TEKSAN İnovatif Medikal Ürünler İstanbul, Bursa ve İzmir'de
Sayfa 4 / 8 İlkİlk 12345678 SonSon
Toplam 113 mesajın 46-60 arasındakiler
Buraya tıklayarak yazıları büyültebilirsiniz Buraya tıklayarak yazıları küçültebilirsiniz
  1. #46
    Üye
    Baben Avatarı

    Gerçek Adı
    Babür
    Üyelik Tarihi
    03.09-2005
    Son Giriş
    18.09-2010
    Saat
    12:56
    Yaşadığı Yer
    Konya
    Mesaj
    1.628
    Alınan Beğeniler
    2
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    STAR, dünyanın en güvenli, en sağlıklı, en konforlu ve en dayanıklı tekerlekli sandalye minderi.
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: Pegasus
    ...
    Bir de burada babenin dedikleride biraz farklı algılanıyor. Evet Baben bireyin savasması gerektiğini söylüyor; ama felsefeyle ucundan ilgilenenlerin bildigi gibi varoluşsal bir perspektifle iplerin sadece bireyin elinde oldugunu savunmuyor. Bireyi içinde yasadıgı koşullardan soyutlamıyor ve birey bzzat içinde yasadıgı koşulların bir ürünüdür büyük ölçüde diyor. (Baben senin adına acıklama yaptıgım için kızarsan söyle ben kendimi tokatlarım)

    ...
    Yoook be Sevgili Pegasus, niye kızayım.. ops: Böyle daha iyi anlaşılırız belki. :wink:

    Devam..

  2. #47
    Üye
    saros1 Avatarı

    Gerçek Adı
    Volkan
    Üyelik Tarihi
    07.01-2005
    Son Giriş
    13.05-2016
    Saat
    15:17
    Yaşadığı Yer
    Edirne
    Mesaj
    88
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Öncelikle belirteyim, ülkemizde yapılan ankette %60’ı aşan oranlarda kişi sakatlarla birlikte olmaktan çok rahatsız olduğunu söylemiş. Yani bahsettiğim anketin sonuçları sarsıcı..

    İki, üç gün foruma girmemiştim, amma sıkı bir tartışma olmuş.

    Normalin üretim ve yeniden üretim sürecinin iciğini cıcığını pek güzel dökmüş ortaya. Normal beden üstündeki baskıların tek mağdurunun bizler –sakatlar- olmadığını söyleyerek de gerekli bir hatırlatma da bulunmuş. Özellikle yeniden üretim sürecinin farkındalığına ulaşmak, bir yerlerden başlamak için zorunlu.

    Bence, saçmalamakla alakası olmasa da, bir konun da altını kırmızı kalemle, kalın olarak çizmeliyiz (andante’nin Almanya ve Van örneklerinden esinlenerek):
    Toplumdan topluma, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre sakatlığa verilen tepkinin ne denli değiştiği ya da değişip değişmediği.

    Örneğin: Sakatların kendilerine saygılarını sarsan en önemli etkenlerden biri olarak –batı toplumlarında- bağımsız yaşayamama gösterilir. Bağımsız yaşamak batıda mit haline getirilmiştir, yetişkinliğin nişanesidir. Belirli bir yaşı dolduran kişi ailesiyle yaşamayı sürdürürse alay konusu bile olur.

    Ancak doğu toplumlarında ailenin varlığı, aile dayanışması hatırı sayılır bir fark yaratır. Bizde, ailenin yaşlıya veya sakata bakması normaldir (hiç değilse kırsal kesimde hala böyle). Farklı kültürlerden gelmenin, sakatlara bakışta yarattığı farklar önemli (merhamet gibi). Merhamettin ters teptiği, merhamet gösterenle merhamet gösterilen arasında bir hiyerarşi yarattığı doğrudur. Zaten, batı toplumlarında da, merhamettin olmadığı iddia edilemez. Peki doğu orjinli kültürlerin sakatlığa alternatif bir cevap verebildiğini söyleyebilir miyiz?

    İnsanı insan yapan insandır...

    Aklıma Uganda geldi. Hani hepimizin alay edip Uganda’da bile olmaz dediği güzel memleket. Uganda Anayasasına göre parlamento da engelli kotası ayrılmıştır. Bununla yetinilmemiş, seçimle iş başına gelinen makamlarda da bir engelli kotası konulmuştur. (2000’i aşkın pozisyon için) Anayasa, ayrıca, engelli ayrımcılığını yasakladığını belirtmiştir.

    Sanırım, -zira sanıyorum, çünkü sosyal bilimler ve felsefeye fazla yatkın değilimdir- kültürel görecelik bir noktadan sonra açıklayıcı olamıyor. Sakatlar birçok farklı kültürde baskı altında. Bilen bilir, yaşam hakkının ihlali sakat haklarının ihlali arasında tüm vahametiyle sivrilmektedir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, yeni doğan sakat bebeğin merhamet cinayetlerine ya da sakat bebeğin kötülüğün temsilcisi olarak görülerek öldürüldüklerine sıkça tanık olmaktayız.(Unicef 2005)Ülkemizde bu konuda bir araştırma yapılmasa da, sakat bebeklerin ölüm oranlarının sakat olmayanlara nazaran fazla olması olasıdır.

    Sonuçta saçmalamaya dönersem, saçmanın saçmalaması komik olmayıp, trajik görünecektir. Saçma ve toplum dışı olan sakatın –andante demişti- daha fazla acı çektiği varsayılır. Bunun çaresi acısına son vermektir. Acı çeken sakatın, acı çekmesi ve ölmesi –acı ve ölüm toplum dışı, istenmeyen bir şeydir- ona reva görülürken, saçmalaması –saçmalamak ise tamamen hayatın içindedir, hayatın ortasındadır- istenmez.

  3. #48
    Üye
    Rekursion Avatarı

    Üyelik Tarihi
    08.12-2003
    Son Giriş
    05.12-2021
    Saat
    23:50
    Yaşadığı Yer
    Alamanya
    Mesaj
    399
    Alınan Beğeniler
    12
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    yaticam, kisaca bi ugriim dedim

    yorgunluktan, uykusuzluktan geberiom ama tartishmanin böle güzel devam etmesine sevindigimi yazmadan edemedim (gene keifle okudum)... bu gün buralara ugrayamadim pek, anca firsat buldum bishiler yazmaya (küstüm, biktim falan sanmayin yane )... pegasus, projende basharilar (kizmadigina sevindim)... ve saros1.in dedigi gibi ben de "onlarin güzel yazilari üzerine edecek pek laf bulamiom" diom... hele bu saatte hic bulamam zaten

    neyse, iice sacmalamaya bashlamadan yatagima gidiim... dedigim gibi, shöle bi ugradim sadece...

    ii geceleer

  4. #49
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Pırıl pırıl parlayan bir İstanbul gününde, pazarın oldum olası çok hoşuma gitmeyen rehavetiyle bu satırları sizlere yazmaya başlarken , farkına vardım ki; yarının olmasını pek istemiyorum.

    Bir haftalık ara tatildeydim ve bildiğiniz gibi başlayan her günün bir sonu olduğundan bu tatilde bitti ve ben yarından itibaren yine aynı karmaşanın ve hatta buraya çok uyan bir başlık olarak aynı SAÇMALAMANIN içinde olacağım.

    Oysa her tatil süresi sonucunda ben öğrencilerimi özlerdim. Artık özlemiyormuyum? Evet artık özleyemiyorum...23 yıldır yaşları 15-18 arasında değişen öğrencilere öğretmenlik yaptım.Ve her yıl aynı yaş gurubunun değiştiğinin farkına vardım. Ve artık öyle bir noktaya gelindi ki toplumun her kesiminde kendini gösteren çürümeyle başa çıkabilecek durumda değil öğretmenler.

    Tam bunları düşünürken mailerimi kontrol edeyim dedim ve sevgili bayke nin bana gönderdiği bir maille çakıldım kaldım.

    Belki buraya aktarılacak bir mail değil gibi gelebilir ama bu malli buraya aktaracağım.

    Çünkü tartıştığımız konu bu yazıdaki toplumun içinde yapılıyor. Sadece kendimize yapılanlarla sınırladığımız tartışmanın daha da genişlemesi ve toplumun ne nenli çürüdüğünün altını çizilmesi için önemli bir yazı bana göre aslında.

    Sevgili saros1 , ısrarla % 60 ın sakatlardan hoşlanılmadığı gerçeğinin çıktığı anketten söz ediyor ve ben de ısrarla bu çok az bir sayı diyorum.

    Çürüme o denli büyük ki, gerçek bir mücadele ve duruş şekli bulamazsak sakat yada değil, yok olmanın eşiğindeyiz gibi geliyor bana. Haa nefes alınır merak etmeyin ama benim için yaşamak sadece nefes alabilmek değildir.

    Neyse baykenin bana gönderdiği mailli ekleyeyim;

    NESiLLER GiTGiDE ÇÜRÜYOR

    Aşağıdaki imzasız mektubu bir öğretmen internetten gönderdi.

    İstanbul'da modern bir alışveriş merkezine 5 dakika mesafedeki gecekondu mahallesinde 3 yıldır lise öğretmenliği yapıyor.
    İnternetten gelen mesajlar konusunda temkinli olmaya çalışsam da mektupta anlatılanların son bir haftada yaşananlara benzerliği nedeniyle, sizlerle paylaşmak istedim:

    ***

    "Biliyor musunuz,
    bu yıl lise 1. sınıfta okuma yazma bilmeyen bir öğrenci var.
    Çarpım tablosunu bilmiyorlar; 10 ve katlarıyla çarpma ya da bölme işlemi yaparken bile hesap makinesi kullanıyorlar.
    1000 öğrenciden kütüphaneye üye olanların sayısı 7...
    Öğrenci tanıma formlarındaki 'Çaldığınız müzik alet(ler)i' bölümüne 'radyo, teyp, walkmen' yazan çok sayıda öğrenci var.
    Bir öğrenci okula satır getirmekten uzaklaştırma cezası aldı.
    Okulda çıkan kavgada bir öğrencimin boynu döner bıçağıyla kesildi; 28 dikiş atıldı.
    Derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezalandırılan öğrencinin aşiret olan ailesi okulu bastı.
    Kışın akşam 5'ten sonra kimse sokakta yalnız yürümüyor.

    ***

    Biliyor musunuz,
    öğrencilerimizin % 86'sı sigara, % 42'si hap kullanıyor.
    Okulun etrafında hap satanları, okulda hap kullananları polis biliyor.
    Öğrencilerimizin % 23'ü ensest ilişki mağduru... Çoğunun ailesinde kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırma, hapis gibi hikâyeler var.
    Bir kız öğrencimizin babası, çocuğundan dayak yediği için okula sığındı.
    Sorun çıkardığı için müdürün tartakladığı bir öğrenci, mahalleden topladığı tanıdıklarıyla müdürün odasını basıp tehdit savurdu.
    Koridorda birbirlerine çarptıkları için kavgaya tutuşan 2 kız öğrencinin aileleri okulun önünde yumruk yumruğa dövüştü.
    Bazı kız öğrenciler 100 kontör karşılığında minibüs şoförlerine, halı saha sahiplerine kendilerini kullandırtıyorlar.
    Geçen yıl bir anne, kızının saçının boyalı diye okula çağrıldığında, kızını okula koca bulmak için gönderdiğini, bu nedenle de süslenmesi gerektiğini söyledi.

    ***

    Biliyor musunuz;
    Velilerimizin bir kısmı yoksulluktan 3-4 aile bir oda-bir salon bir evi paylaşıyor.
    Her ay öğretmenler aramızda para toplayıp bir öğrenciye bot, palto veya okul araç gereçleri alıyoruz.
    Maddi durumu iyi olan sayılı velilerden biri (notlarının hemen hepsi zayıf olan çocuğunun sınıf geçmesi şartıyla), akan damımızı onardı.
    Kapanış töreninde bayılan bir öğrencinin 2 gündür hiçbir şey yemediğini öğrendik.
    Öğrencilerimizin % 60'ı sağlıksız beslenmeden dolayı hasta, ancak % 90'ında son model, kameralı cep telefonu var.

    ***

    Biliyor musunuz,
    veliler toplantılara 'ocakta yemeklerini bırakarak', ayakkabılarının topuğuna basarak, mantolarını omuzlarına atarak geliyorlar.
    Çoğu öğretmene nasıl hitap edileceğini bilmiyor ('Güzelim, hanım kızım, sen, hocaaaaa, ablası'...)
    Sakallı, şalvarlı, cüppeli bir veli yalnızca erkek öğretmenlerle görüşüyor.

    ***

    Biliyor musunuz,
    her gün büyük bir çaresizlik ve endişeyle 'Acaba bugün ne olacak?' diye başlıyorum işime...
    Ders anlatırken Atatürk'ün gözleriyle karşılaşmamaya çalışıyorum.
    10 Kasım'larda, 29 Ekim'lerde şiir okunurken, marşımızı dinlerken ağladığımda herkes günün anlamına ağladığımı sanıyor; oysa çaresizliğe ağlıyorum.
    "Muhtaç olduğu kudretin dolaştığı asil kan"ı uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum.
    Daha fazla yazamıyorum; yazdıkça yüreğim ağırlaşıyor."


    CAN DÜNDAR
    Niyese ben bu öğretmeni çok iyi anlıyorum. Farkındasınız değil mi arkadaşlar bizler burada saçmalama özgürlüğümüzü konuşurken sakatlar yada sağlamlar olarak toplum zaten gerçek anlamda saçmalamaya devam ediyor.

  5. #50
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    15:31
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.505
    Alınan Beğeniler
    3.871
    Verilen Beğeniler
    4.124

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    quote]Ornegin, bir "normal"in (ne diyelim, Turk, ust-orta sinif, erkek) vs. "sacmalamasi" eger hos goruluyorsa, bu toplumun kendisinin sacma-olmayi hosgormesinden, kendi teamullerinin yadsinmasina acik olmasindan vesaire degil, tam da o kisinin sacmalamasinin "gecici" oldugunu, sozkonusu imtiyazli sahsiyetin aslinda oyle olmadigini varsaydigindan kaynaklaniyor sanki. Yani, sacma-lamak, ancak ikincil, gelip gecici, kisinin "ozune" ait olmayan bir yan-unsur olarak goruldugunde onaylanabiliyor. Zaten, yerlesik duzenin belirli bir sure icin kendi disina cikma istegi, ornegin karnavallar (mesela en cok bilinen Rio karnavali) ile bir anlamda geleneksellesmis.
    [...]
    Yani, (kurgusal olarak) bir normal "sacmaladiginda" tam da onun "normalligi" kendisine onceden atfedildiginden "sacmalamasi" hos gorulebilir, ilginc bir ozellik, "enteresanlik" olabiliyor. Normalligi verili olmayan, aksine bedeniyle zaten normallik kurgularinin disina atilmis bir sakatin "sacmalamasi" ise, bir "tehdit" niteligi iceriyor, zira "sacma" bu sefer teamullerin disina bir anlik cikma noktasinda kalmayip bizatihi normal olanin alanini isgal etmeye basliyor sanki: sacmalayan 'sacma'lar, sacmalayan normaller degil: normallik yok yani orada!
    [...]
    "sacmalayabilmenin" baska bir kosulu da "normalliginizin" onceden verili olmasi sanki
    [/quote]

    Sakatlık süreklisaçmalık halidir. Oysa saçmalama, gelir-geçer bir 'normalden sapma' halidir; yani bir an sonra normale dönüleceği varsayılır.
    Bu durumu bir bebeğin 'cee!' oyunundan anladığı şeye benzetmem, bilmem çok mu yanlış olur (?): Bebek, annesinin sürekli yanında olduğunu sanır/bilir. Bu bebek için 'normal'dir. Sonra anne bir şeyin ardına saklanır ve bebek için görünmez olur. Bebek bunu ilk farkettiğinde korkar ve ağlar. Ama daha sonra anne "ceee!" diyerek ortaya çıkar, yani bir an sonra her şey 'normal'e döner. Çocuk güler... Anlar ki bu bir oyun.
    Şimdi, eğer anne bir an sonra geri dönmeseydi, bebek için 'normal'den sapma söz konusu olurdu ve bebek ağlardı. Sonuç olarak 'geri dönüş' varsa, bu bir oyundur!..
    Burada toplumu bebek, sakatı ise anne gibi düşünürsek, sakatın 'ceee'den sonrada sakatlık halinin devam ediyor olması, işi oyun olmaktan çıkarıyor gibi sanki. Bebek/toplum, ezberin dışına itiliyor. Kalakalıyorlar!
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  6. #51
    Üye
    neptune Avatarı

    Üyelik Tarihi
    24.04-2005
    Son Giriş
    04.07-2010
    Saat
    11:05
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    267
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: neptune
    Alıntı Alıntı Yapılan Kişi: andante
    Neptün diyor ki;
    Sıradan insanlar tarafından yapılınca dikkat çekmeyen ya da küçümsenmeyen davranışların engelliler tarafından yapılınca küçümsenmesi eleştiriliyor sadece.
    Yağmur ise;
    Ve sakat insan dilediği yerde dilediği saçmalığı yapma özgürlüğüne sahiptir.
    İkisi de aynı şey zaten
    Benim kısa olarak anlatmak istediğimi gokhan yukarıda tersine bir yorumla anlatmış ama çok güzel anlatmış.

    Şöyle iki örnek vereyim;
    Sıradan bir insanın arada bir saçmalama ya da daha açık bir tanımla deşarj olma hakkı vardır (toplum kurallarının dışına çıkmak da nereden aklınıza geldi, bunlardan bahsedilmiyor ki ve bu hakkını kullandığında etraftakiler ona anlayışla ya da gülümsemeyle karşılık verirler. Ama bunu bir engelli yaptığında küçümsemeyle: "Haline bakmadan neler yapıyor!"
    İkinci örnekte ise tam tersini düşünelim. Engelli diyelim ki toplumu rahatsız edebilecek bir taşkınlık yapıyor. İnsanlar bu kez Yağmur'un dediği gibi davranabilirler; "Bırak şununla uğraşma, sakat o!" Yani normal değil. Yani pratik olarak dilediği saçmalığı yapma özgürlüğüne sahip.
    Ama iki örnekte de bariz olan sıradan insanın davranışları ile engelli olanın davranışlarına ayrımcı bir bakış açısı olmasıdır. (Eğer insanların bakış açıları taşkınlık yaptıklarında engelliyle engelsiz arasında farklı olmazdı diyorsanız zaten bu topiğin bir anlamı da kalmamış olur
    ...

    Konu dışı ama Can Dündar'ın yazısı gerçekten çok etkileyici; Bu durumun nedenini çok kısaca anlatmak gerekirse, artık toplumun ezici çoğunluğu, konvansiyonel "iyi insan" kavramını hayatta ezilmenin ve başarısız olmanın yolu olarak gördükleri bir anlayışta . Yani ama arkadaşlar, durumun farklı olmasını bekliyor muydunuz?

    Selamlar, sevgiler.

  7. #52
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Yani neptün.....

    Yapmayın kardeşim ya... Bu iş gerçekten gereğinden fazla uzadı. Konunun uzaması değil, söylemek istediğimi anlamamak konusu.

    Toplum her zaman herkese alışılmış kavramlarla yaklaşır. Siz alışılmış kavramlarla yola çıkarak sakat ve sakat olmayan insan gibi bir ayrımcılığı yaptığınızın farkında değilsiniz.

    Sakat insanlara yaptıkları saçmalık yoluyla ne de olsa sakattır imajını veren toplum, sağlam birine de yaptığı saçmalık karşısında başka bir isim verebilir. Sonuçta verilen isim değildir önemli olan, size nede olsa sakattır anormal der bizde de saçını kırmızıya boyadığı için adi kadın daha da ileri gider ya, nede olsa internet ortamı açıkca yazmayayım ama siz anlıyorsunuz, der...

    Ve bu şekliyle hepimiz bir şekilde zan altında ve özgür değiliz. Kalkıp bura gerçekten özgürlük ve serbestlik anlayışını bir kez daha tartışalım demiyorum.

    Eğer yazılanları birebir takip ediyorsanız, türkiyemin masalında diye kısa bir açıklamaylada ülkemde yaşanan olayların gerçekliğinin nedenleri üzerinde durulması gerektiğini bundan bir kaç ileti önce belirtmiştim zaten.

    Can Dündar ın yazısı bu anlamıyla tam buraya özgü bir şeydir. Bu kadar keşmekeşliğin, bu kadar adiliğin yaşatılmasına devam edildiği benim ülkemde, burada sizlerin başına gelenler son derece olağandır. Ve hatta ileri için dikkatli olun diyorum ben.

    Sadece , neden ve sonuç ilişkisinde bakmıyorsunuz olaylara diye günlerden beri bağırıyorum. Ama haklısınız, duymak isteyen kulak duyar, görmek isteyen göz görür.

    Haklısınız kardeş, filler daha çok acı çeker ölürken

  8. #53
    Üye
    Oya Tekin Avatarı

    Üyelik Tarihi
    14.07-2004
    Son Giriş
    Saat
    Yaşadığı Yer
    İzmir
    Mesaj
    415
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    En başından beri yazılanları okuyorum ama ancak fırsat bulabildim bir şeyler yazmaya. Ben de bir yanılgının içerisinde olunduğuna inanlardanım. Nedir bu yanılgı;

    Sakatlığınız bahane edilerek 'herkes gibi saçmalama özgürlüğü'nüzün kısıtlandığını düşünüyor musunuz? Sokakta bağırarak gülmek, eğlenmek, sevgilinizle sarmaş dolaş yürümek ya da kızmak, küfretmek, sarhoş olmak, kavga etmek.. Bu ve benzeri duygu taşmalarını özgürce yaşayabiliyor musunuz? Bu konuda toplumsal bir baskının olduğunu düşünüyor musunuz? Sakat olunca daha az göze batmak ya da daha "edepli" olmak gibi bir durum mu var acaba
    Saçmalama özgürlüğü böyle bir özgürlük var mıdır? Özgürlük nedir o zaman? Bu sorunların cevapları hemen tek tek geliyor ve sevgili Baben ve andante bunu çok güzel açıklamışlar ben tekrar bu konuya girmek istemiyorum. Gelelim bunun adı serbestlikse ve sizlerin anlattığı anlamda ise serbestlik böyle bir hak var mıdır? Bunu açıkçası anlamış değilim. Her insana tanınan şekliyle geçerli olduğunu düşünüyorum bu serbestlik hakkının. Yani her insan ne kadar serbestlik hakkına sahip ise bizlerde o kadar sahibiz bizi bu anlamda kısıtlayan yada meşru kılan benim bilmediğim bir şeyler mi var. Bunu verilen örneklerden de anlamış değilim. Bütün bu örnekler eğer doğru ise sakatlar yağmur altında yürürken neden yürüyorsun sorusu soruluyor ise, yada sevgilisiyle öpüşmesi insanlara şaşırtıcı geliyor ise o zaman ben farklı bir toplumda mı yaşıyorum? Bunun neden böyle algılandığının nedenlerine de değineceğim birazdan. Ama önce en çok takıldığım üzerinde durduğum ikinci konuya gelmek istiyorum ben.

    İkinci husus da şu: Sizce bizler, sakat olmayanlarca belirlenen kalıplarda kalmak, onların belirlediği rolleri oynamak için mi birbirimizi motive etmeliyiz yoksa bu kısıtlamalara/rollere başkaldırmak için mi?
    Bunun üzerine hemen şu soruyu sormak istiyorum ben. Sonradan sakat olan arkadaşlarım tabiki bu sorumun muhatabıdır. Çünkü sağlam ve sakat ayrımı arasında ki farkı en iyi onlar görebilir diye düşünüyorum ve soruyorum tabii özellikle Bülentçim sana(OturanBoğa’ya) ; Bizler sakat olmayanlarca belirlenen hangi kalıpların içerisindeyiz sen sakatlanmadan önce bizleri hangi kalıpların içerisinde görüyordun? Bu soruma vereceğin cevaba göre evet diyeceğim o zaman sağlam insanlar bizlere bazı kalıplar biçmişler. Ama bunu diyemeyeceğim ne yazık ki çünkü ben buna inanmıyorum, sağlam insanların bizlere bazı kalıplar biçtiğine inanmıyorum. Bizlere biçilen kalıplar yine kendi biçtiğimiz kalıplardır.

    Ben sağlam insanlardan bugüne kadar engelin ne sorusunu duymadım ama bu sitede özellikle sohbet odasında açılan özel pencerede ilk sorulan soru bu engelli misin, engelin ne? Kalıplaşmış bir soru. Oysa bana yaşadığım çevrede bu soru hiç yönetilmedi beni Oya Tekin kimliği ile tanımaya çalıştılar. Ve yine ben engelliler arasında çekişmeler sonucunda özellikle bedensel engellilerin omurilik felçlilerine sürüngenler ne işiniz var bu işlerle uğraşıyorsunuz gidin evinizde oturun dediğini duydum. Yine ben burada bir engelli çocuk sahibi annenin neden organizasyonlarınızı tekerlekli sandalyelilere göre ayarlıyorsunuz sorusunu duydum ve en sonda geçen gün sohbet odasında bir engelli arkadaşımızın bağıra bağıra zaten körlerden, topallardan ve sağırlardan korkacaksınız gibi bir söylemini duydum. Evet arkadaşlar bütün bunları ben sakatların içerisinde duydum bu ayrımları, bu kalıpları. Oysa sağlam insanlar bana bu soruları hiç sormadılar hiçbir zaman onların bana biçtiği bir kalıbı görmedim ben bu yüzden üstüne basarak diyorum ki bütün bu rolleri kendimiz biçiyoruz kendimize. Ve sevgili Sanem’in yaşadığı endişeyi bende taşıyorum fakirlik edebiyatı gibi bir sakatlık edebiyatı almış başını gidiyor. Ha bunları söylerken sorunlarımız yok demiyorum ama böyle bir edebiyatla bu sorunlar çözülmez arkadaşlar. Ne zaman insanca yaşama hakkını kazanırsak tüm toplum olarak o zaman bizlerde bir şeyler kazanırız. Bugün bu ülkede hiç sakat olmaya bilirdi de. Ama yaşlısı, hamilesi var bu ülkenin onlara göre bile uyum içinde olmayan bir mimaride yaşarken biz sadece bize yapılmadı diyemeyiz. Sakat fikirli yöneticilerin eksiklerini tüm topluma özellikle de sağlamlara biçemeyiz işte bu kine dönüşür, kin kusmaya döner. Ve tam anlamıyla bir sakat edebiyatı olur.

    Aksu demiş ki;
    Çünkü normal insanlar, ''böyle havada senin dışarıda ne işin var be, otursana evinde'' Şeklinde bir düşünce yapısına sahipler
    Normal insan peki biz anormal miyiz? İşte ayrımcılığın kendi kendimizi bir kalıbın içine sokmanın örneği değil midir bu? Sağlam insanların bize roller biçtiğine inanmıyorum bize rolleri yine kendimiz biçiyoruz. Ve biçtiğimiz rolleri de kendimiz oynuyoruz. Nasıl mı oynuyoruz kendimize acıyarak kendimizi toplum içinde öteki görerek. Biz kendimizi bu şekilde gördüğümüz sürece sağlam insanlarında bizi böyle görmesini engelleyemeyiz görmeseler de biz onlara öyle hissettireceğiz.

    saros1 demiş ki;
    Sakat olmayanlara sakat bir kişiyle birlikteyken ne hissetikleri sorulmuş, ankete katılanların %60'ları aşan bir oranı "çok rahatsız" hissettiklerini söylemiş.
    %60 çok rahatsız hissettiklerini söylemiş diyor saros bende hissederim saros. Neden mi? Çünkü böyle hissetmeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Sağlam insanların yanımızda rahat davranmalarını engelliyoruz. Bunu bir örnekle anlatacağım. Seneler önce yani lise yıllarımda görme engellilere gönüllü kitap okuyordum ve ilk kez sakatlarla aynı ortamı paylaşmıştım. Daha önce hiç sakat arkadaşım olmamıştı. Bir gün kitap okuduğum arkadaşlardan biri düştü doğal olarak yardım etmek istedim ama kendisi beni çok ters bir hareketle itti. O an onun bu davranışını tam anlayamamıştım. Yıllar sonra bunu konuştuk yani ben de sakat olduğumun farkına vardıktan sonra ve aldığım cevap beni şaşırtmıştı “Kimsenin bana acımasını istemiyorum.” Bu nasıl bir yaklaşımdı, "acımak"; böyle bir duygu ile yaklaşmamıştım bu duyguyu bilmiyordum ama onun sayesinde bu duyguyu tanıdım. Ve kendimi kötü hissettim hem anı yaşarken hem de yıllar sonra verdiği cevapla. Bu konunun üzerinden çok zaman geçti ve değişen bir şey yoktu yine tavırlar aynıydı. Çünkü velilerimle sohbet ederken sakatlık ve sakatlara bakış açısı konularında aynı cevapla karşılaşıyordum; “Yolda bir sakata yardım etmeye çekiniyoruz yanlış tavır alacağımız için, yada yanlış anlaşılacağı için” İşte benim bile kötü hissetmeme neden olan bu tavırlar o kadar çok ki tabi ki insanlar kendilerini kötü hissederler. Bunu biz sağlıyoruz çünkü. Ve özellikle de yapıyoruz bunu hatta bir çoğumuz bunu yaparken mutlu bile oluyor.

    Yağmur’da dolaşmanın tuhaf karşılanmasına gelince bu kış ağır bir dönem geçirdim ve uzun bir süre hareketlerim kısıtlandı. Çok aşırı yağmurlu bir günde sokağa çıktım mecburdum şemsiyeyi oldum olası sevmiyorum hafif sıklet olduğum için uçuracak korkusu da var. Bu yüzden yağmuru olduğu gibi yedim. Her neyse adliyede işlerim vardı çok ıslanmıştım ve zor yürüyordum değnekle. Bana mubaşir bu halinizle neden çıktınız evden dedi. Şimdi ben o mübaşire bana bunu neden söyledin diye saldırıya mı geçmeliyim? Yada sizin düşündüğünüz gibi mi düşünmeliyim? Sana ne mi demeliyim? Hayır diyemem arkadaşlar kusura bakmayın. Çünkü yaşlı kadında, mubaşirde haklılar. Bunu kötü niyetleri ile yada bizlere biçtikleri rollerle söylemiyorlar. Sakatsın buna hakkın yok anlamında hiç söylemiyorlar. Türk toplumunun yapısında bulunan bir sevecenlikle, hoşgörü ile söylüyorlar. Böyle algılamadıklarını biliyoruz ama öyle algılasınlar isteyen yine bizleriz arkadaşlar.

    İnsanlar sakatları düne kadar sokaklarda bile görmüyordu. Neden önce ailelerimizin acıma duygusu sonrada bizlerin kendimize acımasıyla evlere kapatmıştık kendimizi. Bizler ne kadar göz önünde olur isek her şeyde o kadar görünür olacaktır. Bizler kendi kendimize bir şeyleri ispatlamaya korkuyorken toplumdan bizi hemen her şeyiyle kabul etmesini bekleyemeyiz. Sonrada o topluma bizi kalıplara sokuyor bizlere rol biçiyor gibi bir mantıkla suçlayamayız. Bu kalıplardan kurtulmanın yolu daha görünür olmak, hayatın içinde olmaktan geçer arkadaşlar.

    Ve Rekursion verdiği emzik örneği yanlış anlamadıysam sakatlarla ilgili bir site orda tepkiyi aldığımız kesim kim sakatlar yani kalıbı biçen yine bizleriz. Benim anlatmak istediğim bu. Ben de aynı toplumda yaşıyorum hiç birinizden farklıda değilim. Engelim bugün için belki çok beni zorlamıyor ama bugünlere gelene kadar hiçte kolay dönemler geçirmedim. En kötü dönemimde eğitimin başındayım ama sakatsın sen, topalsın şunu yapamazsın, bunu yapamazsın demediler bana. Okuduğum her okulda her yarışmanın, her organizasyonun, müsamerenin içindeydim. Bu görevleri bana acıdıkları için asla vermediler buna kesinlikle inanmıyorum. Okuduğum okul İzmir’in sayılı okullarındandı yenilgiyi asla sindiremeyen bir okuldu. Hiç sakat olduğumu anlamadan yetiştim ve bugün bütün bu anlattıklarınızı anlamakta güçlük çekiyorum. Kendime soruyorum tuhaflık nerede bende mi? Daha hayatın içinden örnekler vereceğim ama şimdilik ana özetle söylemek istediklerim bunlardan ibaret. Tekrar üstüne basarak ifade ediyorum bizi kalıplara sokan ve roller veren yine kendimiziz. Sağlam insanlar değil.

  9. #54
    MİKAİLTEK
    Misafir Üye
    MİKAİLTEK Avatarı

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    merhabalar
    ben sizlere özel bir tv de hayretle izlediğim 2 haberi kısaca anlatacağım
    1. konu engellilerin kavgası.bu haberi izlerken çok şaşırmıştım çünkü her gün bi sürü insan kavga eder ama engellilerin kavgası haber olmuş ve haber sipikeri gülerek sundu bu haberi.
    2.konu engellilerin evlenmesi:yine özele bir tv de izledim deniyoki engelliler evlenir çocuğu olursa çocukların piskolojisi bozulurmuş anne ve babasından utanırmış buna benzer konular konuşuldu.
    yani çocukların bunca pisliğin bunca yanlışlıklardan piskolojisi bozulmuyoda ondan bozuluyor.
    neyse ben acaba büleny beyin ilk başta açtığı konuyla lakalı diye yazdım.yine bir başka şey ilerisi içinde ben pek ümitli değilim ilerde engellileri yok edelim derlerse hiç şaşırmam bu biraz sert bi yaklaşım ama bu gibi haberleri izlediğim zaman ben öyle hissetmeye başladım.
    saygılarımla

  10. #55
    Üye
    Pegasus Avatarı

    Üyelik Tarihi
    23.11-2003
    Son Giriş
    10.12-2018
    Saat
    01:14
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    649
    Alınan Beğeniler
    53
    Verilen Beğeniler
    20

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Andante belki önemsiz görülebilir;ama eminim senin için önemlidir. O yazı bildiğim kadarıyla Can Dündara ait değil. Yazı ilk kez gectiğimiz haftalarda Emin Çölaşan ın köşesinde yayınlanmıştı. Emin Çölaşan o zaman bu yazının Can dündara ait oldugunu söylememişti tabi, hatırladığım kadarıyla bir öğretmenden geliyor demişti. Nette sırf daha çok okunsun diye Altına Can Dündar yazılıp forward edilen binlerce yazıdan biri sadece.


    Tartışmanın aldığı boyut ilginç; ama günün birinde kendi kendimizi kodladığımız, bu kodlar yoluyla düşündüğümüz, kendimizi düşünsel bir hapise mahkum ettiğimiz, döngüsel bir mekanizma neticesinde kendimizden uzaklaştığımız gibi temalarla dolu bir yazı yazmaya çalışacağım. Foucault un kitaplarından aklımda kalanlarla süsledim mi oldukça ilgide çekecektir. Biraz da Barthes serperim üzerine. Hafif Derrida, bir tutam da Lacan...Gerçi onu anlamak çok zor. Foucault bile açıkça Lacanı anlamadım diyor. Olsun canım anlamış gibi yaparız. Hem zaten anladıklarımı anlatsam kimse birşey anlamayacaktır. E zaten güzel ve etkin bir yazı yazmanın yolu da burdan geçiyor değil mi? Yazının sonunda insanoğlunun içinde yaşadığı koşulların doğal bir yansıması olarak edinmek zorunda kaldığı tüm normallik söylemlerini yıkarım. Yerine bişey koymama da gerek kalmaz. Şöyle derim; sizin saçma dediğiniz şey saçmalık üreten mekanizmanızın ürünüdür ve bu ürün özünde kurgusal bir durumdan ibarettir. İşte bu nedenle kendinize doğru dediğiniz hiçbir şeyin anlamı yoktur. Siz kısaca Yapı olarak nitelendirebileceğimiz kurgusal bir temel üzerinde şekillendirdiğiniz düşüncelerinizle aslında sembolik bir rüyadasınız. Diliniz zaten gerçeği sarmalamaktan aciz....Sonra, tutup, insan denilen canlının milyonlarca yıldır yaşadığı bu dünyada çevresiyle tepkime sonucunda kaçınılmaz olarak değişerek oluşan tüm anlam duygusunu yadsırım. Saçma burada sembolik bir nitelik kazanır, o kadarki cinsiyet denildiğinde üçüncü bir cins oldugunu öne sürerim. Doğada böyle bişey olmaması önemsiz. Ben sürerim ve sırf kurgusal olmamak adına kabul göreceğimi de bilirim. Biri çıkıp "mülkiyet de kurgusaldır" ama... derse ona itiraz etmem. Bir diğeri "iyide "ensest" de kurgusaldır. Doğada ensest serbest" derse lafı değiştiririm. Sonra kurduğumuz tüm ilişkileri, mesela devlet gibi, tüm kurumların özünde bireyin aşamadıgı iktidar ilişkilerinin yapay bir sonucu oldugunu iddia ederim. Nasıl heyecanlı olmaya basladı degil mi. Devam ederim, daha söylenecek çok var. Bekleyin okuyunca tüm sisler dagılacak...Türk kimliği de fiktif bişey ya. İnsanların bir dillerinin ortak degerlerinin olması zaten sacma oldugundan ulus kimliği zaten saçmaların en büyüğüdür. İnsanları ortak idealler etrafında birleştirecek fikirler zaten sovyetlerle birlikte yokolmuş gitmişti değil mi. Şimdi bütün bu anlamsızlık sarmalıyla nereye varacagız sorusunu sormaya gerek yok. Zira bir yere varmak da sacmadır. Saçmanın saçması... Saçma, saçmalamanın saçmasızlaştırılmasıylada belirebilir ya neyse...En iyisi herşeyin anlamsız oldugu savını bayrak yapmak. Bu yazıyı yazarım umarım. Çok iyi olur. Bu arada benim bu yazıyı yazmam da saçma. Bende saçmayım. gidip saçmalayan karnımı doyurmak için saçma bir yemek yemem gerekiyor. Bu zorunluluk da saçma....Saçmaa bip bip bippp

  11. #56
    Üye
    andante Avatarı

    Üyelik Tarihi
    11.01-2005
    Son Giriş
    15.12-2009
    Saat
    18:11
    Yaşadığı Yer
    istanbul
    Mesaj
    756
    Alınan Beğeniler
    1
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Sevgili pegasus,

    Genel anlamda bu yazının kime ait olduğu gerçekten önemli değil, içeriği daha önem taşıyor benim için. Buradaki öreneklere çok yaklaşan , aynı zamanda yazılmamış örnekleride yaşadığımdan önemsiyorum bu yazılanları. Diğer taraftan işin gerçeğini öğrenmek ise benim açımdan önemli. Sana teşekkürler bu sebeple....

    Son yazını çok beğendim bu arada

    Herşeyin kurgusal olduğu bu dünyada, ya dünyada mı kurgusal?, Kurgulardan geçilmeyen bu kurgulu dünyada kurgusal olduğumu bilmek beni epey rahatlattı???

    Eee sonra mı? o yok kardeş, e si yok kurgunun.Yaşasın saçmalizim.....

  12. #57
    Genel Yayın Yönetmeni
    OturanBoğa Avatarı

    Gerçek Adı
    Bülent
    Üyelik Tarihi
    09.01-2003
    Son Giriş
    Bugün
    Saat
    15:31
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    57.505
    Alınan Beğeniler
    3.871
    Verilen Beğeniler
    4.124

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Oyacım, şu mesajımı okudun mu?: http://www.engelliler.biz/forum/view...=122087#122087
    Pegasus (değiştir artık şu ismini kardeşim), sen tam bir statikocusun. Değişimi ve hele de toplumun ve toplumun değer yargılarıınn değişimini göz ardı ediyorsun. İnsanlar, tam da sorugulayabildikleri ve bu sayede değişip gelişebildikleri için bugün hala varlar. Yoksa biz de dinazorlar gibi soyu tükenen canlılar olurduk.
    Hangi değer/beğeni yargısını alırsan al (saç, kilo, güç, zerafet, utanma, ayıp, övünç, seksilik, aile, devlet, Tanrı...), bırak yüzlerce yılı, on yıl öncesinden bugüne doğru kronolojik bir bakış sonucunda, geçen her yıl, bu değer yargılarının tepetaklak olduğunu görürüz. Dün berbat olan şey, bugün popüler, bugün popüler olan şey, dün iğrenç olabiliyor/oluyor...
    Onun için bugünkü normları ve tabuları sorgulamak, çok normal ve hatta yaşamsal önemde bence. İnsanlar bu sorgulamaları yaptığı için -baba diyalektik gereği- gelişiyor ve değişiyorlar. Yanlışa yanlış demezsek, değişim dinamiklerini de törpülemiş olmuyor muyuz? Eğer herkes değişime bu denli kapalı olsaydı, sakatlar şimdi 'sakat at' misali kafalarına sıkılan kurşunla ya da kurşun harcamamak için başka yöntemlerle öldürülüyorlardı. Neyseki, insanoğlu kendini sorguluyor ve gelişiyor...
    Yerine alternatif koymaya gelince, önerilen alternatifler senin düşüncene uymuyor diye, onları yok sayamazsın.

    Bir de cinsiyet konusuna ve enses ilişkiye kısacıcık değineyim.
    Enseslik konusunda, doğadaki tüm canlıların enses ilişkiye girdiklerini söylesem heralde çok yanlış olmaz. Kim kime dum duma... Elbette biz insanlar böyle yapmamalıyız. Sadece sen sık sık "doğa" deyince, doğayı hatırlatayım dedim. Biz insanlara gelşince, Adem'le Havva'dan başla, akraba evliliklerinden çık...

    Neden kendine doğayı temel alıyorsun bunu da bilmiyorum doğrusu; özellikle dişi-erkek konusunda.... Birincisi, doğada dişi de vardır, erkek de vardır, hem dişi hem erkek olan da vardır, kendi kendini dölleyen de vardır, vardır da vardır. Yani doğa senin söylediğin gibi iki unsurdan oluşmamaktadır. Doğa, nerede neye ihtiyaç duymuşsa, milyonlarca yıl sürecinde bunu doğurmuştur... İkinci husus, insan ırkını doğadaki diğer canlılarla bu kadar eş tutmak da bana pek sağlıklı gelmiyor doğrusu. Nerede kaldı bizim "üstünlüğümüz"? İnsanların seçenekler arasında tercih etme becerilerini neden yok sayıyoruz? Demeye çalıştığım, insanların cinsel kimliği ile (yani kadın-erkek hali ile), seks tercihleri arasında hiç mi fark yok? Lezbiyen ya da gaylerin seks tercihlerini, neden illa da üremeyle özdeşleştiriyorsun? Sek=üreme değildir ki! Seks bir zevktir ve tercihtir. Sen bunu kabul etmiyorsundiye, insanları nasıl yargılarsın?
    Devlete gelince, bundan sadece 200 yıl önce ortaya çıkan bir olguyu ve yönetim şeklini, bu kadar tabu saymak niye? Neden devleti ve yönetiş şekillerini sorgulamayacakmışız? Neden yerine alternatifler sunulduğunda, eğer kafanıza yatmıyorsa, yok sayıyorsunuz/sanıyorsunuz?

    Velhasılı, değişim yaşamsaldır ve insanı insan yapar. Ve değişim için sorgulamak ön şarttır. Sorgulamak da, varolan değer yargılarını sarsıcı fikirlerle ortaya çıkmaktır.

    Not: Yatmadan hemen önce yazdım. Umarım yanlış bişeyler yazmamışımdır.
    - Arkadaşlar, lütfen sorularınızı özel mesajla iletmek yerine ilgili foruma yazarak cevap arayın. Böylece hem soru-cevaplardan herkes yararlanır hem de en doğru cevaba en hızlı şekilde erişmiş olursunuz.
    - Lütfen sorunuza cevap aldıktan, bir sorununuza çözüm bulduktan sonra dönüp gitmeyin. Siz de başkalarına yararlı olmak için bilgilerinizi, tecrübelerinizi, duygularınızı paylaşabilirsiniz. Unutmayın, siz nasıl yana yakıla cevap arıyorduysanız, başkaları da içine düştüğü açmazdan çıkmak için aynı hararetle sorularına cevap arıyor...

  13. #58
    Üye
    kardelen39 Avatarı

    Üyelik Tarihi
    08.02-2005
    Son Giriş
    02.12-2008
    Saat
    14:03
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    105
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Yasamak sakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yasayacaksin
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden,
    yani bütün isin gücün yasamak olacak.

    Yasamayi ciddiye alacaksin,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleginle bir laboratuarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
    hem de en güzel en gerçek seyin
    yasamak oldugunu bildigin halde.

    Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
    yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
    ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için,
    yasamak yani agir bastigindan…
    ........

    Nazım Hikmet “Yaşamaya Dair” şiirinde ne güzel anlatmış yaşamın anlamını… Yaşarken şiirler hep pusulam oldu. O şiirlerdeki büyülü dünya sarstı beni. Bu anlamda yaşarken “ Sakatım, şöyle davranayım, sakatım böyle davranayım “ demedim. Tabii bilinçli olduğum zamanlardan söz ediyorum. Üniversite yıllarına kadar sakatlarla ilgili olarak tüm paradigmaların etkisi altındaydım.

    Yaşamak yeri geldiğinde kavga etmek… Yaşamak sinirlendiğinde bağırıp çağırmak… Evet, sarhoş olmayı severim… Sarhoş olup kahkahalarla çınlatmak her yanı… Yaşamak eğlenmek… Ama sorumluluklarını taşımasını da bilmek…

    Yaşamın içinde olmak için sakat ya da sağlam olmanız gerekmiyor. Toplum mu? Bireyciliği değil, bireyselleşmeyi savunuyorum. Ben bireyselleştiğim oranda özgürüm. Özgürlüğe bu açıdan bakıyorum. Eğer toplum beni yaşamımın akışı içinde belli yerlere doğru sürüklemek istiyorsa, kendi öğrendiklerimi ve bildiklerimi hem söylerim. Hem de eyleme geçiririm.

    Bu açıdan şairin dediği gibi:

    “ Lütfen dengemi bozmayınız “

    Yaşam sorunu, bir denge sorunudur. O dengeyi tutturup-tutturamamak ise benim sorunum.

  14. #59
    Üye
    A_GEYiK Avatarı

    Üyelik Tarihi
    14.04-2006
    Son Giriş
    11.11-2018
    Saat
    02:40
    Yaşadığı Yer
    İstanbul
    Mesaj
    748
    Alınan Beğeniler
    28
    Verilen Beğeniler
    26
    Blog Mesajları
    18

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Saçmalamak ya da saçmalamamak işte bütün mesele bu mudur?(!) Bir kere saçmalanmaz saç taranır. Bana hiç kimse sen özürlüsün saçmalayamazsın demedi. Ya da sen özürlüsün yüzemezsin bowling oynayamazsın sinemaya gidemezsin de demedi. Benim halen takıldığım nokta özürlüler ile sağlam kişiler arasınsaki ayırımcılık, sınıflandırma vs.

    Yeşil gözlü olanlar şunu veya bunu yapamaz diye bir kaide mi var? Ben hiç yeşil gözlü olup saçmalayanlar derneği ya da hem özürlü hem de yeşil gözlüler derneği de kurulduğunu bilmiyorum.

    Sanırım saçmalıyorum, yine de bilmem anlatabiliyor muyum?

  15. #60
    Üye
    saros1 Avatarı

    Gerçek Adı
    Volkan
    Üyelik Tarihi
    07.01-2005
    Son Giriş
    13.05-2016
    Saat
    15:17
    Yaşadığı Yer
    Edirne
    Mesaj
    88
    Alınan Beğeniler
    0
    Verilen Beğeniler
    0

    Zaten Değerlendirdiniz! 0
    Panthera: hafif, agresif ve zarif aktif tekerlekli sandalye...
    Daha önce çekincelerimi öne sürmüştüm. Sosyal bilimler hususunda uzman değilim. Ancak Pegasus’un eleştirilerini haklı bulmadım. Post-modern düşüncenin bu parçalayıcı, sökücü yapısı; yıktığı, harap ettiği yerine bir şey koymadan gittiği hep söylenmekte. Fakat, getirilen eleştiriler, “bir şey olmalı ki, her şeyi açıklasın, genel-geçer bir doğru olsun” demekten öteye de gidemiyor. Kişisel olarak, bireyi ve tercihlerini öne koyuyorum. Bireycilik ifratına kaçmadan, var olma hakkını önemseyerek yaşamak.

    İnsanca yaşamak, insan onuruna yaraşır bir yaşam herkesin hakkı. İnsan hakları söyleminde, insanların, insan onuruna yaraşır bir yaşamları olması için, temel ihtiyaçlar gözetilir. Bu noktada, hukukun ne söylediği önemlidir. Hukuku yaratan da, sosyal bilimlerdir.

    Hukuk olması gereken, yani tabi hukuk yaklaşımının peşinden yıllardır gidiyor. Tabi hukuk yaklaşımında zaman ve mekana bakmaksızın uygulanması gereken, genel geçer yasalar olduğu iddia edilir. Doğa yasalarında olduğu gibi, bu yasalarında, herkes için mümkün olduğunu söylenmektedir.

    Tabi hukuk yasasının karşısına devletin koyduğu, bahşettiği yasa dışında, olması gereken bir hukuk olmadığını iddia eden, positivist bir anlayış yerleşmiştir. Bu sekülerdir, aşkın bir odak varsaymaz, devleti aşkın bir merkeze konumlar. Yani, devletin koyduğu yasa, tartışmasız doğrudur. Bu yasaların verdiği haklar dışında başka haklara sahip olduğumuzu iddia edemeyiz.

    İki söyleminde, açıkları vardır. Positivst anlayışta, sistemin kolaylıkla otoriterliğe hatta, totaliterliğe kayma tehlikesi mevcuttur. Yasa ne diyorsa onun dışına çıkamazsın. Bu noktada, yasanın nasıl yapıldığı önem taşır.

    Diğerinde ise, dogmaların nereden geldiği belirleyici olur. Aşkın odağın, niteliği tartışmalıdır. Ve yahut, aşkın odak tartışılamaz olduğunda, asıl tartışılacak konu meydana gelir.

    İnsan hakları söylemi bunların ötesine “insan ihtiyaçlarını” koyar. İnsan ihtiyaçlarının ne olduğunu belirlemek, hangi ihtiyaçların temel olduğunu söylemek zordur. Bu ihtiyaçları belirlerken, nerede durduğunuz önemlidir.

    Bu kısa açıklamadan sonra, post-modern düşüncenin ışığında, toplumsal ilişkilerin –tabiri caizse- ipliklerinin pazara çıkarılması, ihtiyaçların belirlenmesinde yol gösterici olabilir, demekteyim.

    Saygı, başkalarının ihtiyaçlarını dikkate almaksa; bu ihtiyaçları başkalarının söylemesine de izin vermektir. Toplumun bile- isteye işleyen bir mekanizması olduğunu iddia edip, bu iktidar ilişkileri içinde ezilenlerin büyük bir komplonun kurbanları olduğunu söylemiyorum. Bu bence paranoyakça. Bununla birlikte, ihtiyaçları ihtiyaç sahipleri yerine söyleyenlere bunun yanlış olduğunu; bile- isteye olmasa da, içten içe yaptıklarını meşrulaştırmak için bilinç altında hükümran olduklarını ve bu yönde, eşit olmayan bir noktadan hitap ettiklerini yüzlerine vurmalıyız.

    Bu noktada, toplumun diğer kesimleri, bir konuda ezilenler hakkında fikir beyan ederek, onların ihtiyaçları hakkında karar verdiğinde, ilişkide saygı unutulduğundan, bir yere varmak güçleşiyor. Sanırım altını çizmeliyim, bir kadının ihtiyaçları hakkında ahkam kesmem kadınlara tuhaf gelebilir. Hatta, kırsal kesimde yaşayan bir kadın hakkında, şehirde yaşayan bir kadının yürüttüğü fikir varsayım olacak, onun ihtiyaçlarını belirlemek mümkün olmayacaktır. Anlata bildim mi? Kimse kimsenin, aynısı olamaz. (Her sakatta birbirinden ayrıdır. Maddi koşullar aynı olsa bile.) İhtiyaçları ihtiyaç sahibi belirler. Tabi ki, kişinin ihtiyaçlarını belirlerken toplumun kurgusu içinde olduğu, kendi ihtiyaçlarını hiçbir şekilde kendi düşüncesiyle belirleyemeyeceği iddia edilebilir. Zorunluluk tezi...Seçim özgürlüğü tam olmasa da, farkındalıkla seçeneklerimizi yaratabiliriz.

    Bu arada Pegasus, hiç olmazsa, stratejik olarak hangi tezin ardında durmamız gerektiğini söyler misin? Zira, engelli hareketinin itici gücü, aktivistlerinden gelmiştir. Bu noktada, motive edici bir görüşün tesiri gözden kaçmamalı.

    Çevre koşullarının iyileştirilmesi meselesine yoğunlaşmak tabi ki gerekiyor. Ama bu konu, bu kadar da basit değil. İlk olarak, sakatları yalnızca, fiziksel sakatlığı bulunanlarla sınırlamak anlamına geliyor (zihinsel, algısal eksiklikleri bulunanlar ya da her yere ulaşabilse, iletişim dahil hiçbir fiziksel yardıma ihtiyaç duymasa da “anormal” kabul edilen vücut uzuvları sebebiyle dışlananlar ne olacak peki.) Sakat bir yakını bulunup da, bu nedenle ayrımcılığa maruz kalanları unutmamalıyız. Çevre çok şey, ama her şey değil.

    Anladığım kadarıyla, bu noktalarda, anlaşmamız mümkün olmayacak. Andante şunu bilmeni isterim ki, sakat olmayan insanların dertleri, yüz yüze kaldıkları bizlerin ki kadar vahim. Ama şu da bir gerçek ki, toplumlarda bazı kesimler hak ihlalleriyle daha sık karşılaşmaktalar.(araştırmalar sonucu sabittir) Bunun sebeplerini aramak makul değil mi?

    Not: Andante ankettin sonuçları hakkında şunu söylemek istiyorum, %60’şı aşan oranda çok rahatsız olduğunu beyan etmiş. Çok rahatsız. Tabi rahatsız olduğunu söyleyenleri unutmamak lazım.




Sayfa 4 / 8 İlkİlk 12345678 SonSon