREVİ BİLİYORUZ ÇOĞUMUZ AMA NEDEN DUR DİYEMİYORUZ.DİYORSAK BİLE NEDEN BU KADAR CILIZ ÇIKIYOR 10 MİLYONUN SESİ ?

    İŞTE BU NEDENLERE CEVAP BULDUĞUMUZ'DA ENGELLİ YADA ENGELSİZ HER YURTTAŞ ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVİ EKSİKSİZ YAPACAK VE YUKARIDA BAHSEDİLEN DALKAVUK YAPIYI ÇÖKERTECEKTİR.UMARIM GEÇEN ZAMAN BİZLER İÇİN HAYIRLI OLUR.

    SAYGILARIMLA.

  12. #12
    Üye
    Rekursion Avatarı

    Üyelik Tarihi
    08.12-2003
    Son Giriş
    05.12-2021
    Saat
    23:50
    Yaşadığı Yer
    Alamanya
    Mesaj
    399
    Alınan Beğeniler
    12
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    ne kadar güzel bi yazi bu böyle!... daha önce nicin görmemishim?!... bayaa eskiymish de ondan galiba... tekrar gündeme getirdigin icin saol oturanboa... (siteyi daha fazla karishtirmam gerekio anlashilan )

    bence bu yaziyi herkes okumali... ben de tekrar tekrar okicam...

    sevgilerimle rekursion...

  13. #13
    Üye
    ikinci bahar Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.07-2005
    Son Giriş
    08.01-2023
    Saat
    23:09
    Yaşadığı Yer
    İl
    Mesaj
    399
    Alınan Beğeniler
    27
    Verilen Beğeniler
    28

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Ben sadece ,ortopedik engellileri düşünerek yazdım.
    sakat=yarım insan
    Adı üstünde ,yarım insan olması gerekeni tam olarak başarınca ,övgüler geliyor.
    BU yarım kavramı ;sadece devinsel hareketlerde dahi olsa,tam insanlar zihinsel olarakda yarım olması gerektiğini düşünüyorlar bence.İş lafa gelince'' ya buna da şükür en azından kafan çalışıyor''demeleri yok mu.
    Ayrıca ;şu konuyuda belirteyim bi çok kişi bana KIZSADA,bırakın şu showları sizler özürlü ve bi çok şeyi yardımsız yapamayan insanlarsınız.Geçenlerde biri bahsediyordu,yok dans yarışması yapılmışda çok güzel dans etmiş sakatlar!!!
    iğrenç yaa. kendinizi sirkteki maymuna çeviriyorsunuz .Azıcık bi toparlanın bırakın bu devinsel aktiviteleri,dansta etmeyin,ya da gidin evinizde edin ne rezil edersiniz kendinizi,yarımsınız siz YARIIMMMM.

  14. #14
    Üye
    metin7432 Avatarı

    Üyelik Tarihi
    15.02-2006
    Son Giriş
    22.12-2010
    Saat
    12:52
    Mesaj
    2
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Ortaçağ Avrupasında o zamanlar zaten sirklere hilkat garibesi götürülüp karşılığında para kazanılıyordu.aslında normal birer insanız ama biraz farklıyız o kadar bunu sakat olmayan birisi yapınca normal herhangi bir paye almıyorsa neden sakat birisi yapınca paye alsın. Bu durum kötü olmasına rağmen iyi bir tarafı yokmu dersiniz var. toplum içine çıkılması ve insanların sakat birinin bir şey yapıyor olmasınıda görmesi lazım toplumunun kan emicileri olmadıkları, verilirse imkan birçok şeyi başarabildikleri görülmesi açısından önemli sirk benzetmesi biraz ağır kaçıyor bence kanınsanmak istiyorsak toplum içine daha fazla çıkılmalı eğer bir sirk benzetmesi yaparsanız zararlı olan yine biz oluruz bu sefer Aileler madem bir sirke çevriliyorsa çocuklarımızı çıkarmayalım dalga geçilmesinler. Bunun daha iyi yani sakatların topluma nasıl tanıntılmalı biraz onun üstüne durursak daha iyi olur. Bunun nasıl olacağını söyleyin daha iyisi nedir ne olmalıdır. İnsanlar kendinde olmayan bir şeyi bilmelerine imkan veya ihtimal yok birisi demişti senin yerinde olsam intihar ederdim diyen bir insan vardı. İşte bizi anlamdıklarına basit bir örnek ateş düştüğü yeri yakar en yakının bile anlayamaz :!: peki nasıl anlatacaksınız ben bilmiyorum bilen anlatsın. herşeyin eleştirilecek birşeyi mutlaka bulunur önemli olan ne kadar iyidir ne kadar kötüdür
    şöyle bir örnek: şarabın faydası var mı var. zararı varmıdır var şarabın 3 fayadası varsa 97 zararı var. demekki şarab çok kötü bir içecek diyebiliriz böyle düşünmek daha mantıklı ona kötü buna kötü dersek bir yere varamayız

  15. #15
    Üye
    Senbil Avatarı

    Üyelik Tarihi
    01.07-2005
    Son Giriş
    06.03-2006
    Saat
    11:10
    Yaşadığı Yer
    İSTANBUL
    Mesaj
    1
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Panthera: hafif, agresif ve zarif aktif tekerlekli sandalye...
    Merhaba arkadaşlar...
    Konuyla ilgili bir kaç şeyde ben yazacağım umarım helledebilirim bu sefer.
    öncellikle toplumu bilinçlendirmek gerek çünkü yıllardır türk sinemasında sakat insana nasıl bakıldığı belli. İşe yaramaz , bakıma , ilgiye muhtaç ,evlenemez ,çocuk doğuramaz, sex yapamaz yıllardır da amerika sempatisiyle ta bu günlere geldik bu kökleşmiş önyargıları silmek tabi zaman alıyor saglıklı insanlar ruhsal tatmin için yada daha güçlü hissetmeleri için yada başarı onlar için gerçekten uzak görünüyorsa onu yakalayana bu şekilde bakabiliyor.
    Bu konuda derneklerin yaptırım gücü ne yazık ki yetersiz öyle bir çark var ki onlarıda kendi yanına çekiyor aslında önce kendi içimizde bir iyileştirme gerek yoksa başarı uzak
    yine karga tulumba vasıtalara taşınacağız ,yolda yürümek bir serüven normal görünen insanlar öyle bir yürüyorlar ki önüne geleni devirerek yani çook çalışmak gerek çok ben uzun yol seyahati yaptım varana şikayetimi bildirdim
    bu uyarıyı dikkate alacağız dediler sonra bir dernekte anlattım bunu neden bizle beraber bu şikayeti yapmadın dediler
    bu kadar duyarsızlıkla ben şahsen bir şey beklemiyorum geçenlerde başbakan Lokman Ayvanın başarılarından bahsediyordu bu başarıyı ben hissedemedim ya siz hissettiniz mi?
    herkese iyi günler




Sayfa 1 / 4 1234 SonSon