Güncel İçerik

Merhabalar

Engelli haklarına dair tüm içerikten üye olmaksızın yararlanabilirsiniz.

Soru sormak veya üyelere özel forumlarlardan ve özelliklerden yararlanabilmek içinse sitemize üye olmalısınız.

Teksan İnovatif Medikal: Engelliler, Engelli Çocuklar, Hasta ve Yaşlılar için emsalsiz ürünler

Onun engelinin adı yoktu [Tartışma]

bayke

Üye
Üyelik
6 Nis 2005
Konular
58
Mesajlar
588
Reaksiyonlar
0
..
Hadi dedim kımılda biraz ,bu dünyanın sonu değil ,iki şarapnelle yıkılmamış adamsın sen, nolmuş çekip gittiyse..
Aslında eşinin terk etmesinden çok oğlundan uzak kalmaktı onu korkutan..haylazın tekiydi,
eve barka pek uğramazdı ,anneannesinde kalmayı tercih ediyordu. Üniversite imtihanlarında başarısız olunca tamamen dağıtmıştı kendini.
Öptüğünü,sarıldığını bir gün saçlarını okşadığını görmedim ama kendine göre çok severdi oğlunu. Bir gün:
- Keşke vurulduğumda ölseydim, iyi para geçerdi ellerine, belki o zaman yurt dışında bi üniversiteye gidebilirdi bu çakal..! dedi.

Kahır akşamlarından biriydi bana telefon ettiğinde ,yine sarhoştu, kelimeler ağzından zor çıkıyordu,
sadece boş odada yankılanan şarjörün sesi net olarak geliyordu kulağıma.
- Hey na'pıyorsun dedim . Hani söz vermiştin..sarhoşken oynamayacaktın silahla. Anlamadığım bir şeyler mırıldandı.
..Ve ard arda boşa düşen tetik sesleri.
Sonra telefonu kapattı. Geri aradığımda meşgul çalıyordu.
Son zamanlarda oldukça sık yaşar olmuştum bu veya buna benzer olayları.
**
Bilgisayar, hayatımın neredeyse tamamını işgal etmesine rağmen onun hiç ilgisini çekmiyordu.
Bana geldiğinde sadece soliterde bi iki el fal bakmakla yetinir sonra bundan da sıkılıp kapatırdı.
Fal bakan insanın hayattan bir beklentisi bi umudu olmalı diye düşünürdüm.
-Neye niyetlemişdin dedim.
-Ölüme dedi
- ...?
-Açılırsa ecele, açılmazsa tetiğe ..!

Baktığı sürece hiç açılmadı soliter, ruhunun tüm ağırlığını parmak ucunda toplamayı başardığı bir gece namluyu soktu ağzına emekli subay dostum. Çocukluk ve gençlik arkadaşım.
On yıl ruhunda taşıdığı ağırlığı tetik taşıyamamıştı.
Ve sanılanın aksine tetiğin dolu düştüğü o gece sarhoş da değilmiş.
Ölümden korktuğu, ölüm düşüncesini aklından uzaklaştırmak istediği için sürekli sarhoş olduğunu anladım, geç de olsa..
İçine sığmaya çalıştığı votka şişesinden onu çekip çıkarma gayretlerim ve baskılarımla, aslında onu bu hayatın dışına ittiğim düşüncesi yerleşiyor kafama ve sanki ölümüne sebep olan benmişim gibi bir duyguya kapılıyorum.
Böyle bir şubat günü, artık kafasına sığmaz olan beynini karşı duvara yapıştırmıştı İrfan.
Duvardan seken mermi camı parçalayıp çıkmış ve yıllar sonra ilk defa gün ışığı girmişti odasına.


Eşi bırakıp gittikten sonra düştüğü yalnızlık ve terkedilmişlik duygusundan kurtulur ümidiyle bi arkadaşlık sitesinden ona profil hazırlamıştım.
Başlarda benimle dalga geçmesine:
- Şu sayfaya girmekten vazgeç, bize bi şey çıkmaz oradan demesine rağmen ,her gün heyecanla telefon edip:
- Bana mesaj yazan var mı? diye sorardı. Sayfada resmi olmadığı için arama esnasında ilk sıralarda yer almadığını söyleyemedim.
Suratının büyük kısmı parçalandığından beri hiç fotoğraf çektirmemişti.
Garip isimli bir kan hastalığı vardı, bu yüzden kapsamlı bir estetik de yapılamıyordu.
Nasıl olsa sanal bir dünya değil miydi orası..kendi resmimi ,hem de en sevdiğim en beğendiğim eski bir resmimi koydum sayfaya. Resmi de o seçmişti..bir oyun oynuyorduk ve hangi kartı atacağımı o söylüyordu.
Yine de hiç mesaj yazan olmuyordu.
Başka bir sebepten dolayı telefon ediyormuş gibi arıyor ve öylesine birden aklına gelmişçesine, önemsemez bi ses tonuyla
- "Hala bana mesaj yazan yok mu ?" diye sorardı.
Mesaj var deseydim hemen kalkıp gelecekti. Cevabı kendi yazmak istiyordu.
Bu beklentisine son vermek için, onun beğenilerine uygun bir "kadın" profiliyle siteye üye olup mesaj attım ve ardından telefon edip haber verdim.
-Sana mesaj var..
Yine önemsemez bi tavırla :
-Yarın öbür gün bi ara uğrarım beraber cevaplarız dedi..!
Bir saat geçmemişti ki kapının önünde duran taksiden indi.
- Bu taraflarda bir işim vardı da.. dedi.
Kaygılarını, beklentilerini, meraklarını bildiğim için onun hoşuna gidecek tarzda mesajlar yazıyordum.
Resmini istemiyordum, evli olup olmadığını sormuyordum, askerlikle ilgili konulara girmiyordum.
En büyük korkusu karşı tarafın görüşme isteğiydi.
Tabii mesajlaştığı sürece hiç görüşme teklifi almadı.
Bu seferde: niye görüşmek istemiyor acaba diye sormaya başladı.
Hemen bir uzak bir yurt dışı görevi planlayıp kadını oraya gönderdim..!
Yeni bir kadın ismiyle yeni bir üyelik alıp ona mesajlar yazmaya başladım.
Sonu belirsiz bi oyuna girmiştim ama umurumda değildi.
Bu mesajlar onu hayata bağlıyordu.. ya da ben öyle sanıyordum.
yok yok malesef ben öyle sanıyormuşum.
Çünkü en umutlu, en sevinçli, en heyecanlı olduğu günün gecesi geldi artık odasına gün ışığı girdiğinin haberi.

Gündüz gezmeyi özlediğini söylerdi hep.
Karlı fırtınalı havaları gözlerdi umutla. Ancak o zaman karı ve soğuğu bahane ederek yüzünü atkı ve bereyle sarıp dolaşmaya çıkabiliyordu şehrin aydınlık ve ışıklı sokaklarını. Ancak o zaman karışabiliyordu özlediği kalabalıkların arasına.
Kimse korkmuyordu ondan yüzü kapalıyken.
Korkmayanların da acıyan bakışlarından kaçmak zorunda kalmıyordu.
Çocuklar onu görünce ağlamaya başlamıyordu.
Hamile kadınlar yolunu değiştirmiyordu.
- Köpekler bile ürküyor beni görünce..!
- Isırmıyorlar ama havlayıp, hırlayıp yakınlarında bulunmamamı istediklerini belli ediyorlar diyordu.

Bu sene kar yağmadı İstanbul'a
Öyle soğuklar, şiddetli fırtınalar da olmadı.
Eğer yaşıyor olsaydı, bu kış; iğrenç bir suçlu gibi kaşkol ve beresinin arkasına saklanarak ama özgürce ve rahatça şehrin ışıklı aydınlık sokaklarında dolaşamayacaktı İrfan.

O bir engelli miydi ?
Tüm uzuvları yerindeydi. Sadece yüzü yanmış ve parçalanmıştı.
İnsanlar ondan korkuyor ve kaçıyordu..
35 yaşındaydı.. 1.90 boyundaydı..yapılıydı..adaleliydi..
Hani derler ya kapı gibiydi.
İki üniversite diploması ve iyi derecede İngilizcesi vardı.
Hareket adamıydı. Evde yaptığı pasif işler doyurmuyordu onu. Çok canı sıkılıyordu.
Tüm cesaretini toplayarak bi işe girmek için müracaat ettiğini söylemişti.
Gece işiymiş.. tam bana göre diyordu. Daha onu görür görmez:
- Özür dileriz biraz önce o kadroya birisini aldık demişler. Ama ertesi günü başka isimle telefon ettiğinde gelin görüşelim demişler.
Şimdi tekrar soruyorum .Tüm engellilerin yaşadığı sorunlara benzer sorunlar yaşayan bu arkadaşımın engeli neydi ?
 
Farklı olmak! Var mı ötesi?

Sakatlığı olan insanların sorunu, ellerinin-ayaklarının-gözlerinin olup olmaması değil, bu farklılığı bahane eden toplumun onlara karşı (bilerek ya da bilmeyerek) ayrımcı/ötekileştirici/dışlayıcı/engelleyici tutum takınmalarıdır. Bu ayrımcılık bazen iş başvuruları için "sakat olmamak şartı" şeklinde; bazen kamu binalarına ya da halka açık binalara erişememe şeklinde; bazen herkesin yararlanabildiği toplu ulaşım araçlarından yararlanamama şeklinde; bazen okula alınmama şeklinde; bazen kiralayacak ev bulamama şeklinde... olabiliyor.
Yani sakat olmak kendi başına kişiye hiç bir sorun yaratmazken, toplumsal tutum ve tercihler sebebiyle sakatlar herkes gibi YAŞAYAMAMAKTADIR.
O dağ gibi İrfan kardşim de farklı olmanın bedelini ödedi işte... Farklıysan, ya sana biçilen rolü oynayacaksın, ya da...
 
YA GERÇEKTEN OKURKEN GÖZYAŞLARIMA HAKİM OLAMADIM..SOKAKTA BİLE ÖZGÜRCE DOLAŞAMAMAKKK...ÖZGÜRLÜKDEN BAHSEDİLEN BİR ÜLKEDE ÖZGÜRCE YAŞAYAMAMAK...NEDEN İNSANLAR BÖYLE YA.... NEDEN SOKAKTA HEPSİ BİRER HAKİM EDASIYLA BİZİ SÜZÜP EVE HAPSETMEYE ÇALIŞIYORRR... İRFAN BEYYY KEŞKE SAVAŞSAYDI...NEYSE YA DAHA FAZLA YAZAMAYACAĞIMM.
 
Yine döktürmüşsün, Sevgili bayke.. ;)

Bu tür öyküler anlatıldığında Rambo'nun ilk filmi gelir aklıma. Hani şu adı "İlk Kan" olan.

Vietnam gazisi, üstelik hiç ama hiçbir özrü, sakatlığı vesairesi olmayan (hatta rockyleri çevirecek kadar sağlam vücudu olan) bir savaş gazisinin içinde doğup büyüdüğü topluma geldiğinde sırf gazi oluşundan dolayı dışlandığını anlatan film! Gerçi bir film kurgusu olarak ele alındığında çoğu yerinde abartı vardı. Ama o ilk bölüm yine de bir şeyler anlatıyordu, diye düşünüyorum. (Sonraki bölümlerde suyunu fazla kaçırdılar, o başka ;) )
 
içinde bulunduğumuz şartlar ne kadar zor olsada bu engelimizi yaradanımız bizlere hediye etmiş ve ne olursa olsun ayakta durmamız gerek arkadaşlar.bir söz var çoğunuz biliyorsunuzdur.HAYAT KADERE İNAT SENİ SİL BAŞTAN YAŞAYACAĞIM AHTIM OLSUNNNNNNNNNN.
 
OKUYUNCA GÖZYAŞLARIMI TUTAMADIMM. FİLM GİBİ.TIPKI BENİM BAŞIMDAN GEÇENLER.
 
İnşllh ikinci hayatı güzel olur..gerçek bir hikaye ise!!
İrfan ,şarapnelle yıkılmış sönmüş,solmuş bir ruh olmuş..
O nun engelinin adı öncelikle özgüvenini kaybetmek.
Özgüveni gitmiş bir insan, ne işe yarar ki?
Her gün ölmektense bir kere ölmüş ..
İntihar etmeseydi kaderci olsaydı, suçu kadere atsaydı..
kaderiyle tanışmış gibi yaşayamamış diğerleri gibi..
şekilde takılı kalmamak ,özü yakalamak için
kimse çaba sarfetmez,güzelliği içine sindirir herkes.
niye edeyim ki hadi öz de kötüyse ?..vakit harcamam ..
genelde bu düşüncede insanlar
Ancak total kör olmak gerekir özü sevmek için..
İrfan burda çok masumda hayat mı bu kadar kötüydü?
sanmam.
(irfan ı tenzih ederek söylüyorum isim objesi)
 
her zamanki gibi yine mükemmel bir öykü...sakın yazmayı erteleme ne olur..çünkü seni okumak,başka bir hyataın kapısını aralamakla bağdaşıyor..güçlü kalemine sağlık..
 
slm bayke
hikaye çok güzel ama arkadaşının onu yaşatmak hayata bağlamak için çabaları daha güzel ... :)
o engelini aşamamış yazık ... :(
çünkü hayatta ne olursan ol ister engelli ister engelsiz mücadele her yerde her şeyde bir lokma bie çiğnenmeyince yutulmaz
o çoktan vazgeçmiş hayatından
 
SLM BAYKE ABİ
ÇOK ETKİLENDİĞİM BİR YAZI DÖKÜLMÜŞ KLAVYENDEN.BELKİ BİR HAYAL ÜRÜNÜ BELKİDE BİR YAŞANMIŞLIK.AMA YÜREĞİMDE İZ BIRAKAN BİR YAZI,BİR DÜŞÜNCE.
HEPİMİZİN HAYATINDA BUNA BENZER OLAYLAR OLMUŞTUR.AMA BU ÇOK DAHA FARKLI, SONU HÜZÜN DOLU.
NE KADAR BİZLER ARTIK ÖZÜRLÜ OLMANIN BİZE VERDİĞİ DEZAVANTAJI AŞTIK DESEK TE,YÜREĞİMİZİN BİR KÖŞESİNDE HEP KANAYAN BİR YARA VARDIR ASLINDA.ÇOĞU KEREDE YALAN SÖYLERİZ KENDİMİZİ GÜÇLÜ GÖSTERMEK İÇİN.
BAZENDE BİZE GÜÇ VERECEK ŞEYLER ARARIZ ETRAFIMIZDA.BU BAZEN RUHUMUZDA DERİN İZLER BIRAKAN BİR YAŞANMIŞLIĞIN TELAFİSİ NİTELİĞİNDE OLUR.BAZEN KARŞI CİNSTE ARARIZ TERKEDİLMİŞLİĞİN TELAFİSİNİ.YADA BİR DOSTTA YİTİRİLEN GÜVEN DUYGUSUNU YENİDEN YAKALAMAKTIR.AMAÇ YASLANMAKTIR SEVGİ VE GÜVEN DOLU BİR HAYATA VE ONU BİZE SUNACAK HER ŞEYE.
BELKİ BİR HİKAYEYDİ YAZDIKLARIN AMA ÇOK ÜZÜLDÜM.SONU BÖYLE BİTMEMELİYDİ.
 
aksahin' Alıntı:
SLM BAYKE ABİ
ÇOK ETKİLENDİĞİM BİR YAZI DÖKÜLMÜŞ KLAVYENDEN.BELKİ BİR HAYAL ÜRÜNÜ BELKİDE BİR YAŞANMIŞLIK.AMA YÜREĞİMDE İZ BIRAKAN BİR YAZI,

bu öykü ve yazdığım tüm diğer öyküler gerçek yaşamdandır
olağanüstü olan benim anlatım gücümdür :D :wink:
 
Başlık güzel olmuş çünkü onun engelini adlandırmak zor :!: Bu gerçek öyküyü okurken tek düşündüğüm engelli olmaktan dolayı şikayet yerine şükretmek oldu :? en büyük engel her zaman ruhumuzun,yaşama isteğimizin amacımızın sakatlanmasıdır bence :!: ki o talihsiz kaza sonrasıda İrfan bey in yaşama isteği bedene yaşama gücü veren ruhuda tıpkı yüzü gibi parçalanmış olmalı :cry: ve sonunda sadece sürüklediği bedeninede kurşun skarak hayatını sonlandırmış :roll: Allah kimseye taşıyamayacağı yük vermesin diyebilirim...
 
Hikayeyi okuyup çok duygulandım.İnsanların bakış açıları toplumun değer yargıları insan sevgi üzerine odaklanmadığı sürece bu tür hikayelerle karşılaşmamız kaçınılmaz görülmektedir.Biz insanı yaratılmışların en üstünü olarak görmessek.Ben yaratılanı severim yaratandan ötürü felsefesini dahi içimize sindiremessek.İnsanları dış görüntüsüne fiziki yapılarına göre değerlendirirsek insanlığımızdan çok şey kaybetmişiz demektir.
 
Kendimden örnek vereceğim bu konuyla ilgili. kendimi biraz da olsa İrfan’la bağdaştırdım. İrfan’ın duygularını çok iyi anlayabiliyorum.
Eskiden ben de hep gizlerdim kendimi, hep ücralarda yaşardım. Siziler fotoğraf karesinde öne çıkıp sağından, solundan el sallayıp, gülümserken, ben hep birilerinin arkasına saklanarak poz verirdim. Şimdi ücralar bazen sığınağım oluyor, kısa süreli ziyaretlerde bulunuyorum ona… İnsanların tiksinerek ya da korkarak davranmaları, çok farklı duygu. Eskiden hep insanlara takılırdım, ne der diye düşünürdüm… Yanılgılar dolu onca sene…
Bu özgüven eksikliğinden farklı bir duygu… Çevrede dolaşman insanlara zarar veriyormuş, onları çok korkutuyormuş, psikolojilerini etkiliyormuşsun gibi. Doğduğum günden beri böyle öğretilegelen, genetik kodlarıma işlenen, taaa ilkokula kayıt gününden hafsalamda kalan maruz kaldığım hatalı davranışlar… Sadece engelinden dolayı yapamadığın şeyler değil, toplumun koyduğu engeller. Hala da çok karşılaşıyorum korku dolu bakışlarla, bazen Fredy’nin kabusu gibi oluyorum galiba.
Bu duyguları yenmek uzun zamanımı alsa da, sonunda oldu, muvaffakiyetimi ilan ettim. İrfan gerçeklerle yüzleşmekte zorlandı, dayanamadı, kaçmayı tercih etti. Neden birçoğumuz kaderi, hayatı ya da kısmeti suçlar ki? Belki onlarda bizleri suçluyorlardır, neden olmasın ki?
İrfan kışın rahat dolaşıyordu, yüzünü örtüyordu demişsin, benim kamufle edecek durumum bile yokken, bazen kral çıplak diyen çocuk misali olaylarla karşılaşırken (sanki durumumu unutmuşum da hatırlatma gereksinimi duyulmuş), heyhat ben zorları sevdim, tercih ettim ve hep sizinleyim, komplikelerde yaşamayı sevdim, düstur ettim kendime. Biraz daha uğraşabilirdin İrfan, zor deyip kesip atmadan, mücadele edebilirdin, ki, senin bayke gibi fedakar arkadaşın varken bu pes etmen neden ki? Onca sıkıntılara göğüs ger yaşa, katlan ama bir anda her şeyi bitir, neden ki?Bayke arkadaşını çok seviyormuşsun,ona ne kadar büyük fedakarlık yapmışsın. Üzülmesin mutlu olsun diye elinden geleni yapmışsın, birçok insan bırak böyle yapmayı aman bana ne demeleri ya da iyice mutuz etmeleri oynarken….

Not: Acılı günlerimdeyim, işyerinden bir arkadaşımın kendini asıp hayatına son vererek, hazin bir şekilde hayatına son vermesi deruni hislere daldırdı.

16.01.2008 tarihinde yazdığım bir yazı ancak ekleyebildim.
 
Çirkinlik nerede biliyormusunuz arkadaşlar, insanların bize karşı dayattıkları ve bu dayatmayı kabul etmemizi istedikleri ve bizim de bunu saçma sapan arbesk duygulara kapılıp kabul etmemizdir. karşımdaki kişiye göre her farklı şekle sahip olabilirim. belki de bu bir gerçek, ben bunu kabul ediyorum ben farklı biriyim, belki de yaşam boyu yalnızlıklar girdabı içinde olabilirim. ama o ve ya herkes beni öyle değerlendirip bana öyle bakıyorlar diye kendimi ne saklarım ne de gizlerim. aksine İNADINA İNADINA gözünün içine girecek şekilde beni rahatsız ettiği şekilde ben de gözünün önünde daima var olmaya çabalarım. zaten o bana karşı biletini kesmiştir. herhangi bir şey kanıtlamak zorunda değilim . ama sadece şunu yaparım yaşamda hakketmiş olduğum nefesi bir başkasına devretmeye hiç niyetli olamam, kusura bakmasın. mademki öyle bir acımasızlık var, o zaman yapılması gereken o acımasızlığa karşı daima duruş sergilemektir. rahatsız olan olmuş benim umrumda değil. yaşamak benim hakkım, kimse bunun için TER dökmemiştir.sonuç olarak hiç bir yere gitmiyoruz arkadaşlar, yaşama hakkımızı sonuna kadar kullanalım. güzelliğini çirkinlerle! paylaşanlara sevgilerimle...
 
Hayata tutunamayan,yanlız bir insanın hayat hikayesi.Sevgisizlik,yıkıcı bir yanlızlık,amaçsızlık,elindeki her şeyi yitirmek insanı nasıl bir ruh haline sokar?
Yaşamın kıyısında hayata tutunmak istesek de çevresel şartlar,insanlar izin vermez.Yanlız bırakılmış,yalnızlığa itilmiş bir insanın hayatta tutunması çok zordur,insanın kendi kendiyle konuşması,kendi girdabından çıkamaması,daha da dibe vurmasına neden olur,tek kurtulusun ölüm olduğunu acıların ancak ölümle son bulacağına inanıp yıkıcı bir vuruşla son noktayı koyar...İnsan bir yaşam böyle bitmeseydi,tutunabilseydi hayata diyor ama belkiler ve keşkeler artık çare değil ...
 
sehribanu arkadaşım, kendi yaşamına son vermek kime ne ki. kimseyi ilgilendirmiyor senin ölmen. hatta daha iyi olur o da senin için değil senden, senin varlığından rahatsız olanlar olanlar için. kendi elinle o senden rahatsız olanları kendi yaşamına son vermekle rahtalatmış oluyorsun. senin yaşaman gerekenleri bir başkasına devretmiş oluyorsun. hayata bir baksana herkes normal mi yaşıyor. hayatta birazda daha güvenli biraz daha rahat olayım diye herkes birbirinin ayağını kaydırıyor, birbirini itiyor, kakıyor,eziyor. ne için kendi bencil çıkarları için. normal yaşamaya çalışan insan sayısı parmakla sayılır. ee o zaman normal olan ne diye sorgulamaz mısınsın sen. ne diye bir başkası bana öyla baktı, beni öyle yargıladı diye kendi yaşamıma son vereyim. boşversene bunları, sen neye hakketiğine inanıyorsun ve onun için neler yapıyorsun. mesele o.sonuç elde edersin veya etmezsin. elde edene kadar....bizler ölüyü ölümü yücelten değil, yaşamı seven savunan olmalıyız...saygılarımla
 
Haklısın kitap38 kimin öldüğü ya da kimin yaşadığı kimsenin umrunda değil.Herkes kendisi için yaşar ve ölür.Bu kapitalizmin acımasız gerçekliğidir,birilerinin ayağını kaydır ve sen zengin ol,mutlu ol,senin olsun herşey mantığıyla,güçlünün güçsüzü ezme,sindirme,yok etme mantığıdır.
Benim demek istediğim yapayanlız,tükenmiş bir insanın hayatla yapayanlız mücadelesindeki depresif ruh halini, bu durumdaki bir insanın psikolojik olarak bu halde olabileceğini,hayata tutunmak için her zaman kendi gücümüzün yetmediğini,sosyal desteğe çok büyük ihtiyacımız olduğunun altını çizmek istedim. sevgilerimle...
 
YORUMSUZ
İntihar konusuna epey kafa yoran çağdaş Fransız düşünürlerinden Jean-Jacques Delfour "İntiharın ölümü arzulamanın değil, huzuru aramanın bir sonucu olduğunu" belirtiyor. İşte onun intihara felsefi bakışı:
"Hiç kimsenin asla intihar etmediği, hiç kimsenin asla intihar etmeyi istemediği, hiç kimsenin asla intihar ederek kurtulmadığı ne zaman anlaşılacak, ne zaman kabul edilecek? Çünkü hiç kimse hayatına son vermedi. İntiharı 'Ölümü arzulamak' olarak görüyoruz. Hayır. Ölmenin, ölümün ne olduğunu bilmiyoruz ki. Zira öldüğümüzde 'Ölmenin nasıl bir şey olduğu' deneyi yapamayacağımıza göre, o konuda herhangi bir bilgi sahibi de olamayacağız. Ölümü denemek, deneyi öldürmektir.
İntihar edenler aslında ölmeyi arzu etmiyorlar. Sadece artık acı çekmemek, acılarından kurtulmak, rahatlamak istiyorlar. Artık acı çekmemek bambaşka bir şey; pozitif bir olgu; huzura kavuşmak anlamına geliyor. Ama ne yazık ki, intihar edenlerin hiçbiri bu huzura kavuşamıyorlar ya da huzurun tadını çıkaramıyorlar. Çünkü hayatlarını yok ederek, aynı zamanda acıya son verecek ve huzuru sağlayacak olan baskıyı veya faktörü de yok etmiş oluyorlar."
 
ben burada intihar konusunun konuşulamsından yana değilim. kimi insanlar intihara felsefi açıdan yaklaşabilecek düzeyde olmadıklarını düşünüyorum. istemeden içten içe gitgel yaşayanları olumsuz yönde etkileyebiliriz. bu paltformda güdülmesi gereken şey yaşamı öldürmek değil yaşamı savunmak, insanın kendisine sevgiyle sahip çıkabilmesini sağlamak. naçizane düşüncem dikkate alınırsa sevinirim. saygılar
 
Bu konuda sana katılıyorum kitap.Benim not kısmına yazdığım o anki durumdan çok etkilendiğimi ifade ediyor.Bu yazıyı o günü yazdığım şekliyle kopyaladım.Bazı arkadaşlarımın bundan etkileneceğini düşünerekten intahar konusunda konuşmayalım diyorum ben de...
 
Aman arkadaşlar konuyu yanlış yönlere çekmeyin.İntiharı özendirmek gibi bir niyet yok burada.Ölüm de yaşam gibi bir olgudur.Konuşulduğu zaman insanlar gidip ben de intihar edeyim demez.Çünkü hayat pamuk ipliğine bağlı değil.Bizim asıl sorunumuz konuşamamaktır.Hayat Çok değerli bir hediye ve hiç bir şey yaşamdan daha üstün olmaz benim için.Acılar da çeksek ,yıkılsak da hayat her şeye rağmen devam ediyor ve edecektir.Güçlü olmak yıkılmak değil,yıkıldığın zaman tekrar ayağa kalkabilmektir....
Ölümle yaşam arasındaki çizgi pamuk ipliğine bağlıysa ben bu konuda tek kelime etmeyeceğim... sevgilerle....
 
Öykünüzü okurken, kendimi karanlık bir dehlizde dolaşıyor sandım. :D :D Bana çok ajite edilmiş gibi geldi.

Yüzü yanmış, parçalanmış bir adam var. Bu çirkinliğinden dolayı insanlardan kaçıyor. Toplum içine çıkmıyor. Karısı terk ediyor. Çocuğundan ayrı yaşıyor v.s. v.s.

Asıl sorgulanması gerekenleri atlamış, olayı bir kişinin görüş açısıyla göstermişsiniz. Hiçlik… boşluk… ölüm.

Bence burada sorgulanması gereken bir sürü şey var. Neden kadın kocasını terk ediyor? Demek ki, evlilikleri çıkar üzerine kurulu bir düzen. Sevgi mevgi bahane. Belki alışkanlığa döndü evlilikleri. Ya da sevginin anlamını bilmiyorlar. Vehayut biliyorlar da, içselleştirmemişler. Ya da bir sürü neden olabilir.

Neden gençlere üniversiteyi kazanmak yaşamın mutlak amacıymış gibi gösteriliyor? Neden, yaşamı sorgulayan, neden- sonuç ilişkisi kurabilen, araştıran, bilmenin, öğrenmenin bir mutluluk kaynağı olduğu öğretilmiyor da, günlük yaşayan, bedensel zevkler peşinde koşan gençler yetiştiriliyor?

Arkadaşınız zaten yüzü parçalanmadan önce bir mağara da yaşıyormuş da, haberi yokmuş. Kendi kendine mutluluk oyunu oynamış. Evliliğini sorgulamamış. Oğlunun kişiliğini oluşturacak hamuru yoğuramamış.

Mutluluğun anlamı, bir kadının ya da erkeğin bizi beğenmesi midir? Ya da karşı cinsle birşeyler paylaşmak mıdır? İşte bunu anlamıyorum. İnsan kendi kendine yeterek mutluluk içinde yaşayabilir. Mutluluğu arkadaş sitelerinde arayan bir bakış açısında asıl sakatlık var. Fallara bakarak mutluluğu orada bulacağını sanan zihniyette bir sakatlık var. Sevgiyi ya da aşkı biçimsel olarak algılamakta bir sakatlık var. Arkadaşınızın yaşama bakış açısında bir sakatlık var. Dostluğa ve arkadaşlığa bakış açısında bir sakatlık var. Arkadaşınıza niye hiç mesaj gelmediğini de anlamadım. Mutlaka, yazdıklarıyla ilgili olmalı. Bu arkadaşınız neler yazdı ki, hiç mesaj atan olmadı? Kendini ifade etmekten yoksun bir insan mıydı? Arkadaşınızın köpeklerin ondan korkup kaçtığını söylemesi hastalıklı bir psikolojisi olduğunu düşündürüyor bana. Ya da siz ajite etmişsiniz!

Arkadaşınız iki üniversiteyi boşuna okumuş. Okuduklarını yalnızca ezberlemiş. Eğer, öyle olmasaydı kendi içine çekilip edilgen olmayı yeğlemezdi.

Kimi olumsuzluklardan neden toplumu sorumlu tutuyoruz hep? Evet, farklılığa duyarlılık olabilir. Evet, farklı bir insanı görenler ilk başta farklı tepkiler verebilirler. Ama bu toplumda farklı tepki vermeyecek insanlarında var olduğunu gerçeğini değiştirmez. Yani gerçeği, hep algıladığımız gibi olduğunu sanıyoruz. Ama öyle değil.
 
bayke' Alıntı:
YORUMSUZ
İntihar konusuna epey kafa yoran çağdaş Fransız düşünürlerinden Jean-Jacques Delfour "İntiharın ölümü arzulamanın değil, huzuru aramanın bir sonucu olduğunu" belirtiyor. İşte onun intihara felsefi bakışı:
"Hiç kimsenin asla intihar etmediği, hiç kimsenin asla intihar etmeyi istemediği, hiç kimsenin asla intihar ederek kurtulmadığı ne zaman anlaşılacak, ne zaman kabul edilecek? Çünkü hiç kimse hayatına son vermedi. İntiharı 'Ölümü arzulamak' olarak görüyoruz. Hayır. Ölmenin, ölümün ne olduğunu bilmiyoruz ki. Zira öldüğümüzde 'Ölmenin nasıl bir şey olduğu' deneyi yapamayacağımıza göre, o konuda herhangi bir bilgi sahibi de olamayacağız. Ölümü denemek, deneyi öldürmektir.
İntihar edenler aslında ölmeyi arzu etmiyorlar. Sadece artık acı çekmemek, acılarından kurtulmak, rahatlamak istiyorlar. Artık acı çekmemek bambaşka bir şey; pozitif bir olgu; huzura kavuşmak anlamına geliyor. Ama ne yazık ki, intihar edenlerin hiçbiri bu huzura kavuşamıyorlar ya da huzurun tadını çıkaramıyorlar. Çünkü hayatlarını yok ederek, aynı zamanda acıya son verecek ve huzuru sağlayacak olan baskıyı veya faktörü de yok etmiş oluyorlar."


İntihar, Freud'un ölüm içgüdülerinin içinde en derinde duranı. Buna çok yakın bir görüş daha önce ötenazi topiğinde ifade edilmişti:

neptune' Alıntı:
Açlık, susuzluk gibi gerilimi yaratan durumun ortadan kaldırılarak gerilim içinde bulunulmayan önceki duruma dönmeyi amaçlayan içgüdülerin genel mantığında artık kişide yaşam dayanılamayacak bir gerilim yaratmaktadır. Kişi ilk durumuna, yani doğmadan önceki durumuna dönmek istemektedir. Ancak bu şekilde yaşam geriliminden kurtulabileceğine, bundan başka çaresi olmadığına inanmaktadır.
...
Kişi kendisini bizim belki de hiç anlayamayacağımız kadar çaresiz hissetmektedir. Başka bir tercih yapamamaktadır, artık tercih isteği değil çok güçlü bir psikopatolojik zorunluluk hissetmektedir. İnsanca olan sosyal ve/veya tıbbi tedavi ve destek ile kişinin bu çaresizliğini ortadan kaldırmak veya katlanılabilir düzeye çekmektir, ona ötenazi veya intihar hakkı vererek kaderini desteklemek değil.




angel'm' Alıntı:
Yani gerçeği, hep algıladığımız gibi olduğunu sanıyoruz. Ama öyle değil.
Kesinlikle haklısın; o yüzden şu şekildeki genellemelerden çoğu zaman kaçınmak gerekir:
angel'm' Alıntı:
Arkadaşınız iki üniversiteyi boşuna okumuş. Okuduklarını yalnızca ezberlemiş. Eğer, öyle olmasaydı kendi içine çekilip edilgen olmayı yeğlemezdi.
Zira denir ki;
Kod:
Gecenin çöktüğünü görmemiş olan, karanlıkta yürümeye aht etmemeli
O yüzden dışarıdan bakarak bu tür genellemelere gitmek pek doğru olmaz. :)
 
Sevgili bayke;

Toplumun negatif bakış açısının kişiler üzerinde oluşturduğu ruhsal travmaları ve toplumun bilinçli olarak ama bir bilmemezlik tavrı ile kişileri soyutlayarak yalnızlığa itme silahını nasıl acımasızca kullanabileceğini çok iyi örneklemişsin öyküyle..

Kişiye özel bir engel değil, toplumsal bir engel söz konusu burda. Dediğin gibi onunda adı yok.
 
Gecenin çöktüğünü görmemiş olan, karanlıkta yürümeye aht etmemeli

O yüzden dışarıdan bakarak bu tür genellemelere gitmek pek doğru olmaz.

Gecenin çöktüğünü gören, o gecenin ardından aydınlığın geleceğini bilir.
 
angel'm' Alıntı:
Gecenin çöktüğünü görmemiş olan, karanlıkta yürümeye aht etmemeli

O yüzden dışarıdan bakarak bu tür genellemelere gitmek pek doğru olmaz.

Gecenin çöktüğünü gören, o gecenin ardından aydınlığın geleceğini bilir.

Eee, orada gece mecazi anlamda kullanılmış, yani bu anlamda yazıda ayrıca bir gece-gündüz döngüsü de olduğu varsayılmıyor. :)
 
bayke demiş ki
bu öykü ve yazdığım tüm diğer öyküler gerçek yaşamdandır
olağanüstü olan benim anlatım gücümdür Çok Mutluyum

bayke üstad yazılarınızın en zor tarafıda bu zaten
o kadar müthiş bir anlatım ki, yorum yazmak sanki o sihiri bozacakmış gibi geliyor.
 
BEN BU HİKAYEYİ GENÇ BEYİN DERGİSİNDE OKUMUŞTUM.GÖZ YAŞLARIMI TUTAMAMIŞTIM.ÇOK ETKİLEYİCİ GELMİŞTİ.DERS ÇIKARILASI,ÇOK EFEKTİF BİR OLAY...RİCA EDERİM.
 
Üst Alt