Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Allah insanı neden yarattı

ibo3535

Üye
Üyelik
28 Nis 2011
Konular
34
Mesajlar
191
Reaksiyonlar
0
İnsan niçin yaratılmış?

."her varlık baska bir varlığı sevme ve başka bir varlık tarafından sevilme ihtiyacı duyar.ancak allahın sevilmeye ihtiyacı yoktur.sadece sevmeyi ve sevilmeyi sevdiği için insanı yaratmıştır.."


“İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz.
Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır.
Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil.
Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz.
Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu,
kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış;
bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş.



Diyebiliriz ki, Rabbimiz bütün kâinatı bizim için yaratmıştır Bundan 20 milyar yıl önce evren yaratılmaya başlamış, 100 milyar galaksi ve her galakside bulunan ortalama 200 milyar yıldız, güneş sistemini ve dünyayı netice vermiştir 5 milyar yıl önce yaratılan dünya, asırlarca bir beşik gibi süslenmiş, milyonlarca çeşit hayvan ve bitki yaratılmış, en sonunda kâinatın en şerefli misafiri olan insan gelmiştir
Neden Rabbimiz, insan için bu kadar masraf etmiştir? Niçin her şeyi onun emrine vermiştir?
Şöyle bir bakın: Bütün varlıkların bir görevi var İnekler süt veriyor, arı bal yapıyor, tavuk yumurtluyor, balık bize et yetiştiriyor Hatta lüzumsuz sandığımız bazı varlıklar bile hizmet ediyor Yılanın zehirinden ilâç yapılıyor, karıncalar çıkardıkları gazla güneşin zararlı ışınlarını süzen ozon tabakasını güçlendiriyor, solucanlar fosforla toprağı besliyor Gereksiz, hikmetsiz, boş ve zararlı hiçbir varlık yok
Bunların hepsi insan için çalışıyorlar İnsan da bütün varlıklardan yararlanıyor, kullanıyor, hatta sevdiği canlıyı yatırıp kesiyor ve etini yiyor Ama, hiçbir varlığa insanın etini yeme, sütünü içme veya sırtına binip gezme yetkisi verilmemiş İnsanın kullandığı bazı haklar hiçbir varlıkta yok
Peki bunca emek çekilen, masraf yapılan, özenilen, yetkilerle donatılan insan niçin yaratılmış? Eti yenmez, sütü içilmez, derisi işe yaramaz, ölüsü bir an evvel toprağa gömülür Acaba Rabbimiz bir solucana bile bir yaratılış hikmeti taksın, insanı başıboş bıraksın ve 60-70 yıl yeyip içip yatması ve sonunda ölmesi için yaratsın
Bu, mümkün mü?
Kesinlikle mümkün değil Şu âyet meallerine bakın, aklımıza gelen sorulara ne güzel de cevap veriyorlar:
“Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boş yere yaratmadık” (Sâd: 27)
“Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 115)
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 36)
Peki başıboş değilsek, Rabbimiz bizi niçin yarattı? Çalışıp çabalamamız, yeyip içmemiz için mi?



Rabbimiz şöyle buyuruyor:

[zariyat 56]
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Diyanet Meali)

bazı kişiler, bu ayeti "bana ibadet etsinler" şeklinde tercüme ediyorlar ve bu yanlıştır. insanın yaratılma maksadı ibadet etmek değil, ALLAH'a kul olmaktır.
 
sunuda duzeltelım allaha kul olmak demek cenabı hakkın farz kıldıgı herseyı yapmak demektır yasakladılklarına yapmmamak emretdıgını yapmaktır bunun ıcın de ıbadete ayrı parantez acmıstır
 
Güzel allah ne güzel yaratmış ne kadar cok imakn vermiş neler yapmıi insanlar için acaba doğru orantıda teşekkür ve şükür edebiliyoryuz yüce allah
 
burasi bizler icin imtihan dünyasi ahlak nefis sabir sükür ile imtihan ediliyoruz......
 
BAZEN DÜŞÜNÜYORUM YÜCE ALLAH NE GÜZEL SABIR EDİYOR SABIR EDENLERİN EN HAYIRLISI BİZE BİRİ KÖTÜ SÖZ SÖYLESE YÜZÜMÜZE DÖVEMYE KALKARIZ HATTA KÜSERİZ YÜCE ALLAH KULLARINI O KADAR SEVİYOR Kİ KÜFÜR EDENEDE RIZIK VERİYOR ONA İMA EDİYOR İHMAL ETMİYOR KİMSEYİ BEKLİYOR SABIR EDİYOR BELKİDE TÖVBE EDERLER DİE BİZ ACİZ BU KUL OLADUĞUMUZ HALDE BİZE UFACIK BİRİ KÖTÜ SÖZ SÖYLESENE AYNI ŞİDDETLE CVP VERİRİZ YA YÜCE ALLAH TA BÖYLE YAPSAYDI NE OLURDU HALİMİZ Bir Müslümanın ölümünü duyunca, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra, "Ya Rabbi onu salihlere kat, rahmetine eriştir, çoluk çocuğuna iyilikler ihsan et, bizi de onu da mağfiret et" diye dua edin!) [İbni Asakir]

[İnna lillah ve inna ileyhi raciun, Bekara suresinin 156. âyet-i kerimesidir. "Elbette biz, Allahü teâlânın kuluyuz, ölümden sonra dirilerek yine Ona döneceğiz" mealindedir.]

(Hiç bir ümmete verilmeyen bir şey benim ümmetime verildi. O da bir bela ve musibet karşısında istircadır.) [Taberani]

[İstirca, bela zamanında veya acı bir haber duyunca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" demektir.]

(Birinize bir musibet veya bir bela geldi mi, istirca ettikten sonra "Ya Rabbi, senin yanında bu musibetin ecrini [sevabını] bekliyorum, bunun ecrini bana ver ve bunu daha hayırlı bir şeyle değiştir" diye dua etmelidir.) [Tirmizi]

(Bir musibet karşısında istirca edilirse, musibetin sonucu güzel olur.) [Taberani]

(Çocuğu ölen, Allahü teâlâya hamd edip, istirca ederse, Hak teâlâ meleklere "Şu kuluma Cennette bir ev yapın, adını da hamd evi koyun"

sccoqv.jpg
 
Allah c.c insanı yarattı, ve bir sürü bilinmezi, Kuranı kerimi bize armağan etti, gözümüzün görmediği, kulağımızın duymadığı o kadar şey varki bunların hepsini bize vermedi, verseydi kim bilir neler olurdu.Allah c.c. inanmayanlar var yok değil, bu düzen kendiliğinden oluşmadı ya muhakkak birileri yazdı cizdi .
 
Cenabı hak ınsanı kul olarak yarattı cunku 18 bın aleme rehber olan hz.peygamber efendımız s.a.v 18 bın alemın efendısı kısacası kanınatın efendısı allahı tanımamız ıcın ınsandan rehber kıldı ınsan oglunu oyuzden yaratmıstır yer yuzunde ınsan oglundan sereflısı yoktur allah katında melekerdende ustundur ınsan oglu bızler peygamberler olmasaydı cenabı hakkı tanıyamazdık allahı tanımak ıcın once peygamberlerı yolladı sonra kıtaplarla ogrendık bulduk rabbım kımseyı kurandan ımandan ayırmasın
 
faruk kardes bırılerı degıl bırı o kısı yaradan cc rabbımız bızım ona tanımamız ıcın once rehberlerı gonderdı sonra kıtapları kıtaplar sayesınde yaradanımıza tanıdık sonra kendımıze sonra bıze neden yaraddıgını sorguladık ve ıyıkı bızlerı yaradmıs sukurler olsun yaradanımakı benı once saglam olarak yraddı sonra engellı olmamı sagladı ve en engellı olunca daha cok baglandım yuce yaradanıma
 
HASTALAR RİSALESİ________________________________________
BİRİNCİ DEVÂ Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa ziyan olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor. Tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin.

İKİNCİ DEVÂ
Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine sığınır, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete erişenlerden olur. Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şikayet etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına sahih rivayet vardır. Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan şikayetçi olan değil, teşekkür et.

ÜÇÜNCÜ DEVÂ Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, devamlı gelenlerin gitmesi, gençlerin ihtiyarlaşması sonunda, ölüm ile ayrılık çukuruna düşüldüğü bir gerçektir. İnsan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak, rahatlık ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde bulunan insan; burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemez, ömür sermayesini boş yere sarf ettirir. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Ölümsüz değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu bakış açısı ile hiç aldatmaz bir nasihatçı ve ikaz edici bir yol göstericidir. Ondan şikayetçi olmak değil, belki bu şekilde ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

DÖRDÜNCÜ DEVÂ Ey hasta! Senin vücudun, azaların senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Başkasının mülküdür. Onların sahibi, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Esmâ-i Hüsnâ'sının nakışlarını göstermek için, çok haller içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığında bilirsin. Nefret ettiğin hastalık perdeleri altında güzel, sevimli bir çok tarafları bulursun.

BEŞİNCİ DEVÂ Ey hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara Allah'ın bir ihsanı, Rahmânın bir hediyesidir. Bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki, hangi hastalıklı genci gördüm; diğer gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî heveslerden bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu söylerdim. Derdim ki: "Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir."

ALTINCI DEVÂ
Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ızdırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı, yolumuzda ölüm olmasaydı, ayrılık ile yokluğun rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı gelecekte mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize "Haydi, dışarı" diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıkların ikazıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız. Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: "Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren." Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.

YEDİNCİ DEVÂ Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar günahların keffareti olduğu sahih hadisle sabittir. Hem hadiste vardır ki, "Ermiş ağacı silkmekle nasıl ki meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker." Günahlar, ebedi hayatta daimî hastalıklardır; bu dünya hayatında dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şikayetçi olmazsan, şu gelip geçici bir hastalıkla, sürekli pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kesin ilâç ve kesin şifa verici bir yolu olan iman ilâcını aramak ve inancını düzeltmek gerekir. O ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâl'in kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî lezzetlerle doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî lezzet, şifa altında, kısmi maddî hastalıkların acısı erir, ezilir.

SEKİZİNCİ DEVÂ
Ey Hâlıkını tanıyan hasta! Hastalıklarda üzüntü ve korku ise, hastalık bazen ölüme vesile olduğu yönündedir. Ölüm, gafletin bakışı ve görüntüsü yönünde dehşetli olduğundan ölüme vesile olabilen hastalıklar insanı korkutuyor, telâş veriyor. Evvelâ bil ve kat'î iman et ki, ecel takdir edilmiştir, değişime uğramaz. Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
İkincisi: Ölüm, şeklen göründüğü gibi dehşetli değil. Ehl-i iman için ölüm, hayat vazi-felerinin yükünden kurtuluştur. Hem dünya meydanındaki imtihanda emir olan ibadetlerden bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem dünya zindanından, cennet bahçelerine bir da-vettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine karşılık ücret alma sırasıdır. Madem ölümün özü hakikat noktasında budur; ona sevgi ile bak.

DOKUZUNCU DEVÂ
Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O me-rakın senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen, merak etmemeye çalış. Yani, hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın kökünü kes. Evet, merak hastalığı ikileştirir. Maddî hastalığın altında, merak ile mânevî bir hastalığı kalbine verir; maddî hastalık ona dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddî hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafif-leşir, kısmen gider. Özellikle kuruntularınla bir dirhem maddî hastalık, bazen merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider. Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faydasını bildin; o merhemi meraka sür, kurtul. Ah yerine oh de; "Vâ esefâ" yerine "Elhamdü lillâhi alâ külli hal" söyle.
 
Üst Alt