Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Sakatlığımız kişiliğimizi nasıl etkiledi? [Tartışma]

kardelen39

Üye
Üyelik
8 Şub 2005
Konular
4
Mesajlar
99
Reaksiyonlar
0
Kendini tanı özdeyişini büyük düşünür Sokrates söylemiştir. İnsanın kendisini tanıması zordur. Ama özünü bilmesi belki de mutluluğun anahtarıdır. Bu anahtarın sırrı kişiliğimizdir. Kişilik bireyselliğimizdir. Peki kişiliğimiz oluşurken toplumun özürlüler konusundaki paradigmalarından nasıl etkilendik? Topluma uyum sağlamakta zorluk çektik mi? İçimizde çatışmalar yaşadık mı? Kendi kendimize nasıl savunma mekanizmaları geliştirdik? Kısacası sakatlığımız kişiliğimize ne gibi etkiler yaptı? Ya da aşağılık kompleksi duyduk mu? Aşağılık kompleksi duyduksanız eğer sizin için bir itici güç oluşturdu mu? Bu sorular çoğaltılabilir. Sakatlığımızın kişiliğimize etkisi nedir?
 
Hala kendime sayısız ve gereksiz sorular soruyorum...
Eskiden hep en olmazı düşler ve kendimi batırdıkça batırırdım,
Çok ağlardım
Hem arkadaşlarımla olmak isterdim,
hem de onlarlayken bin tane kendimi mutsuz edecek bahane bulurdum..
Geride kalmamak için hep soluk soluğa kaldım ben,
Soluğumun yetmediği yerde hele bi durun diyemedim,
Hep en olmazına aşık olurdum,
hep karman çormandı yaşamım,
bi sağlamdım bi sakat,
bi sakattım bi sağlam...
Yansımamı görünce kendimden, bakışlarımdan, suratsızlığımdan korkardım çoğu zaman...
Uzak durun benden bakışı, sakın dokunmayın bakışı...
Sonra yavaş yavaş gerçek acılarla yüzleşmeye başladım
Hayat masal gibi değildi, ben o oyundaki kül kedisi hiç değildim
Sihirli değnek birilerinin uydurmasıydı ve asla bana dokunmayacaktı,
Hani üç dilek hakkım olacaktı, sonsuz dileğim olsun isteyecektim,
ben kurtaracaktım dünyayı yokluktan, yoksulluktan, hastalıktan, savaşlardan,
e tabii kendimide baştan yaratacaktım
Eskiden sakatlığım her şeye bahaneydi,
istediğim kadar ağlayabilir, istediğim kadar insanları mutsuz edebilirdim...
Nasıl gıcık oluyorum eski ben'e
Bahaneleri bir dolaba kilitledim
(arada çıkarıp bakıyorum işime yarar mı diye, sonra hemencecik vazgeçiyorum :) )
Azıcık büyüdüm belki,
soluğum kesilmiyor mu sanki şimdi,
yoo bazen öyle tıkanıyorum ki..
ama durun diyorum hele bi durunn soluksuz kaldım ben....
sorularım var hala,
hem kendime hem de başkalarına,
ama inadına içimi acıtan sorular değil..
Artık...
daha az surat asıyor daha çok gülüyorum
hem kendimi, hem de diğerlerini sevebiliyorum
seviyorum
biri bana bir gün sakat yanını seveceksin deseydi
nasıl bir tepki verirdim tahmin bile edemiyorum ama sanırım bir daha yakınlarıma uğrayamazdı...
Seviyorum, her halimle kendimi seviyorum
Bana güzel anlar, anılar yaşatan sakat yanımı
Mis gibi yürekler tanımama vesile olan yanımı...
 
Sevgili Çiğdem,

Yazdıklarını bir solukta okudum. Okurken o satırlarda bir yandan da kendimi görür gibi oldum. Yaşadıklarımız ne kadar da benzer duygular... Yüreğine sağlık diyorum.

Kişilik değişir mi? Gerçekten de kişiliğin bir kez oluştuktan sonra değişebilirliği ya da değişime göstereceği direnç sorunu tartışma konusudur.

Fakat şu var ki, değişim birtakım sınırlamalar ile olanakların biçimidir. Biz değişirken o olanakları gerçeğe dönüştürüyoruz. İşte beni mutlu eden bu duygu. Aristoteles, doğadaki herşeyde bir amaçlılık olduğunu söyler. Bu savı beni şu düşünceye götürüyor.

Ben varım. Sakat da olsam... Yaşıyorum. Ama sadece nefes alıp vermek istemiyorum. Yaşıyorsam eğer yemek yemek için değil, yaşamak için yemek yemek zorundayım.

İşte o zaman ben ve toplum arasındaki buzlar eriyor... Hücrelerimde yaşamın basıncını duyumsuyorum. O basınç kulağıma fısıldıyor... "Çık... Çık... Kendi beninin merdivenlerini tırman diyor... "

Tırmandığımda mutluluğun bedenimde değil ruhumda olduğunu görüyorum. Mutluluk tek yönlü yaşamak değil, özgür, sorumlu bir birey olmaktır. Yapabiliyor muyum? En azından çaba harcıyorum. Eğer dünyaya gelmişsem, sakat, sağlam ne farkeder? Her canlının bu dünyada bir işlevi var. Benim de...

Bu duyguyla yaşama yeniden sarılıyorum.
 
Ne güzel bir soru. İnsan bu soruyu okuyunca kudretin kendinde oldugunu düşünmeden edemiyor. Sakatlık,sağlamlık,zenginlik,fakirlik,güzellilk ,çirkinlik...
Bunların hepsinin hayatımızda bir şekilde etken oldugunu ve "karakterimizi "şekillendirdiğini düşünmek.
Bu şekillenme esnasında rölü kendimize vermek.
"Biz" bu biz çok önemli, insiyatifin kimin elinde oldugunu vurgulaması açısından da önemli.
Bügün aramızda başarısız olarak nitelendireceğimiz bir çok insan engelliliklerine rağmen bambaşka koşullarda hayata gözlerini açsalardı neler olurdu?
Ben örneğin. Üniversitede okuyorum. Başka birçok işle uğraşıyorum. Etrafımda bir çok insan beni kendilerine ve çevrelerine örnek gösteriyor.
"Bakın yılmadı" diyorlar.
Doğru yılmadım.
Yılmaya niyetimde yok. Ama burda haksız bir başarı atfediliyor gibi geliyor bana.
Bu söylemlerin tadını çıkarmak zevkli olabilir. Ama ben bunun böyle olmadıgını hayattan öğreneli çok oldu.
Hayatta becerdiğim herşeyin benim karakterimin bir ürünü oldugu ve her şartlar altında değişmez bir kanun eşliğinde aynen gerçekleşebileceği...
Bu çok saçma.
Bugün karaktersizlik diye nitelendirebileceğim bir çok işin içerisinde değilsem yada değilsek bunun bizim müthiş karakterli insanlar oldugumuzdan değil koşullarımız buna izin verdiği için olduguna inanıyorum.
Düşünelim bir kez deli bir anne babanın avuçlarında yetişseydik ve onların deger yargılarıyla her türlü ahlaksızlıgın normalleşt
irildiği bir ortamda acaba şu anki gibi mi düşünecektik???
Sakatlık yada sağlamlık insan karakterinde ancak diğer insanların etkisiyle olumlu yada olumsuz etkiye yol açabilir.
Örneğin bizler insanız ve uçamıyoruz.
Ama uçamamanın ruhumuzda olusturabilecegi zararlardan konusmuyoruz değil mi?
Çünkü hiçklimse uçmuyor ve bu yönde toplumsal bir beklenti yok.
Ama eğer birileri uçabilseydi bizler bununda eksikliğini çekecektik. Anlaşılacagı üzere düşüncelerimiz, karakterimiz bizim dısımızda olusan paradigmalar üzerinden hareket eder. Sırf bu nedenle çağdaş düşünürler hayatta herşeyi "metinlere" ve "kodlara" indirgeyerek tümden gerçekliği sorgular hale geldiler.

Bana dönecek olursak eger benim ailem ,arkadaslarım yanımda olmasalardı bu kadar güçlü , burnu yukarda ve hayatın kendine vurdugu bu darbeye umursamaz bir gülümseme fırlatabilicek halde olabilirmiydim?
Bana gülümsemesiyle ,sevgisiyle kardes bakıslı dostluklarıyla yanımdalıklarını hissettiren bunca arkadas insan olmasa ben acaba bu yeni gerceğimle bu kadar kolay basa cıkabilir miydim?
Hiç sanmıyorum...
Bugun bizlere atfedilen karakter veya karaktersizlik olarak nitelendirilen hemen herşey çevresel etkenlerin oluşturdugu bir yansıma bence.
Bakın Ceza hukukunda bir klasik ekol birde pozitivist ekol vardır. Klasik ekol gecmişten beri süregelen suçun cezasının değişmeyecegi ne olursa olsun aynı suclara aynı cezanın uygulanabilecegini savunur.Oysa rasyonaliteyle ortaya cıkan bir diğer yaklasım ise koşullara göre cezanın belirlenebilecegini ve suçun bu koşullar nedeniyle cezasının hafifleyebilecegini savnur.
İşte bu ikinci ekolden anlayabilecegimiz gibi hayatımızda davranışlarımızı belirleyen unsurlar gerek psikolojide gerekse sosyolojik olarak bence içinde bulunulan kültürün yansımalarıdır.

Size bir örnek verecek olursam, hinsdistanda bir ormanda bulunan ve kurtlar tarafından büyütülmüş iki kız kardeş tıpkı onlar gibi davranıyorlardı. Her ne kadar kalıtsal özelliklerin insan zihninde ve tavırlarında etken oldugunu biliyorsakta temel toplumsal yapı üzerine kuruludur. Anlattıgım kızlar maalesef uzun yıllar yasamadılar.Uzmanlarca usul usul birkaç kelime konusabilecek hale geldikten sonra öldüler. Aslında onlar insanlığın kendine bakabilecegi inanılmaz onemli birer ayna idiler.

Anlatmak istediğim sakatlık yada saglamlık veya güzellik yada çirkinlik degildir bizim karakterimizi sekillendiren.Bu kavramlara verilen toplumsal degerler yada degersizliklerdir.

Bügün size babanız ölse etini yer miydiniz? diye bir soru sorsam sanırım cogunuz aklımdan süphe ederdiniz. Ve yine bu durumu "karaktersizlik" olarak nitelendirdiniz(Konumuz karakter ya değinmeden olmaz:))
Ama eger 500 yıl önce aztek kültüründe yasasaydık babamızı yerdik arkadaslar. Çünkü o zaman biz babamızı yiyerek ruhunu vucudumuza gecirdiğimize ve onu bu sekilde yasatmaya devam ettirdigimize inanacaktık.Eger biri cıkıp, onu toprakta çürümeye terketmemizi soylese muhtemelen az once babamızı yememizi soylediğimde gösterilen tepkinin aynısını gösterirdik.

Demekki bizim kendimize "acaba sakatlık bizi nasıl etkiledi"sorusundan ziyade "toplumsal yapı içerisindeki pradigmalar içerisindeki rölümüz neden budur" sorusunu yöneltmemiz lazım diye düşünüyorum.Ve işte sırf bu kolektif sarmal nedeniyle hukuk gibi devlet gibi kavramları sorgulamamız, hayatımızın üzerindeki etkilerinin kaçınılmazlıgı degişmeyeceginden olumlu olabilmesi adına kafa yormalıyız.

Saygılarımla.
 
Hastalık beden için bir engeldir.
Fakat irade zayıf olmadıkça iradeye engel olmaz. 'Ben Topalım.'
Bu bedenim için bir zayıflık ve noksanlıktır. Başına herhangi bir felaket geldiğinde böyle düşün.
O zaman bu felaketlerin sana değil, senin haricindeki şeylere engel olduklarını anlayacaksın!
Epiktetos

Karşılaştığım her güzel şeyden, her acı olaydan sonra değiştiğimi fark ediyorum ben....
Değişmem derim bazen ama kendim bile inanmam söylediğime....
 
Sevgili Bülent,

“ Sakatlığımız kişiliğimizi nasıl etkiledi “ başlığının altında özürlülerle ilgili paradigmalardan nasıl etkilendik sorusunu zaten sormuştum. Tabii ki, kişilik aile ve çevrenin etkisiyle oluşur. Yani senin deyiminle toplumdaki değer ve değersizliklerle… Bunu kimse yadsıyamaz. Çünkü, insan içindeki toplumun onayladığı yaşam ve düşünme biçimini kültüre bağlı olarak benimser. Öyle algılar. Yorumlar. Berkeley “Var olmak “ nedir sorusuna “ Algılamak ya da Algılanmaktır “ der. Kuşkusuz, hepimiz seçme şansımızın olmadığı bir dünyaya gözlerimizi açtık. Daha varlığımızın sebebini anlamadan bir takım tabulara gömüldük. Neyi, nasıl algılayacağımızı bu toplumun içinde öğrendik. Bunlara kimsenin bir itirazı yok. İşte bu paradigmalar içinde sakatlığı yaşarken bizlerde o paradigmalardan nasibimizi aldık.

Sen çok şanslıymışsın. Sana destek olan arkadaşların, dostların varmış!!! Herkes senin kadar şanslı olamaz. Oysa ben yaşamımın büyük bir kısmını bu paradigmaları aşmak için harcadım.

Hani bazen sokakta bir kediye rastlarız. Mahallenin yaramaz çocukları kediyi gördüklerinde kuyruğunu çekiştirirler, daha bin türlü eziyet ederler v.s. v.s. Sonra ne olur? Kedi bir köşeye pısar. Etrafa korkulu gözlerle bakar. Dışarı çıkmaya çekinir.

İşte o kedi gibi kimi insan da içine kapanır. Kendi dünyasına… Evet, koşullar… Koşullar insanın ihtimallere karşı savaşmasını hazırlayan nedenlerdir. Ya da kazanımlar… Eğer Hitler’in yaşadığı anda ki koşullar o güne denk düşmeseydi belki de Hitler olamayacaktı? Milyonlarca insanı ölüme sürüklemeyecekti? Kimbilir!

Ama senin dediğini de tartışalım. Sence neden rolümüz bu?
 
Toplumsal yapının belirleyici olduğu ,ahlak ve erdem bildiğimiz kavram ve değerlerin genel geçer olmadığını.İnsanın doğuştan gelen -belkide tek-özelliğinin onu şekillendirirken sarıp sarmalayan toplumsal yaşaması olduğunu söylüyor modernite sonrası düşünürler.Olan ile olması gereken ayrımını yapmak zorundadır hukuk ;hukuk düzen demektir;düzende toplum halinde yaşamaya içkindir.Hukuk olanı yasa olarak koyuyorum buna uymalısınız derse ;o yasanın meşruluğu tartışılır.İnsanoğlu nedense yasaya uymakta pek uysal davranmışsa da yasanın aşkın bir odağın iradesi olduğunu varsayarak süregelmiştir bu iktidar ilişkisi.Öndersiz toplumlarda dahi insanlar ataların kurallarına uyduklarını tahayyül etmişler ve değiştirilme ihtimalini düşünmemişlerdir.Biliyoruz genel geçer doğru yok.Batının değerleri -demokrasi,insan hakları,kapitalizm vs.-diğer kültürlerin karşısında üstün değil yalnızca baskın.Düşünen insanın tüyleri ürperiyor:Acaba bildiğini bilen;bilmediğini ise görmezden gelen insanlık ortak değerler bulmak zorunda mı?Yoksa kaos ortamı hakim olur mu?Kural koyarken insanın iradesini baz aldığını iddia eden demokrasinin temellendiği iradeler sahiplerine mi ait,yoksa yoğun şekillendirme bombardımanı altında iradelerin sahipleri birer kukla mı?Biz engelliler ve haklarımız bir biliçlenme sürecinin ürünleri miyiz,ya da alta yatan 100 yıl sonra tahlil edilebilecek bir neden mi var?Bu düzen işçi sınıfına,kadın hareketine davrandığı gibi kumdan kaleleri zaptettiğimizi sandırıp bizleri de seline katmak mı istiyor?

Bırrr :)
Hukukçu olarak olması gerekene olan inancımı koruyorum.İnsan hakları söyleminde insanın insan olmasından ötürü sahip olduğu onurdan bahsedilir ya ;inancım bu kadar köklü değil.Kendim dahil hiçbirimizin aman aman onurlu ve kutsal olmadığını aksine,insanoğlunun potansiyel tehlike olduğunu kabul ediyorum.Tarih neler anlatıyor bize,hepimiz biliyoruz.Hiçbir ırk ve kültür kişiyi özel yapmıyor,aksine insan olması kişiyi tehlikeli kılıyor.Hobbes "insan insanın kurdudur"demiş ve devlet bu ipe sapa gelmez yaratığı cendereye sokmuş.Ben Hobbes a katılmıyorum tabi :) devletin baskın ve sürüdeki her koyunu güden modernitenin homojenleştirme takıntısına prim vermek gülünç geliyor.Spinoza bedenin varolma direncine vurgu yaparak sıradan insanın bedeninin alanından bahsediyor.Ve tuhaftır adam 17 yüzyılda modern ötesi olmayı başarıyor.Ahlak falan fasa fisodur diyor.Pozitivst yani olan iyidir demek gafletine düşmemek içinde bedeni baz alıyor.

Sakatlığın bize ne kattığı sorusuna gelirsem :)

Hakkı kolayca ihlal edilen kadınları,çocukları ve öteki damgası yemiş insanları daha iyi anlama yetisi .Siz nedersiniz?
 
Hayatım sorun, yaşamım sorun her şey sorun oluyor bazen...
karamsarlık tüm bedenimi esir alıyor...
her şey yarım kalıyır, hayat yarım kalıyor ve kişiliğimde bazen bu yarımda yer alıyor...
Bazen en koyu anında Aşk yarım kalıyor...
Bu sorunlara birde, ortam, hayat, dostlar eklenince büyüdükçe büyüyor... çoçukken kaçarken gerçeklerden, şimdi yüzleşmek ve yüzleşmekten öte gidip yaşamak... bunu çözdüm çözeli, korkularımla yüzleşmenin tadına vardım varalı kişiliğimin diğer yarısını bulduğuma inanıyorum...
 
Açıkçası çocuklugumda burada anlatılan, diğer arkadaşlarımın çektiği sıkıntıları bende yaşadım. Kimi zaman kenara pusan bir kedi, kimi zaman sihirli değnekle bir peri bekleyen külkedisi oldum. ÖZGÜVENİM yoktu. Uzaklaşıyordum toplumdan, insanlardan, ailemden ve arkadaşlarımdan. Oyunlara katılmaz dışlanma korkusuyla teklifte bile bulunamazdım. Uzaktan seyreder sonrada saatlerce ağlardım. Açıkçası bu siteyi keşfedene kadar o yıllarla ilgili herşeyi hafızamdan silmiştim. Hatırlamıyordum aslında hatırlamak istemiyordum. Hepsini bir sandığa koyup sıkı sıkı kapatmıştım. Şimdi yavaş yavaş aralıyorum sandığı ve düşündüğüm kadar acı vermiyor... Güvensiz, içine kapanık, yararsız bir insan yetişmek üzereydi.

Sonra benim içimdeki beni keşfetmeye başladıkça hayat başkalaştı. Evet eksik bir yönüm vardı. Fakat bunu örtecek artılarımda vardı. İki artı bir eksiyi götürmüştü. Ben olmuştum. Kendimi bulmamda lise öğretmenlerimin çok faydası oldu. Onlara minnettarım.

Şimdi söyle düşünüyorum. Ben değerliyim. Toplumda sağlıklı görünüp eksiklikleri fazla olan insanlar da var. Ben tamamladım kendimi. Fiziksel eksikliklerimi düzeltemem. İnsan olmakla ilgili erdemlerde hatalı yönlerimin değiştire bileceklerimi düzeltiyorum, değiştiremiyorsam kilitli sandığıma onları koyuyorum. Kendimi buldum. Yanlışlarım ve Doğrularımla bende varım...

AN DEĞERLİ TEKRAR GERİ GELMİYOR... BEN FIRSATLARI KAÇIRMAK İSTEMİYORUM.
 
Bilemiyorum ki ne desem.
İnsan engelli olduğuna tabiki sevinmez ama bazen iyiki engelliyim dediğim oluyor açıkçası. Tabi bazen engelli olduğuma kahrolduğum üzüldüğümde oluyor.
Ama engelli oluşuma en çok sevindiğim zamanlar eşimin gözlerine baktığım zamanlar. Engelli olmasaydım eşimi hiç bir zaman tanıyamayacaktım. Kimbilir belki bu kadar mutlu olmayacaktım.

Engelli oluşuma sevindiğim zamanlardan biride yapacağım dediğim şeyleri inatla yaptığım ve üstesinden geleceğim dediğim şeylerin üstesinden geldiğim zamanlar. Engelli olmasaydım belki bu kadar hırslı olmayacaktım.
 
Sakatlık malesef toplumumuzda çok kötü iğrenç ve yaşanması utanç verici bir olay. İnsanın bir organının eksik ve kullanım dışı olduğunun bilincinde olduğu an kişilik çatışması aşağılık duygusu ortaya çıkıyor.Hepimiz birtakım sıkıntılar yaşadık elbette ki aşmaya çalışıyoruz aşmalıyız aşacağız başka yolu yok elbette.
Ama birde ailelerimiz ve toplumumuz biraz daha bilinçlendirilse eğitilse SÜÜÜPEEER OLURRaslında değilmi sizcede. Bizde rahata ersek. Buda farklı bir bakış açısı. :roll:
 
Sakatlığım arttıkça birbir uzaklaştım çevremden.Bir tek annem kaldı benim hayatımda.Çünkü çekiniyordum ya bir yere davet ederlerse ya kız kıza alışverişe gidelim derse diye korkuyordum çünkü yorulduğum zaman kimseye söyleyemiyordum yorulduğumu.O yüzden sadece annemle rahat gezebiliyor her istediğimi yapabiliyordum.Dumlu konuştum hep ama ben şimdi de böyleyim.Hala çekingen,insanların ne düşündüğüne önyargılı bakan ve sakatlığı konusunda aşırı agresif ve bi o kadar da sakatlığıma yeniğim.Sakatlığımdan beri çoğu yerde annemin gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmasıyla sanki bende o anı yaşamış hissederim.Belkide bu yüzden gerçekten çok sanal alem hoşuma gidiyor.Zorluk yok,yorulmak yok,bol bol tembellik var.Birde endişe yok.Ben halen kaçıyorum yüzleşebiliceğimide hiç sanmıyorum. :mrgreen:
 
eğer insan oğlu bir şeyi düşünürken kendinden artı olanı değilde kendinden eksi olanına bakarsa onu düşünürse mutlu olmaması için hiçbir neden yoktur çünkü her insanın bir artı yönü vardır.
yeterki kendini tanı kendine fırsat ver toplumdan beklemeden önce kendi kendine fırsat verirsen ve engelinle yaşamayı kabul edersen hayat çok güzel oluyor.
bazen düşünüyorum acaba engelli olmasaydım engelli sitelerine üye olurmuydum?
engellilere nasıl bakardım?
bukadar yürekten ve çıkarsız sevgim olurmuydu?
hayatta herşeyin kıymetini bilebilirmiydim?
yoksa bencil birimi olurdum?
ben engelli halimle herşeyi doruklarda yaşayabilen biriyim neden sorunları aşmak dururken kendime sorunlar yaratıyımki.
çoğumuz eskiden demişiz evet bende eskiden arkadaşlarımla gezmezdim acaba beni yanlarında isterlermi? derdim(nekadar yanlış ve saçma bir düşünceymiş) dışarı çıkmazdım,insanlardan özelliklede çocuklardan korkardım.
bir iş yapmaya kalksam başkalarının yardımına gereksinim duyardım şimdi başkaları benden yardım istiyor :lol:

kısacası herşey bizim elimizde herşey bizde başlar ve bizde biter.
 
Sakatlığım mı kişiliğimi etkiliyor yoksa kişiliğim mi sakatlığımdan etkileniyor bilemiyorum bildiğim tek şey dilim alıştım artık diyorsa da ben hala bunu kabullenemiyorum .
Sakatlanmadan önce de kendine fazla güveni olan bir insan değildim ve çevremdeki insanların davranışlarından çok çabuk etkilenir içime kapanırdım.şimdi bunu daha yoğun yaşamaya başladım ve her geçen gün yalnızlığı daha da sever oldum .Çünkü yalnızken sorunlarımla kendim başa çıkmaya çalışıyorum ve kimseye yük olmuyorum ve ancak böyle mutlu olabiliyorum. Eğer sakatlığımla ilgili sorunları başkalarının yanında yaşarsam buna dayanamıyorum. Bunun içinde sakatlığımızın kişiliğimizi bir yere kadar etkilediğini ancak asıl sorunun sakatlığımızdan ziyade kişiliğimizin kendisinde olduğunu düşünüyorum.
Birde bunun toplumsal boyutu var .İnsan yaşamadan bazı şeylerin anlamını kavrayamıyor .Mesela annelerimizi ve babalarımızı çok severiz ama yaşantımıza müdahale etmelerine çocuk yaşlardan beri tepki veririz. Bu tepkilerin yargılamasını ancak bir çocuk sahibi olduğu zaman yapabiliyor insan.
Sakat olmasaydım, benim durumumda olan insanların yaşadıkları problemler yada benden farklı engeli olan insanların daha farklı problemleri olabileceği aklıma gelirmiydi.
Sadece sakatlık değil yaşamımız boyunca yaşadığımız her tür olay kişiliğimizi etkiliyor ve geliştiriyor.


Saygılarımla.
 
Sakat/Melankolik Ben

Bülent Küçükaslan

Hamlet: Ah, şu kaskatı beden eriyip çözülebilseydi
Bir çiğ tanesine dönebilseydi keşke! Ya da, yücelerden yüce o varlık,
Kendini öldürmeyeceksin, dememiş olsaydı insana.
Ah tanrım tanrım; öylesine yararsız, önemsiz,
Anlamsız, boş geliyor ki her şey bana şu dünyada.
Lanet olsun, lanet; her yanını otlar sarmış bir bahçe
Tohuma kaçmış baştan başa. Doğada çürümüş, kokuşmuş ne varsa
W. Shakespeare

Yaklaşık yedi yıl önce, 26 yaşımda, yedi kurşun yarası alarak, omurilik yaralanması sonucu sakat kaldım.
Artık usta bir sakatım.
Geçen süreye bakıp, “Sakat olmak kişiliğinizi nasıl etkiledi?” sorusuna cevap vermek, ‘sakatlıktan önceki ben’le ‘sonraki ben’ arasındaki farkı görmek ve bir de sakat(lık)ın sürekli olarak olumsuzluk çağrıştırmasına duyduğum tepkiyi dile getirmek için birşeyler yazmak istedim.
Sonra, nereden başlamalıyım, diye düşünürken, Erdoğan Özmen hocamızın bir makalesi geldi aklıma ve herkesi bu düşün ziyafetine ortak etmek istedim.
Aşağıda italik olarak aktardığım tüm yazılar, hocamızın, Birikim dergisinin 192. sayısında yayınlanan makalesinden alınmıştır.

***
Hüzün hep olacak belki de hayatlarımızda... ‘Sebepsiz’ dalıp gitmelerimiz, içimizin boşluğunu bilmek istermişçesine sanki; birden amaçsız bulmak kendimizi, hiç eksik olmayacak... Bazen sözcüklere, hareketlere, hatta hayatın kendisine bütün ilgimizi kaybedeceğimiz o ‘kederli, hazin varoluşa’ yuvarlanmak üzere olduğumuzu sezmek, şaşırtmayacak bizi...

Yine de ümitsizlikte olumsuz haliyle bile olsa, kendimize dayanak yapabileceğimiz hiç mi bir şey yoktur? Düş kırıklığı, hüzün, ruhsal acı hiç bir vaat taşımıyor mu içinde? İnsanlar arası ilişkileri düşündüğümüzde; yavaşlığı, bir yetersizlik duygusundan besleniyor bile olsa kendini geride tutuşu, tevazuyu, sadeliği, sessizliği, çığırtkan ve gösterişi ve talepkâr olamamayı, incinir olmayı, yufka yürekliliği, kendimizi başka hayatlardan da sorumlu saymayı, suçlu hissetmeyi, utanmayı, bağımlılık ve bağlanmaya ilişkin duyduğumuz ihtiyaçları değersiz ve küçültücü mü addetmeliyiz? İçe dönük olmak, içimize bakmak, yaşadıklarımızın ağırlığını duyumsamak, kendi ölümlü varlığımızı tanımak bir özgürlük perspektifi içermiyor mu? Varoluşumuz melankoli potansiyelini yitirdiğinde, ruhlarımızı da yitirmiş olmaz mıyız biraz?: Hayal gücü söz konusu bile olmaz belki de o zaman... Hayat sadece ‘şimdiki anlardan’, bir ‘kuklalar tiyatrosundan’ ibaret hale gelir... O durumda gösterilere, günübirlik tur tatillerine, daha çok eyleme, spor salonlarına, arabalara, şık evlere, anti-aging kürlerine sığınmaktan başkası gelmez elimizden belki de... Benliğimiz şöhret ve güç tutkusuyla paralize olur... Sabrımızı kaybederiz... İlişkilerimizi ve aşkı ‘çarçabukluğun’, ‘hemencecikliğin’, hızın baş döndürücü ve etkisi teslim alır... O aşk olmaz artık... Muhabbet silinir hayatımızdan... Geride yalnızca ayaküstü, ‘geçiyorken’ yapılmış karşılaşmalar alır... Felsefesi yok olur hayatımızın, içi boşalır, kupkuru kalır... Belki de melankoli, hüzün, felsefemizin saklı yüzüdür... Belki de hayatımızı anlamlı kılmak, ölümü bilmekle mümkündür ve “felsefe yapmak nasıl ölüneceğini öğrenmektir” ve belki de bu varoluş bilinci ancak melankoli ile mümkündür... Bu yüzden işte, melankolinin anlamını bulmaya çalışmaktan ziyade, ancak kahramanlara yaraşır bir edayla, zaten melankolide yalnızca anlam olduğunu kabul ederek yola koyulmalıyız.

***
Şimdi biz bilmiyor, kestiremiyoruz belki de; insan olmak hangi asli niteliklere yaslanır, hangi yönsemeye/ufka sahip olmakla eşdeğerdir? Nasıl bir gelecek tahayyülü bizi daha insan kılar ve hissettirir? Ya da her birimizin karşısındaki o sorular artık geçiştiremeyeceğimiz bir şiddetle ortadadır: Kimim ben? Neredeyim, dünyada durduğum yer neresidir?


Sakat olmak, fark etmektir...
Sakat olmak, sorgulayabilmektir,
Sakat olmak, gündelik yaşamın dayatmalarına kanmamaktır,
Sakat olmak, yaşama -enstrümanların çeşitliliğinden kaynaklanan uyumsuzluğa dur demek için- dingin bir ritimle yön vermektir,
Sakat olmak, yaşamı herkes için dinlenir kılmaktır,
Sakat olmak, yaşamın kaynağını ve anlamını unutmamaktır.
Dahası, “... kim bir ismi anarsa çağırır ve birisi gelir; randevusuz, açıklamasız, adının sesle ya da düşünceyle, onun çağırdığı yere. İnsanın, bu olduğu zaman, kendisini çağıran kelime ölmedikçe, her şeyin dışında kalmadığına inanma hakkı vardır (Eduardo Galeano)”.

***
Sakat olmak kişiliğimi nasıl mı etkiledi?
Melankolikleştim!
Daha ne olsun?..
 
Sakat olmak kişiliğimi nasıl etkiledi? Sakat olmasaydım acaba bu kadar içine kapanık, sessiz bir insan olur muydum? Yoksa içine kapanık olmak kalıtsal mıdır? Kuşkusuz, sakat olmam kişiliğimi etkiledi. Hiçbir zaman kendi kendiyle barışık bir insan olamadım. İçimde hep çatışmalarım vardı. İçimde hep bir yerlerde hasır altına ittiğim duygularım oldu. Belki de sakat olmasaydım, kitapları bu kadar sevmeyecektim… Yalnızlığı seçtiğimde radyoyla bu kadar dost olmayacaktım… Cevaplarına gelince… Gerçekten bilmiyorum.

Kendi kendimle barışık olmayışım insanı anlama isteğine dönüştü sonra. İnsanı anlamak, kendimi anlamak demekti. Evet, kendimi anlamak istiyordum. Çatışmalarımın kaynağı neydi? Neden içimde öteki ben bir türlü susmak bilmiyordu ? Psikoloji okumaya başladım. Sonra… Belki geç de olsa felsefeyle tanıştım. Sakat olmam, beni yaşamı sorgulamaya itiyordu. Yaşam neydi? Niçin yaşıyorduk? İnsan olmak ne demekti? Yaşamı nasıl anlamlı hale getirebilirdik? Okudukça karşıma yeni bilinmeyen denklemler çıkıyordu. Ben… Bilginin denizinde kulaç attıkça o bilgiden haz almayı öğreniyordum. İşte o zaman bu toplumun dayatmalarına, bu toplumun değer yargılarına daha bir inatla set örüyordum.

Evet, sakat olmam kişiliğimi etkiledi. Kitaplarla buluşturdu beni. Eğer sakat olmasaydım, çevremde gördüğüm diğer insanlar gibi Platon’un mağarasında yaşayacaktım belki… Onlar gibi medyanın esiri olacak, onlar gibi popüler kültürden etkilenecek, özgürlüğü anı yaşamak olarak değerlendirecektim. Günlük hazlar peşinde koşacaktım belki de.

Ben sakatım. Artık neden “ ben “ sorusunu sormuyorum. Sakatlığım benim kişisel olarak farklılığım. Bu farklılık kimliğimin vazgeçilmez bir parçası. İşte bu bilinçle sakatlıkla ilgili paradigmalara hani o hiç susmayan öteki benimle bir duruş sergiliyorum.

Ve… Bu başlıkla ilgili olarak samimi duygularını yazanlara teşekkür ediyorum. Çünkü acılar insanı birleştirir. Paylaştıkça insan hafiflediğini duyumsar. Evet, bizler paylaştıkça çoğalacağız. Hepinizi seviyorum.
 
Buna cevap vermek benim için çok zor çünkü sakat olmasaydım kişiliğim nasıl olurdu, bilemiyorum. Doğuştan bir sakatlık sözkonusu olduğundan talasemi, kimliğimin bir parçası benim için... (Kadın olmak, genç olmak gibi talasemili olmak yani)
Görünürde beni çok fazla engellemediği/etkilemediği için de benimsemem pek zor olmadı, elbette çok isyan ettim ama kabullenmişlik baskındı. Sanırım çocukluğumda mızmız ve huysuz oluşumun nedeni hastalığımdı. Kesinlikle ailenin ve çevrenin yaklaşımı da sakatlığın kişilik gelişiminde ne ölçüde söz sahibi olacağını belirliyor. Özetle ve genelde beni hırçın ama acı eşiği yüksek biri yaptığını söyleyebilirim. :) Örneğin, büyük konuşmamak lazım fakat ölüm beni çok etkilemez. Ölüme ramak kalan anlar da yaşadım, çok acayip sakin oluyorum her nedense..
 
slm

kardelen ve yağmur benim hissettiklerimde hemen hemen sizinle aynı,oturan boğaylada melan koli kısmı uyuyor ama bu biraz benim yapımdada vardı sanırım,biraz genetik yani ,10 aylıkken yaşadığım için öncesi ve sonrası olmadı benim için...
 
Yukarıdaki yazımı okuyanlar, "sen melankolik değilsin ki!" gibi bişeyler söylüyor bana. Yani, melankolik olmak iyi bişey değil ve sen kendine haksızlık yapıyorsun... demeye getiriyorlar. Tıpkı, "ben seni sakat olarak görmüyorum..."' söyleminde olduğu gibi.
Oysa ben sakatım ve melankoliğim! Bunlar "BEN"i tamamlayan onlarca özelliğimden sadece ikisi. İyi ya da kötü olmasının hiç bir önemi yok. Ben bunlarla "Ben"im!
Sakat + melankolik + cesur + korkak + espirili + kızgın + gıcık + kocaman + yakışıklı + ukala + ... = BEN
Hangisini çıkarırsanız çıkarın, "BEN" olmam artık. Ve ben herşeyimi seviyorum.
İnsanları da herşeyiyle seviyorum; seviyorsam!
Sonuç olarak sakat olmaktan da melankolik olmaktan da -yeri geldiğinde- accayip haz alıyorum
 
Doğuştan gelen bu engelle her ne olursa olsun hayata sıkı sıkıya bağlı olmayı kendimi geliştirmeyi, insanlarla iletişimin önemini kavradım çevremi algılamanın farklı bakış açılarıyla gözlem yapmayı öğrendim öğrenmeye devam edeceğim.
Öyle ya da böyle FARKINDA OLMAK önemli olan.
Farkında olmak= YAŞAMAK benim için.
 
Sakat olduğunu fark edince veya öğrenince karşındaki kişinin sana olan davranışı değişiyor mu? Belki de sakatlar bu bakımdan şanslı, insanları ilk görüşte çok iyi değerlendirebiliyorler onların sakatlıklarına verdikleri tepki nedeniyle. Bu düşünce bende Ayhan Yarıcı'nın spastik şovunu izlerken oluşmuştu. Beni sakatlığım nedeniyle yok mu sayıyor, abartılı ilgi mi gösteriyor, acıyor mu, ne yapıyor? Çok iyi bir karakter testi sanki...
 
nasil etkilediini bilemiicem ama etkilediinden eminim... öncesini sonrasini karshilashtiramicam cünkü cok kücüktüm felc olduumda... icimden bi ses olumlu etkilediini sölüo kishiliimin ama hicte belli olmas, belki kendimi kandiriomdur ;)

"sakat olmasaydim nasi bi kishiliim olurdu, cok mu farkli olurdum acaba?" sorusunu daha önceleride cok sordum kendime ama cevabini örenmek pek icimden gelmedi... hatta örenmekten korktum bile nedense... zaten istesemde örenemem ya neyse :)
 
Kişiliğimin gelişiminde ister istemez engelli oluşumun etkisi vardır. çevrem/ailem/engelim kişiliğime çok büyük etkileri olmuştur. Ben bunu düşündüğümde kendi kişiliğimi çok beğeniyorum, yani olumsuz pek fazla anım yok denecek kadar azdır.

Engelli oluşumun kişiliğime kattığı enbüyük etki mücadeleci yönüm olmuştur. E malum mecburen hayatla başedebilmek için mücadeleci olmak gerek. Nebileyim tam bir mozaik oldu ruhum. Biraz isyankar biraz kaderci/biraz mutlu biraz umutsuz/bir dargın bir barışık/biraz mücedeleci biraz akışına bırakan/bir sakin bir asabi vb. Karmakarışık....duygular önemli olan bunları dengede tutabilmek.
 
:) findik, ne ararsan var sende desene... zaten en güseli de bu diil mi??

dediin gibi önemli olan dengede tutmak bi de dooru anda dooru/uygun duyguyu duymak (hissetmek mi demem gerekio yoksa?)... mutlu olman gerektii durumda üzülmemek gibi... birileri haksislik ettii an akishina birakmamak, mücadeleci gerekiosa asi, isyankar olmak gibi... ufak tefek sheyleri fazla büütmeip akishina birakmak gibi... gibi... gibi... kisacasi mutlu olmak icin elinden geleni yapmak ama bunu yaparken de bashkalarinin mutsusluuna sebeb olmamaya dikkat etmek...

niye yazdim shimdi ben bunlari?? walla bende bilmiom, icimden geldi birden :)
 
çok güzel bir soru kardlen arkdaş, ben sakatlığımın kişiliğimde ne gibi değişkliği oldu aslında ilk zamanlar nerdeyse hiç etklemdi sakatlığım üzerine düşünemkten başka şeylerle ilgilendim sakatlığımı çoğunlukla sabah sol ayağıma çorabımı giydiğimde elim bir an sağ ayağıma gidiyordu ma yerinde küçük ama kocaman bir boşluk olduğunu fark edip lan salak yok olum bacak diyip gülyordum inanın hüzlenmekten çok gülyordum ,çoğunlukla ben sakatlığıma yaşamın olabilirliklerinden biri olrak baktım daima ,sadece bir gün bir yere gidiyordum gittiğim yerin girişinde merdivenlerde alt kattaki marketin kasları vadrı yolumu kapamştı dolayısyla bende ordaki arkadaşlardan birine canım şu kasları kaldırımısn ordan merdivenleri kapatmışsınız ama orası size ait değilki dedim bu konuştuğum kişide yaklaşık 17 yaşlarında bir çocuk ne diyonlan sen kaldırmıyom lan yürü git itecem düşecen git başımdan dedi evet çocuk doğru söylüyordu itse düşecektim yani o an kendimi Kafkanın Değişm kitabındaki gibi kendimi ters dönmüş böcek gibi çaresiz hissetim onun dışında sadece fiziksel olarak kıstladı zaman zaman ,tabi daha anlatılcak bir çok eşy var ama şimilik paylaşacaklarım bu kadar . MERHABA!
 
elbette değişimler yaşadım kişiliğimde.herkes yaşamıştır.kimse bunu açıkça söylemese de...mesela ben sağlıklı insanlara karşı daha acımasızca yaklaşabiliyorum...neden, çünkü bunu onlar istedi benden.ısrarla..yolda karşılaştığım bir güçlük sırasında onlardan yardım istediğimde bana vebalı gibi garip bakışlarla bakarak.merdivenden çıkarken "aa neyiniz var hastamısınız yazıııkkkk" diyerek isrediler...
ve ben gibi engelli arkadaşlarıma üzülerek bir acıma duygusu ile yaklaşırdım engelimi henüz kabullenemediğim zaman..bu yok şimdi.daha güvenerek bakıyorum bizlere.onlara ""aaa bunu yapamayız sağlığımız yokki"" demek yerine "bi bakalım neresinden başlasak bu işin üstesinden geliriz" diyorum.açıkçası üstesinden de geliyorum şükür. =)
eğer birilerinin etkisi yoksa şimdiye dek her istediğimi yaptım.başardım.ailem olmadan birileri olmadan yalnız başıma yaptım.
umarım önümüz herzaman açık olur.

ve engeller.maalesef önümüzde hep var olacaklar.bedenimizdeki rahatsızlık da var olmaya devam edecek.uumarım azalır.benimkinde böyle bir ihitmal yok hatta ilerleyecek...bundan kaçamayız elbette.hala sorduğumuz sorular acılarımız da olacak. ama yeteri kadar sorunumuz zaten varken sürekli kötü durumlara konsantre olup hayatı daha sorunlu bir hale getirmenin de bir anlamı yok elbette.sürekli karanlığa bakacağımıza karanlıktan sızan küçücük ışığa gözümüzü dikmeliyiz.

her kötü durumda çıkartılacak bir güzellik elbette vardır... =))

mutlu kalın

mutlu kalın...
 
çevresel etkiler gerçekten çok önemli fakat diğer önemli etken de aile bu konuda ben oldukça sanşlıyım okula gitmeden evde okuma yazma basit toplama çıkarma yapabiliyorum.ailelerimiz bizleri ne kadar çok korumak isterse bizde o kadar içe kapanık kalıyoruz küçük ken diğer çocuklarla oynamama izin vermeselerdi acaba şimdi nasıl olurdu.çok kötü olabilirdi. burda yapılması gereken bizleri farklılıklarımızı saklamadan diğer kişilerle iletişim kurabilmemizdir.bunu da kültür ve bilgimizle yapabiliriz.
 
Simdiye kadar, bu soru hiç aklima gelmemisti :)

Biraz dusunursem : Ben kas hastaligimla 7 yasinda tanistim, yani 7 yasindan onceki karakterimle, simdiki karakterim arasinda kuçuk bir karsilastirma yapacagim :wink:

Hasta olmadan once, her zaman ileri goruslu, kendine guvenen, daima tepeye çikmak için çalisan birisiydim. Hiçbir seyden korkmazdim. Arkadaslarima da çok onem verirdim. En onemlisi de doktor olmayi hayal ederdim, sirf bunun için, ders yapardim.

Engelli olduktan sonra mi ? Yasemin'de fazla bir degisme yok:
Kendime guvenimi kaybettim , doktor hayali gerçeklesmedi diye biraz hayata kustum. Yoksa pozitif bakimdan, bu hastalikla sabiri ogrendim, etrafimdakilerle kontaga girdigimde, çok neseli birisi oldugum soyleniyor. Hastaliktan once, çok agir basli olan yasemin, artik çok neseli ve çok sevinçli herkesin içinde. Bu sevinç yalnizca, arkadaslarimla, ya da tanidiklarimla oldugum zaman olusuyor, yoksa tek basima kaldigim zaman, yine o ciddi ve dusunceli Yasemin oluyorum. Kendiliginden oluyor, nedenini bilmiyorum.

Butun akrabalarimin içinde, yalnizca engelli olan benim !
Herkes benim çok zeki oldugumu soyluyor, belki size ilginç gelecek ama, bunun herkesin içinde soylenmesi beni çok rahatsiz ediyor. Yani, benden bahsedilmesini hiç, ama hiç istemiyorum.

Onceden, kalbim kirilirsa, affet etmezdim, ama simdi çok farkli.
Insanlara karsi çok ama çok buyuk bir sevgim var.

Hayat guzel, yasamaya deger.

Artik hayatin ne kadar guzel bir hediye oldugunu, bana bu kas hastaligi bu 18 senedir anlatip duruyor :D

Galiba sonunda anladim :D

Fransizca'da bir cumle var :"Hastalik, sana mesaj
vermek isteyen, bir arkadastir".


yasemin
 
selam

evet sonradan olduğu için sinir ve sitres meydana geldi.Sanki herkesin yaptığı yanlışmış ğibi gelmeye başladı.Masada çatal kaşık seslerinden bile rahatsız olmaya başladım.Bir kaç ay piskologa ğittim bir nebze azaldı sanki ama genede kendimden çok korkuyorum.Devamlı olarak kalabalık ortamlardan uzak kalmaya çalışıyorum kimsenin kalbini kırmayayım diye.
 
gecırdıgım trafık kazasından sonra bende degısen pek bısey olmadı aslında.sanki basıma gelecegını bılıyormusum gıbı karsıladım olayı.o.f olacaktım ve bılıyordum sankı.oyuzden hıc dertlenmedım.krızlere gırmedım.çevremdekı herkes bı gun bende bunun patlama yapacagını bekleyıp durdu.ama olmadı...
sadece kazadan sonra kendımı daha cok düşünür oldum.önce ben demeyı öğrendım bazı konularda.benı üzen kıran olayların yada ınsanların cevremde olmamasına özen gösterır oldum.
hayatı daha cok sevıyorum şimdi.neden bılmıyorum ama eskıden bu kadar cok sevmezdım hayatı.kendıme dert edecek seyler bulurdum mutlaka.şimdi oyle deıl.daha olumlu bakıyorum herseye..
hayatı yasamayı sevıyorum....
 
Üst Alt