Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

"Ben"i kaybetmeden "Biz" olmak üzerine [Tartışma]

Veritas

Üye
Üyelik
20 Ara 2009
Konular
29
Mesajlar
590
Reaksiyonlar
0
Her birey kendi refahından sorumludur ve bireyin bu süreci bütün toplumun refahını yükseltir. Engellilerin ekonomik ve sosyal hayat açısından eşit olarak var olmasını sağlamak amaç olmalıdır. Bu çerçevede, engellilerin özgür ve eşit birer “BEN” olmaları üzerine yoğunlaşmak gerekir diye düşünüyorum. “BEN”in (engellilerin) haklarını her türlü hakim güce karşı savunmak gerektiği inancındayım. Ancak savunulan “BEN” salt kendimiz değilizdir. Öteki “BEN”lerin özgür ve eşit olmaları için çaba gösterilmesi gerekmektedir. Yaşamak, Nazım Hikmet’in söylediği gibi bir ağaç gibi tek ve hür olmalıdır.
Savunulan değerleri belirleyip destekleyecek ve katkı vermek isteyecek tüm “BEN”lerle birlikte öğrenmek, gelişmek ve çoğalmak durumundayız. Özgün ve özerk kalarak “BİZ” olmanın gereğine inanmak gerekir. Bilerek ve isteyerek “BİZ” olmaya karar verilmelidir. “BİZ” olmanın gücüyle ideallerimize daha yakın olabileceğimize inanıyorum. “BİZ” idealini yaşama geçirmek, “BİZ” kavramının içini doldurmak, “BİZ” “BİZ”e olabilmek üzere bir yaşam alanı yaratmayı hayal etmenin vakti geldiği kanısındayım.
Farklı bireylerin birlikte yaşayabildiği, eşit ve diğerlerine saygı gösterdiği bir toplumsal yaşam kültürünü geliştirmeliyiz. Düşünen, sorgulayan, üreten ve çözümün bir parçası olan bireyler olarak “BİZ” olabilmeliyiz.
Hayatın pek çok alanında birlik ve beraberliğe her zaman ihtiyaç duyuyoruz. Dönem dönem de bunu hemen herkes bir kere dile getiriyordur eminim. Ancak bu “birlik ve beraberlik” söyleminin içini doldurabilmek, bu kavramı eylemlerle desteklemek gerektiğine inanıyorum. Birer parçası olduğumuz parti, dernek, sendika, takım, komite, grup, şirket, örgüt gibi yerlerde ortak hedefler, çıkarlar, amaçlar için birlikte hareket etmek, birbirinin eksiklerini tamamlamak; kısaca istenilen birlikteliği oluşturmak oldukça zor maalesef. “BEN”ken “BİZ” olabilmek için ilk adımın atılmasının şart olduğuna inanıyorum.
Kime ait olduğunu bilmediğim, ancak pek çok insanın daha önce duyduğunu düşündüğüm kısa bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Birlikteliği sağlamak açısından değerli bir bilgi olduğunu düşünüyorum.
“Yapılması gereken önemli bir iş vardı. Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağına emindi. Gerçi işi Herhangi Biri de yapabilirdi ama Hiç Kimse yapmadı. Birisi buna çok kızdı. Çünkü iş Herkes’in işiydi. Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu. Ama Hiç Kimse, Herkes’in yapmayacağının farkında değildi. Sonunda Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için Herkes, Birisi’ni suçladı[FONT=&quot].”[/FONT]
Bir ekip kurulması ve ilk eylemin birlikte düşünmek ve birlikte hareket etmek olması gerekmektedir. Herhangi bir probleme çözüm bulmak, üretmenin ta kendisidir. Üretmek için de en amiyane tabirle “saçmalamak” gerekir. Saçmalarken, mümkün olduğu kadar çok fikir ortaya koymak, ortaya atılan hiçbir fikri eleştirmemek, başkalarının fikirleri üzerine yeni fikirler geliştirmek ve biraz da sıradışı, sıçrama yapılabilecek fikirlerin üzerinde durulmalıdır kanaatindeyim.
Uzattığımın farkındayım, ancak “BEN”den “BİZ”e geçiş, üniversitede hocalarımın ’80 kuşağı çocuklarısınız siz şeklindeki sitemkar cümlelerinin sinirimi bozduğundan beri kafamı hep kurcalamıştır.
“Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir” felsefesi güzel bir felsefedir bana göre. Ancak, bundan daha güzeli, yaşamımızın en verimli ve doygunluk veren noktalarını paylaşmayı bilebilmektir. Bireyin kendini geliştirmesi, öğrenmesi, tanıması, aşkını hiç kaybetmemesi gerekir. El ele verilerek, birbirini tamamlayarak, güç, amaç ve inanç birliği yapılarak gerçekleştirilenler ve paylaşılanlar sonunda “BİZ”i yaratacaktır. Birbirini hiç tanımayan, farklı bakış açılarına sahip ve farklı önerileri olan herkesin inandığı tek şeyin “BİZ” birşeyler başarabilir, bir fark yaratabiliriz olmasından yanayım.
Sahip olduğumuz güçleri kullanabilirsek, ortak bir ruhta, ortak bir inançta buluşabilirsek, başkalarının bize biçtiği, üzerimize oturmayan engelli kıyafetlerini üzerimizden atıp, gerçek ruh elbisesini üzerimize geçirebilirsek, varoluşun o muhteşem ışıkları altında en yanık türküyü söyleyebiliriz... “BİZ”...
 
ben kalarak bizi beslemek güzel bir fikir
 
İyi de "kaybetme"meden önce bulmak gerekmez mi? Başka deyişle; herkes "BEN" midir, "BEN"liğini bulmuş mudur? -ki kaybedecek onu-
 
herkes ben olamıyor daha doğrusu hangisinin gerçek ben olduğu konusunda problem yaşıyor...ailenin istediği,toplumun dayattığı,kabullenmek için yaratılan ben ler- bu benler uzar gider- arasında bocalayıp duran bir ben zaten biz olabilmek için adım atamaz..birey kendisini tanımakla başlamalı işe eğer tanımadan başlarsa başladığını sanır sadece...devrim kişinin kendi yaşamında başlarsa devam eder...kimim ben sorusunun cevabı nedir?
 
Veritas;
Katılıyorum BİZ olabilmek çok önemli, Ama BİZ kimiz de önemli tabii BİZ neyi kapsıyor ve neye hizmet ediyor.
 
Elbette herkes "BEN" olamamıştır. "BEN" olmak için doğru soruları sormak, sorgulayabilmek, düşünebilmek, hayatın içinde olabilmek gereklidir. Öyküekin.in sorduğu "kimim ben" sorusunun cevabını vermek hiç de kolay değildir. Belki 3 - 5 cümle ile bir tarif yapabilir herkes kendi çapında. Söylemek uygulamaktan daha kolaydır. Savunduğumuz şeyler, birer birey olduğumuzu hissetmemiz için yaptıklarımız kurduğumuz o 3 -5 kelime ile ne kadar örtüşüyor bu da çok önemli tabii ki. "BEN" sorusunun cevabını verdikten sonra "BİZ" kimiz, neyi kapsıyoruz ve neye hizmet ediyoruz sorularının cevabını da verebiliriz sanırım.

Aslında amacım forumdaki "tekel işçileri gibi olamaz mıyız" tarzında bir başlık vardı, onun altına yorum yazmaktı. "Elbette olabiliriz!" diyebilmekti. Yazarken "BEN"ler "BİZ"ler kafamda uçuştu ve daha uzun bir yazıyla başlı başına birşeyler ifade etmek istedim.
 
Bağışla.. :eek: Bir hafta sonra ancak dönüyorum konuya..

Tek paragrafta hem kendi içinde hem diğerleriyle çelişen üç ayrı hata gördüm gibi.. Acaba ben mi yanlış görüyorum? :confused:

"BEN" olmak için doğru soruları sormak, sorgulayabilmek, düşünebilmek, hayatın içinde olabilmek gereklidir.

Peki, doğru soruları sorabilmeyi, sorgulamayı, düşünmeyi kimden, nasıl öğreneceğiz? Uzaydan mı gelecekler bunların öğretmenleri? Yoksa BİZ mi öğretmeliyiz birbirimize? :confused: Ve "nasıl"?

Belki 3 - 5 cümle ile bir tarif yapabilir herkes kendi çapında.
Kendi içinde çelişki: "Belki" yapamazsak ne olacak? "Yapamayanlar kapsam dışıdır." mı diyeceğiz?
Yukardaki alıntıyla çelişki: "3 - 5 cümleyle tarif" yapabilmeyi kim, kime, ne sıfatla öğretiyor, doğru ya da yanlış olduğunu nasıl bileceğiz?

"BEN" sorusunun cevabını verdikten sonra "BİZ" kimiz, neyi kapsıyoruz ve neye hizmet ediyoruz sorularının cevabını da verebiliriz sanırım.

Verdik mi "BEN" sorusunun cevabını? Söz meclisten dışarı, birkaç jan janlı kelimeyi bir araya getirerek, ya da anketvarî sorularla alınmıyor (ya da verilmiyor) bu cevap!

Yanlış anlama.. Seni (ya da başka birini) sıkıştırmak değil amacım.. Sadece sevdiğim konularda beyin fırtınası yapmayı severim. ;)

Sanırım konunun "big-bang"ine dönmek gerekecek.. :)

Kullanılan kavramlara somut tanımlar getirmekle başlanmalı..

"BEN" nedir? "BİZ" nedir? "Birey" nedir? "Sorgulamak", "düşünmek", "hayatın içinde olmak" nedir?

Kısa ve net cevaplar lütfen! Biliyorum, sözlüğe ya da google'a bakılarak alınabilir cevaplar.. Ama önemli olan: katılımcıların kendi düşünceleri ve asgarî müştereklerde anlaşabilmeleridir.;)

***




"tekel işçileri gibi olamaz mıyız" tarzında bir başlık vardı, onun altına yorum yazmaktı. "Elbette olabiliriz!" diyebilmekti.
Ben de o başlığa "Kesinlikle olamayız!" diye mesaj yazacaktım. Gereksiz polemiklere girmeyeyim diye vazcaydım.. :) Buradaki soruların cevaplarını doğru verebilirsek o konunun da cevabını bir ölçüde bulmuş oluruz..;)
 
BEN SİZ VE ONLAR

Ben neleri anlatır, sınırları var mıdır azıcık? Yoksa ben sınırsız bir güç haline mi gelmiştir insanların elinde kendilerine doğrulttukları? Yoksa içinde kayboldukları bir kavram haline mi gelmiştir? Didikleyelim azıcık ha ne dersiniz?

-Ben (Ego) aslında nesnel ve tinseldir.. Akademik açıdan tini anlatmak için uğraşacak değilim.. Ancak diğer insanlardan ayrılma ve farklılaşma ben duygusu ile gelişir.. Birey kendisini fiziken tanır.. Yapabileceklerini bilir, toplumdaki algılanışını bilir .. Yapamayacaklarını da bilir.. Uyum sağlamaya çalışır, fiziğinin getirdiği avantajları kullanmaya çalışır.. Onu korumaya gayret eder. Fizik olarak doyumlarının egosunuda mutlu ettiğini bilir.. Zamanla fizik ve tinsel yönlerinin ikiz kardeş olduğunu anlar..

-Ben tinsel olarak ise birikimleri, birikimlerini denemişlikleri, eğitimleri, bencillikleri, bilinen yada bilinmeyen enerjileri içinde bütünleşmeye çalışan bir kişisel örgüttür..

-Yapacakları ve yapabilecekleri kendisiyle sınırlıyken o kendisini hiç tanıyor mu acaba? Kurnazlıkları sayesinde kendine oynadığı oyunlar sayesinde geçici rahatlamaları ona nelere mal oluyor? Benim aklıma gelenlerin başında o istediği zaman başka kimlikleri kendi beni içine katıveriyor..

-Ben içine sahip olunan nesneler ve aidat duygusu da katılıverir.Hatta sosyal statüyüde ekleyelim buna..Türk olmak, Müslüman olmak, şu partili olmak, şu takımlı olmak, büyük bir cemate sahip olmak.. Ev sahibi, iş sahibi, diploma ben olarak algılanır.. Oysa insanın kendisini tanımayı gölgeler bunlar..

-Biz olanlarda ben duygusuna ekleniverir.. Biz olanlar içinde zaten ben olarak varsındır.. Ancak bu yetmez insana.. Biz sayılanlarda benim olarak algılanır.. Bizim olan içindeki her şey ben olana eklenir..

-Ben olayı için en tehlikeli şey ise O dur, Onlardır.. Ben sırasıyla ‘’sen ve sizi’’ içine alır kurnazca..Sen ve siz, sizi kabul ediyorum ve onaylıyorum anlamını taşır.. Kabul etmek, onay vermek aynı zamanda ben’e eklenen bir şeylerdir.. Siz olanda onay vermekle ben içine alınır.. Oysa ‘’O’’ kavramı, ben içine sokulmayanı tanımlar.. Onlar ise kabul edilmeyenler bütünü, örgütü olarak algılanır.. Benin gelişmesine, kendi ayrımına varmasına Onlar kavramı aklın alamayacağı kadar zararlıdır.. Ben, Onlara göre tanımlarsa kendini, Onlar içindeki her doğruya da, tavır alacaktır.. Onlara göre konumlayacaktır kendini.. Onlar neyse inkar edecektir.. Onlar kötü sanılarak doğru aranacaktır..

-Ben kendisini tanıyamaz hale gelince de başka bir ben olmak zahmetini bile düşünmez.

NOT: Bu yazı buraya yakıştımı bilmiyorum? Ancak kafamda kendimle yaptığım tartışmaları bir yerlerde görünce dayanamıyorum.
 
Yoğun bir haftanın ardından yeniden merhabaaaa :)
Son birkaç gün insan üstü çalıştığımdan bugün kendimi deniz kenarına attım ve az da olsa rahatladım sanki :)
Gelelim konumuza. Sayın Baben haklısınız az çok saçmalamışım. Özellikle doğru soruları sormak gerek derken. :) Benim belkilerim kendimden emin olamayışımın dışavurumu sanırım. Bu sanırım kelimesi de öyle. Kendimden emin olamıyorum bazen. :) Ayrıca sıkışmak, sıkıştırılmak kelimelerini kabul etmiyorum. Konuşuyoruz neticede. :)

Yazarkenki ifade güçlüğümü mazur görün. Düzgün cümleler kurmak için epey bir çabalıyorum. :) Çenem yazarkenkinden daha iyi işliyor. :)

Bu sefer konuya kendimden örnek vererek devam edeceğim. :) Sanırım attığınız taşı görüyor, kafama gelmeden yakalıyor ve cebime koyuyorum. :) Gelelim bene...

Birey olabilmek herkes için başka türlü zor maalesef. Kendi açımdan bir örnek vermek istiyorum yanlış anlaşılmayacaksam. Ben mesela yıllarca bir birey olduğumu hissedemedim. Kendi tarzımı, kendi beğenilerimi ortaya koydukça var olabildim. Ancak girdiğim pek çok ortamda kendi alanında ünlü bir kadının çocuğu olarak tanıştırıldım ve insanlara öyle tanıtıldım. Üniversitede hocalarım örnekler verirken bilmem kimin çocuğu da burda zaten gibi abuk cümleler kurardı. O zamanlar hep gölgesinde kaldığımı hissederdim.

Annem benim başka bir birey olduğumu benim daha çocukken ona verdiğim tepkilerden anladığını söyler, çünkü 4 yaşımdan itibaren annesi ona ne verdiyse aynılarını bana öğretmeye çalışırmış. Kendisi konservatuar mezunu. Benim de onun çaldığı müzik aletini çalmam için ders aldırmaya başlamış ben daha 4 yaşındayken. Hatırladığım tek şey, öğretmenin notaları cam sehpanın üzerine ters çevirdiği ve benim de yere yatıp oyun gibi onu sehpanın altından okuduğum. :) O kadar ilgisizdim yani. Mesela o yaşlarda daha kendi bildiği dilleri bana öğretmeye çalışırmış. :) Buna benzer daha çooooooook örnek var. O zamana kadar herkesi kendine benzetmeye çalıştığını, beceremediğinde kızdığını hatta bazen çekip gittiğini bile söyler. Ancak benimle beraber anlamış ki ben ondan başka biriyim ve beni de terk edemeyeceği için diğer insanları kabul etmeyi, onlara toleranslı olmayı, daha esnek bakabilmeyi öğrendiğini anlatır. Ama ben pek beceremedim işte birey olduğumu hissetmeyi. Sonra büyüdüm. Üniversite bitti. Bir süre hayatımı çeşitli dilleri öğrenerek geçirdim ve kendimi yollara attım. Belki de :) amacım beni bulmaktı. Sonra bir gün anneme geldim ve sordum; "eğer ben senin gibi olamazsam ya da senin ve çevrenin özen gösterdiği işi yapmazsam üzülür müsün?" Ne düşünürsün diye sordum. Annemin o zamanlar bana verdiği cevabı kendimin düşünememiş olmasına çok canım sıkılmıştı açıkçası, ama beni çok rahatlatan bir cevaptı. Belki de beklediğimdi, bilmiyorum. Bana ben ne yapmaktan memnun oluyorsam, neyi istiyorsam, hangi işi yapmayı seviyorsam onu yapmamı, kendisi bu işi bıraktığında kimsenin onu zaten hatırlamayacağını söylemişti. :) Sonra ben gene pılımı pırtımı toplayıp istediğim işi yapmaya koyuldum. 4 sene bu şekilde yaşadım ve yeni radikal kararlar alarak geri döndüm. Bir işe girdim ve gene aynı şey başladı. İş arkadaşlarıma bile beni tanıştırırken bilmem kimin çocuğu denildi. Ama ben bir bireyim ve kendi adım var, "Doğa" diye cevap verdim ilk günümde. :) Hem de hiç çekinmeden ve kim olduğumdan emin olarak. Benim onun çocuğu olmaya ihtiyacım yoktu bir yerlerde var olabilmek için, çünkü benim başka özelliklerim, başka yetilerim var ve bu da zaten ortaya çıktı. Giyim tarzımdan, düşünme yapıma kadar annemle aramdaki farkın şimdi ben dahil herkes farkında.

Hüzünlendim birden. :eek:
 
"Dünya bizleri kurtarma ve bize iyilik etme aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları yürekleri iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.

Hitler Almanları, Stalin işçileri, Mao köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Onlar hep "biz" dediler, hiç ben deyip kendilerini düşünmediler..."

Alıntıdır...
 
Bugünlerde keyifsizim biraz.. :( Zaman zaman dayanılmaz boyuta varan kulak uğuldaması konsantrasyonumu bozuyor ve yazamıyorum.. İdare edin..:D

"BEN" nedir? "BİZ" nedir? "Birey" nedir? "Sorgulamak", "düşünmek", "hayatın içinde olmak" nedir?

Kısa ve net cevaplar lütfen!
demiştim.. Düşlediğim yanıtları alamadım.. Sağlık olsun.. Ama benden günah gitti.. :D Bu soruların karşılıklarını, önceki mesajlarımda bazen net olarak, bazen satır aralarında vermiştim kendime göre.. Şimdi onları tekrar etmem gerekecek.. Eski arkadaşlar bağışlasın.. :eek:

Ortadan başlayalım önce.. ;) Birey nedir?
Yaa şu "birey" kavramına bir türlü ısınamadım. :( Bunun nedenlerinden biri de, birden çok anlamının bulunuşu ve herkesin kafasına göre istediği anlamda kullanıyor olması gerek sanırım.

"Kişi" sözcüğünü ya da "kendin olmak" deyimini tercih ederim. Hani bir şarkının sözlerinde geçer ya:
başkası olma kendin ol
böyle çok daha güzelsin

Buradaki bütün mesele "kendin olma"yı nasıl becereceksin?

Bunun cevabı hem çok basit hem çok zor!

Yaptığın bütün işlere kendinden bir şeyler katacaksın! Bunun için de, her şeyden önce kendinde bir şeyler olacak! Yani başkalarından özentiyle ya da emaneten aldığın düşünceler yerine kendi çabanla ürettiğin, kendine özgü düşüncelerin olacak! (Elbette bu "başkalarının düşüncelerinden yararlanmayacaksın" anlamında değil, tam tersine onların düşüncelerini kendi beyninde sentezleştirip kendine ait ve başkalarıyla paylaşabileceğin, başkalarına karşı savunabileceğin yeni bir 'düşünce'nin ortaya çıkmasıdır.)

Kısaca; "başkasının düşüncesiyle yargıya varmayacaksın." Bunun için de, donanımlı bir beynin olacak, yani çok çok çok okuyacaksın..
demiştim bir defasında.. "Birey"; senin anlattığın olayın çok çok ötesinde bir olgu! Sen, kişilik kısmını anlatmışsın. Ama bu sadece bir parçası..

"BEN", -sanıldığının tersine- henüz "birey" olamamış insandır! 'BİZ OLMAK' BİLİNCİ ÜZERİNE'de sözünü ettiğim:
Tabii, birden çok kişi olduğunda, sözü edilen "pasta"nın paylaşımı gündeme gelir ki, deyim yerindeyse, dananın kuyruğu da burada kopar!!! Kişiler ya da gruplar "pasta"nın nasıl büyütüleceği üzerine kafa yor(a)madıkları zaman; "pasta"dan kendi paylarına düşen dilimi nasıl büyütmeleri gerektiğini düşünürler ki, bu "ben olmak" bilincidir..

Oysa, bu kişiler ya da gruplar, "hep bana rab bana" anlayışıyla, "gemisini yürüten kaptan" uyanıklığıyla kendi dilimlerini büyütürlerken, bir de bakarlar ki; "pasta" küçülmüş, dolayısıyla kendi payları da küçülmüştür!!
"pasta"dan kendi paylarına düşen dilimi nasıl büyütmeleri gerektiğini düşün"en ve "hep bana rab bana" diyen insancıklardır! "BEN"in "Birey" olabilmesi için "BİZ"in olması gerekir önce!

"İnsan sosyal bir varlıktır!" diyoruz. Ama bu yetmez! Tarihin hiçbir döneminde de yetmemiş zaten.. Ayrışmalar, ötekileştirmeler, berikileştirmeler yapılmış her zaman! Heeep bu "pasta" yüzünden! O yüzden insana; bir bütün olarak bakmak, genelleştirmeler yapmak anlamsız! Herkesin "ben"i kendine.. :rolleyes:

"BİZ", adı üzerinde çoğul, yani sosyal ya da toplumsal! Ortak çok şeyleri var.. Paylaşımın yapılabilmesi için "BİZ"in olması şart! Sorun; bunun hakkaniyete uygun olarak yapılıp yapılmamasında. İşte "Sorgulamak", "düşünmek", "hayatın içinde olmak" burada önem kazanır! Bunlar öğretilinebilireylemlerdir. Ama bunu da "BİZ" becerir! "BEN" tek başına bir halt yiyemez! :p

"Sorgulama", deyince, aklıma gazetecilerin kullandığı, 5N1K (Kim, ne, neden, nerede, nasıl, ne zaman) gelir! Bunun ve "düşünme"nin doğru yapılabilmesi için de "diyalektik düşünme yöntemi" gerekir! Bu ikisini bir arada yapabiliyorsan: "Diri"sindir! Yani hayatın içindesindir!



Sevgili matematik,

Alıntı yaptığın arkadaşa katılmıyorum! Çok şeyi, sapla samanı biribirine karıştırmış, çok düşünmeden, anlamsızca, zorlama bir yorum yapmış. :(
 
Sayın Baben çok geçmiş olsun. Umarım tez zamanda iyi olursunuz. Benim de işlerim çok yoğun. Bu bir bahane olmamalı biliyorum ama eve geldiğimde kafamı bile doğru düzgün tutamıyorum. Dünden beri de yarın sabahki toplantı için hazırlanıyorum. Çok önemli bir sponsorluk sunumum var. Sizinle haftada bir de olsa tartışabiliyor olmak gerçekten hoş. Geçen hafta ek olarak yazacaklarım vardı ama olmadı işte. Darısı bu hafta içine. Sadece acil şifalar dilemek istedim. O yüzden yazıyorum. Çok çok çok geçmiş olsun.
 
:) Çoook teşekkür ederim veritas.. Acil şifayı severim:p Yapacak işlerim var çünkü;)
 
:) madem öyle, en en en acilinden shifalar diliom sana, babenjim!... düshledigin yanitlar neydi, bilmiom ama beyin firtinalari koptukca keyfinin yerine geldigini bildigim icin seni azicik "kizdirayim/gidiklayayim" diom :p...

"BİZ", adı üzerinde çoğul, yani sosyal ya da toplumsal! Ortak çok şeyleri var.. Paylaşımın yapılabilmesi için "BİZ"in olması şart! Sorun; bunun hakkaniyete uygun olarak yapılıp yapılmamasında. İşte "Sorgulamak", "düşünmek", "hayatın içinde olmak" burada önem kazanır! Bunlar öğretilinebilireylemlerdir. Ama bunu da "BİZ" becerir! "BEN" tek başına bir halt yiyemez! :p

[SIZE=2]BEN tek bashina kalinca, kimseyle paylashmak zorunda olmadigina göre diledigi halti diledigi kadar yiyebilir, banbenjim! :p:p... o degil de, [/SIZE][SIZE=2]bana öyle gelio ki, "dogru" sorulari sorabilmek, sorgulamak, düshünmek ne uzaylilar ne de BIZler tarafindan ögretilmesi gereken bishi :))... daha cok, her BENin dünyaya gelirken zaten beraberinde getirdigi sheyler degil mi sanki?... senin deyishinle, zaten diri oldugu icin, hayatin icinde oldugu icin yaptigi sheyler degil mi sanki? :)... [/SIZE][SIZE=2]BIZlerin - ögretmek shöyle dursun - elinden geleni ardina koymayarak unutturmaya, kaybettirmeye calishtigi sheyler degil mi sanki? :)... [/SIZE]

[SIZE=2]daglar dolusu kitaplarin yakilmasi, "o soruyu sorma, yanarsin! shu soruyu sorma, carpilirsin!" gibi tehditlerin savrulmasi, en ufak bi "yanlish" düshüncesini acikladi diye insanlara "vatan hainliginin", "din düshmanliginin" vs. yakishtirilmasi, iceri atilip toplumdan (BIZden) uzaklashtirilmasi, "falanca düshünceler aklindan geciosa psikopatsin, filanca fikirler beyninde ucushuyosa sapiksin" gibi teshhislerin konulmasi, (BIZin "kutsal güvenligi" adina) telefonlarin dinlenmesi vs. vs. ve daha neler neler... hepsi sormayi, sorgulamayi, düshünmeyi ögretmek icin mi yapilio yoksa? :)... sormak, sorgulamak, düshünmek ögrenilmesi gereken eylemler olsaydi, BIZler meydana gelebilir miydi ki?...[/SIZE]



seni yanlish anlamadiysam özetle shunlari diosun;
  • [SIZE=2]"BEN", -sanıldığının tersine- henüz "birey" olamamış insandır![/SIZE]
  • [SIZE=2]"BEN"in "Birey" olabilmesi için "BİZ"in olması gerekir önce![/SIZE]
  • [SIZE=2]BIREY, bashkasi olmayip kendisi olarak cok daha güzel olan BENdir - yani, kisaca; "bashkasinin düshüncesiyle yargiya varmayan". bunun icin de donanimli bir beyni olan, yani cok cok cok okuyan BENdir[/SIZE]
[FONT=Verdana][SIZE=2]tarif ettigin, BENin BIREY olma sürecindeki BIZin rolünü tam cikaramadim buradan, babenjim?... BENe okumayi yazmayi öretmek mi?... hangi kitaplari okumasi gerektigini belirlemek mi?... sentezlemek icin özentiyle veya emaneten BENe "verilen" düshünceler midir BIZin rolünü belirleyen... BIREY olmaya calishan BENin üretecegi yeni düshünceleri teslim almak üzere beklemek mi?... [/SIZE][SIZE=2]yoksa cok cok cok kitap okurken sikilmasin, bikmasin, firar etmesin diye yaninda oturup, elini tutup manevi destek vermek midir? :)... nedir?... biraz acar misin?...[/SIZE][/FONT]

[FONT=Verdana][SIZE=2]örnegin, dünyanin üc ayri köshesinden birey olmak arzusuyla yanip tutushan ve [SIZE=1](hade kolaylik olsun)[/SIZE] tesadüfen birbirinin dillerini de su gibi konushabilen üc tane BENi, dört duvari kitapla dolu bi odaya kilitlesek, ortaya pasta koymayi da ihmal etmesek, BEN-BIZ-[/SIZE][SIZE=2]BIREY olayi nasi gercekleshir?... hangi sürecler, nasil cereyan eder, ya da eder mi?... eksik olan shartlar var mi?... pastaya neler olur?... [/SIZE][/FONT]


selamlar & muckslar :)...




[SIZE=1]not; ben sevdim matematik'in yaptigi alintiyi =)... [/SIZE]
[SIZE=1]veritas'a not; sunumun güzel gecmishtir umarim :)...[/SIZE]
 
Rekucum, saolasın da bu illetin pek acil geçeceğini sanmıyorum. Sanırım FA'dan kaynaklanıyor. :( Düşün, kafanın içinde bir arı kovanı var ve sürekli vızıldıyorlar.. :(

Rekursion' Alıntı:
BEN tek bashina kalinca, kimseyle paylashmak zorunda olmadigina göre diledigi halti diledigi kadar yiyebilir


Var mı ööle bishii yaa? :confused: Kim kaybetmiş de BEN bulmuş "tek bashina kal"mayı? :confused: Çevresinde kimseler olmayınca tek bashina mı kaldım sanıyor BEN?

Peki, giydiği elbise, okuduğu kitap, izlediği TV, kullandığı PC ne iş? :confused: Tek bashina mi becermiş onları da?

"Sorgulamak", "düşünmek", "hayatın içinde olmak" dedimdi.. Tek bashina ne işe yarayacak ki öğrensin, de bakayım?

"İnsan, sosyal hayvandır", dedik.. Robenson Crusoe bile bir süre sonra bir arkadaş buluyor yanına. Kaldı ki, öncesinde hayatta kalabilmek için, yaptığı barınaktan tut, ürettiği yiyecek maddelerine kadar her bişeyi yaşadığı toplumdan (yani -genel anlamda- BİZden) öğrendiği TEKNİKle yapmıştır. BİZe dar pencereden bakma, lütfen..

Tee iki yıl önce yazmışım:
"İnsan, çevre yaratığı ve yaratıcıdır." deriz Halilcim. ;)

Buradaki "çevre" kulağımızın alıştığı gibi; dağlar, kırlar, ormanlar, kuşlar, kelebekler, börtü böcük :p falan değildir. Adıyla, sanıyla, gelmişiyle, geçmişiyle, yaşayanıyla, ölüsüyle toplum/lardır.

Hani, ilkokulda öğretilir ya.. "Aile, toplumun en küçük birimidir.." diye.. Hah.. İşte belli yaşa kadar aileler insanın beynini biçimlendirir, diğer bir ifadeyle formatlar. Daha sonra okul yapar bu işi.. Sonra -erkeklerde- askerlik, iş, -Türkiye'de yeterince olmayan ancak olması şart olan- Demokratik Kitle Örgütleri (DKÖ) falan ve buralardaki arkadaşlar, ağabeyler, ablalar, kardeşler yani "yaşayan reel çevre" bu görevi devralır.. :)

Bir de yıllar, yüzyıllar hatta bin yıllar öncesinde yaşamış; düşüncelerinden, görüşlerinden, buluşlarından, eserlerinden yararlandığımız "ata"lar var.. Bunlara da "bizden önce geçenler" derim ben kısaca..

Son olarak da; günümüz teknolojisiyle oluşan, bilgisayar + internet olgusunun yarattığı forumlar, haber grupları, chat vb. ortamlarda hayat bulan "sanal çevre" var ki özellikle engelliler için epeyce önemli..

Buradaki ÇEVREnin yerine -genel anlamda- BİZi koyabilirsin Rekucum….:)

Özel anlamda BİZse bütün ÖTEKİLERdir! Onu da blogumda işliyorum.

"her BENin dünyaya gelirken zaten beraberinde getirdigi sheyler" uzaydan gelmedi ya? Daha önce konuşmuştuk. Genetik denilen bir bilim dalı/bir olgu var..

BİZler öğretmeye- eğitmeye; ONLAR unutturmaya, yasaklamaya çalışır!

Ama bu net çizgilerle ayrışmış değildir.. Hatta bazen çok çok bulanıktır..:(

Kimi zaman ONLAR, (berikiler, otorite, oligarşi, egemen sınıf vb. ne dersen de..) kendi işine yarayacak elamanları; kurduğu okullarda resmi ideolojisini ÖĞRETerek yetiştirmeye çalışır. BİZ'in ise bir OKULu yoktur! O yüzden okul dışındaki eğitim ve öğretim araçlarını (medya, kitap, DKÖ'lerin seminer, konferans gibi etkinlikleri, hatta bu ve benzeri forumları, news grupları, blogları vb.) kullanarak, ÖĞRETİM işlevini yerine getirmeye çalışır..

Kimi zaman da yine ONLAR, daglar dolusu kitaplarin yakilmasi diyerek başladığın paragraftaki abuklukları yaparak; işlerine gelmeyen bilgiyi, düşünceyi yok etmeye, unutturmaya çalışırlar! BİZ ise BİREYlerden oluşmuştur zaten! Onun unutturma, yasaklama gibi bir derdi yoktur! Çünkü o zaman biz, BİZ olmaz!

BİZ'in işlevini yukarıdaki ÇEVRE alıntımda ve son iki paragrafta anlatmaya çalıştım.. O BİZ var mıdır? Yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır! (Sadece BİZimsiler, BİZe benzeyenler olmuştur. Pastayı da onlar yapmıştır.. Ama pastanın büyük dilimini ONLAR yemiştir her zaman) Olmadığı için de; kitapların yakılması, düşüncelerin yasaklanması, düşüncelerin açıklandığında vatan haini, din düşmanı yaftasının yapıştırılması hep olmaktadır!

Ve bunların sırayla olma şartı da yoktur! Matematikteki kümeler gibi birbiri içine geçmiş olgular olarak düşünebilirsin bu süreci.

Tamam mı Rekucum (tabii diğer arkadaşlar da), yeterli oldu mu açıklamalarım?
 
O farkı yarattığımızı düşünüyorum ben...Kendi hayatımızda 'Benim' ama Engelliler bize'de 'Biziz'...;):)

Sanal olmayan sosyal hayatı düşündüğümüzde ben yok,biz var..Engelli kişileri bizin içine katanda var katmayan da var,ama engellinin bizin içinde ben olabilmesi çok zor..Engelli kişinin kendi kararlarını vermesine,bir meslek sahibi olmasına,evlenmesine,çocuk sahibi olup olmamasına aile karar verir,engelli kişi uymak zorunda kalır,çünkü fazla bir seçeneği yoktur...Engelli kişinin yapacağı basit bir harekete bile izin vermeyen aileler var,sen yapamazsın edemezsin,sen sakatsın,sen taşıyamazsın..Koruyucu ve kollayıcı kültürel yapımızla tüm benlikleri çepeçevre sararak bireyselleşmesine,toplum içinde söz sahibi olmasına izin vermiyoruz...Bu sadece engelliler için değil toplumun tüm insanları için geçerli...Güç ve güçsüzlük üzerine kurulu bizim ilişkilerimiz...
Bunu değiştirmek çok kolay değil...Toplum için de birey olmak çok zor....Biz ötekinin ötekisiyiz...
Şimdi çevresel koşullar ve toplumsal baskılardan,kültürden bahsetsek,Baben abiyle bu işi 1 yıl tartışırız:):p
 
Herkese merhaba,
Uzun zamandır siteye giremiyorum maalesef. Neler olup bittiğini de çok merak ediyorum ama okuduğum şeyleri kolay anlayamıyorum bu ara. Baben'in bahsettiği konsantrasyon bozukluğu bende de var. Annemin rutin kontrollerinden birinde mamografi çektirdiği zaman ışıl formunda bir kist bulundu geçen hafta perşembe günü ve salı günü de hemen ameliyata aldılar. Dün de patoloji sonucu geldi. Kanser olduğunu öğrendik. İkinci bir ameliyat olacak ve sonra radyoterapi falan filan. Dolayısıyla ben de birkaç gündür doğru düzgün uyku uyuyamıyorum. İşin de yoğunluğu üstüne ekleniyor. Kafamı toparlayamıyorum çok fazla.

Rekursion, sunum harika geçti. Sorumlusu olduğum projeyle ilgilenmediler maalesef yeni olduğu için olsa gerek :( ama zirvemiz için hem oturum sponsoru olmaya hem de bir corner almaya ikna ettik kendilerini. Bundan iyisi can sağlığı hesabı.

Yazdıklarınızı okumaya çalıştım ama dediğim gibi kafamı veremiyorum bir türlü. Sizler gibi tek tek cevap vererek gitmek isterdim ama yapamayacağım maalesef. Belki daha sonra.

Şimdi daha önceden yazmak isteyip de o sefer iş sebebiyle yazmaya fırsat bulamadığım şeyleri yazmak istiyorum. Off ne çok gereksiz bilgi veriyorum. :) Neyse başlıyorum, gerçekten!! :) Sorduğunuz soruların cevabını birebir bulamayacağınız bir başka yazıya merhaba deyin :rolleyes:

Şimdi daha önce kendimden verdiğim örneği de hatırlatarak ilerlemek istiyorum. Önce BEN'i arıyoruz. Şeytan bul sana altın verecem şeklinde değil tabii. :) Gerçi o da bir yöntem. BEN'i arayan biziz. Bulan da biziz, ancak bunun sosyalleşmekle, hayatın içinde olmakla bulunabileceğini düşünüyorum. Yoksa elbette bir dersliğe alınıp öğretmen eşliğinde alınabilecek, bulunabilecek birşey değil. Dersleri deneyimleriyle insanın kendisinin çıkarması gerekir. Ne istediğini bilmek, amaçlarını, tutkularını, korkularını, sevgilerini tanımlayabilmek, bunları özgüvenle ortaya koyabilmek, BEN'i bulmak yıllar, yaşanmışlıklar gerektirir kanısındayım. BİZ, güzel bir duygu, güzel bir sözcük. :) BEN'in yalnızlığını, bencilliğini aşan, BEN'e güç katan, güven sağlayan bir öz var BİZ'de. İnsanlık tarihi de zaten BEN'den BİZ'e evrilme tarihi değil miydi? Aile, kabile, cemaat, aşiret, tarikat, dinsel gruplar, siyasal partiler, çeşitli örgütler, dernekler, birlikler BİZ'leşmenin aşama ve biçimleri değil mi?

Peki burda bir de nasıl bir BİZ diye sorsak? Dayanışmacı, etik bir değer, güç ve güven kaynağı olarak yücelttiğimiz biz, öteki bizleri alt etmeye, yok etmeye, aşağılamaya, öteki bizler üstünde baskı kurmaya yöneldi mi, kanlı savaşların, ölümcül kavgaların, çözümsüz anlaşmazlıkların, düşmanlıkların kaynağı olabilir. Ötekine düşman bir BİZ, ötekine düşman BEN'den çok daha tehlikelidir. Gücümüzü, aklımızı, yüreğimizi birleştirip biz olmak güç kazandırır. Ancak bunun iki koşulu vardır. Biri demin söylediğim başka Biz'lere, ötekine düşman bir BİZ değil, öteki BİZ'lerle epati kurabilen, daha geniş birlikteliklere açık bir BİZ. Diğeri de BEN'i ezen, tek tipleştiren, bireyin özgür iradesine ve seçimine engel koyan bir BİZ değil, bireyin tüm yaratıcılığı ve farklılıklarıyla BEN kalarak birliğe katkı verdiği özgür bir BİZ.
 
Sevgili Veritas, çok çok çok geçmiş olsun. Acını anlıyorum.. Ben de annemi o yüzden kaybetmiştim..:( 29 yıl oldu.. O zamandan bu yana teknoloji gelişti.. Umarım tehlikeli dönemde değildir.. Fazla acı çekmez ve daha uzuuuuun yıllar birlikte olursunuz.

İletinin sonraki bölümlerine daha sonra yanıt vermeyi düşünüyorum. Konu güzel..;)
 
Sayın Baben, çok teşekkür ediyorum. En büyük tesellimiz rutin kontrollerde çıkmış olması ve sadece 3mm olması. Meme kanserinin de en büyük tesellisi erken teşhis sanıyorum. Ayrıca dediğiniz gibi teknoloji çok gelişti. Biz kadınların baş belası hastalığı işte. Gene biz dedim, kategorize ettim. :) Moralimizi yüksek tutuyoruz ve tabii ki daha çooooooooooook uzun yıllar beraber olacağız. :cool:
 
çocukluktan başlamak gerekiyor ben kavramının nereye itildiğini bulmak ve neden ilk bulunması gerekirken en son bulunduğunu anlamak için..gerçi çoğu kendi benini bulamadan yaşar...bulup bulmadığıyla da ilgilenmez...ilgilenemez çünkü kendisi olduğuna inanmıştır

doğan her çocuk ailesine benzemeli zorunluluğunun bir getirisiyle başlar bu sancılı dönem..sanki elma ağacından armut çıkmazmış gibi...farklı bir renk olundu mu aile baskılar..bu çocuk kime çekti...aman bizden farklı bir renk çıkmasın...bilmezler ki kendi rengini aradığını ya da bilirler de nasıl kontrol edeceklerini bilmedikleri için baskılarlar kendi olmaya çalışan küçük bedeni..isterler ki hep aynı renk olsun..tek kıyafetle çıkalım hayat sahnesine...yeter ki toplum ailemizi övsün...yeter ki elma armut doğurmadı densin..

istedikleri aslında kendi üretkenliklerinin kutsanmasıdır...bunu örtmek içinde hep başkaları ne der sorusu ile örterler üstünü...

büyürüz elbet de aile rahat etsin diye içimizdeki beni sıkıştırarak büyürüz..büyürken de toplum için ailemiz için kabul görmek için benler yaratırız...bu benlerin örtüşmediği anlar geleceğe ekilen çarpık kişiliklerin oluşumunun döllenmesidir...farkında olmadan büyürüz...

okula başlarız ailenin yerini öğretmenler alır...kompozisyon yazılacak kendi bakış açısını ortaya koyan çocuğu baskılarız..bizimle aynı bakış açısını tutturamadığı için..resim çizilir yorum gücü istenir ..farklı bir boyut kazandıran çocuğu yine baskılarız...bir yandan kendini bul deriz diğer yandan yıllar önce derinlerimize ekilen öğretilmiş ,şartlandırılmış benlik hortlarda armudu elmaya benzeştirme dürdütümüzün debreştiğini göremeyiz..baskılanan benler aslında kendilerini gördükleri küçük benleri baskılarken geçmişim heyezanını yok etme adına bunu yaparlar...çünkü kendi olmayı başaran benleri gördükçe içlerinde bir türlü dışarıya salamadıkları benin hırsı yönlendirir dışta ki beni...

ya da farkında olmadan aile ,toplum vb vb benlerin yine kendine hakim olduğunu görememesidir bunu yaptıran...kendini keşfedemeyenlerin yaratacağı da budur....

Ben kimim?sorusunun açılımını yapmalıyız içimizde...ben ne istiyorum?ben nasıl mutlu olurum?ben neden bunu alıyorum? vb vb...kendini bulamayan birey egosundan kurtulamaz...biz olma yolunda adım atamaz..herkesin benini bulması için kendi sorusunu üretmesi gerekir...ben öyle düşünüyorum..çünkü zaten ortak sorularda beni bulmayı zorlaştırır..etkilendiğimiz kültürler,çevre bunda etkilidir...

eee attın tuttun öykü de küçük bir çevrede bunu nasıl yapacağız sorusu çınlıyor akıllarda..bence herkes kendi rengini bulmalı önce..ne istediğini bilmeli..ve yavaş yavaş kendi rengini vermeli çevresine..yoksa değişim başlamaz ki..kim diyebilir ki değişim kolaydır diye...zorludur..en çok zorlu olan insanın kendisiyle olan savaşıdır...savaş başlamalı ki değişimler köklü olsun..belki biz yaşadığımız çevrenin yeterince değiştiğini görmeyeceğiz ama bizim başlattığımız değişim devam edecektir..yeterki benzerlerimizi yaratma huyumuzdan vazgeçmeyi başaralım...

yoruldum arkası yarın..eee dizilerde böyle değil mi:)şaka bir yana şu merak duygumuzu birazda kendimize yönlendirsek fena olmaz gibi:)

evet ne yapmalı ..ne yapmalı..etrafımızda tur atıp da aman böyle geldi böyle gider mi demeli...ya da kendi benini bulanların toplumdan nasıl yalıtıldığını görüp içimizdeki bene otur oturduğun yerde mi demeli...bilinir ki penguenler arasında papağan olmak zordur...

kişi ne istediğini,kimin sunduğu hayatı yaşadığını sorgulamalı...mutlu olmayan psikolojik tedavi gören birçok insanın kendi bunalımı ile boğulmasının sebebi kendisi ile konuşamamasıdır..ne yazık ki kendisi ile arkadaş olamaması kaynaklıdır..çünkü bizler doğduktan sonra bile görünmez bir kordon bağı ile birbirimize zorla bağlanılmışızdır..bize sunulan beni giydiğimiz fark ettiğimizde şaşkın şaşkın bu ben miydim diyerek bakarız aynaya..
ve savaş bu şaşkınla başlar(evet arkası yarın olsun yahuu:))
 
ne kadar hoş ifade etmişsiniz
okurken kendimi attığım uzaklar geldi aklıma
ve evet ben de kendini bulma konusunda benzer soruları insanın kendisine sorması gerektiğini düşünüyorum. sosyalleşmek de bunun artısı işte.
gene bende biz olma duygusu kabardı. :) ne olacak benim sonum yaaa?
 
beni bulalım biz olmak kolay:)sayın veritas...
dizi bu arkası yarın..merak edelim biraz değil mi:)
 
Ediyoruz zaten, amma ve lakin yarın ola hayrola diyorum. :)
saat tam 12 :) Arabam balkabağına dönüşecek şimdi. Yarın işe gidemeyeceğim. :)
 
aman bozulmadan kendinizle buluşun benimde ayakkabımı kaybetmeden gitmem gerekiyor sanırım...iyi akşamlar ..yeni gün için gün aydın olsun
 
kendini kabullendirme ,kabul görme duygusu da ben kavramını bulmayı geciktiren en önemli unsurdur bence...

kişi kendisinde kendini kabul görmeyi,kendini sevmeyi unutur...kendinde kendini kabul görmemiş kişi hep ister ki çevresinden kabul görsün...bu kabul görme duygusu beni tanımayı zorlaştırır...

büyürken hep benliklerimizi başka benliklere peşkeş çeker kendimizi unuturuz...

önemli bir sorunda bence beni buldum işim bitti demektir...yetiştirildiğimiz çevre,yetiştiren kişiler sayesinde,bir sürü ben olduğunu unutuyoruz..bu yüzden yaşanan bir olay karşısında tanıdığı benin yabancı ben olduğunu görmesi de ürkütür kişiyi...

şöyle ki evlenmeyen bir kişi erkek ya da kadın beni ile karşılaşmamıştır...herkes için mükemmel olan bir benin kadın ya da erkek beni neden iyi değildir bunu bir türlü algılayamıyoruz..neden boşandınız çok iyi bir insandı der toplum...yaşamadıkça diğer benlerimizle tanış olmadığımızı düşünemeyiz....

Sayın Kuyucak'ın kodlamalar yazılarını okuduysanız ben kavramı daha da belirginleşecektir...

Baben Usta'nın biz olmak bilinci üzerine yazılan yazısıda buna örnektir

birde sitede isteğiniz yaşamımı yaşıyorsunuz sunulan yaşamımı başlığı da buna örnektir...

bence sitede birçok kişi kendi benini sorguluyor ama bunu şu tartışma konusu içine taşımıyor..sitede açılan başlıkları okuduğunuzda bunu görebilirsiniz...



demem o ki yaşanan olaylar sonrasında beni tanımak için yine sorulara ihtiyacımız var...
 
Buradaki tartışmalar rüzgardı fırtınaya dönüştü, Sevgili Öykü'nün gelmesiyle kasırgalaştı.. Tam süper oldu.. :p

İlkin;
Aile, kabile, cemaat, aşiret, tarikat, dinsel gruplar, siyasal partiler, çeşitli örgütler, dernekler, birlikler BİZ'leşmenin aşama ve biçimleri değil mi?
Koyuyla vurguladıklarım; burada konu edindiğimiz çağdaş anlamda BİZ'in aşaması da değil, biçimi de değil!!

Çünkü BİZ; her şeyden önce "demokratik" olmalıdır! Bir kabile reisinin, bir aşiret ağasının, bir cemaat/tarikat şeyhinin/şıhının demokratik yolla gelip-gittiğini duydunuz mu siz? Ben duymadım! Ama siyasal partiler, çeşitli örgütler, dernekler, birliklerde "sözümona" bile olsa demokrasi vardır!

Yukarıda sözünü ettiğin "doğru soruları sormak, sorgulayabilmek, düşünebilmek, hayatın içinde olabilmek" öğretilir mi buralarda? Sanmıyorum!:(

Bu, her din ya da feodal yapı için böyledir. Tersi, doğasına aykırıdır! "Laiklik" konusu buradan yola çıkmıştır. Reform ve Rönesans'ını tamamlayan yörelerde başarılı olmuştur..




İkincisi,
Diğeri de BEN'i ezen, tek tipleştiren, bireyin özgür iradesine ve seçimine engel koyan bir BİZ değil, bireyin tüm yaratıcılığı ve farklılıklarıyla BEN kalarak birliğe katkı verdiği özgür bir BİZ.
Yine sorayım.. "Bireyleşmiş 'BEN'i bulduk mu ki de kaybedelim.. Ya da kim buldu ki kaybetsin?"

Geçenlerde çok sevdiğim alperstein arkadaşım, Tınaz Titiz'in bir yazısını gönderdi. Buraya "cuk" oturduğunu düşündüğümden hemen alıntıladım. Bir de siz bakın..
Küme Zekası (swarm intelligence)
Tınaz Titiz

Bir canlı hayvan küme'sinin, belirli bir iç veya dış liderden komut almaksızın, ama yine de bir uyum içinde hareket edebilmesine genelde bu isim veriliyor. Aslında robot biliminde kullanım için geliştirilen bu kavramın en iyi örnekleri hayvanlar aleminde görüldüğü için de açıklaması hep hayvan toplulukları yoluyla yapılıyor1. Kuşlar, balıklar ve karıncalar bu örnekler içinde en iyileri.

Bu zeka türü aslında -bazı alanlarda- insanlar tarafından da kullanılıyor. Bir basketbol oyununda toplu hücum eden takımın oyuncuları bir kümedir ve hızlı hücum sırasında karşılarındaki savunmanın aldığı pozisyonlara göre ani kararlarla top kullanımının şeklini değiştirmektedirler. Bu esnada bir iç veya dış lider ne yapılacağını söylememekte, oyuncular -uzun süre birlikte oynamanın yarattığı bir kolektif zeka ile- olabilecekleri tahmin edip küme içinde uygun yerlere doğru ani hareketler yapmaktadırlar.

Diğer yandan, bu zeka toplumsal yaşam alanlarında da kullanılmaktadır. Örneğin bir spor kulübüne, bir siyasi partiye ya da bir ideolojiye sempati duyan gruplar herhangi bir liderden talimat almadan belirli bir eylemin içinde yer almakta, o eylemi destekleyecek yolda bireysel kararlar alabilmektedir.

Bunun aksi de olabiliyor. Aynı toplumsal yaşam alanlarında, bu defa o alanların liderlerinden talimat alan kitleler birbirleriyle uyumlu -hatta diğerinden çok daha uyumlu- eylemler üretebilmektedir.

Birinci tür kolektif eylemde lider, kitledeki bireylerdir. Her birey kendi özgür alanına müdahale ettirmeden kümenin ana amacı doğrultusunda gereken hareketlere karar verip uygulamaktadır.

İkinci tür kolektif eylemde ise kişiler özgürlüklerinden vazgeçmekte, sadece talimatları uygulamaktadırlar.

Hayvan kümelerinde her iki tip kolektif eyleme de rastlanmaktadır. Kırlangıçlar, yaban kazları, leylekler, balık sürüleri birinci türe örnektirler. Küme zekası tam olarak bunlar için kullanılabilir. Hayvanları dürten etki, ya genetik kodlarındaki talimatlar ya da sürünün diğer bireyleriyle uyum içinde olma konusundaki sezgileridir. Milyonlarca hayvandan oluşabilen kümenin her bir üyesi yakın çevresiyle uyum içinde olmaya ve içinde bulunduğu ortamın sürükleyiciliğine kendini bırakmış, kümenin yanlış bir iş yapmayacağına güvenmektedir.

Bununla beraber bazı uçucu hayvanların biyolojik saatlerindeki bir genetik hata nedeniyle henüz uçamayacak durumda oldukları bir dönemde toplu olarak göç hareketine başladıkları ve yürümek zorunda kaldıkları hata periyodu boyunca vahşi hayvanlara hedef oldukları da biliniyor. Yani kümenin asla yanlış karar vermeyeceği garanti edilebilir bir olgu da değildir.

İkinci tür kolektif eylemler ise sirklerde gruplar halinde gösteri yapan hayvanlarda söz konusudur. Bu durumdaki kolektif eylem ya korkuya (dayak, acı çektirme vb yollarla) ya rüşvete (çok sevdiği bir yiyecekle ödüllendirme gibi) ya da çok sayıda tekrar yoluyla koşullandırmaya dayalıdır. (Okullarımızda uygulanan tekrar yöntemi B.F. Skinner adlı bir araştırmacının hayvanlar üzerinde yaptığı çok sayıdaki koşullandırma deneylerine dayanmaktadır.)

Görüldüğü gibi iki tür eylem arasında dış görünüş benzerlikleri varsa da temel dürtüler tamamen farklıdır. Birinci türdekiler bireysel özgürlüklerinden vazgeçmeden bir uyum sergilemekte, ikinciler ise bunu korku ya da rüşvet yapmaktadırlar ve bireysel özgürlük söz konusu değildir. M. Tinaz Titiz'

Küme zekası basketboldan başka bir işe de yarar mı?

Evet yarar, hem de çok. Bireysel özgürlüğüne, zihinsel bekaretine2 düşkün insanların bir araya gelip bir liderden talimat almalarını beklemek gerçekçi değildir. O insanlar lidere saygı duyabilirler, ama yapılması gerekenlerin başkalarınca dikte edilmesinden hoşlanmazlar. General Patton'un bir sözü şöyle: "İnsanlara ne yapacağını söyleyin, nasıl yapılacağını kendilerine bırakın!"

Burada "ne yapılacağı" ile kastedilen "vizyon"dur. Özgürlüğüne ve zihinsel bekaretine düşkün insanlar mutlaka birer vizyoner olmak zorunda değillerdir. Vizyoner nitelikli liderlerin ortaya koyacağı düşünceler bu insanların akıllarına yattığı (yani değer yargılarıyla bağdaştığı) takdirde o yönde hareket ederler; ama her biri kendi özgür iradesine göre seçtiği yoldan yürümek kaydıyla.

Bu durumda bir dış göz tek tek bireylere bakarsa -asker deyimiyle- başıbozuk gibi görünebilirler. Ama tümüne bakıldığı zaman bir "Brownian motion" içinde bir vizyon doğrultusunda hareket ettikleri anlaşılır. Hatta bu türlü bir "Gevşek Bağlantılı Birliktelik", talimat ile idare edilene nazaran daha da etkilidir. Çünkü gevşek bağlantılı birlikteliğin dış etkilerle bozulması çok güç iken, diğeri yine talimat yoluyla işlevsiz kılınabilir.

Peki bu süreç kendiliğinden oluşur mu?

Ne yazık ki hayır. Bireysel özgürlüklerine düşkün insanların Gevşek Bağlantılı Birliktelik oluşturmaları süreci otomatik olamaz. En azından üç koşul var gibi görünüyor:

1. "Ne yapılacağını" (vizyon) ortaya koyabilecek lider(ler),

2. "Ne yapılacağı"nı, bireysel "nasıl yapılabilecek"lere çevirebilmek için gereken her tür çabayı (zihinsel, parasal, zamansal, bedensel vd) harcamaya istekli özgürlükçü insanların varlığı,

3. Bu insanların, kendini lider olarak lanse eden kişilerce ortaya atılabilecek vizyonlar içinde en işe yarayanları, en parlak olanlar içinden ayırabilecek sezgilere sahip olmaları.

J.F.Kennedy'nin şu ünlü sözü özellikle son madde için bir açıklama niteliğindedir: "Her başkana yüzlerce parlak görünüşlü öneri getirilir. İyi başkan, bunlar içinden işe yarayanları seçebilendir."

Anahtar soru!

Yukarıda sıralanan üç özelliğe (biri veya birkaçına) sahip kişiler nasıl bulunacaktır?

Rastlantılar -eğer şanslı iseniz- bu tür kişileri karşınıza çıkarabilir. Tek yapmanız gereken, karşınıza çıkabilecek o kişilerin, sürekli şikayet eden, eleştiren, ne olup bittiğini anlamaya çalışmadan boyuna ezberlerini benimsetmeye çalışan ama bir şey yapmaya, vermeye niyeti olmayan, böylece kurnazlık ederek hem gizlenen hem de kendini tatmin eden kalabalıklar arasında gözden kaçmamasına dikkat etmektir.
 
:) Tamam da.. Bu BEN başka BEN ama.. Büyük harfli BEN :p

BİREY olabilmek için yola çıkmış olan, kendi aklıyla düşünecek olan, doğru soruları sorup, sorgulayacak, tartışacak, yargılayacak, daima hayatın içinde olup, diri kalacak bir BEN.. Yoksa; sürü elemanı olup o psikolojiyle hareket eden, olumsuz provokasyonlara (kışkırtmalara) düşünmeden kapılan, paranoya (kuruntu) sahibi bir "ben" aramıyoruz biz.. Çok var onlardan.. İbadullah..:)
 
Yok.. :) Fırına atıp sabun yapalım:p

Zaten aranmaz ki onlar.. "Elini sallasan ellisi ..." anlamında söylemiştim ben ibadullahı.. İşte yapılması gereken; BEN yapabilmek onları da..

Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele! ;)
 
Aslında ilgiyle izliyorum ben bu tartışmayı .. Her zaman dediğim gibi kavramlar iletişimi tam sağlamıyor bana göre..
BİZ sayması için BEN in kendisini, BEN gibi insanların arasında olması gerekir…
Yoksa BİZ in yetiştirdiği BEN ler burada tartıştığımız BEN ler olamaz.. Zaten şu anda sürü diye adlandırdığımız Milyonlarca BEN i oluşturan zaten BİZ dediğimiz toplum değilmidir? O BENLER ve BİZLER de buradaki tartışılan şablonun aynısıdır .. O zaman aslında burada herkesin düşüncesini aşağı yukarı bildiğim için benim algıladığım tartışmadaki BEN, toplumsal kimliği (BENİ) yıkıp yeni bir kimlik (YENİ BEN) kazananların oluşturması gerekli, yeni toplumu yaratma düşüncesidir( YENİ BİZ)..

Öyküekin benim kodlamalarla ilgili yazılarımı referans göstermeniz inanın çok mutlu etti beni .. O yazılar devam edecek .. Umarım küçük bir kitap haline gelir..
Çünkü gerçekten amacımın YENİ BEN ve YENİ BİZİ yaratmak olduğunu hissetmişsiniz .. Bu yazıların burada, engelliler biz de ne işi var diyenlere hep şunu dedim; Herkes bulunduğu yerde yapsın ne yapacaksa.. Bir yerde toplanmaya çalışmak, BİZİ yarattık salaklığının daniskasıdır.. BEN olan, oldum sanan yirmi kişi toplanıp kendi adacıklarını kurdular mı, BİZ yaratıldı olur onlar için .. Oysa her kes dağılmalı araziye, yaşamını yaşadığı yerleri BİZ yapmalı..
Ukalalığımı bağışlayın, BEN de şimdiki BİZDEN çok şey öğrenir arazide..

Benim o yazdıklarımı çok kısaca şöyle anlatayım.. Önce gerçek bir anarşist sayılırım ben.. Şimdiki BEN in nasıl oluşturulduğunu biliyoruz hepimiz.. Fakat kişi kafasına sokulan her düşüncenin, kendi özgür iradesiyle kendisi tarafından üretildiğini sanıyor.. Aynı Bilgisayar programı gibi programlanmış ..Oysa o kendisini kendi programladım diye ortalıkta dolanıyor.. Özgür sanıyor kendisini..
Benim amacım ona işte kafasının nasıl kodlandığını göstermek .. Şöyle yada böyle ol diye bir telkinim olmaz.. İnsan kendini tanıyınca YENİ BEN olacaktır..

Azıcık kendimi övdüm galiba .. Baben bu seferlik idare et..
NOT: Öyküekin hazır birkaç yazı var.. Bakıp yakında koyarım
 
:) Hasanım, yıllar önce buradaki bazı kavramların içini TEPKİ yazılarımda doldurmuştum.. Bir kez daha çizeyim altlarını:

biz: örgütsüz + bilinçsiz elemanlar sürüsü

BİZ: örgütlü + bilinçli BİREYler topluluğu..

ben: yukarıdaki "biz"i oluşturan elemanlar..

BEN: BİZ'ce BİREYleştirilecek insanlar!

Yani burada 5 ayrı kavram var. Ama; hepsi aynı çağda, aynı dünyada yaşıyor! (sadece BİZ, birkaç çağda birden yaşamaktadır.. Ama henüz yoktur! Yukarıda dediğim gibi "BİZİMSİ"ler olmuştur ama BİZ tam anlamıyla olmamıştır henüz.. İşin paradoksal yanıdır bu.. O yüzden, anlatmak kolay olmuyor!)


Kalemle girdiğim gemi-fırın geyiğine şunları da ekleyim..:)

Kim, kimi atıyor gemiden; kim, kimi atıyor fırına?? Herkes otursun oturduğu yerde, herkes "mecbur" birbirine.. "Başka İstanbul yok!!" Bi tanecik var dünyada!!

İşte ezberleri bozacak olan da yukarıdaki BENler.. Ezberlerini bozdukça BİREYleşecekler ablası.. ;)
 
Üst Alt