TEKSAN İnovatif Medikal Ürünler İstanbul, Bursa ve İzmir'de
Sayfa 1 / 3 123 SonSon
Toplam 34 mesajın 1-15 arasındakiler
Buraya tıklayarak yazıları büyültebilirsiniz Buraya tıklayarak yazıları küçültebilirsiniz
  1. #1
    Üye
    Baben Avatarı

    Gerçek Adı
    Babür
    Üyelik Tarihi
    03.09-2005
    Son Giriş
    18.09-2010
    Saat
    12:56
    Yaşadığı Yer
    Konya
    Mesaj
    1.628
    Alınan Beğeniler
    2
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    STAR, dünyanın en güvenli, en sağlıklı, en konforlu ve en dayanıklı tekerlekli sandalye minderi.
    • OturanBoğa Not (13 Ağustos):

      PAYLAŞMA(MA)K...

      * Paylaşmak yaşamınızda ne kadar önemli?
      * Bir özeleştiri yaparsanız, günlük yaşamda birilerinin paylaşıma sunduğu şeylerden sadece alıyor musunuz, yoksa paylaşılana katkıda bulunmak için özel bir çabanız oluyor mu?
      * Sizce en kolay ve en zor paylaşılan, ve asla paylaşılamayan şeyler nelerdir?
      * Yaşamınızda her şeyinizi paylaştığınız birileri var mı?
      * İnternetin/bu sitenin paylaşımcılığınıza ne kadar etkisi oluyor?

    ***
    PAYLAŞIMIN GÜCÜ
    Babür Akdağ

    Aşağıdaki, bilginin paylaşımının kısa öyküsünü çok severim..

    "Benim bir elmam var, senin de bir elman var, ben bir elmamı sana verdim, sen bir elmanı bana verdin, senin de bir elman oldu, benim de bir elmam oldu. Benim bir bilgim var, senin de bir bilgin var, ben bir bilgimi sana verdim, sen de bir bilgini bana verdin, senin de iki bilgin oldu, benim de iki bilgim oldu."

    ***

    "Özel Mülkiyet" kavramı; bebekliğimizden itibaren beynimize kazınır.

    Benim, senin, onun..

    - Bu ne?
    - Burun.
    - Kimin burnu?
    - Benim burnum!
    - Gözün nerede?
    - İşte!..
    - Kulakların?
    - İşte!..

    Ya da;
    - Ne güzel elbisen var senin?
    - …
    - Kim aldı?
    - Annem
    - Bana verir misin?
    - ("Sana olmaz ki" demiyor) Olmaz.. Benimm!...

    Bu aidiyet duygusu ileriki yaşlarda da hayatımıza egemen olur.. Kimi zaman olumlu, çoğu zaman da olumsuz sonuçlarıyla..

    ***

    "Paylaşımcılık" ve "mülkiyetçilik" duygularından hangisinin ağır basacağı durumu, yıllar içerisinde insanoğlunun genlerine işlemiştir. Genlerin tümünü kontrol altına almadıkça, yapacak pek fazla bir şey de yoktur! Ancak, sağlıklı ve kaliteli eğitim yoluyla, toplumların genel karakterinde, bir kaç kuşak sonrasında, az da olsa olumlu değişikliğe gidebilmek mümkün.

    ***

    İnternet teknolojisinin en çok takdire değer bulduğum yanı; bilginin paylaşımının yaygınlaşmasını ve hızlanmasını sağlamasıdır. Sadece bilgi değil, düşünce ve duygular da bu teknoloji yardımıyla paylaşılarak çoğalıyor!

    Hiç ummadığınız bir zamanda, ummadığınız bir kişiden, ummadığınız bir e-mail alabilir, düşüncelerinize katıldığını öğrenebilir, yine internetten tanıştığınız, sevdiğiniz bir arkadaşınızın, yıllardır aradığını söylediği bir müzik parçasını gönderebilirsiniz. Günlerce uğraştığınız, bilgisayarınızdaki bir problemin, arkadaşınızdan aldığınız bir program yardımıyla kolayca çözüldüğünü görüp, minnettar kalırsınız.. Ya da kişiler yer değiştirir.. Siz başkalarının düşüncelerine katılır, arkadaşınız size çok sevdiğiniz bir resim gönderir, hiç tanımadığınız, görmediğiniz, göremeyeceğiniz, adını bile bilmediğiniz bir kişinin bir programdaki çok çok önemli bir sorununu çözersiniz..

    Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.. Her birinin sonunda inanılmaz bir keyif ve mutluluk vardır. Bu da PAYLAŞIMIN GÜCÜ sayesinde olmuştur!

    Öyleyse:

    Bilgi, paylaşıldıkça artan hazinedir.
    BHARTRIHARI (Hint filozofu)

  2. #2
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Evet sevgili Baben bilgi paylaşıldıkça çoğalan bir hazinedir. Tabi bu bilginin ifade ettiğin gibi pozitif kullanılmasıyla geçerli. Yoksa internette artık bubi tuzaklarının nasıl yapılacağından kimyasal silahların elde edilmesine kadar çok faydalı(!) milyonlarca bilgi türüne ulaşabiliyoruz.

    Ama felsefi bağlamda bakarsak bilginin içeriği ne olursa olsun insanların tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar etkin bir şekilde bilgiye ulaştığını görüyoruz.

    Gütenberg e atfedilen ama aslında Çinlilerin bulduğu fakat dağıtacak bilgi olmadığı için ancak Avrupalıların keşfiyle anlam kazanan matbaa bulunduğu zaman, artık bilgiyi insan rahatlıkla çoğaltıp bulunduğu alanlardan çok daha uzaktaki insanlara ulaştırabilecekti. İlk kez bilgi anlamında büyük bir devrim gerçekleşmişti ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

    Takribi yetmiş bin yıl önce ilk kez dilin ortaya cıkması, ardından beş bin yıl önce yazının bulunması, beşyüz yıl önce matbaa ve şimdide internet bilginin yayılması için devrim niteliğinde adımlar oldu.

    İnsan dünyada başka hiçbir canlının yapamadığı şekilde biriken bilgilerini yeni kuşaklara aktarabiliyor. Bugün sahip olduğumuz bilgiler aslında ilk insansı hominidlerin ortaya çıktığı 20 milyon yıl önceden bu yana biriken bilgilerimiz. Yani milyonlarca yıldır atalarımızın önceleri çok yavaş sonraları gelişen beyinleriyle orantılı olarak daha hızlı biriktirip yeni nesillere aktardığı bilgilerin en uç noktasındayız.

    Bugün sıradan bir ortaokul öğrencisi bile evrenimiz hakkında üç bin yıl önceki dünyanın en akıllı adamından daha çok şey biliyor. İşte yığılma böyle birşey. Kim demişti bilmiyorum günümüz insanı yirmi milyon yıl önceki atalarından sadece bir kuşak ötededir, diye bi laf etmişti. Yani yığılan bilgiyi ebeveynlerimiz bize aktarmasa mağara dönemine geri dönebiliriz.

    İnternet alternatif bir yaşam formunun oluşmasına doğru gidiyor. Faydaları inanılmaz. Ancak onunda egemenlerin tekelinde olduğunu bilmemiz lazım. Alternatif çıkışların başarıya ulaşmasını ummaktan başka yapacak bir şey yok. Ancak her halükarda kollektif insanlık bilinci için inanılmaz bir adım.

    Senin şu mülkiyet konusuna girecek olursak- ucundan accık- bi kere eskiden mülkiyet yoktu şeklindeki iddia ne kadar doğru bilemiyorum. Bazı kabileler var dunyada. Herşeyin ortak oldugu kabileler. Ama bu istisnai rneklerin dısında mülkiyet hep olmus ve olacak. Roussau idi sanıyorum. İnsanlar ne zamanki bir arazinin etrafını çevirip "burası benim" dedi, işte o zaman çatışmalar başladı, diyordu. Ama eger boyle ise bile bunu doğal kabul etmek lazım. İnsan avcı toplayıcı donemde mülkiyete de gerek duymuyordu. Ne zamanki bilinç gelişti ve nufüs arttı işte o zaman mülkiyet duygusu belirdi. Yani var olan bir duygu zoraki ortaya cıktı, yoktan varolmadı yani.

    Buna rağmen mülkiyet duygusunun mal dan bilgiye kadar uzanabilecek formlarının insanın benmerkezci ve açgözlü anı hesaba katılınca bir kontrole tabi olması gerektiği kaçınılmaz. Her ne kadar yüzünün ortasındaki burnunu "kimin burnu?" diye sorulunca "toplumun burnu" şeklinde tarif edecek çocuklar yetiştirmek kadar olmasada toplumsal yaşamın kollektif yanı nedeniyle toplumsal duyarlılıkları gelişmiş bireyler yaratmanın zorunlulugu ortadadır.

    Bu bilgi içinde geçerlidir. Nasılki iktidar tek bir kiinin tekelinde monarşiye, azınlıgın elinde oligarşiye dönüşüyorsa ve demokrasi buna karşı çıkmakk ise bilginin yegane güç ve kudret oldugu günümüzde bilginin iktidarın olmazsa olmazı oldugunu görmek ve bilgi üzerinden yeni bir tür oligarşinin dunya üzerinde oluştugunu görmemiz lazımdır. Tıpkı iktidar anlamında monarşi, ve oligarşinin tehlikeleri gibi bilginin tekelide iktidara sagladıgı katalizör güç özelliği nedeniyle tabana yayılmalıdır. Bunu gerçekleştirecek sistem maalesef dunyada yok ve bilginin oligarkları kendilerini buladıkları demokrasi elbisesiyle bu elbisenin sagından solundan çıkan yumrukları görmemizi bile engellemektedir.

    Bir gün belki değişir diyeceğim ama biliyorum ki tarihte demokrasi bile kanla kurulmustur. Kaldıki kurulan şey bile hiçbir zaman bir demokrasi olmamıştır. Bu noktada belki bilginin mülkiyeti üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bilgi maalesef kollektif bir nitelik arzetmiyor ve bugün gelişmiş ülkelerin durdukları nokta aksini mümkün kılmıyor. Kaldıki gelişmiş ülkelerin kendi içinde bile sorgulanması gereken bir konu bu. Bilginin mülkiyeti...

  3. #3
    GoKcHe
    Misafir Üye
    GoKcHe Avatarı

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    "Özel Mülkiyet" kavramı; bebekliğimizden itibaren beynimize kazınır.

    Benim, senin, onun..

    - Bu ne?
    - Burun.
    - Kimin burnu?
    - Benim burnum!
    - Gözün nerede?
    - İşte!..
    - Kulakların?
    - İşte!..

    Ya da;
    - Ne güzel elbisen var senin?
    - …
    - Kim aldı?
    - Annem
    - Bana verir misin?
    - ("Sana olmaz ki" demiyor) Olmaz.. Benimm!...

    Bu aidiyet duygusu ileriki yaşlarda da hayatımıza egemen olur.. Kimi zaman olumlu, çoğu zaman da olumsuz sonuçlarıyla..


    * * * * * * * * *

    ben bunu hiç bu şekilde düşünmemiştim.. o kadar güzel bi tahlil ki.. ve bi an içimden geçirdim ''çocuğum olursa asla bu soruları sormayacağım'' diye çünkü çok haklısın, bu sorular zamanla küçücük 2-3 yaşındaki çocuğa bile ''BEN'' cilik duygusunu aşılıyor ve o yöne doğru kanalize ediyor küçük bünyeyi. ''hayır vermemmm o benimm.. bırak oyuncağımıı oynayamazsınnn'' diye feryadı basıyor oyuncağıyla oynamak isteyen arkadaşı için.. ve ileride de benzer durumları bu şekilde feryat ederek deilde, sinsice içinden geçirerek yapıyor.. Bencilleşiyor insanlar.. çok güzel bir konuya değinmişsin Baben, ve çok önemli bir konuya. teşekkür ediyorum..

  4. #4
    Üye
    neptune Avatarı

    Üyelik Tarihi
    24.04-2005
    Son Giriş
    04.07-2010
    Saat
    11:05
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    267
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Hım, insanı birey olarak gördüğümüz sürece mülkiyet duygusunu doğal kabul etmemiz gerekir.
    Üstelik bu konu düşündüğünüz kadar basit bir konu değil. Mülkiyet ile ben merkezciliği veya acımasızlığı birbirinden ayırmanız gerekir. Daha iyi anlatmak için bir iki soru sorayım, eşinizi en yakın arkadaşınızla paylaşır mısınız? Peki çocuğunuzu, çocuğu olmayan ailelerle ortak yaşam yaşaması için gönderir misiniz? Ya da korsan yayıncılığı destekleyip desteklememek hakkında ne düşünüyorsunuz? Uğraşıp sonunda satın aldığınız arabanızın anahtarı üzerinde durmalı mı? İhtiyacı olan binip gitsin mi? O zaman diğer değerlerini paylaşmak istemeyenlere de olumsuz gözle bakmamak gerek. Karşılıklı paylaşım mı diyorsunuz? Ticaretten ne farkı kalır o zaman? Para yerine mal verip mal alıyorsunuz.

    Not: Eşimiz ya da çocuğumuz bizim malımız değil demeyin, toplumsal olarak eğer beraberliklerde bir kontrat isteniyorsa, çocuğunuz olduğunda nüfus sistemi içinde aidiyet kaydı çıkartılıyorsa ve bu tüm toplum tarafından kabul ediliyorsa burada - iki yönlü de olsa - bir mülkiyet var demektir.

    Not2: Burada bir tuzak daha var. Özel mülkiyetin eleştirisi hemen her zaman genel mülkiyet desteklenerek yapılır. Farka dikkat etmek gerek. Eleştirilen şey tam olarak mülkiyet değil aslında. Bireysel ile toplumsal sosyal sistemler arasındaki çatışma söz konusu.

  5. #5
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Neptune bu konuda cok yapılan bir yanlışa düşmüşsün dost. Şimdi birileri çıkıp mülkiyet kavramını sorgulayınca "ne yani karılarımızda mı ortak olacak leyn" babında kahvehanelerde konusulan bir çıkış olmuş. Kaldıki istediğineminimki bu değildi.

    Mulkiyet konusu tartışmaya açılacaksa insanın kendisini bile kollektif mülkiyete atfedebilen uç noktalara varılabilir tabi. Yıllar önce cezaevinde kalan aşırı sol bir fraksiyon mensubu örgütten ayrılınca anılarını yazmılştı. Bir gün kızımız koğuşta kendi halinde otururken koğuştaki örgüt mensubu bir diğer kadın ortalığı birbirine vermiş. Neymiş bu kadın nasıl olurda böyle kendi içine kapanırmış, Toplumdan kendini soyutlayarak sessizce bir kenara cekilmek bir "burjuva bireyciliğinin yansımasıymış", bu nedenle bu kadın derhal ve hemen devrim mahkemesine çıkarılması gerekirmiş!!!Ve evet gerçekten kadını oracıkta bir mahkeme kurulmuş ve bu kızımız sırf kendi kendiyle bir süre kalmak ve kafasını dinlemek istediği için oracıkta yargılanmış! Neyseki ceza almamış ama o esnada gittiği yolun yanlış bir yol oldugunu kollektif bakışın insanı kendinden bile edebileceğini öğrenmiş olmuş.

    Evet böylesine uç örnekleri yaşansa da aslında kollektivist sorgulamaların mülkiyete yönelttiği eleşirilerin alternatif formu bu şekilde belirmiyor her yerde. Aslında mülkiyet sorgulanınca millet genelde televizyonu, arabası, evi gibi bireysel ihtiyaçlarının mevzu bahis oldugunu sanıyor. (Tıpkı senin işin içine eşleri bile dahil etmen gibi) Ama Şeyh Bedredtinin dediği gibi "yarin yanağından gayri" sinin ortak kabul edilebileceği sistemin yanında aslında bu mülkiyet konusu daha çok üretim araçları için dillendirilir.

    Yani öyle yurdum lümpeninin sandığı gibi ev, araba, televizyon gibi bireysel ihtiyaçlardan bambaşka konulardır sözkonusu oolan. Belkide yurdum kollektivisti yurdum insanına bu gerçeği pek iyi anlatamadıgından gerekli desteği alamamıştır. Çünkü bu saydıklarımız gerçekten insan doğasının bir gereği olarak sahip olunmak i,stenilen şeylerdir.

    He iş memleketin doğal zenginliklerinin paylaşılmasına gelince orada iş değişiyor. Bir bakıyorsunuz benimde dedelerimin sahip olmak için uğruna can verdiği bir takım zenginlikler alakasız birielrine peşkeş çekiliyor. Adına özelleştirme denilen bu adim iktisadi olarak daha efektif olsa dahi ahlaki olarak dipten başa kadar haksız bir uygulama olmaktan öteye gidemiyor. Yine aynı şekilde ben iki büyük dedesi torunları insan gibi yaşasın di,ye şehit olmuş - hatta ben bile savaştım ülkemin bekası için- bir vatandaş olarak memleketimin sefasını süremezken, bu ülkenin cefasını cekmeden birileri birşekilde memleketin sefasını sürüyor ve bunun adı da liberal ekonomi ise -kaldıki liberal ekonomi diye bir şey yoktur- işte burda baben de başkaları da çıkar ve kollektivist bir alternatif sunarlar. Buna da çıkıp öyle" eşlerde mi ortak" gibi çıkışlarla cevap vermek yurdum enteline yakışmaz sanırım

    Evet dopğrudur kollektivist sstem çökmüştür. Ama bunun karşısında tutunmaya çalışan liberalizm çökmemiş midir? Bugün bireysel mülkiyeti öne sürerken bunu sosyal bir adalet ve hakkaniyet düzleminde öne süren liberalizmden eser var mıdır? Kollektivizm gibi liberalizm de gitmiş yerine bambaşka ekonomik bir oligark sistemi gelmniştir. Bu sistem oyle Locke den baslayıp Mill lerin anlattıgı ve Smith lerin kuramlaştırdıgı liberal ekonomiyle açıklanabilmekten uzaktır. Belki biraz makyaveli bilmek lazım bu sistemi anlamak için. Liberalizm de tıpkı komunizm gibi bir utopya idi ve komunizm gibi o da çoktan çöktü. Yerinde, pençeleri oldukça gelişmiş bir yaratık var ki insanlık bununla nereye gidecek kimse bilmiyor.

    Yani mesele öyle sevgili babenin anlattığı bağlamda ele alınmamalı belki, belki eksik bir bakış. Zira insan dediğimiz fenemonun bir bireysel yönü var. Evet bu bir realite ama insanın toplumsal bir yanıda var. Bireysel mülkiyetin bugun geldiği nokta Proudon un kulaklarını cınlatacak bir noktadır. Ne diyordu bu ünlü anarşist; "mülkiyet hırsızlıktır!". Bugün ülkemizde ve dünyada uygulanagelen düzene bakınca bu arkadaşı haksız bulmak elde midir?

    Burada çok ilginç bir ironi var aslında. Bu kollektivist sistemi ortaya atan Marks ın niyeti bizim bugün bazı çok bilmiş sosyalistlerimizin sandığı gibi öyle insanı bireyi dışlayan bir sistem kurmak değildi. Marks ın bütün sistemini üzerine inşa ettiği temel düşüncesi şuydu; İnsan dediğin canlı kendini gerçekleştirmelidir. Ama bir insanın kendi,ni gerçekleştirebilmesi için öncelikle bazı korkularından kurtulması gerekir. Nedir bunlar? Güvenlik, barınma, sağlık, eğitim vb. Eğer insan dediğimiz canlı bu temel ihtiyaçları için egemenlerin eline bakmaktan kurtulursa o zaman birey olabilecek ve kendi ruhunun kendi varoluşunun gerçekleşmesi için eyleyecektir. ;Bu nedenle insanlığı temel yaşama korkularından kurtarırsak işte o zaman insan özündeki iyiliği ortaya cıkaracaktır. Çünkü insan özünde iyidir ve bu iyiliğinin zehirlendiği bir iktidar ilişkisi içinde sömürülmektedir. Eğer insanlara bu temel ihtiyaçlarını devlet sağlarsa bu sömürücü iktidarın pençesinden kurtulan bireyler özlerindeki iyilikleri ortaya çıkaracaklar ve kendi iyi varoluşlarını gerçekleştireceklerdir. İşte bu nedenle kollektivist bir sistem öneren Marks bu temel ihtiyaçları sağlayan bir devlet düşünmüştür. Yani mülkiyetin insanın eşini bile paylaştığı gibi saçma bir savdan çok daha fazla birşeydir bu...

    Aslında niyete bakınca oldukça saf ve temiz bir idealdir bu. Yani komunizm öyle bizim bazı lümpenlerimizin sandıgı gibi insanlığı yok etmek için ortaya çıkmış bir sistem degildir. Ancak buradan devam edince ben bu sisteme inanmıyorum. Çünkü insan dediğimiz canlının Marks ın sandığı gibi iyi bir canlı olduğuna dair devasa kuşkularım var. Marks baba hatayı burda yapmış ve insanı yanlış teşhis etmişti. İnsanı iktidardan kurtarınca insan "melekleşecek" sandı. Oysa Burda Hobbes in dediği gibi "insanın insanın kurdu olduğunu" göremedi. Belki bu uç bir tanımlama ama insan özünde Makyavel i haklı çıkaracak nitelikler taşıyor; Marks ı değil. Ama Hobbes burada insanın bu özü nedeniyle Devletin oluşmasını haklı cıkarıyordu. Levithan adlı eserinde devlet bu nedenle gereklidir derken pek haksız değildi sanırım. İşte madem insan Marksın dediği gibi açgözlü ve genel olarak kendi hazzı ve mutlulugu için eyliyor o zaman bir devlet ve hukuk olası kaosu önlemek için ortaya cıkmalıdır.

    Devlet ve devletin işleyeceği hukuk ortaya cıkınca bunun gerçekten adil bir şekilde işlemesi esastır. Ama bakınca bu anayasaların bile işin özündeki sömürüye uyduruldugunu görüyoruz. Uydurulmak bir yana yasaların kendisi ne derse desin uygulamada hiç umursanmadıklarını görüyoruz. Yani Babenin çığlığı buna aslında. O özü açgözlü insanın belli bir sistem tarafından adil bir şekilde kontrol edilmesi erektiğini savunuyor mulkiyeti eleştirirken. Ki ben de bu noktada onu destekliyorum

  6. #6
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Evet bu konuda pegasus a katıldığımı itiraf etmeliyim. Ve sevgili baben in vermek istediği örneği de anlamamış değilim. Ama....

    Durun bir öykü anlatayım hemde yakın geçmişten bir örnek;

    Geçen sen çalıştığım okulda ilköğretim birinci sınıf öğrencilerine piyano etkinliği derslerine girdim. Yani istekli öğrencilere piyano dersi işin özeti. Doğal olarak kullanmak zorunda olduğumuz bir piayno kitabımız var ve bu da ne yazık ki İstanbul da Taksim de sadece bir müzikevinden temin edilebilir.

    Tüm ailelere bu müzik evinin adresi verildi ve kitaplar alındı. Bir tane öğrencim var aradan üç hafta geçmesine rağmen henüz kitabını alamamış. Burası bir özel okul olduğundan alacak gücü yoktu gibi düşünceye kapılmayın. Doğal olarak derste benim kitabımdan yararlanıyor ama evde çalışması için kitabı ihtiyacı var. Bende bunu öğrenciye anlatmaya çalışıyorum.

    Ama siz bilmiyormusun dün ne oldu örtmenim dedi

    Ne oldu diye sordum tabii. Meraktan değil, öğrenci anlatmaya kararlı...

    Dün biz annem le Taksime gidecektik ki annem geldi. Arabasını çarpmış.

    Umarım önemli bir şey yoktur dedim bende.

    Yok yok anneme bir şey olmamışta arabanın önü tamamiyle gitmiş örtmenim. Annem baban gelsin öyle çıkalım dedi.

    Ne diyebilirm ki.... öğrenci konuşmaya devam ediyor....

    Sonra babam geldi örtmenim, annem arabayı çarptığını söyledi. Bir kavga bir kavgaaaaaaaaaa.....

    Mesele anlaşılmıştır tabiii. Böylesine duru, temiz ve olduğu gibi bir yaşamı nasıl oluyor da kirletebiliyoruz.

    baben in verdiği örneklere kesinlikle katılıyorum. Farkında olmadan biz büyüklerin salakça sorularıyla çocuklarımıza ben duygusunu yerleştirmeye başlıyoruz.

    İyi de benim anlamadığım konu şu?

    Çocukları o kadar zavallı gibi algılıyoruz ki burada o elbiseyi istemekle bile salaklığın en büyüklüğünü yapıyoruz. Haklı çocuk burda " benimmmmmmm" diye vermek istememesinde. Bu sana olmaz senin için küçüktür ün bir şekilde o sana ait değil, benim elbisem demesi de söz konusu olabilir.

    Ama biz bu örneği çoğaltabilirz. Çocuğa salak salak davranmaya devam edebilirz.

    Ama bu elbise bana daha çok yakışırrrrrrrr diyebiliriz mesela.

    Sadece bilgi değil, yaşam paylaşıldıkça güzeldir. Ama bazı konular vardır ki, pegasus un yada neptün de belirttiği gibi sadece bizlere ait olan şeyler de vardır. paylaşılacak ve paylaşılmayacak şeyleri iyi ayırt etmek önemli diye düşünüyorum.

    Özetle baben haklı, Çocuklarımıza bencillik kavramlarını bizler öğretiyoruz. Bunu sevgi adına yapıyoruz, korku adına yapıyoruz bir çok şey adına yapıyoruz.

    En korktuğum ve kızdığım soru da bir çocuğa sorulacak en çok kimi seviyorsun sorusudur?

    Bir de ne kadar seviyorsun gibi bir nicelliği ölçme adına yapılan sorulardır.

    Kendi bencilliklerimizle, dupduru dünyaları kirletmede uzman olduğumuz sürece bunlar böylelikle devam edecektir.

  7. #7
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    11:37
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.506
    Alınan Beğeniler
    3.872
    Verilen Beğeniler
    4.125

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    * Paylaşmak yaşamınızda ne kadar önemli?
    Bence paylaşmak yaşamın özüdür ve insan her şeyi başkasıyla paylaşır fark etmeden. Bu bir tutkudur. Başkaları beğenmeden güzel giyinmenin, güzel arabaya binmenin, sınavda birinci olmanın, güzel dans etmenin... ne önemi var ki!

    * Bir özeleştiri yaparsanız, günlük yaşamda birilerinin paylaşıma sunduğu şeylerden sadece alıyor musunuz, yoksa paylaşılana katkıda bulunmak için özel bir çabanız oluyor mu?
    Bulduğum her paylaşımdan iliklerine kadar faydalanmak isterim hep. Ve aldığım herşeye karşılık, verene minnet ve saygı duyarım. Ve elimden geldiği kadar bu paylaşıma katkıda bulunmak için çok özel bir çaba gösteririm.

    * Sizce en kolay ve en zor paylaşılan, ve asla paylaşılamayan şeyler nelerdir?
    En kolay paylaşılan, kendimizi başkalarının gözünde onore edecek, temel kabul görmüş şeylerdir. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama, mesela bir cenazede ağlamak, acıyı paylaşmak çok kolaydır. Oysa aynı kişinin düğününde ya da onun en mutlu gününde o kadar samimi paylaşım olmaz genelde! Hep "en" bizim olsun isteriz. O "en"i de paylaşmaktan kaçınırız çoğu zaman.
    En kolay bilgiyi paylaşırım. Paylaşmayacağım şeylerse ailemdir. Başka neyi paylaşamam, gelmedi aklıma şimdi...

    * Yaşamınızda her şeyinizi paylaştığınız birileri var mı?
    Var çok şükür. Ailem var, dostlarım var, sevgilim var. İçimdekilerin neredeyse tamamını bunlarla paylaşırım. Elbette hepsiyle paylaştığım farklıdır, ama zaten önemli olan kiminle ne paylaştığından ziyade, ne kadarını paylaştığımız, ne kadarının içimizde kalıp-kalmadığı değil mi?

    * İnternetin/bu sitenin paylaşımcılığınıza ne kadar etkisi oluyor?
    Bilgi ve duygu paylaşmak için bu site benim için bulunmaz bir yer oldu. Oturduğum yerden hayallerimi gerçekleştiriyorum Birileri için birşeyler yapmak her zaman ele geçer bir fırsat değildir. Ve bu site sayesinde bu fırsatı sürekli elde etmek mümkün...


    ****
    Özel mülkiyet doğal mıdır tartışılır ama, en azından genlerde olmadığı, ezelden beri varolmadığı su götürmez biir gerçektir. Bu bir hastalıktır ve bu hastalık da -tıpkı başka illetler gibi- çocuklarımızın beyinlerine yaşça büyük insanlar tarafından sokulur! Ve maalesef bu döngü öyle bir hal aldı ki, belki de iyileştirilmesi imkansız...

    Yeni doğan bir çocuğu düşünün. Bu çocuk ne bilir? Hiçbirşey! Hatta o kadar hiçbirşey ki, bi araba uçsa, akarsular tersine aksa, bir kedi "naber çocuk" dese, hergün kendisini başka bir anne emzirse.... bunların hiçbirine şaşırmaz!
    Sonra anne-baba alır bu çocuğu, "araba uçmaz" der, "akarsu aşağı akar", "kedi konuşamaz", "sen benimsin, seni bi ben emziririm" der... ve çocuk "bilir". Sonra zaman içinde büyür ve doğal olanı test ederek öğrenip iyice benimsemenin yanı sıra, bir de bakmıştır ki mülk-adalet-paylaşım-kişisel-toplumsal-özveri-saygı-korku vb. biçok şey de sokuluvermiş kafasına. Ve hatta bu "sokma" da o kadardır ki, eğer ortalamanın üstünde bir benliği yoksa, çoğu zaman kafasına sokulan herşeyi "doğal" ve değişmez sanır.

    Şimdii, bu "sokulanlar" çıkarılabilir mi, bilmiyorum. Beni aşar! Ama en azından bu "sokulanlar"ı sorgulayabilir ve 'kişisel olan'ı dengelemek için 'toplumsal'ın, 'ben'i dengelemek için 'biz'in, 'benim hakkım'a karşılık 'başkalarının da hakkı'nın o kafalara sokulmasını savunabilirim.

    Bence sorun, böylesi bir dengenin olmaması.
    Ben annemi isterim, ama herkesin annesinin de yanında olmasını isterim
    Ben barınacak güzel bir ev isterim, ama herkesin de o evi olsun isterim
    Ben olabilecek en az zamanı ayırarak geçimimi sağlamak ve buna karşın çok daha uzun bir zamanı aileme/yapmak istediklerime ayırmak isterim, ama buna karşın herkesin de aynı hakka sahip olmasını isterim
    Ben bana saygı duyulmasını isterim, ama herkesin aynı saygıyı görmesine çalışırım...

  8. #8
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Anlaşıldı bana yine şeytanın avukatlığı düşüyor...

    Orhan Hançerlioğlunun 'Düşünce Tarihi' adlı ünlü bir eseri vardır. Bu kitapta ünlü bir Fransızın düşünce tarihine bencilik savunusu denilebilecek söylemleri de girmiştir ve bu tartışma bana o kitaptaki ilgili sayfayı anımsattı. Bende netten sizin için araştırıp ilgili sayfayı kopyaladım. Bir okuyun bakalım tamamen haksız mı???


    YAŞASIN BENCİLLİK.
    Bencillik kolundan tutmasa, erdem pek uzaklara gidemezdi diyen La Rochefoucauld,
    bilim yolundan gelmiyor. O, daha çok, Sainte-Beuve'ün dediği gibi, yemeklerden sonra eğlenmek için düşünceler
    karalayan, giderek yaptığından etkilenen, düşüncelerinin tadına varan, tadına vardıkça da onları daha bir
    düzenlemek gereğini duyan akıllı bir adamdır: Çeşitli davranışları tek açıdan ele almış, soyut olarak yorumlamıştır.
    Yaşadığı çağ, XVii'nci yüzyıl, Fransa'nın en aydınlık, en mutlu çağlarından biridir. Xiii'ncü Louis, Richelieu,
    Mazarin, ondördüncü Louis bu soylu düşünüre altmış yedi yıl süren güvenli bir ömür sağlamışlardır. Dük de la
    Rochefoucauld, Prens de Marsillac, Vi'ncı François adlarından da anlaşılacağı gibi, mutlu doğmuş bir kişiydi.
    Büyük tutkuları yüzünden aşkta, siyasal alanda çeşitli tedirginliklere uğramış, sekiz gün kadar Bastille zindanına
    bile kapatılmıştı ama; gene de birçok insanların imrenecekleri gibi yaşamıştır. Kraliçe-Richelieu çatışmasında
    kraliçeyi tuttu, Fronde ayaklanmasında iç savaşın şeflerinden biriydi; taşıdığı ad kendisini kötü sonuçlardan
    koruyordu. Özdeyişlerin (Maximes), 1665 baskısına yazdığı önsözde şöyle demektedir: Okuyucu için en doğru yol,
    kendisini kural dışı tutmaktır. Şöylelikle, sözlerimin doğruluğuna ilk katılan kendisi olacaktır.

    LaRochefoucauld'ya göre
    bir kötülüğüne rastladığımızda şaşmamız gereken tek insan yoktur.
    Bir kötülüğe tutulmamıza engel olan şey, bir çok kötülüklerimiz oluşudur.
    Birini övüşümüz, bir başkasını yermek içindir. Sadece yermek için övdüğümüz de olur.
    Dürüst insanlar, kötülüklerini hem başkalarından hem kendilerinden
    gizleyebilenlerdir. İki yüzlülük, kötülüğün erdeme saygısıdır.
    Erkeklerin cesurluğuyla kadınların erdemi, benlik tutkusuyla utanma duygusunun sonucudur.
    Borcumuzu ödemek için değil, bize ödünç verecekleri daha kolay bulabilmek için öderiz.
    İyilik, tembellikle iradesizliktir.
    Cömertlik, daha büyüklerine ulaşmak için küçük çıkarlardan vazgeçebilmektir.
    İncelik, ince sayılmak isteğinden başka bir şey değildir.
    Değerbilirlik, daha büyük alımlara kavuşmak isteğidir.
    Bizi ne kadar överlerse övsünler, bize yeni bir şey öğretmiş olmazlar.
    Taptıklarımızı değil, bize tapanları severiz.
    Beğenmediklerimizi sevmek güçtür ama, kendimizden çok beğendiklerimizi sevmek ondan daha güçtür.
    Önemsiz iyiliklere karşı değerbilir olabiliriz, büyük iyiliklere karşıysa nankör olmamak elimizde değildir.
    Günahlarımızın sorumluluğunu taşıyan çıkar duygusu, sevaplarımızdan ötürü de övülmelidir.
    Gülünçlükleri göze çarpmamış insanlar, iyi incelenmemiş olanlardır.
    Göz tokluğu, büyüklere sınır çizmek, küçükleri de avundurmak için erdem sayılmıştır.
    Nankörlüklerle karşılaşmamak için verebilmek gücünü elde tutmak gerektir.
    Küçük suçlarımızı açıklayışımız, büyük suçlarımız olmadığına herkesi inandırmak içindir.
    Aklı başında adam, bizim gibi düşünendir. Bize kurnazlık edenlere kızmamız, kendilerini bizden daha becerikli sandıklarındandır.
    Başkalarının gururuna dayanamayışımız, kendi gururumuzu incittiği içindir.
    En beğendiği adamdan daha aşağı olduğunu sanan tek kimse yoktur.
    Övünmenin bir yolu da başkalarını kötülemektir.
    Yaptığımız iyilikler, ceza görmeden kötülük yapabilmemiz içindir.
    Başkalarına karşı maske taşımaya o kadar alışmışızdır ki, sonunda kendimiz bile gerçek yüzümüzü unuturuz.
    Acılarımızda çeşitli iki yüzlülükler vardır. Sevdiğimiz kişinin ölümüne acırken kendi yoksunluğumuza ağlarız. O ölünün bizim için iyi duygularını düşünerek acırız. O ölüyle birlikte ya malımız, ya mutluluğumuz, ya da gücümüz gitmiştir. Gerçekte acındığımız bunlardır. Ölüler sadece, diriler için akan göz yaşlarının şerefini taşırlar. Bu türlü acılarda insan kendi kendini de aldatabilir.
    İki yüzlülüğün bir başka çeşidi de vardır ki herkesi aldatır. Bu, güzel bir yasa özenen kimselerin acısıdır.
    Bunların ağlayıp sızlanmaları bir türlü dinmez, acılarının ömürlerince süreceğine herkesi inandırmaya çalışırlar.
    Böylesine bir benlik tutkusu, daha çok büyüklük düşkünü kadınlarda bulunur. Kadın oluşları ünlenmeye giden birçok yolları onlara kapadığı için bu yolu tutarlar.
    Bir başka çeşit göz yaşı vardır ki kaynakları küçüktür, kolayca akar, diner. Adları iyiye çıksın diye ağlarlar, acınmak için ağlarlar, ağlamak için ağlarlar, ağlamamak ayıp sayılır diye ağlarlar.
    En cömertçe bağışlanan şey öğüttür. Üğüt istemek ya da vermek kadar iki yüzlülük olamaz. Öğüt isteyen, verenin duygularına karşı saygı besler görünürken gerçekte kendi duygularını ona onaylatmaktan, davranışının sorumluluğunu onunla paylaşmaktan başka bir şey düşünmez. Öğüt veren de kendisine gösterilen güveni öder görünürken gerçekte kendi çıkarından ya da böbürlenişinden başka gözettiği bir şey yoktur.
    Gerçek yiğitlik gibi tam korkaklık da yoktur. Bunların arasındaki alan öylesine geniştir ki, cesaretin bütün biçimlerini içine alır. Bu biçimler, huylarımız kadar değişiktir. Başlangıçta seve seve ileri atılan kimseler vardır ki hemen usanıverirler. Görevlerini yapmış sayılmak için ileri atılmışlardır.
    Korkularını gizleyebilenler de çeşitlidir.
    Kimi, yerinde kalmak gücünü gösteremediği için ileri atılır. Herkesin karşısında yapabileceğini kendi kendine yapabilen yiğit yoktur. Geri dönebileceğine inanmak da ileri atılmayı sağlayabilir.
    Kahramanlık, tehlikeyi gereği gibi görmemektir.
    Acıma, başkalarının dertlerinde kendi dertlerimizi anmaktır. Uğrayabileceğimiz, kendi başımıza gelebilecek yıkımların kurnazca bir sezisi dir.
    Başkalarına yardım etmemiz, gerekirse bizim de yardımımıza koşsunlar diyedir. Onlara yaptığımız iyilikler, aslı aranırsa, önceden kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
    Bizim erdem dediğimiz şeyler, talihin ya da kendi hünerimizin düzenlediği davranışlarla çıkarların bir araya gelmesindenibarettir.
    Erkeklerin yiğit, kadınların iffetli oluşları cesaretlerinden, iffetlerinden ileri gelmez. Çeşitli nedenlerin dışında tutkular, gün olur, karşı tutkuları doğururlar.
    Cimrilik el açıklığına yol açar; güçsüzlük direnmeyi, sıkılganlık küstahlığı yaratır.

    La Rochefoucauld'ya göre, hiçbir şey üzerinde tam bir bilgi edinilemez. Çünkü bir şeyi bilmek için ayrıntılarını bilmek gerekir. Ayrıntılar sonsuz olduğuna göre bilgilerimiz eksik kalmak zorundadır.
    La Rochefoucauld bu düşüncelerinde yalnız değildir. Dünya edebiyatının sayısız yaprakları, böylesine derli toplu değilse de, bunlara benzer deyimlerle doludur. Fenelon, ölmünden bir yıl önce, bir dostuna şöyle yazıyordu:
    İnsanlardan çok az şey istediğimi sanmakta haklısınız. İnsanlara çok şey vermeye, buna karşılık onlardan hiçbir şey beklememeye çalıştım. Bu alışverişten hoşnudum. Öyle sanıyorum ki, en iyisi bütün insanlardan uzak durmaktır. İyi insanın azlığı, insanlık için yüz karasıdır.
    Montaigne'le La Fontaine de aşağı yukarı bu düşüncededirler. Fontenelle şöyle demektedir: En içten gelen davranışlar, kendilerini en az duyuranlardır.
    Özseverliğin doğurduğu davranışlarımızı hemen hemen anlamayız, başka ilkelere uyarak davrandığımızı sanırız.

    J.J. Rousseau'nun ünlü Açıklamalar'ı da bu alanda kurulmuş yapıtlardandır. P. Jannat'nin yayımladığı 1853 baskısına yazdığı önsözde, Sainte Beuve, Özdeyişler için, yazarının adını sonsuzluğa bağlayan pek hoş yapıt dediği halde, şunları da eklemekten kendini alamamıştır:
    İnsanoğlu, bilmeden bağlı bulunduğu gizli teli kendisi ortaya atmazsa, siz hiçbir zaman o teli ona göstermeyin, adını anmayın. Çünkü bu bilgisizliğin içinde daha ince, daha değerli bir tel vardır. Achilleus'un yokluğunda Troia ordusunun yükünü sırtında taşıyan Aiax'la Friedland savaşında ateşin içine atılan Ney'i bırakın kendi hallerine. Bu gibi anlarda sakın onlara yaklaşmayın. Gerçeğin peşini bırakmaktansa ölüme katlanan Archimedes'e de yaklaşmayın. Yakaladım seni ey bencil, şen kendini harcarken mutluluk payını alıyorsun, diyerek cüppesinin eteğine asılmayın sakın. Ne diyorum, bana bile yaklaşmayın, ormandaki şu küçük oduncu kulübesini seyrederken içimi bilmediğim bir barış, bir durgunluk, bir mutluluk sardığı sırada; lekesiz, günahsız düşlerime gömülmüşken bana bile yaklaşmayın. Nedenin böylesine güzel bir biçime büründüğü, böylesine bir beceriklikle gizlendiği sırada söz etmeyin çıkardan, özseverlikten. Aynı neden o kadar doğalca kalıp değiştirmiştir ki artık onu kişinin davranışında kendine özgü bir ilke, bir eğilim olarak görmek gerekir.

    Voltaire de Felsefe Sözlüğü'nün insan erdemlerinin sahteliği bölümünde bu konuda şunları söylüyor: Dük de la Rochefoucauld onun üzerine düşündüklerini yazıp da insanoğlunu işleten o duyguyu açığa vurunca, yüksek Katolik ruhani meclisi üyelerinden Esprit adında bir kişi, İnsan Erdemlerinin Sahteliğine Dair adlı göz boyayan bir betik yazdı. Bu kişi, erdem diye bir şey olmadığını söylüyor, her bölümü Hıristiyanlık yararına bağlayarak bitiriyor. Böylece, Bay Esprit'ye göre Cato, Aristides, Epiktetos iyi adamlar değillermiş de iyiler yalnız Hıristiyanlarda bulunabilirmiş. Hıristiyanlar arasında da yalnız Katoliklerde erdem varmış. Katoliklerden de cizvitleri bir yana bırakmalıymış. Sözün kısası, cizvit düşmanlarından başka hemen kimsede erdem yokmuş. Bizimle dostlarımızdan başkasında erdem olamaz demek istiyor. Doğrusu küstahlığın bu kadarı insanı çileden çıkarıyor. Dostum, nedir senin o erdem dediğin? İyilik etmek değil mi? Sen bize iyilik et, yeter. Nedenini sana hemen bağışlarız. La Rochefoucauld, Spinoza felsefesinin aristokrat eğlenceliğidir.

  9. #9
    Üye
    neptune Avatarı

    Üyelik Tarihi
    24.04-2005
    Son Giriş
    04.07-2010
    Saat
    11:05
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    267
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: Pegasus
    Çünkü insan dediğimiz canlının Marks ın sandığı gibi iyi bir canlı olduğuna dair devasa kuşkularım var.
    Bundan hiç kuşku duyma. Hatta çocuklar için bile.

    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: OturanBoğa
    Özel mülkiyet doğal mıdır tartışılır ama, en azından genlerde olmadığı, ezelden beri varolmadığı su götürmez biir gerçektir. Bu bir hastalıktır ve bu hastalık da -tıpkı başka illetler gibi- çocuklarımızın beyinlerine yaşça büyük insanlar tarafından sokulur! Ve maalesef bu döngü öyle bir hal aldı ki, belki de iyileştirilmesi imkansız...
    William Golding'in 1954 tarihli "Lord of the Flies" - "Sineklerin Tanrısı" romanında bir grup erkek çocuk ıssız bir adaya düşer. Kitabın teması o şekilde kurulmuştur ki, çocuklar arasındaki barışı tehdit edecek hiç bir faktör yoktur. Su ve yiyecek boldur. Nadir yağmur dışında doğa dosttur ve ada cennet gibidir. Hatta karakterlerin hepsi akran ve aynı cinsiyettendir. Karşı cins ve bu yüzden olabilecek potansiyel çekişme zemini bile özellikle kitaba konmamıştır. Bir cennette masum çocuklar ile başlar kitap. Ama kitapta masum olarak nitelendirilen çocukların zaman içerisinde mikrokosmoslarında mülkiyetten siyasete ( :!: ), baskıdan cinayete, diğerlerinin üzerinde otorite kurma çabasından farklı toplumlar oluşturma sürecine kadar makrokosmosdaki tüm insani ( :!: ) değerleri nasıl hayata geçirdikleri ya da ortaya çıkardıkları anlatılır. Hem kitap hem de çevrilen filmleri şu anda ulaşılabilir durumda. Yazar özellikle bu kitap sayesinde Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu. Kitabın ana fikri şu: "Evil is universal" - "Kötülük evrenseldir ve bu doğuştan insanın içindedir."
    Kitabın sonunda senin düşüncenin aksine adadaki kaos uzun süre sonra yetişkinlerin, bir savaş gemisiyle ( :!: ) - sanırım yangının dumanını görerek - adaya gelmesi ile sona erer. Kitapta birçok allegorik simge var ve sonunda yetişkinlerin adaya gelmesi uygarlığa dönüşü simgeliyor. (Pegasus, istersen buna demokrasinin ortaya çıkışı diyebiliriz. )

    Sistemler için ve hataları için Pegasus'un söyledikleri doğru. Her toplumsal sistem - özellikle aksi düşünülmemişse - insan için, insanın mutluluğu için kurulur. Ama tüm bir sistemin kilit faktörü olan insanın doğası hakkında gerçekçi saptamalarla yola çıkmamışsanız zaten yürümeyecek olan bu sistemi baştan çökmeye mahkum etmişsiniz demektir. Sevgili OturanBoğa, bence üstteki mesajında insanı idealize ederek zaman zaman bu hataya düşüyorsun.

    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: Pegasus
    Neptune bu konuda cok yapılan bir yanlışa düşmüşsün dost.
    Bu yanlışa özellikle düştüm. Bunun arkasında farklı bir amacım vardı. Zaman zaman karşılıklı tartışmalarımızda hararetli şekilde birey-vatandaş odaklı liberal demokratik sistemi savunduğumu biliyorsun. Sen ve Baben ise sıklıkla bu sistemi negatif ve emperyalist faktörlerini ön plana çıkartarak eleştiriyorsunuz. Bu şekilde çelişkiyi biraz yansıtmak istedim. Kollektivist sistemleri idealize edilmiş yönlerinden alıp da demokratik liberal sistemleri kaotik yüzüyle ortaya koyup taşlamak bana çok doğru gelmiyor. Hatta yanlış olmasının yanında toplumun ilerlemesinin ve mutluluğunun önüne entellektüel kesimce konan büyük bir engel gibi geliyor. Neden mi?:

    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: Pegasus
    Ama bir insanın kendi,ni gerçekleştirebilmesi için öncelikle bazı korkularından kurtulması gerekir. Nedir bunlar? Güvenlik, barınma, sağlık, eğitim vb.
    Bunların çoğu aslında bizim ruhsal içgüdülerimiz. Ama yukarıda yazdığım doğrultuda bakarsan şu çelişki hep gözden kaçıyor; mülkiyet hakkının neredeyse kutsal olduğu liberal - (kapitalist mi diyeyim? ) batılı ülkeler bu haklarda bizim onyıllarca ilerimizde.

    Selamlar, sevgiler.

  10. #10
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    11:37
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.506
    Alınan Beğeniler
    3.872
    Verilen Beğeniler
    4.125

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    İyi ama neptune, roman bu, adı üstünde, kurgu
    Ve o kurgudaki çocuklar da sanırım benliklerini elde ettikleri, kafalarına yeteri kadarının sokulduğu yaştalardı..?
    Canlılarda iki güdüye inanırım: Sağ kalmak ve üremek.
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  11. #11
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Ya ben bu işe başlarken hep çok gülüyorum.

    Sevgili şefimiz bir kaç maddede toparlamıyor mu konuyu işte burada gülmeden edemiyorum. Aslına bakarsak bir konuyu tartışmanın en iyi yolu bu şekilde maddelere ayırmaktır belki de ama hem burada hemde hemen hemen her yerde olduğu gibi konu kendi maddeleri arasında maddelere ayrılarak mitoz bölünmeye çoktan ayrılmış oluyor.

    Eğer konu paylaşmak ise hemen herkesin söyleyebileceği bir şeyler olur burada diye düşünmekteyim.

    Ancak davranışlarımızın kökenine inecek olursak.......

    Sevgili baben in farkında olmadan çocuklarımıza öğrettiğimiz bir olgudan yola çıkıp bu davranışlarımızın nedenlerini sorgulamak....

    Bu o kadar kolay bir şey değil...

    Sakın yanlış anlaşılmasın ince detaylara girmeyelim demiyorum ben tabikii girelim. Ben ise mümkün olduğunca basit tartışılması için elimden geleni yapmaya çalışayım öyleyse..

    Her şeyden önce şu sineklerin tanrısı, haklı bir nobel ödülü almış bir romandır.Hem konusu itibariyle, hemde konunun kurgulanması açısından mükemmel bir kitaptır.Bunun yanında insanoğluna ait kötülüğün hep var olduğunu da savunan bir felsefik kitaptır aslına bakarsanız. Tüylerim diken diken olarak okuduğum ve etkisinden asla kurtulamadığım kitaplardan bir tanesidir.

    Eğer sevgili oturanboğanın sorularına dönecek olursam ;

    Tüm sorularını aslına bakacak olursam bir kelimeyle özetleyebilirim. paylaşmak kendimiz içindir. Sevimsiz bir cümle gibi gözükür değil mi?

    İnsanlara bencil olmamayı söyleyeceğiz, her şeyi paylaşmanın erdemlerinden söz edeceğiz ve sonunda kalkıp paylaşmayı bir yerde bencillikle yanyana koyacağız.

    İster inanın ister inanmayın zararsız bir bencillik adına dır paylaşmak. Ne adına olursa olsun paylaşmak eylemi, insanoğlunun tek başına sahip olduklarıyla yetinememesinin bir örneğidir. Ve yaşamı güzel de yapar hiç kimse bunu inkar edemez.

    Ben her şeyimi paylaşıyorum diyen bir insana şüpheyle bakarım. Bunun olasılığı tamamiyle sıfırdır bana soracak olursanız. Paylaşabileceğim şeyleri paylaşmaktan hiç gocunmam demek çok doğru bir cümle olur gibi geliyor bana.

    Herkesi sevdiğini söyleyen insanları da garipsediğimi söyleyebilirim aynı mantıkla. Herkesi eşit derece de sevmek bunu gerçekten hak edene yapılacak bir haksızlıktır.

    Doğal olarak farkında olmadan paylaştığımız onlarca şeyi, kendi yalnızlığımızdan bir parça kurtulmak için yaparken, paylaşılmayı hak edenlerle kurulan ağ çok daha farklı olacaktır.

    Asıl konu bilgiyi paylaşmaktan ortaya çıkmıştı, baben in yazısıyla. Bilginin günümüz koşullarında paylaşımı son derece göreceli bir kavramdır. Sahip olduklarımızı bir başkasına verip vermemek o kadar da önemli değil artık. nasıl olsa insanoğlu bilgiye ulaşabiliyor. Ancak bilgi derken ister istemez öğretim ve eğitim gibi birbirinden farklı iki kelimeyi birbirine karıştıran bizler dikkatli olmak zorundayız.

    Okullarımızda, yada başka yerlerde bizlere bilgi olarak verilen öğretim, ancak ve ancak eğitimle, yani yaşadığımız günün sonuna kadar bizde kalıcı bir değişikliğe yol açamazsa öğrenilen bilgilerin de paylaşımı bu anlamda havada kalıyor.

    Bu sebeple internet ortamından edindiğimiz her türlü bilgi gerçek bir bilgi olarak yaşantımıza katılmıyor ne yazık ki. Pegasus un dediği gibi yığınlar olarak beynimizi dolduran şeyler bunlar.

    Ve bu site de buradaki dostlarla iletişimi gerçek yaşantıya dökemezse paylaşımın yaşanılması çok zor olacaktır. Ancak itiraf etmeliyim ki, belki de ilk olarak sanal bir dünyada her anlamda paylaşmayı yaşama indirebilmiş olan sitemiz ayrıcalıklıdır. Ancak bunu yaşayabilenler de bu paylaşıma bizzat katkıda bulunan kişilerdir. Bunun için istekli olup kendi varlıklarını ortaya koyan kişilerle yapılmıştır. Tüm site üyelerini içine aldığını sanmıyorum. Ama olabilir ve olmalıdır da.

    Bana göre bugün paylaşabileceğim bir şeyi yarın paylaşamayabilirim. Bu konuda şunları paylaşırım bunları paylaşamam diye kesin çizgilerle ayırdığım paylaşma noktalarım yok açıkcası.

    ( Hadi bakalım benden artık kim kitap isteyebilir. Vallahi de vermem billahi de vermem, gidenler gelmedi arkadaşşşşşşşşşş )

    Yaşamım her şeye rağmen paylaşma adına kurulu olduğundan paylaştıklarım hem fazla hemde kişi olarak bu sayı kabarıktır. Ama kuşkusuz herkesle paylaşılan şeylerin niteliği, nicelliği , konusu aynı değildir ve aynı olamaz.

    Sanırım sorular bu kadardı, aklıma geldikçe devam ederim.

  12. #12
    Üye
    Baben Avatarı

    Gerçek Adı
    Babür
    Üyelik Tarihi
    03.09-2005
    Son Giriş
    18.09-2010
    Saat
    12:56
    Yaşadığı Yer
    Konya
    Mesaj
    1.628
    Alınan Beğeniler
    2
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Hay klavyene sağlık Sevgili andante... Bu ayki yazımda sadece bilginin (+düşünceler +duyguların) paylaşımının güzel yanlarını vurgulamak istemiştim.. Onu da yazının son bölümünde:
    İnternet teknolojisinin en çok takdire değer bulduğum yanı; bilginin paylaşımının yaygınlaşmasını ve hızlanmasını sağlamasıdır. Sadece bilgi değil, düşünce ve duygular da bu teknoloji yardımıyla paylaşılarak çoğalıyor!

    Hiç ummadığınız bir zamanda, ummadığınız bir kişiden, ummadığınız bir e-mail alabilir, düşüncelerinize katıldığını öğrenebilir, yine internetten tanıştığınız, sevdiğiniz bir arkadaşınızın, yıllardır aradığını söylediği bir müzik parçasını gönderebilirsiniz. Günlerce uğraştığınız, bilgisayarınızdaki bir problemin, arkadaşınızdan aldığınız bir program yardımıyla kolayca çözüldüğünü görüp, minnettar kalırsınız.. Ya da kişiler yer değiştirir.. Siz başkalarının düşüncelerine katılır, arkadaşınız size çok sevdiğiniz bir resim gönderir, hiç tanımadığınız, görmediğiniz, göremeyeceğiniz, adını bile bilmediğiniz bir kişinin bir programdaki çok çok önemli bir sorununu çözersiniz..

    Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.. Her birinin sonunda inanılmaz bir keyif ve mutluluk vardır. Bu da PAYLAŞIMIN GÜCÜ sayesinde olmuştur!

    Öyleyse:

    Bilgi, paylaşıldıkça artan hazinedir.
    BHARTRIHARI (Hint filozofu)
    paragrafları ile ifade etmiştim. Bir gün içerisinde konu nereden nereye geldi..

    Hani, benim de zaman zaman keyifle yaptığım, "başlık sabote etmek" diye adlandırdığım bir eylem var. :P O arkadaşların âhı mı tuttu nedir..

    Ama burada durum biraz değişik! "Haftanın konusu" olduktan sonra başlık, benim başlığım olmaktan çıktı.. Bilemiyorum oluyor mu ama, "haftanın konusu"na forum sakinlerinin dışında kişilerin girmesi (son 20 konuya oranla daha çok) olası.. Dağınık bir görüntü, pek güzel durmaz düşüncesindeyim..

    Sevgi ve saygılarımla..

  13. #13
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Baben ben bu konuda seninle tamamen farklı düşünüyorum. Sayfanın ve açtığın konunun sabote edildiğine yönelik düşüncenide kabul etmiyorum. Zira öncelikle bi kere açtığın konu sabote edilmedi. Aksine açtığın başlık doğal olarak suyun yatağını bulması gibi olması kaçınılmaz zeminine oturdu. Yani "paylaşmak" adı altında bir başlık açıp bunu mülkiyet duygusuyla irdelemeye kalktığında konu çocukların "kimin burnu?" sorusuna "benim burnum" şeklinde verdikleri cevapların çok ötesine taşacaktır. Bu son derece doğaldır ve aynı zamanda bilinçlenme adına sevinilecek bir durumdur. Yüzünün asılmasına bu anlamda çok çok şaşırdığımı belirteyim.

    İkincisi başlığın haftanın konusu yapılması ve bu nedenle klasik okuyucuların dışına taşacak olması olasılığından hareketle anlamadığım bir çekinceye sahipsin. Aslına bakarsan ben burdada farklı düşünüyorum. Bence bu siteye giren insanların bizim sadece acılarının bahçesinde hüzünlerini totemleştirip dertlerine tapınan bir kabile olmadığımız, aksine insan olmanın temel unsurlarına herkes gibi belki herkesten daha çok kafa yorduğumuzu göçrmelerinin üzülünecek bir yanı olamaz. Bu olsa olsa seni ve hepimizi mutlu etmelidir.

    Bu sitede biz gerektiğinde engellilerle ilintili politik hataları eleştirdiğimiz gibi gerekirse yasa tasarısı önerisi bile hazırlayabiliyoruz. Devamında insana has aşk gibi çok derin konulara tüm yetersizliğine rağmen kendimizce ışık tutmaya çalışıyoruz. Bunun yanında insanı insan yapan düşünsel zemindede hiçbir iddiada bulunmadan bir takım olguları anlamaya çalışıyoruz. Neden bu kadar geniş konuları irdeliyoruz? Çünkü biz herşeyden önce insanız. Ve doğaldırki insan olmanın gereğinden hareketle bilmemiz gereken ne varsa sorgulayacağız ve anlamaya çalışacağız. Bu nedenle şu konu, bu konu, ya da şu sınırda kalalım gibi derdimiz yok olmamalı. Bizim bu anlamda tek kaygımız üslup olmalıdır. Kimseyi kırmadan incitmeden medeni insanlara yakışır şekilde konuşmak, paylaşmak ve kendi,mizi gelştirmek...İşte bu süreçte sitemize gelenler bizim uğraşlarımızı görünce bize sadece saygı duymalılar. Yoksa yadırgayanın -sert olacak ama- aramızda yeri olduğuna inanmıyorum.



    Sevgilerimle.

  14. #14
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Bir şey daha kafamı kurcalamıyor değil aslına bakarsanız?

    Hani dedim ya, paylaşmayı aslında kendimiz için yapıyoruz diye. Buna yazılanları okudukça daha fazla inanasım geliyor. Ben yalnızlığı sevsemde, çünkü yalnızlık insana kendisini tanımayı öğretir ve aslında kimse yalnız değildir, duyguları vardır, düşünceleri vardırvs..Ama tekbaşınalık farklıdır benim için.

    Tek başına olduğunuzda sahip olduğunuz herşeyin bir başkasıyla paylaşımı yoksa bir değeri yoktur. Düşünsenize bir müzisyen neden konser verir?

    İnsanlara müzik dinletmek içinmidir sadece?.... yani bunu bizlere müzik dinletebilmek adına mı yapıyor dersiniz. O konser esnasında kendisine ait yaşadığı bir tatmin yokmudur dersiniz?

    Öyleyse tüm eylemlerimizin ilk adımında kendimiz olduğunu söyleyebilirmiyiz acaba?

    Uzun zamandır aradığı bir müzik parçasını bulamayıp, " aaa bende var bak sana gönderiyorum " şeklindeki eylemimizde bir insanla paylaşma eyleminde kendimizi iyi hissetmemiz de bir çeşit bencilliğimiz değilmidir dersiniz?

    Var olabilmek adınadır diyelim biz en iyisi buna. Şu anda yüksek sesle düşünüyorum bu sebeple kabul ve red etmelerin ikisi de kabulumdur.

  15. #15
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Panthera: hafif, agresif ve zarif aktif tekerlekli sandalye...
    Neptune "liberal"(Evet bu kelimenin bir ütopya olduğunu ikimizde biliyoruz. Doğrusu kapitalist olmalı) sistemleri eleştirirken kollektivist sistemi eleştirmediğim gibi bir sonuç çıkarmışsan yazdıklarımı dikkatli okumamışsın derim.

    Mesele bir tarafa eleştiri yöneltirken analitik değerlendirmelerden kaçınarak sadece kendi dogmalarımızın savunusuna girmemek olmalı. Bu anlamda benim her iki tarafa ciddi eleştirilerim var. Hep söylerim batıda hala ve büyüyerek devam eden 'mülkiyetin adaletsiz dağılımı sorunu' kollektivist sistemlerde başka bir versiyonuyla 'gücün adaletsiz dağılımı' sorununa dönüşüyor. Bir tarafta ekonomik tekelleşmeyle oluşan ekonomik oligarklar diğer tarafta gücün tekelleşmesiyle oluşan farklı bir güç oligarşisine dönüşüyor. Bir tarafta burjuvanın yaptığını diğer tarafta bütokrasi yapıyor. Burjuvanın elindeki paranın verdiği güçle bürokrasinin elindeki yetki gücü farklı şekillerde suistimale açık hale geliyor. İşin acı tarafı hep idealize edilen insan her iki sistemdede sınavdan etik anlamda maalesef başarıyla çıkamıyor. Böyle oluncada işte yukarda alıntı yaptığım düşünürün gerçekte çokmu haksız olduğunu sorgular hale geliyoruz.

    Mesele bir tarafın sözcülüğünü yapmak değil aslında. Çünkü her iki sistemde belli ihtiyaçlar ve bu i,htiyaçları doğuran doğrular olmasa zaten varolamazlardı. Ama bir doğruyu tamamen birine atfetmek olgulardan hareket edince mümkün olmuyor. Realite önümüzde ve bu realiteye objektif bir bakış her iki sistemin de iflas ettiği anlamına geliyor. Bu iflas eğer alternatif bir sistem yoksa -ki ben bilmiyorum böyle üçüncü bir alternatif- aslında insanın iflası anlamına geliyor. Bu durumda insan larochefoucault un dediği gibi kendine gerçeğin aynasından iyice bir bakmak zorunda kalıyor ki benim yapmaya çalıştığımda budur.

    Seninle anlaşamadığımız nokta; babeni eleştirirken benzer bir idealizasyonu liberal sitem için senin savunuyor olman. Oysa daha önceki konularda dile getirdiğimiz ve senin ısrarla küçümsediğin evet o emperyalist süreçde bu "liberal" kafanın ürünüdür. Sen bunlara bakarken özellikle batının bireysel haklar ve refah noktasında ne kadar ilerde oldugundan dem vuruyorsun. Bende diyorum ki ülkemizde dahil hırsızlar nerde refah içinde değilki? Bu sadece hırsızın küçük hırsız mı yoksa büyük hırsız mı olduğuyla ilintili olarak olumsuz cevap verilebilecek bir soru...Ülkemizde "kendi zenginini yarat " sürecinde zengin edilenler acaba soygunları resmi bir nitelik taşıdıgı için mi bu kapsamın dısına cıkmalıdırlar? Bu konuyu uzatmaya gerek yok. Zira benim ne demek istediğimi çok iyi anladığını biliyorum. ama işte o liberal eğilimin nedeniyle semirmiş egon başkalarından gelen doğruları kabul etmeni engelliyor.

    Neyse sen de aşacaksın, kurtulacaksın bu illetten merak etme...




Sayfa 1 / 3 123 SonSon