Çareler tükendi. Bende tükendim hemen peşi sıra, bir an bile beklemeden, bu kara yazgıyı gıkım çıkmadan kabullenerek, dibimi gördüm. Dost, öyle tükendim ki; bir sana anlatacak tâkatim kaldı. Fazlası yok! Üstüne iki çift hâl hatır soru cümlesine bile dermanım yok. Yıldım ve çaresiz bir gemiye bindim artık. Nereye gittiğinden veya bir yere varacağından dahi bihaberim. Güvertede iki kelâm hoş sohbet edecek kimse yok. Bir sen varsın ve beni bir sen anlarsın...
Geminin o koca gövdesi, dalgaları yararak ilerliyor. Sanki o su birikintisi benim göğüsüm ve her geçen saniye de göğüsüm biraz daha yarılıyor. O ucu bucağı olmayan, devasa su birikintisine göğüsümün kızıl rengini katıyorum. Yavaşça, karışım miktarının azlığından olsa gerek; engin denizlerde kayboluyor. Bedenim yetmiyor bu koca denizi kızıla boyamaya, oysa ruhumun karanlığını dökebilsem, bu maviye esir edilen denizi; bir damlasıyla katran rengi siyaha boyardım...
Dost, hiç ses yok. Bu kaptansız gemide, sessizce ilerliyorum. Her geçen saniye senden uzak veya bir o kadar yakın. Bilmiyorum. Nerede olduğumdan, nereye varacağımdan haberim yok. Oysa sora sora Bağdat bulunurdu öyle değil mi? Soracak tepemdeki martılardan başka kimsem yok!
Şimdi güzel bir şarkı seç benim için ve gözlerini kapatıp dinle. Aştığım dalgaların sesleri ilişsin kulaklarına ve söylediklerimi hayal et. Taze bir maket bıçağı ucunun, yavaşça kağıt keser gibi göğüsümü yardığını hayal et. Hızla akmaya mahkûm olan kanım kadar çaresizim işte! Öyle bir çaresizlikle boğuşuyorum...
Dost! Yalnış anlama, hoş sohbetini, sıcak bir çayla işlediğin kelimelerini ve bende bıraktığın izleri severim. Ama işitirmi bu kulaklar o narin sesini bir daha yada hisseder mi o güven veren sıcak elini sırtım, yanına nefes alarak gelir mi bir daha bu beden bilmiyorum...
Korkunun ecele faydası yok derler bilirsin. Korkmuyorum! Gözlerimde korkunun zerresi yok. Bolca cesaret yudumladı göz bebeklerim. Sonunu düşünen kahraman olamaz! Kahraman olacağım bir hikayem bile yok! Hikayesi olmayan ân'lar, cesareti neylesin. İşe yaramaz cesaretim, elimden bir şey gelmez. Çaresizim...
Dost, mektubunu göğüs cebime koyuyorum. Eline ulaşırsa telaş etme. Huzurla gidiyorum. Bir damla kanım akmadan, bedenimle soğuk denizleri boğuyorum. Yavaşça batıyor gemi, anahaber'de bir duyuru işitir kulakların, acı bir inilti çıkacak olursa dudaklarından, kendine hakim ol. Sen bu siyah dünyada tek beyaz noktasın ve fesleğen yetiştirmelisin benim için...
Unutmadan söylemeliyim ki; Ekim ayında deniz bir başka, çok başka güzel. Soğuk işliyor bedenine usulca ve seni kendine mahkûm ediyor. Betin benzin atıyor adeta ve rengin açılıyor. Şimdi koş çık dışarı ve bir bardak al Ekim'in sularından, parmaklarını batırıp bir kaç damla serp saçlarına, kalbim saçlarında yaşamaya devam etsin...
Denizi her gördüğünde beni hayal et. Ruhumun oralarda bir yerde yaşadığını sakın unutma. Eğer yanına bir daha gelebilecek olursam yine de bunu aklından çıkarma! Ben ruhumu maviye hapsolmuş denizlere armağan ettim. Mülküm o kadar büyük şu anlamsız dünya da...
Geminin o koca gövdesi, dalgaları yararak ilerliyor. Sanki o su birikintisi benim göğüsüm ve her geçen saniye de göğüsüm biraz daha yarılıyor. O ucu bucağı olmayan, devasa su birikintisine göğüsümün kızıl rengini katıyorum. Yavaşça, karışım miktarının azlığından olsa gerek; engin denizlerde kayboluyor. Bedenim yetmiyor bu koca denizi kızıla boyamaya, oysa ruhumun karanlığını dökebilsem, bu maviye esir edilen denizi; bir damlasıyla katran rengi siyaha boyardım...
Dost, hiç ses yok. Bu kaptansız gemide, sessizce ilerliyorum. Her geçen saniye senden uzak veya bir o kadar yakın. Bilmiyorum. Nerede olduğumdan, nereye varacağımdan haberim yok. Oysa sora sora Bağdat bulunurdu öyle değil mi? Soracak tepemdeki martılardan başka kimsem yok!
Şimdi güzel bir şarkı seç benim için ve gözlerini kapatıp dinle. Aştığım dalgaların sesleri ilişsin kulaklarına ve söylediklerimi hayal et. Taze bir maket bıçağı ucunun, yavaşça kağıt keser gibi göğüsümü yardığını hayal et. Hızla akmaya mahkûm olan kanım kadar çaresizim işte! Öyle bir çaresizlikle boğuşuyorum...
Dost! Yalnış anlama, hoş sohbetini, sıcak bir çayla işlediğin kelimelerini ve bende bıraktığın izleri severim. Ama işitirmi bu kulaklar o narin sesini bir daha yada hisseder mi o güven veren sıcak elini sırtım, yanına nefes alarak gelir mi bir daha bu beden bilmiyorum...
Korkunun ecele faydası yok derler bilirsin. Korkmuyorum! Gözlerimde korkunun zerresi yok. Bolca cesaret yudumladı göz bebeklerim. Sonunu düşünen kahraman olamaz! Kahraman olacağım bir hikayem bile yok! Hikayesi olmayan ân'lar, cesareti neylesin. İşe yaramaz cesaretim, elimden bir şey gelmez. Çaresizim...
Dost, mektubunu göğüs cebime koyuyorum. Eline ulaşırsa telaş etme. Huzurla gidiyorum. Bir damla kanım akmadan, bedenimle soğuk denizleri boğuyorum. Yavaşça batıyor gemi, anahaber'de bir duyuru işitir kulakların, acı bir inilti çıkacak olursa dudaklarından, kendine hakim ol. Sen bu siyah dünyada tek beyaz noktasın ve fesleğen yetiştirmelisin benim için...
Unutmadan söylemeliyim ki; Ekim ayında deniz bir başka, çok başka güzel. Soğuk işliyor bedenine usulca ve seni kendine mahkûm ediyor. Betin benzin atıyor adeta ve rengin açılıyor. Şimdi koş çık dışarı ve bir bardak al Ekim'in sularından, parmaklarını batırıp bir kaç damla serp saçlarına, kalbim saçlarında yaşamaya devam etsin...
Denizi her gördüğünde beni hayal et. Ruhumun oralarda bir yerde yaşadığını sakın unutma. Eğer yanına bir daha gelebilecek olursam yine de bunu aklından çıkarma! Ben ruhumu maviye hapsolmuş denizlere armağan ettim. Mülküm o kadar büyük şu anlamsız dünya da...