
Öncelikle belirteyim, ülkemizde yapılan ankette %60’ı aşan oranlarda kişi sakatlarla birlikte olmaktan çok rahatsız olduğunu söylemiş. Yani bahsettiğim anketin sonuçları sarsıcı..
İki, üç gün foruma girmemiştim, amma sıkı bir tartışma olmuş.
Normalin üretim ve yeniden üretim sürecinin iciğini cıcığını pek güzel dökmüş ortaya. Normal beden üstündeki baskıların tek mağdurunun bizler –sakatlar- olmadığını söyleyerek de gerekli bir hatırlatma da bulunmuş. Özellikle yeniden üretim sürecinin farkındalığına ulaşmak, bir yerlerden başlamak için zorunlu.
Bence, saçmalamakla alakası olmasa da, bir konun da altını kırmızı kalemle, kalın olarak çizmeliyiz (andante’nin Almanya ve Van örneklerinden esinlenerek):
Toplumdan topluma, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre sakatlığa verilen tepkinin ne denli değiştiği ya da değişip değişmediği.
Örneğin: Sakatların kendilerine saygılarını sarsan en önemli etkenlerden biri olarak –batı toplumlarında- bağımsız yaşayamama gösterilir. Bağımsız yaşamak batıda mit haline getirilmiştir, yetişkinliğin nişanesidir. Belirli bir yaşı dolduran kişi ailesiyle yaşamayı sürdürürse alay konusu bile olur.
Ancak doğu toplumlarında ailenin varlığı, aile dayanışması hatırı sayılır bir fark yaratır. Bizde, ailenin yaşlıya veya sakata bakması normaldir (hiç değilse kırsal kesimde hala böyle). Farklı kültürlerden gelmenin, sakatlara bakışta yarattığı farklar önemli (merhamet gibi). Merhamettin ters teptiği, merhamet gösterenle merhamet gösterilen arasında bir hiyerarşi yarattığı doğrudur. Zaten, batı toplumlarında da, merhamettin olmadığı iddia edilemez. Peki doğu orjinli kültürlerin sakatlığa alternatif bir cevap verebildiğini söyleyebilir miyiz?
İnsanı insan yapan insandır...
Aklıma Uganda geldi. Hani hepimizin alay edip Uganda’da bile olmaz dediği güzel memleket. Uganda Anayasasına göre parlamento da engelli kotası ayrılmıştır. Bununla yetinilmemiş, seçimle iş başına gelinen makamlarda da bir engelli kotası konulmuştur. (2000’i aşkın pozisyon için) Anayasa, ayrıca, engelli ayrımcılığını yasakladığını belirtmiştir.
Sanırım, -zira sanıyorum, çünkü sosyal bilimler ve felsefeye fazla yatkın değilimdir- kültürel görecelik bir noktadan sonra açıklayıcı olamıyor. Sakatlar birçok farklı kültürde baskı altında. Bilen bilir, yaşam hakkının ihlali sakat haklarının ihlali arasında tüm vahametiyle sivrilmektedir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, yeni doğan sakat bebeğin merhamet cinayetlerine ya da sakat bebeğin kötülüğün temsilcisi olarak görülerek öldürüldüklerine sıkça tanık olmaktayız.(Unicef 2005)Ülkemizde bu konuda bir araştırma yapılmasa da, sakat bebeklerin ölüm oranlarının sakat olmayanlara nazaran fazla olması olasıdır.
Sonuçta saçmalamaya dönersem, saçmanın saçmalaması komik olmayıp, trajik görünecektir. Saçma ve toplum dışı olan sakatın –andante demişti- daha fazla acı çektiği varsayılır. Bunun çaresi acısına son vermektir. Acı çeken sakatın, acı çekmesi ve ölmesi –acı ve ölüm toplum dışı, istenmeyen bir şeydir- ona reva görülürken, saçmalaması –saçmalamak ise tamamen hayatın içindedir, hayatın ortasındadır- istenmez.